Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

CUMHURİYET

Ulus devletlerin kuruluşu

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren milliyetçilik akımı tüm Avrupa’yı sardı, etkisini gösterdi. Bilhassa Fransız ihtilâlinin sebep olduğu fikir akımları nedeniyle Avrupa’da ki mevcut imparatorluklar bir yıkılmaya başladı. Onun yerine ”Ulus Devlet”ler kuruldu.
Avrupa’da ki bu uluslaşma sürecinden hiç şüphesiz 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu da etkilendi. Balkanlara sıçrayan siyasi ve ideolojik fikir akımları sayesinde verilen yoğun mücadeleler sonunda, bu bölgede yeni ulus devletler doğmaya başladı. Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan, Hırvatistan, Arnavutluk birbiri ardına Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaşarak kendi ulus devletlerini kurdular.
20. yüzyılın başlarına gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu da, Avrupa’daki diğer İmparatorluklarla aynı akıbeti ve ortak kaderi paylaştı. Yıkılan imparatorlukların yerine genç, kendi ayakları üstüne durabilen, tam bağımsızlığı hedef alan, ekonomide bir an önce toparlanarak kalkınmacı hamleler ve politikalar geliştiren, ulus devletler kuruldu.
Cumhuriyet kolay kurulmadı, sınırlarımız cetvelle çizilmedi
Öncelikle bilinmeli ki, Osmanlıdan sonra Cumhuriyet rejimine giden süreç hiç kolay olmadı. Bunu anlamak için önce NUTUK’u okumak, incelemek, irdelemek gerek.
Cumhuriyet, 1. ve 2. İnönü Muharebelerindeki ”direniş”, arkasından Sakarya’daki ”diriliş”, Kocatepe’den başlayan ”kurtuluş” ve nihayet 9 Eylül 1922 de İzmir’de zaferle neticelenen kesin sonuç. Türkiye Cumhuriyeti, bu muhteşem mücadelenin sonucudur, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın kafasında uzun yıllar boyunca şekillendirdiği ve 29 Ekim 1923’de hayata geçirdiği çağdaş Türkiye projesidir.
Ulus devletin kuruluşu
Lozan Antlaşması ile sınırları cetvelle değil, kanla çizilen Cumhuriyetin kadrini ve kıymetini bilmek için o dönemin şartlarını ve ülkenin içinde bulunduğu durumun tahayyül edilmesi elzemdir.
Yüzyılların oluşturduğu bir hayat tarzına bir anda son verip, yeni, çağdaş ve modern bir yönetim sistemine geçmek, gerçek demorasiyi hedeflemek elbette kolay olmadı.
Saltanat 1 Kasım 1922 de kaldırıldığında bile 1. Meclis yani Gazi Mecliste büyük gürültü koptu, tantana oldu. Osmanlı nizamına alışkın olanlar tarafından kabul görmedi. Hatta hilâfet devam etti. Atatürk’in yeni halife olması için önerge veren milletvekilleri bile oldu.
NUTUK’ta da yer aldığı gibi, Ata’nın yakın arkadaşlarından Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Rauf Orbay ve Kazım Karabekir Paşa bile Cumhuriyete karşı çıkan muhalif grubun içinde yer aldılar.
Gerisini Ata’nın ağzından dinleyelim:
-Ali Fuat’a (Cebesoy) sordum: “Cumhuriyet konusunda ne düşünüyorsunuz, görüşünüz nedir?” Dedi ki: “Cumhuriyet yönetimindeyiz zaten, millî hükümetin mahiyeti bu değil midir?”
-Şu cevabı verdim: “Hayır, Cumhuriyette değiliz. Birinci Büyük Millet Meclisi’nde saltanat kurumu duruyor. Saltanat düşmüş değildir. Saltanat kurumunu düşürmek için Meclis’in Cumhuriyeti ilân etmesi lâzımdır.”
-Gereğini yaptık, saltanatı 1 Kasım 1922 tarihinde kaldırdık.
-28 Ekim 1923 akşamı Çankaya’da verdiğim yemekte ertesi gün (29 Ekim’de), ”Efendiler, yarın Cumhuriyet’i ilân edeceğiz.” dedim.
-Nitekim Gazi Meclis, oy birliği ile ve büyük bir çoğunlukla 29 Ekim 1923 günü saat 20.30’da Cumhuriyet’i coşku içinde kabul ve ilân etti.
-Muhalif kanadın yapabileceği bir şey olmadığı için Cumhuriyeti kabullenmek zorunda kaldılar.
-Gece, 101 pare top atışıyla bütün Türkiye’ye duyuruldu. Aynı gün oybirliğiyle Cumhurbaşkanı olarak seçildim.
Sonuç
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları tarafından ulus devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti bugün birden fazla potansiyel tehditle karşı karşıyadır.
Üniter devlet ve ulus devlet kavramları birbirlerini tamamlar. Üniter olan bir devlet aynı zamanda bir ulus devlettir. Bugün için Türkiye Cumhuriyetine karşı en büyük tehlike ve tehdit; Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bağımsızlıktan uzaklaşması ve üniter yapısının bölünerek parçalanması ve ulus devlet kimliğinin yok edilmesidir. Bu bir beka sorunudur.
Küresel savaş plânlayıcılarının geliştirdikleri Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve benzeri emperyal projeler arasında ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti de bulunmaktadır. Listelerine aldıkları ülkelerde ana hedef veya temel görev, o ülkenin rejimini değiştirip kendi çıkarları doğrultusunda bir nevi kukla devletçikler oluşturmaktır. Suriye’yi bölerek kuzeyinde PYD/YPG’yi kullanmak suretiyle yapmak istedikleri en son canlı örnek de bu zaten.
Suriye, Libya, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Azerbaycan’a Ermeni saldırısı, 60-70 bin PKK’lı’nın ABD tarafından silahlandırılması, Yunanistan’ın haksız ve hukuksuz işgal edip silahlandırdığı adalar, Suriye’de ve yurt içinde 9 milyon Suriyeli’yi beslememiz, gibi Türkiye Cumhuriyetinin angaje olmak zorunda kaldığı belli başlı sorunlar tüm açıklığı ve çıplaklığı ile ortadadır. Türkiye Cumhuriyeti mevcut bu sorunlar nedeniyle bir çok cephede üniter devlet yapsını, toprak bütünlüğünü, bekasını ve sınırlarını korumak, kollamak ve muhafaza etmek adına yoğun mücadele vermektedir.
Söz konusu mücadelenin esasını, üniter yapıya sahip ulus devletin, emperyalizmin maşası yıkıcı ve bölücü unsurlar tarafından, bir başka deyişle ırkçı veya dinci veya her ikisinin karışımı gruplar tarafından vaki olan asimetrik tehdidin bertaraf edilmesi teşkil eder. Asimetrik tehdit, alışılmadık ve sıradışı bir tehdittir. Sürpriz araçlar kullanır, kuralsızdır, illegal eylemler için geliştirilmiştir. Daha ziyade karşı tarafın zayıf taraflarını istismar etmeye yöneliktir ve psikolojik odaklı olarak ortaya çıkar. Türkiye Cumhuriyeti son 50 yıldır psikolojik harbin etki ve ilgi alanındadır.
Soğuk savaşın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla çift kutuplu dünya düzeni son bulmuş, süper güç olarak nitelendirilen ABD’nin liderliğinde tek kutuplu düzene geçilmesiyle birlikte bütün dünya, bölgesel ve küresel asimetrik tehditle karşı karşıyadır. Bundan en çok etkilenen ülkelerden biri de, dünyadaki jeopolitik konumu itibariyle beka sorunu yaşayan Türkiye Cumhuriyetidir.
Başa dönersek, Cumhuriyet’imizin nasıl kurulduğu, kurulurken hangi koşullarda nasıl mücadele edildiği, o yokluk, kıtlık, yoksulluk ve sefalet içerisinde milli mücadelenin nasıl yapıldığı çocuklarımıza ve gençlerimize çok iyi anlatmalı ve öğretilmelidir. O dönemi bilmeden bugünü okuyamazsınız, yarını göremezsiniz. Kısacası, namus ve şerefine sahip çıkmak isteyenler, Cumhuriyete ve Cumhuriyet değerlerine sahip çıkmak zorundadır.
Cumhuriyetimizin 97. yıldönümü, değerini bilenlere ve anlayanlara Kutlu Olsun!