Bugüne kadar anlatılmayan pek çok milli kahramanlarımız var. İşte onlardan birisi, Milli Mücadele dönemi zeybeklerinden yani Kuvayı Milliye Efelerinden, isimsiz kahraman Arslanyürekli İsmail Efe…
Kendisi ile 1945 yılında yapılan röportajda Arslanyürekli İsmail Efe şöyle diyor;
‘’Düşman İzmir’e çıkmış dediler. Aydın yerinden oynadı. Kızanlarla der top olduk, cavura karşı koymaya karar verdik. Bir gün Gümrük önü kahvelerinden birinde oturuyorduk. Beni beş arkadaşımla birlikte Polis komiseri Mehmet B. çağırdı. Top yatağındaki cephaneliği bize teslim etti.
Arkadaşların kimlerdi Efe?
-Arap Cafer, Ormancı Arif Bey’in Haydar, Karabağlı Hüseyin Çavuş…
Cephane muhafızlığına neden sizi seçtiler?
Gayrı orasını bilmem. Bize teslim etmekten murad muhafaza edecektik… Fakat tam aksini yaptık. Eli silah tutan herkese buradaki malzemeyi bol bol dağıttık. Çıksorut’a (Aydın’ın batı yamaç mahallesine) Yunan gelmiş diye işittik. Bu dakikada biz de şehirden ayrıldık. Ilıcalar‘da pusu kurarak düşmanı beklemeye başladık. Amacımız, kardeşlerimiz içerde kaldıkları için çok üzüntüde idik. Bir gece düşmanın devriye postalarıyla kucak kucağa geldik. İlk gırtlaklaşmada cavurun ne kadar yüreksiz olduğunu anlayıverdik… Bir gün Yörük Ali Efe Malgaç’ı basmış dediler. Bu haber gözümüzü fal taşı gibi açtı, daha doğrusu kendimize güvenimiz arttı. Düşman boyuna geliyor, adım adım Nazilli’ye doğru sokuluyordu. Biz, iki ateş arasında kalmanın mahzurlarını bildiğimiz için aradan çıktık, az sonra da Nazilli’nin basıldığı haberini aldık.
Bu sırada sizin mukavemetinizden Yörük Ali haberdar mı idi?
-Hayır, değildi. Bir akşam kıyafet değiştirdim, Aydın’a saklıca girdim. Cuma mahallesindeki evimizde anam yatsı namazı kılıyordu. Ortalık perişandı, ümitsizlik, ıstırap fakir yuvamızın içinde adeta yürüyen birer hayalet gibiydi.
Efe burada beş on saniye konuşmadı, sonra yutkundu ve ağladı…
-Anam seccadeden kalktı, beni kucakladı. Yürekler parçalayan boğuk bir hıçkırıkla, ”İsmail oğlum, beni düşmanlara bırakma, beni alnımın ortasından vur. Emzirdiğim sütü ancak bunu yaparsan helal ederim” diye yalvardı. Bir anda birbirimizin üstüne yığıldık. Gözyaşım anamın sıcak ve hıçkırıktan boğulan sesine karıştı. Kendimi toparlamaya uğraşırken, gürültünün hele feryadın sırası değildi. Fakat ama şefkatin pınarını da tıkamağa imkân yoktu. Bağrıma taş bağladım. Dizlerime düşen ak saçlı ihtiyar başını kaldırdım, gözlerine, yüzüne sular serptim. Ana dedim, eğer Cenabı-ı Hak şehitliği mukadder kıldı ise seni son nefesinde dileğin gibi alnının çatısından vuracağım, düşmana bırakmayacağım. Fakat ana, bunu bir şartla yapacağım. Yarın Hak divanında benden sual sormayacaksın. O gece mahallemizde bir arama yapıldı, fakat bizim eve hiç gelen olmadı. O sabah ne olur ne olmaz diye erkence ayrıldım. Şimdiki genelevlerin civarında hendek içinde inleyen bir yiğidin ağzına bir kaç damla su verdikten hemen sonra şehit oldu. Bu hadise içimi yaktı, derken başka bir eve uğradım. Burada dehşetten, korkudan uykusuz kalmış kadınların arasında Aydınlı bir zat da vardı. Zavallı hemşeri! Bütün ailesinin uğradığı kanlı akıbetten sonra asabı bozulmuştu, üstü başı perişandı.
Belli başlı müsademeye karışmadın mı Efe?
-Karıştım. Bir gün Karacaahmed’in gerisinde, civar yamaçları yalayan bir ölüm makinası takır takır işliyordu. Arkadaşlara kavuştum. Söz birliği ettik, bazısı ateş ederken biz sürüne sürüne çeşme ardından, kabir taşlarının gerisinden mitralyöz yuvasına doğru sarktık. Bir hamlede avcılarla gırtlak gırtlağa geldik. Sivri uçlu Bursa kamalarımız düşmanın ciğerinde birer yılan gibi oynadı.
Efe bu kanlı manzaranın dehşetini yeniden hisseder gibi ayağa kalktı ve elini salladı olan oldu, yâdından fayda ne ki diye tekrar oturdu, ben hemen sordum:
Senin bu esnada Kara Durmuş’la birleştiğini söylerler, bu doğru mu Efe?
-İşin aslı şu: ben o günlerde bitpazarında dolaşırken 17 kızanıyla birlikte Kara Durmuş Efe’ye rastladım. Efe neye duruyoz dedim. Hemen beraber olduk. Boşalan cezaevinin mazgallarından düşmana bastık ateşi. Kaçışan yüzlerce cavurun canını cehenneme yolladık. Yörük Ali Efe ortada yoktu. O hapishaneyi kurtardıktan sonra gözden kaybolmuştu. Kara Durmuş’la mahalle savaşının arslanlarımıza bir zarar getireceğinden korkuya ve endişeye düştük. İşi gücü bıraktık. İhtiyatlı ihtiyatlı Ali Efe’yi aramaya başladık. Nihayet Yukarı Kozdibin’de bulduk da içimiz ferahladı. Bizi görünce çok amma çok sevindi. Hoş geldiniz dedi, kucaklaştık. O zaman başında 20-30 kızan vardı.
Yörük Ali ile birleşince neleri yapmağa karar verdiniz?
-Düşman memleketi terk etmiştir, kovalayacağız dedi. İtiat ettik. 70-80 kızanla yollara düştük. Aydın’ı bastığımız gün Rum mahallelerini dolaşıyordum. Cavurların sığındığı kilise civarına geldim. İyi gününde bu vatanın ekmeğini yiyen, suyunu içen sarı lirasını kazanan nankörler, kara günlerde haçlı bayrak çıkarlarmış, bilmem ne zito! Diye bağırmışlardı. Bunların soyundan olan askerlere ve hainlere karşı duyduğum düşmanlık sonsuzdu. Fakat mertlik, Efelik sivillere bıçak çekmeyi emretmezdi. Burada ölüm bekleyen zavallılara acıyarak bakıyordum. Bu sırada bir kız geldi, ellerime ayaklarıma kapanarak aman diledi, kendisini ellerinden tutup kaldırdım ve bu sırada oradan geçen bir Türk kızına teslim ettim.
Sonra arayabildiniz mi?
-Evet. Bu Türk kızı Allah yazmış, benim zevcem oldu. Sonra öğrendim, öteki kızacağız da kimvurduya gitmiş, ölmüş. İşgal sırasında tanıdıklardan Müezzin Molla Mehmed’i, Umurlu’lu H. Ahmed’in babasını, Ormancı Arif’i şehit etmişlerdi. Bunları öldürenleri arıyorduk. Bu sırada hükümet konağına geldim. Miralay Şefik Bey’i gördüm. Meyhaneci Papaz oğlundan soracaklarım, öğreneceklerim olduğunu, bu cavurun bana teslim edilmesini istedim. Bazı ileri gelen Türk’ler bana kapıda nasihat edip geri gönderdiler, teskin ettiler, hele sabret dediler.
Sonra?
-Sonra sözlerini tutmadılar…
Demek bu sırada şehirde düşman kalıntıları vardı?
Kaçabilen kaçmış, kaçamayanlar da şurada burada yuvalanmıştı. Böyle bir günde zeytinyağı depolarının bulunduğu bir sokaktan geçiyorduk. Kazanların arasında bir müfrezenin saklandığını haber verdiler. Bu mükemmel bir avdı. Sağdan soldan bir iki kurşunla yoklama ettim, ses çıkmadı. Birden bire kapıları zorlamak, bu da tehlikeli bir oyundu. Çatıya çıktım. Kiremitleri araladım. Bombayı aşağıya bırakıverdim. İçerdeki patlama pek müthiş oldu. Korkakların yuvası hercümerç oldu. Berhava olan deponun kıyısından bir üniformalı koşarak yanıma doğru geldi. Sağ tarafı kanlar içindeydi. İri yarı gözleri, sönecek yerde kan çanağına dönmüştü. Müslüman olacağım dedi ve hemen tekbir aldı.
Ne yaptın?
-Ne yapacağım, o beni böyle pusuda yakalasa ne yapardı? Müslümanların defteri doldu, dedim. Bittabi tekbir boşuna gitti… Gümrük önündeki serin kahvelerde halk toplanmış geçirdikleri 24 saatin heyecan ve dehşet dolu sahnelerini anlatıyorlardı. Hicret eden kafilelerden Aydın’a dönenler olmuştu. Dükkânlar açılmış, normal hayat başlamış gibiydi. Bu sırada Yörük Ali Efe, bir dükkânda tıraş olmuş, yeni terleyen bıyıklarına sürdüğü kozmetiğin kokusunu teneffüs ediyordu.
Bir atlı:
-Düşman Erbeyli’den geri dönüyor, diye haber getirdi. Efe’miz Top Yatağına gitti, ben eve!
O zaman evli mi idin, eve neden gittin Efe?
-Anamı görmek, bir de karnımı doyurmak için!
Birde bir kuzumuz vardı. Helal mal! Derhal boğazladım. Anam ciğerini çabucak bir kavurma yaptı. Karnımı doyurdum. Diğer taraflarından da azığıma katık yaptım. Biraz peynir, bir kaçta kuru soğan koydu.
Efe basit de olsa bir iaşe menzil teşkilatı yok mu idi?
Takdirsizlikle güldü…
Sonra anamla helalleştim, mübarek ellerinden öptüm, boynuna sarıldım. O da benim gözlerimden bir kaç defa öptü, kıbleye döndü, ellerini açıp yalvardı. Titreten dudaklarını görmemek için merdivenlere doğru yürüdüm, dışarıya fırladım. Gümrük önünde biriken asker, sivil, Efe, kızan 150 kadar insanın arasına ben de karıştım. Düşmanı Aydın’a sokmamak için Kemer çayını tutmaya karar verdik ve hemen dağıldık. Kemer çayında yaralı bir askerimizi getiren süvariye, cavurdan haber sorduk. Bir Jandarma müfrezesinin şu yakınlarda düşmanla temasta olduğunu söyledi. Bunun üzerine bizdeki heyecan büsbütün arttı. İkindiye kadar bekledik, düşman görünmeye başladı. Buradaki çarpışma 3 saat kadar sürdü. Herkes tuttuğu yeri inatla elde bulundurmaya gayret ediyordu. Fakat her şeye rağmen inat edip çakmak çalmak (çatışmak) gerekti. Bunun için de namluyu soğutmak lazımdı. Fakat etrafta bir damla su yoktu. Mataram bomboştu. Azık torbası hatırıma geldi. Hemen kuru soğanlardan ikisini keserek mavzerime sürdüm, namluyu soğuttum. Düşman bu mukavemetten sonra Üç Gözler Top Yatağı’na doğru yöneldi. Akşam sular kararırken arkadaşların kimisi yorulmuş, kimisi vurulmuş, kimisi de mukavemetten vazgeçmiş veya savuşmuştu. Bir zeybek, benim müdafaada pek yalnız kaldığımı görünce yanıma sokulmuş ve durumun çok tehlikeli olduğunu hatırlatmıştı. Bundan sonra ben de ayrıldım, geri döndüm ve Dibek Önü’ne geldim. Evimizi aradım. Anam yoktu. Kardeşimle birlikte muhacir olmuştu.
Bu hazin bir şey Efe!
-Çok hazin beyim. Anadan, kardeşten, Aydın’dan ve bütün ümitlerimden ayrılıyordum. Yarının ne getireceği belli değildi. Çünkü düşman bu defa çok kalabalık bir kuvvetle bize çullanacaktı.
Sonra onları bulabildiniz mi?
-Buldum. Ay ışığında ilerlerken İmamköy civarında bir yarın içinde anacığımı Mevla’sına yalvarırken buldum. Hep beraber yollara düştük. Gölhisar gemisine geldik. Gemi sabaha kadar karşı tarafa durmadan muhacir taşıdı. Ben mavzerle bir yara yattım, kadınlardan önce, kim geçerse vuracağımı söyledim ve önce kadınların geçmesini sağladım.
Senin Demirci Mehmet Efe’nin maiyetinde de çalıştığını söylüyorlar. Efe’nin maiyetine nasıl geçtin?
-Bir gün, Demirci Mehmet Efe ile Köşk’te buluştuk. Eskiden de kendisini tanırdım. Birbirimize sarıldık. Dostluk böyle zamanlarda hareketlenir. Başımdaki kızan sayısını sordu.70-80 cevabını verdim. Kuyucular hattına yerleştik. Erzakımızı, cephanemizi o ikmal ediyordu.
Orada bir cephe mi tuttunuz?
-Evet, bu sırada tuhaf bir hadise oldu. Bir sabah yabancı üniformalı iki subay, hatlarımıza doğru yaklaştı ellerinde beyaz bayrak vardı. Kızanlara ateş etmemeleri için emir verdim. Bunlar korka korka yanıma geldiler. Köşk’e gitmek istediklerini söylediler, şüphelendim, ne için gideceklerini sordum, söylenecek bir şey varsa bana söylemelerini istedim.
-Bizim söyleyeceklerimiz Demirci’yedir, dediler. Beraberlerine iki de kızan kattım, Efe’mize gönderdim.
Bunların ne maksatla geldiklerini sonradan öğrendin mi Efe?
-Öğrendim. Mukavemetten vazgeçiniz. Bu toprakların asıl sahipleri bizleriz. Türk’ün ordusu, silahı yok. Siz beyhude ezileceksiniz. Silahlarınızı bize teslim edip, işinize, keyfinize bakınız, demişler. Bunlar hakikatte İngiliz ve İtalyan üniforması giyen iki Yunan zabiti imiş. Beraberlerine adını unuttum… Bey isminde bir de sözüm ona hain Türk subayı almışlar.
Bunlar Demirci’den ne gibi bir karşılık almışlar?
-Demirci, düşman vatandan çıkmadıkça biz silahımızı bırakmayız, cevabını vermiş! Ben bu hadiseden sonra hastalanıp Yenipazar’a geldim. Biraz iyileştikten sonra Yörük Ali Efe’de geldi. Beraber gezmemizi teklif etti, kabul ettim. Bu sırada Muğla-Aydın yolu üzerindeki köprüyü tutan İtalyanların bu noktadan çekileceklerini duyduk. Karşıdaki Yunan kuvvetlerinin sayısı az değildi. Köprüyü tutmazsak yazık olacaktı. Efe beni kızan toplamak üzere Eski Çine’ye gönderdi. Dönüşte Yörük Efe’yi köprüde İtalyanların Balat Muhafızı Albay ile konuşur buldum.
Sen ne konuştuklarını işittin mi Efe?
-Zaten aralarında bir tercüman vardı, kumandan soruyordu:
-Efe karargâhın nerede?
Efe cevap veriyordu:
-Karargâhım sırtımdaki kaputum!
Kuvvetin ne kadar?
-Şimdilik 1500 kadar, fakat istersem 24 saat için on bine çıkarmak mümkün…
Bu rakamlar gerçek değildi. Hakikatte Efe’min başında ancak 140-150 kızan bulunuyordu. Bu konuşma sırasında köprüyü İtalyanların bırakacaklarını İtalyan Albay’ın ağzından işittik. Konuşma sırasında, hinoğlu hin allem edip kallem edip sizi himayemize alalım demesin mi?
Yörük Ali’de ona güzel bir ders verdi. Temkinli bir tavırla:
-Düşman kim olursa olsun, biz himaye kabul etmeyeceğiz dedi ve keçisakallı kumandanın dilini boğazına tıkayıverdi… O sene sıtma çok oldu, biz zeybekler kendimizi koruyamadık. Kızanlar yere serildiler. Aydın, Ramazan ayının son hazırlığı içindeydi. Uzakta yanan sarı kandillerle yuvamıza olan hasretimizi gidermeye uğraşıyorduk. Yakında bayram olacaktı. Fakat kızanlar dağlarda, göçler yollarda, vatan felaket içinde iken bayramın ne tadı olurdu ki? Milletin gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Bununla beraber ümitle ümitsizlik arasında acı bir şeker bayramı geçirdik. 30 Ağustos 1922 geldi. Düşman söküldü 7 Eylül’de çile doldu. Aydın’ı bir yangın yeri, bir kül yığını halinde düşmandan geri aldık. Bir kaç gün sonra da silahımı teslim ettim, bu defteri de yüz akı ile kapamış olduk.
Arslan Yürekli Efem, sözünü bitirirken, ellerini ellerime uzattı.
-Herkes dedi, alnının yazısını çeker. Bizim de ömrümüzde kanlı ve hüzünlü yapraklar var. Ne yapalım? Allah bir daha o günleri göstermesin. Eğer bu yazı tekrar yazıldı ise bu sefer iki yavrumla birlikte vatanı müdafaa edeceğim.
Ortada dolaşan 7 yaşındaki yavruyu göstererek ilave etti;
-Hatıram onlara şanlı bir armağan, şerefli bir miras olsun…[1]’’
Türk milletinin evlatlarına öğretilmesi gereken milli kahramanlar bu fedakâr yiğitlerdir. Zira onların fedakârlıkları ve kahramanlıkları sayesinde bugün varız. Zeybeklik denilince ne yazık ki sürekli bilinen birkaç isim üzerinden gelenek anlatılır. Hal böyle olunca da milli kahramanlar tanınmaz, aksine arkalarından sövülür! Çünkü ne hikmetse Kuvayı Milliye dönemi zeybekliği yani Kuvayı Milliye Efeliği milletimize doğru anlatılmaz! Hâlbuki milletimize anlatılması gereken asıl zeybeklik hareketi Kuvayı Milliye Efeliğidir. Çünkü onların yaşadıkları hepimize ibret olmalıdır… Onların yokluk ve yoksulluk içerisindeki üstün hizmetleri bizlere örnek olmalıdır. Ve bugün milli ruhumuzu dinç tutmamız için milli kahramanlarımızın, milletimizin evlatlarına öğretilmesi en önemli görevlerimizin başındadır… Bugün Arslanyürekli İsmail Efe’yi kaç kişi tanıyor? İsmi hangi caddeye, okula, parka verilmiş? Böyle bir milli kahraman hatırlanmayı hak etmiyor mu? Milli kahramanlarımıza vefa göstermezsek, Türk milletinin düşmanları onların hatıralarını yok eder. Buna izin veremeyiz… Vermemeliyiz.
[1] Efelerden Haber-Kemal Özkaynak-25/8/1945
- MİLLİ MÜCADELE’DE NAZİLLİ VE ÇEVRESİNDEKİ ZEYBEKLERİN HİZMETLERİ - 5 Ekim 2020
- İZMİRLİ İSMAİL EFE - 2 Ekim 2020
- YÖRÜK ALİ EFE’NİN MANEVİ KIZI: İFİYENİYA (LEYLA HANIM) - 5 Mayıs 2020
- NAZİLLİ SÜMERBANK FABRİKASI AÇILIŞINDA EFELER - 3 Mayıs 2020
- KAYIKÇIOĞLU MOLLA HÜSEYİN EFE - 14 Ocak 2020
- GAZİ YÖRÜK PARMAKSIZ HASAN EFE - 13 Kasım 2019
- 9 EKİM 1937 NAZİLLİ SÜMERBANK BASMA FABRİKASI - 9 Ekim 2019
- İSİMSİZ KAHRAMANLARDAN BİR ZEYBEK: DEMİRCİ AHMET EFE - 6 Ekim 2019
- 30 AĞUSTOS VE EFELER - 30 Ağustos 2019
- ÖDEMİŞLİ İSMAİL EFE - 5 Temmuz 2019