…
ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ ANAYASA KURALIDIR
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Türkiye Cumhuriyeti yirmi birinci yüzyılın ortalarına doğru yolunda giderken, bir yönü ile uluslararası ilişkiler alanında diğer yönü ile de bunların Türkiye’ye yansımaları doğrultusunda, yepyeni durumlar ile karşılaşmakta ve emperyal güçlerin bu gibi durumlardan yararlanarak, kendi çıkarları doğrultusunda gelişmeleri yönlendirmek istedikleri görülmektedir. Eski dünya düzeni döneminden gelen emperyal devletlerin varlığı ile birlikte küresel hegemonya peşinde koşan büyük güçlerin değişen koşullarda yeni manevralar düzenleyerek, yeryüzünde yaşamakta olan tüm devletleri ve halkları etki altına alarak yönlendirecek girişimleri teker teker devreye soktuğu anlaşılmaktadır. Yeni dönemin koşulları herkesi ve her ülkeyi etkilerken çeşitli ülkelerde yeni siyaset ve yasal düzenlemeler gündeme gelmektedir. Bu doğrultuda, Türkiye Cumhuriyetinin geleceğin dünyasında var olabilmesi ve daha güçlenerek merkezi bir güç konumu ile uluslararası alanda rekabet edebilmesi gerekmektedir. Var olan devletler ve diğer siyasal yapılanmalar içinden geçilmekte olan bu geçiş aşamasında, gelecekte daha güçlü bir biçim de var olabilmenin koşullarını aramaya ya da hazırlamaya başladığı yeni girişimler dolayısıyla anlaşılabilmektedir.
Sovyetler Birliğinin dağılması sonrasında emperyal güçler ve devletler kendi çıkarları doğrultusunda bütün dünyaya yönelik plan ve projeleri yavaş yavaş uygulama alanına getirirlerken dünyanın tam ortasında yer alan bir merkezi devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti de küresel hegemonya saldırıları ile karşı karşıya gelmiştir. Emperyalist güçler yeni dönemde kendi çıkarlarına uygun bir biçimde hazırladıkları plan ve programları devreye sokarken, dünyanın bütün devletlerini değişim görünümü altında dönüştürmeye sürükleyecek geleceği belirsiz planlar çizgisinde, yeni anayasa ve yasa düzenleme girişimleri ile karşı karşıya bırakmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti de bu tür saldırıların hedefi olan ülkeler içinde bulunduğundan, çeyrek yüzyıldır değişim görünümlü dönüşüm programlarının gizlice sürdürülmesi gibi bir tehdit oluşumu ile zaman zaman karşı karşıya kalmaktadır. Bu doğrultuda son dönemde bazı gizli toplantılar yapıldığı ve dışarıdan yönlendirilen bazı siyasal partiler aracılığı ile Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinin anayasal yapılanmasının değiştirilerek, başka tür bir devlet yapılanmasının getirilmeye çalışıldığı açığa çıkmıştır. Osmanlı devletinin zayıflaması aşamasında ortaya çıkan merkezi coğrafyadaki emperyalist hegemonya oluşturma girişimlerinin en son örneklerinden birisi, son günlerde gündeme gelen köklü anayasa değişimi girişimidir. Basın ve yayın organlarına yansıyan boyutları ile var olan anayasal düzenin ortadan kaldırılmak istendiği ve bu amaçla da başka bir devlet yapılanmasına yönelik hazırlıkların birbiri ardı sıra gizli toplantılar aracılığı ile öne çıkarıldığı anlaşılmıştır. Türkiye’yi kendi istedikleri yönlere çekmek isteyen büyük devletler, merkezi alanda orta boy büyüklükte bir devletin kendilerine karşı çıkacağı ve önemli çıkar çatışmalarında güçlü bir biçimde muhalefet yapacağı düşüncesiyle, Osmanlı imparatorluğu sonrasında bölgede ortaya çıkan ulus devletleri ortadan kaldıracak, onları alt kimlikler ve farklı inançlar üzerinden bölüp parçalayacak girişimleri sürekli biçimde dayatarak, yeni bir orta dünya yapılanmasına eski Osmanlı ülkeleri ile birlikte Türkiye’yi de yönlendirmeye çalışmışlardır. İkinci dünya savaşının galibi olan ABD, savaşın mağlup ülkeleri olan Almanya ve Japonya’ya kendi hazırladığı anayasaları zorla kabul ettirdiği gibi, Türkiye’ye de kendi istedikleri anayasal yapılanmayı kabul ettirmeye çalışmışlardır. Aynı girişimleri dünya savaşı sonrasında İngiltere de yapmıştır.
Doğu ve batı bölgelerinin kesiştiği yerde bir merkez devleti olarak ortaya çıkan Türk devletinin bölgenin jeopolitik konumu ve tarih biliminin getirdiği siyasal birikimin yansımaları doğrultusunda oluşturulan bir sentezin yaklaşımı çizgisinde, diğer ulus devletlerden çok farklı bir konuma sahip olduğu görüldüğü için, bu duruma uygun düşecek biçimde diğer devletlerden ayrılan özel bir kuruluş modeli kurucu iktidar tarafından ortaya konulmuştur. İmparatorlukların parçalandığı ve ulus devletlerin ortaya çıktığı bir tarihsel dönemde, hem Avrupa tipi ulus devlet getirilmeye çalışılmış hem de bir Asya ülkesi olarak Asya kıtasının kuzeyinde gerçekleştirilen sosyalist devrimin uzantısı olarak halkçılık ilkesi benimsenerek, kurulmakta olan cumhuriyetin halkçılık temeline dayanmasına çaba gösterilmiştir. Bir anlamda Avrupa ve Asya kıtalarının arasında tam merkez denilecek bir bölgede Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, ulus devlet ile birlikte halkçı bir cumhuriyet rejiminin birlikte uygulanacağı bir sentezci girişim geliştirilerek yasalaştırılmıştır. Avrupa kıtasındaki ulus devletler oluşumu imparatorluk sonrasında geride kalan Osmanlı ahalisini kucaklayamayınca, ilan edilen ulusal sınırların içerisinde kalan halkın büyük çoğunluğu, aynı zamanda Asya kıtasında ortaya çıkan yeni büyük güç olan Sovyetler Birliğinin geliştirdiği sosyalist sistemin temel esası olan halkçılık anlayışı çerçevesinde organize edilmeye çalışılmıştır. Böylesine sentezci bir yaklaşıma doğru giderken, hem milliyetçilik hem de halkçılık ilkeleri birlikte uygulanmaya çalışılmıştır. Bir anlamda ulus devlet ile halkçı cumhuriyet sentezi Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar dikkate alınarak diğerlerinden farklı olan özgün bir siyasal düzen kurulmak istenmiştir.
Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti anayasası ele alındığı zaman diğer anayasalardan çok farklı bir yapılanmaya sahip olduğu görülmektedir. Batı tipi ulus devletlerde sadece millet kavramına dayanmak ile siyasal sistem kurulabiliyordu. Ama Asya kıtasının kuzey bölgesinde gerçekleşen sosyalist bir devrim sonrasında ortaya çıkan sosyalist ülkelerin devletçilik ile birlikte halkçılık ilkesini esas alan bir siyasal devrimi gündeme getirmesi üzerine, kurucu önder olarak Atatürk Lenin ile mektuplaşarak, Moskova’ya heyetler göndererek bu yeni oluşum ile de bağlantı kurmuş ve Avrupa birikiminin yanına Asya birikimi de bu sayede eklenerek, Türkiye’nin jeopolitik konumuna uygun bir yeni siyasal model geliştirilmiştir. Eski Osmanlı ahalisi hiçbir ayırım yapılmadan milli sınırlar içerisinde kucaklanarak Türk ulusu oluşturulurken, alt kimlikleri farklı kökenlerden gelen eski Osmanlı vatandaşlarının yeni ulus devlet çatısı altında toplanmasıyla uluslaşma tamamlanırken, herkesin bu oluşumun içinde olmasına dikkat edilerek, öteki olarak bakılabilecek nüfus artığı gruplar bazı kişiler dışlanarak yaratılmamıştır. Esas olan Avrupa modeli ulus devlet Anadolu yarımadası üzerinde kurulurken, imparatorluktan geriye kalan bir ulus bırakılmadığından ulus devletin ilanı sırasında bir ulusal yapılanmaya da öncelik verilmiştir. Olmayan bir ulusun kendi ulus devletini yaratmak mümkün olamayacağı için, ulusal kurtuluş savaşı sırasında da Kuvayı Milliye mücadelesi üzerinden bir ulusal toplum yapılanmasına dikkat edilmiştir. Kurulmakta olan devletin adında Türk kavramı yer aldığı için geçmişten gelen boyutları ile Türk kimliğinin ortaya konulması ulus devletin ilanı açısından önem taşıyordu. Bir yandan Türk Ocakları yurt düzeyinde açılarak Türkleşme olgusu hızlandırılırken, diğer yanda da Türk ulusu çatısı altında kendisini Türk olarak hissedemeyenlerin de, Türk halkının bir parçası konumunda görülerek halkçılık üzerinden Türkiye Cumhuriyeti devletinin eşit vatandaşları olarak kabul edilmesi farklı bir devlet modelinin yapılanması sırasında milliyetçilik ve halkçılık kavramlarının ortak kullanımını gündeme getirmiştir. Böyle bir aşamada iki kavramın birlikte uygulama alanına getirilmesiyle ortaya ya ulusalcı halkçılık ya da halkçı ulusalcılık gibi karma kavramların çıktığı doğal bir sonuç olarak görülebiliyordu. Uluslaşma sürecine uyum sağlayamayan toplum kesimleri ötekileştirilmeden, halkçılık aracılığı ile halkçı cumhuriyetin dolaylı vatandaşları olarak görülebiliyordu. Anayasal özgürlük ve eşitlik ilkelerine dikkat edilerek bir sentez yapılıyordu.
Türkiye Cumhuriyeti anayasası hazırlanırken ülkede var olan uluslaşma süreci ile birlikte bir ulus devleti kurma amacı da belirli bir hedef olarak aynı anayasa da vurgulanmaya çalışılmıştır. Osmanlının son yüzyılında ortaya çıkan Osmanlıcılık, İslamcılık ya da Pan-Türkizm akımlarının hiç birisi geride kalan mirası geleceğe götürebilecek bir siyasal yapılanmayı ortaya koyamadığı noktada, önce Atatürk’ün başına geçtiği ulusal kurtuluş savaşı kazanılmış ve daha sonrada halkçı bir cumhuriyet düşüncesine dayanan yeni ulus devletin kuruluşu gündeme getirilmiştir. Bu doğrultuda, cumhuriyet dönemi anayasalarına bakıldığı zaman, Türk devletinin sahip olduğu sentezci siyasal devlet modelinin her dönemde benimsendiğini ve bu nedenle de farklı dönemin anayasalarında bu durumun hukuk devleti çatısı altında korunmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Ulus devlet ve halkçı cumhuriyet birlikteliği resmi durumlarda dile getirilirken, Türkiye Cumhuriyetinin farklı koşulları dikkate alınarak anayasanın hem başlangıç bölümünde hem de cumhuriyetin niteliklerini belirleyen ikinci maddede bu özel durumun yansıtılması çizgisinde, ilan edilen cumhuriyetin önde gelen nitelikleri arasında Atatürk Milliyetçiliği kavramına da yer verilmiştir. Burada konu yetersiz kalabileceği düşüncesiyle sadece milliyetçilik kavramı ile ifade edilememiş, milliyetçilik kavramının başına kurucu önder Atatürk’ün ismi eklenmiştir. Doğu ve batı dünyaları arasında sentezci bir yaklaşım ile hareket eden Atatürk çizgisi, böylece milliyetçilik anlayışının belirlenebilmesi açısından da halkçılık destekli bir bütünleyici kavram olarak Türkiye Cumhuriyeti anayasasına girmiştir. Normal bir milliyetçiliğin ulusalcı ve halkçı yaklaşımların bütünleştirilmesi açısından yetersiz kalacağı endişesi yüzünden, Türkiye cumhuriyetinin nitelikleri arasında sadece milliyetçiliğin değil ama Atatürk milliyetçiliğinin benimsenmesi vurgulanmıştır. Atatürk milliyetçiliği bu açıdan ulus devlet ile halkçı cumhuriyet birlikteliğinin bir sembolü olarak Türk anayasasının birinci bölümünde yer almıştır.
Anayasanın genel esaslar ile ilgili bölümünde cumhuriyetin nitelikleri sayılırken, Türkiye Cumhuriyeti’nin, “toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” biçiminde bir tanımlama yapılmaktadır. Anayasa’nın başlangıç kısmında belirtilen bütün konular cumhuriyetin temeli ve nitelikleri olarak görülmektedir. “Türk vatanının ve milletinin ebedi varlığını, yüce Türk milletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu anayasanın Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkılap ve ilkleri doğrultusunda, dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak Türkiye Cumhuriyetinin ebedi varlığı, refahı, maddi ve manevi mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde, millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız ve şartsız Türk milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiç bir kişi ya da kuruluşun, bu anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı, kuvvetler ayırımının devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak anayasa ve kanunlarla bulunduğu, Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında koruma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının devlet işleri ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı, Her Türk vatandaşının bu anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu, Topluca Türk vatandaşlarının milli gurur ve iftiharlarda milli sevinç ve kederlerde, milli varlığa karşı hak ve ödevlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde nimet ve külfetlerde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve yurtta sulh, cihanda sulh arzu ve inancı içinde huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu, fikir, inanç ve kararıyla anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere, Türk milleti tarafından demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.”
Yukarıda belirtilen esaslar cumhuriyetin nitelikleri maddesinde belirtilirken, anayasanın başlangıç hükümlerine de atıf yapılarak, bir anayasal ilke olarak nitelikler arasında belirtilen Atatürk Milliyetçiliğinin ne anlamlara geldiği açıklanmaya çalışılmıştır. Adalet, eşitlik, barış, demokrasi, laiklik ve insan hakları gibi temel hukuk kavramları arasına Atatürk Milliyetçiliğinin de nitelik belirten bir kavram olarak ele alınması, bu siyasal anlamı olan kavramın hukukileşmesini de sağlamıştır. Türkiye Cumhuriyetinin temel özelliklerinden birisi olarak nitelikler maddesinde yer alması ile birlikte, Atatürk milliyetçiliğinin aynı zamanda bir anayasal kavram haline gelmesi de sağlanmıştır. Devletin dilinin Türkçe olması, Türk bayrağının ulusal sembol olarak benimsenmesi, İstiklal marşının milli marş olarak kabul edilmesi ve Ankara’nın yeni milli devletin başkenti olarak belirtilmesi, anayasada belirtilen devlet yapılanmasının temel esasları olarak benimsendiği belirtilirken, cumhuriyetin temel özellikleri ile ilgili maddelerin anayasanın başlangıç hükümleri ile bir bütünlük gösterdiği vurgulanarak, bu maddelerin ve başlangıç kısmının hiçbir biçimde değiştirilemeyeceği ve bu konuda herhangi bir değişiklik dahi verilemeyeceği anayasada açıkça belirtilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasası olarak devletin yapısını ve özelliklerini ortaya koyarken, herhangi bir değişikliğe gidilemeyeceğinin belirtilmesi, Türk anayasasını sert anayasalar arasına sokmaktadır. Kolay değiştirilen anayasalar yumuşak, sert maddelerle değiştirilmesi zor olan anayasalar ise sert anayasalar olarak adlandırılmaktadırlar. Dünya haritasında yer alan ülkelerin anayasalarında bulunmayan maddeler ya da niteliklerin geniş bir çerçevede başlangıç hükümlerinde ve nitelikler maddesinde sert bir tonda vurgulanmasının ana nedeni, Türkiye’nin orta alandaki merkez devleti olarak sahip olduğu güvenlik sorunları ile çok yakından bağlantılıdır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti emperyalizmin işgaline karşı verilen bir ulusal kurtuluş savaşının ortaya koyduğu son derece riskli bir ortamın ürünü olarak, güvenlik devleti anlayışına uygun düşen bir model ile ortaya çıkmıştır.
Üç kıtanın birleştiği ve her türlü siyasal sorunun bolca bulunduğu bir coğrafya üzerinde hem ulusal, hem merkezi hem de üniter bir devlet modeli ortaya koyabilmek son derece zor bir iştir. İşte devletin kuruluşu sırasında yaşanan olaylar ve girişimlerin ortaya çıkardığı farklı plan ve projeler yüzünden, Türk devleti kendisini güvence altına almak gereksinmesi duymuş ve bu doğrultuda ilgili maddeler her türlü yanlış anlamayı ve istismarı önlemek üzere geniş bir tanımlama ile anayasa metni içinde yer almıştır. Nitekim cumhuriyetin ilanından sonra bu bölgede yaşanan siyasal gelişmeler, kurucu önder Atatürk’ü haklı çıkarmış ve bu gerçekçi devlet modeli bugüne kadar ayakta kalarak yüzüncü yıldönümüne doğru varlığını hem korumuş hem de geliştirmiştir. Batılıların felaketler coğrafyası ya da karanlıklar bölgesi olarak tanımladıkları merkezi coğrafyanın tam ortalarında bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesine çıkan Türk devletinin kendi özel koşullarını dikkate alarak değerlendirme yapıldığında, Türkiye cumhuriyetinin neden bir güvenlik devleti olarak kurulduğu ortaya çıkmakta ve bu durumun gereği olan bazı hukuk kuralları ile birlikte Atatürk Milliyetçiliği gibi siyasal içerikli kavramlar da anayasal düzenin bir temel taşı olarak devreye girmektedir. Normal koşullarda batılı ulus devletlerde görülmeyen böylesine bir düzenlemenin Türkiye cumhuriyetinin kurucu iktidarı üzerinden Türk anayasalarında yer alması, her türlü polemiğin ötesinde devletin kurulu bulunduğu toprakların ülke olarak farklı bir jeopolitik konum ortaya çıkarması yüzündendir. Bu nedenle hiçbir emperyal devletin, Türkiye’nin bu konumuna karşı çıkması beklenmemelidir.
Türkiye cumhuriyeti anayasasında Atatürk milliyetçiliği gibi bir kavramın devletin kuruluş modelinin belirlendiği bölümde yer, devletin kimliğinin belirlenmesi açısından önem taşımaktadır. Öncelikle bir Türk devleti kurulması söz konusu olduğu için, Türklerin atası ve cumhuriyetin kurucu önderi olarak Atatürk isminin anayasada temel alınması, bir anlamda simgesel olarak kurucu önderin Misakı Milli sınırları içerisindeki bütün halk kitlelerini cumhuriyet çatısı altında toparlayabilmek içindir. Normal koşullarda böyle bir durumun dışa yansıyan fazla bir görüntüsü yoktur ama olağanüstü koşulların getirdiği siyasal çıkmazlar ve devletin varlığı ile bütünlüğünü ve geleceğini tehdit eden tehlikeler ya da emperyal projeler söz konusu olduğunda, o zaman görüntü değişmekte ve anormal koşulların getirdiği siyasal çıkmazlar çözümsüz kalabilmektedirler. Bu çerçevede, sorunların aşılabilmesi çizgisinde Atatürk Milliyetçiliği kavramından anayasal yapılanma açısından yararlanabilmek gerekmektedir. Bu nedenle Atatürk milliyetçiliğinin ne anlama geldiği, ne gibi unsurlara sahip olduğu ve diğer milliyetçiliklerden ayrılan yönlerinin hangileri olduğu konusunda yeterli bir değerlendirme yapılabilmesi gerekmektedir. Cumhuriyetin temel ilkelerinden birisi olan milliyetçilik, Türk anayasasında soyut ya da genel bir ilke olarak değil ama somut ve içeriği kurucu önder tarafından belirlenmiş bir biçimde anayasal bir kavram olma şansını elde etmiştir. Temel hak ve özgürlüklerin herkes için benimsendiği anayasada, Türklerin özgür ve bağımsız yaşam düzenini güvence altına alacak bir biçimde Atatürk Milliyetçiliği yol gösteren bir yönlendirme yapmaktadır.
İnsanların üzerinde yaşadığı ülkenin devlet kuruluşu sonrasında vatana dönüşmesi ve insanların vatan topraklarında varlıklarını geliştirerek sürdürmesi, beraberinde vatanseverlik duygularını geliştirmekte ve bu yoldan duyguların gelişimi ile birlikte vatanseverlikten yurttaşlığa geçiş aşaması tamamlanmaktadır. Bir anlamda medeni bir insan ya da toplum olabilmenin ortaya çıkardığı bir kavram olarak millet kavramı, ulus devletlerin insan unsurunu ya da dayandığı halk kitlesini ifade etmektedir. Dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan insanların topluca millet düzeyine gelebilmesi, o topraklar üzerinde bir ulus devletin kurulmasıyla birlikte gündeme gelmiştir. Yüz yıllarca süren beraber yaşam ya da birlikteliklerin zamanla ortak değerler üretmesiyle, toplumların milletleşme aşamasına geldikleri görülmektedir. Ortak bir vatanda, aynı devletin çatısı altında yaşayarak ve o bölgenin siyasal ya da ekonomik koşullarında aynı kaderi ve tarihi paylaşarak yaratılan ortak milli kültür milletleri ortaya çıkarabilmektedir. Birkaç yüz yıllık zaman dilimi içinde millet haline gelen toplumlarda siyasal birliği sağlayan güçlü devlet adamları, bilim ve düşünce alanında üretim yapan aydınlar, sanatçılar ve kültür adamları da insan toplumlarının millet düzeyinde gelişebilmesi açısından önemli katkılar sağlayan unsurlardır. Avrupa milletlerinin kurdukları imparatorluklarda var olan anavatan kavramı, ulusal sınırlar boyunca ilerleyerek gelişen toplumların dayandığı ana toprakları ifade etmektedir. Milliyetçi bir vatan anlayışı zaman içerisinde anavatanı bir yurda dönüştürüyordu. Osmanlı imparatorluğunu parçalamak istemeyen Türk milliyetçileri önceleri pasif kalarak hareket etmişler ve katı bir milliyetçiliğin imparatorluğu parçalayabileceğini görmüşlerdir. Ne var ki, bir dünya savaşı sonrasında imparatorlukların çöküş noktasına gelmesiyle birlikte, milliyetçiler daha özgür olarak hareket etmeye başlamışlardır. Bir devleti çökertmek yerine, yıkılmış olan bir imparatorluğun içinden yeni bir ulus devlet çıkarabilmek doğrultusunda daha serbest milliyetçilik yapılabilmiş ve bu gibi girişimlerin merkezi bir konumda örgütlenmesiyle birlikte milletler tarih sahnesinde öne çıkmışlardır. Osmanlı imparatorluğunun parçalanmasını önleyebilmek için milliyetçiler utangaç bir tutum izlemişler ve bu yüzden de Türk milliyetçiliğinin uyanması gecikmiştir. Soyut bir vatan kavramı milli birlik bilinci ile birleşmediği için devletleri kurtarmak için yeterli olmamış ama özgürlük düşünceleri, imparatorluk sınırları içinde yer alan bazı toplulukların kendi devletlerini kurmaları yolunda bölücü olmuştur.
Normal koşullarda Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinin anayasasında ya sadece milliyetçilik ya da Türk milliyetçiliği kavramları yer alabilirdi. Ne var ki, Türk devletinin kuruluşu sırasında tarihten ve coğrafyadan gelen özellikler ile jeopolitik koşulların bir araya gelmesiyle ortaya çıkan durumlar çerçevesinde, geçmişten gelen Türk milliyetçiliği kavramının daha da güçlendirilebilmesi yüzünden Atatürk milliyetçiliği kavramı bir hukuki kalıp olarak anayasa metni içinde yerini almıştır. Genel anlamda Atatürk Milliyetçiliği kavramı ele alındığında ne gibi anlamlara sahip olduğu konusunda öncelikli bir araştırma ya da düşünce çalışmasının yapılması gerekir. Aslında Atatürk’ün söylev ve demeçlerine bakıldığı zaman, kurucu önderin tam anlamıyla Türkçü bir siyaset adamı olduğu ve bu yönü ile Türk ulusunun devleti olarak Türkiye Cumhuriyetini kurduğu görülmektedir. Atatürk atılacak her adımda Türklüğün esas olduğunu dile getirerek imparatorluk döneminden gelen bazı siyasal boşlukların doldurulmasına çalışmıştır. Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı bilime ve akılcılığa dayanan çağdaş, ileriye ve gelişmeye dönük, demokratik, birleştirici, insancıl, barışçı ve yüceltici anlamda bir siyasal çizginin temsilcisidir. Bugünün dünyasında millet gerçeği görmezden gelinemez derecede insan toplumlarının yaşamını belirleyen ana kavramlardan birisidir. İnsan topluluklarının yüz yıllarca birlikte yaşadıktan sonra millet haline dönüşmesi, yeni ve yakın çağların ortaya çıkarmış olduğu bir sosyal gerçekliktir. Bu noktada Fransız devriminin bütün dünya ülkelerini etki altına alan güçlü tesirleri bulunmaktadır. Devrim sonrasında batı ülkelerinde ortaya çıkan hızlı değişim rüzgârları Avrupa’daki insan toplumlarının kısa bir zaman dilimi içinde milletleşmesine katkı sağlamıştır. Millet kavramının tek başına ele alındığında sadece sayı ve yığın olarak görülmemesi gerektiği, sayısal çoğunluğun yanı sıra kolektif ve kitlesel bir ruh yapısının da bu oluşumda en az sayısal katılım kadar etkisi bulunduğu bilim ve siyaset adamlarınca vurgulanmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti devlet modelinin üniter bir yapıda kurulmuş olması, Atatürk milliyetçiliğinin ülke ve millet bütünlüğüne dayanması nedeniyledir. Anayasada yer alan Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milletiyle bir hukuki bütün olarak tanımlanmasının nedeni üniter bir devlet düzeni getirilmesidir. Meslekler, mezhepler ya da siyasal örgütlenmeler birbirinden ayrı da olsa, millet kavramı bunların hepsinin içinde yer aldığı bir toplumsal bütünlüğü ifade etmektedir. Türk devletinin üzerinde kurulu bulunduğu siyasal yapılanmanın parçalanmadan yoluna devam edebilmesi için, her türlü bölücülüğü önleyen ve bu doğrultudaki girişimlere izin vermeyen bir üniter yapılanma, Atatürk milliyetçiliğinin ülke ve millet bütünlüğünü birlikte ele alması sayesinde devlet modeli olarak korunabilmektedir. Atatürk milletin birlik ve bütünlüğünün korunmasının, cumhuriyet devletinin bağımsızlığının korunabilmesi açısından son derece gerekli olduğunu birçok yerde dile getirmiştir. Onuncu yıl söylevinde kurucu önder, Türk milletinin bütün güçlüklerin üstünden gelmesini milli birlik ve bütünlük içinde hareket etmesine borçlu olduğunu söylemiştir.
Atatürk milliyetçiliği kavramı her türlü ırkçılığı ret eden bir içeriğe sahip bulunmaktadır. Anayasaya milliyetçilik ilkesi bir temel prensip olarak konurken, TBMM görüşmelerinde Türk milliyetçiliğinin dar ve tekelci olmadığı dile getirilerek, her türlü ırkçı yaklaşıma karşı çıkıldığı açıkça vurgulanmıştır. Üniter yapıya sahip olan Türk devleti her türlü ırkçılığa karşı çıkarken, bu doğrultuda yapılmak istenen propagandalara da tepki göstererek, ulusal birlik ve bütünlük konusunda sağlam durmak için çaba göstermiştir. Atatürk Hitler ve Mussolini gibi ırkçı liderlere karşı çıkarken, eski Osmanlı Hinterlandında kurulmuş olan Balkan devletlerini de emperyalist saldırılara karşı bir araya getirerek, ulus devletler dayanışması aracılığı ile ırkçılığın önünü kesmiştir. Batının büyük devletleri emperyalizmin getirdiği büyüklük sarhoşluğu ile diğer devletlere saldırırken, Atatürk mazlum uluslar dayanışması ile siyasal dengeler oluşturarak barışı gerçekleştirmeye öncelik vermiştir.
Batı dünyası çağdaş uygarlığı temsil ettiği için, Atatürk milliyetçiliği hem uygar ülkeler ile yakın ilişkiler kurmaya hem de çağdaş uygarlık düzeni içinde onurlu bir üye ülke olarak yer almaya öncelik vermiştir. Türk ulusunu çağdaş uygarlığa ulaştırmak üzere kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin her yönü ile çağdaşlıktan yana olması Atatürk milliyetçiliği ilkesinin benimsenmesi ile gerçekleşmiştir. Medeniyetçi bir yaklaşımın anayasada yer alması ile birlikte, Türkiye doğunun mazlum ulusları ile batının çağdaş ülkeleri arasında bir çağdaşlık köprüsü olmuştur. Atatürkçülükte çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmak ana hedef olduğu için, Atatürk milliyetçiliği ilkesi ile anayasa bu çizgiye çekilmiştir. Yüzyılların gerisinde kalan geri kalmışlık olgusunun aşılabilmesi için çağdaş uygarlık hedefi öncelikli bir amaç olarak benimsenmiştir. Bu doğrultuda Atatürk milliyetçiliği orta çağ din düzenlerine karşı çıkarak ve her türlü mezhep ayrımcılığını ret ederek, bu duruma karşı çıkma yolunda laiklik ilkesini benimsemektedir. Toplumun dinsel baskıları aşarak bilimsel bir düzeye ve düzene kavuşabilmesi için uygarlıkçı adımların atılması da gene Atatürk Milliyetçiliği ilkesi doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Atatürk bütün Tekke ve zaviyeleri kapatarak ortaçağ benzeri bir dinsel düzene sürüklenmemek amacıyla, çağdaşlaşma sürecinden sonra laiklik düzenini de kurmuştur. Yirminci yüzyılın başlarında gerçekleştirilmiş olan Sovyetler Birliğinin getirmiş olduğu sınıf kavgasını ret eden Atatürk Milliyetçiliği anlayışı, ulus devletin toplumsal tabanını kurmak ve korumak için milli dayanışma ve sosyal adalet gibi kavramlardan yana bir tutum izlemiştir. Atatürkçülük oluşumu iyi incelendiğinde milliyetçi bir çağdaşlaşma ideolojisi olarak tanımlanabileceği görülmektedir. Her türlü sınıfsal oluşumlara karşı ulusallıktan yana olan Atatürkçülük, milliyetçilik ilkesini benimseyerek bütün çatışma senaryolarından uzak kalmayı tercih etmiştir. İmtiyazsız ve sınıfsız kaynaşmış bir kitle olmayı düşünen Atatürkçülük, milliyetçilik ilkesi ile böylesine bir hedefi gerçekleştirmeye çalışmıştır. İnsanlık tarihini sınıf çatışması ile açıklamaya çalışan sosyalizm çökmüştür ama Atatürk’ün dile getirdiği emperyalizm ve mazlum uluslar çelişkisi doğru çıkmıştır. Atatürk milliyetçiliğinin demokrasi ve millet egemenliğine dayanması da ulus devletlerin güçlenerek devam etmelerine katkı sağlamıştır. Atatürk milliyetçiliği her türlü saldırganlığa karşı barışçılık ve insancıllık ilkelerini benimsemesi de, dünya barışının gerçekleşmesinde önemli katkılar getirmiştir.
Türkiye’de ulus devletin ve milli vatanın inşasında çok etkili olan Atatürk’ün milliyetçilik anlayışının bir temel ilke olarak Türkiye Cumhuriyeti anayasası içinde benimsenmesi, siyasal sistem açısından geleceğe dönük bir güvence oluşturmaktadır. Cumhuriyet rejimi yüzüncü yılına doğru emin adımlarla ilerlerken, araya giren emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri el birliği yaparak gizli bir anayasa değişikliği girişimini gündeme getirerek, anayasadan başlangıç hükümleri ile birlikte cumhuriyetin temel niteliklerini de değiştirmeye kalkışmaktadırlar. Kurucu önderin ve iradenin isabetli adımları ile oluşturulan Türkiye Cumhuriyeti devlet modeli, bugün Atlantik emperyalizmi ve Siyonizm işbirliği ile ortadan kaldırılmak istenmektedir. ABD, İngiltere ve İsrail devletleri Büyük Orta Doğu Projesi, Yakın Doğu Konfederasyonu ve Büyük İsrail imparatorluğu gibi hegemonyacı plan ve projeler üzerinden, Türk ulusunu bir yüzyıl ayakta tutan ulus devlet modelini ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar. Türkiye’deki ulusalcı, cumhuriyetçi ve Atatürkçü kadroların tasfiye edilmesinden sonra, ortaya çıkan siyasal boşluğu doldurmak üzere işbirlikçi burjuvazinin adamları dış destekler aracılığı ile devreye girerken, Atatürk Milliyetçiliğinin anayasa metninden çıkarılmaya çalışıldığı basına ve medyaya yansımıştır. Bu aşamada bağımsız ulus devletlerin emperyalizmin ötesinde ayakta kalarak var olabilmesi ve uluslararası alanda tüm ulus devletler ve mazlum uluslar ile dayanışma içine girerek her türlü emperyal saldırganlığa karşı, küresel boyda bir insanlık mücadelesinin verilmesi gerekmektedir. Dünya halkları ile ulus devletler bir araya gelerek evrensel bir dayanışma içinde emperyalizme karşı çıkmak zorundadırlar.
- TÜRK DÜNYASI’NIN MERKEZİ: TÜRKİYE Mİ? AZERBAYCAN MI? - 25 Eylül 2024
- TÜRKİYE’NİN B PLANI: Merkezi Devletler Birliği (MEDEB) - 24 Ağustos 2024
- BÜYÜK MAKEDONYA KURULUYOR - 6 Ağustos 2024
- NORMAL MİLLİYETÇİLİK AŞIRI SAĞ OLAMAZ - 14 Temmuz 2024
- ALMANYA SİYASETİNDE TÜRKİYE - 1 Temmuz 2024
- KEMALİZM VE SİYONİZM - 13 Haziran 2024
- ENDONEZYA’DAN TÜRKİYE’YE BARIŞ ÖNERİSİ - 7 Mayıs 2024
- SAVAŞ İLE BARIŞ ARASINDA - 29 Şubat 2024
- DEVLET PLANLAMA TEŞKİLATI (DPT) YENİDEN KURULMALIDIR - 28 Ocak 2024
- YERELLEŞME VE ÜNİTER DEVLET - 9 Ocak 2024