Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Kerkük her açıdan bir Türk şehridir. Şehrin Türk dokusunu bozmak için geçmişte Araplar, günümüzde ise Kürtler açık ya da örtülü her türlü baskı ve sindirme yöntemine başvurmuştur. ABD’nin 2003 yılındaki müdahalesinden sonra hem Irak genelinde hem de Kerkük özelinde Türkleri yok sayan politikalar kurumsal bir boyut kazanmıştır. Özellikle AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllarda Iraklı Türkler adeta kaderine terk edilmiştir.

AKP’nin o dönemlerde kendisini Amerikan politikalarına adapte etme çabaları bu girişimleri cesaretlendirmiştir. Milletimizi yasa boğan “çuval” hadisesinden sonra Irak’taki Türklerin sorumluluğu Özel Kuvvetler Komutanlığından alınarak Dışişleri Bakanlığına devredilmiştir. Bu değişimin Türkler üzerinde psikolojik açıdan olumsuz yansımaları olmuştur. Ankara’nın akıl almaz yanlışları nedeniyle Iraklı Türkler arasındaki Şii-Sünni ayrışması derinleşmiştir. Ankara’dan ümidini kesen Türkler, mezhepsel durumları ve coğrafi konumlarına bağlı olarak Irak’taki diğer aktörlere sığınmıştır. Bu durum Türkleri siyaseten daha da zayıflatmış, temel Irak denkleminin dışına çıkarmıştır. Bugün Haşdi Şabi, Talabani ve Barzani’den hoşnut olmayanlar, dün ne ektilerse bugün onu biçmektedir.

KERKÜK’E KÜRT AKINI

Irak Seçim Komitesi’ne göre, Irak’ta işgalden sonra ABD’nin tezgâhladığı ilk genel seçim (30 Ocak 2005) için ilave 1.2 milyon seçmen kaydı yapılmıştır. Bunun 230 binini, Kürtlerin ezici çoğunluğu teşkil ettiği Kerkük’teki seçmenler oluşturdu. Hâlbuki Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Gözetleme Grubu’nun (Human Rights Watch Group) raporuna göre, Saddam döneminde şehirden zorla göç ettirilenlerin sayısı toplam 120 bin kadardı. ABD ve İsrail’in teşvikiyle, bir harita değiştirme çalışması olarak Kerkük’e Kürt göçüne ara verilmeden devam edildi. Diğer etnik grupların şehirde ikamet etmesi doğrudan ya da dolaylı yöntemlerle engellendi. Amaç 2007 yılında uygulanması planlanan Irak Anayasası’nın 140. maddesi çerçevesinde uygun koşulları yaratmaktı. Çünkü bu maddeye göre önce normalleşme, sonra nüfus sayımı ve daha sonra referandum öngörülüyordu. Ancak koşullar oluşmadığı için 140. madde geçerliliğini yitirdi. Artık Kürt deposu haline dönüştürülen Kerkük’te böyle bir maddenin uygulanabilmesi en azından ahlaki gözükmüyor.

ÇIKIŞ YOLU

TSK’nın 24 Temmuz 2015’te başlattığı Kuzey Irak Harekâtı sonrasında Türkiye makas değiştirerek kendisine yeni bir rota çizmiştir. Bu tarihten itibaren Türkiye, zaman zaman yalpalasa da stratejik çıkarlarını, gerektiğinde güç kullanarak koruma kararlılığını göstermiştir. Stratejide kuraldır: “Zaman şu an, durum içinde bulunduğumuz durumdur.” Türkiye köşeleri olan bir Kerkük stratejisi belirlemek zorundadır. Bu stratejinin kısa, orta ve uzun dönemli hedefleri olmalıdır.

Kerkük’ün sınırlarımızdan itibaren mesafesi 400 kilometre civarındadır. Bölgedeki aktörler dikkate alındığında, Türkiye’nin bu derinlikte tek başına bir askeri harekât icra etmesi ciddi risk unsurları taşımaktadır. Ayrıca böyle bir harekâtı lojistik olarak desteklemek, neredeyse imkânsızdır. Bu nedenle Türkiye yumuşak güç (softpower) unsurlarını sahaya yansıtmalıdır. Şu andaki acil tehdit, Barzani’nin ABD ve İsrail adına şehre el koymasıdır. Diğer bir tehdit ise ABD’nin Kerkük ve Kerkük’e mücavir alan olan Havice’ye yönlendirdiği PKK ve IŞİD mensubu teröristlerin Türk katliamı başlatmasıdır. ABD’nin şehri Kürtleştirme planları bilinmektedir.

Bu durumda en rasyonel çözüm Irak Merkezi Hükümeti ve İran ile ortak bir Kerkük politikası belirlemektir. Türkiye, ayrıca Kerkük’te Türk varlığının devamı için her türlü tedbiri almalı; bu uğurda maddi ve manevi fedakârlıktan kaçınmamalıdır. Türklerin güvenlik riskleri Türkiye tarafından gönderilen uzmanlar tarafından yerinde belirlenmelidir. İran ve Irak ile yapılan görüşmelerde tüm bu hususlar kayda geçirilmelidir. Eğer Irak Merkezi Yönetimi, Barzani-Vali Kerim ikilisinin yarattığı oldubittiyi kabul etmeyip, “Anayasa’yı çiğneyenleri cezalandıracağım!” derse, Türkiye böyle bir eylemi desteklemeye hazır olmalıdır. Gül-Davutoğlu ikilisinin meydana getirdiği hasarı onarmak için daha aktif yöntemler geliştirmeliyiz.