Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

2017 yılının ortalarına ulaştık. Yılı yarılamışken daha net görünen büyük resmi konuşmamız gerek.

2016; Orta Doğu’nun pek çok ülkesi ve Türkiye için hatırlanmak istenmeyen bir yıl olarak uğurlanmıştı. Savaşlar, yıkım ve terör kara bulut sarmalı gibi coğrafyamıza çökmüştü. Bölgede yaşayan insanlar için 2017’nin iyilikler getirmesi ortak dilek ve dua haline gelmişti. Oysa reel politik düzlemlerde planlamalar, olaylar yıl bitince bitmiyor. Yeni bir yılın neden olduğu insani beklentilerin sadece ve sadece temennilerde kaldığı görülüyor. Aslında Dünya’da hiçbir şey rastlantısal olarak ortaya çıkmıyor.

İnsanın düşüncelerini yeterince uygarlaştıramaması nedeniyle öz bünyesinde varlığını sürdürmeye devam eden ‘daha fazlasına sahip olma isteği’ devlet sistemlerinde de izdüşüm buldukça mevcut düzenin değişmesi mümkün görünmüyor. Hal böyleyken, reel düzlemde üç ana grup oluşuyor;

  1. Başkalarına üstünlük sağlamak için büyüklü küçüklü plan ve kurgu yapanlar,
  2. Bunlara karşı varlığını korumak isteyenler,
  3. Rol edinip oyuna katılmak isteyenler.

Devletler zaman içinde duruma ve muhataplarına göre yukarıdaki grupların her birine girip çıkabiliyorlar. Tıpkı insanlar gibi.

Kılıcı Keskinler ve Kılıç Dansı:

Birinci grubun limanına yanaşmış ve demir atmış sabit üyeler de var. Bunların kılıçları daha keskin. İstedikleri zaman başkalarının topraklarında kılıç dansı da yapabiliyorlar. Onları güçlü kılan ise milli güç unsurlarının yeterli oluşu. Birkaç yüzyıldır durum bu. Gelecekte görev değişimi olur mu bilinmez. Ama siyasi tarih sabit üyelerin ebedi sabitliğine pek de sıcak bakmıyor. 

Sabit üyelerin de rolleri var. Senaristler, uygulayıcılar, faydacılar, vb. Dünyanın büyük senaryosunu yazmak bir birikim gerektiriyor; kültür, siyaset bilimi, felsefe, derinlik, öngörü yeteneği ve sabır istiyor. Uzun vadeli beklentiler; derinlikte teokratik[1] fakat aslında ekonomik ideallerle ortaya konuyor. Vatikan’ın dünyayı Hristiyanlaştırma planı, Yahudiliğin “Büyük İsrail” ve “Kenan Ülkesi” projesi, İran geleneğinin “Şii Hilali” beklentisi vb. teokratik sunumlar olarak gözümüze çarpıyor. Hiç şüphesiz bu gelecek planlamalarının somut yansımalarını izlemeye devam edeceğiz. Ancak gerçeklik düzleminde karşımıza çıkan ve daha görünür olan ise ekonomik, siyasal ve kültürel beklentiye dayanan planlamalardır. Örneğin; İngiltere’nin “Commonwelt” geleneği [2]  ve yüzeyde yumuşak gücü kullanması, ABD’nin para tekeli ve askeri omurgasıyla dünya ekonomisini ve siyasetini kontrol etmesi, Çin’in “Kazan-Kazan” ilkesi çerçevesinde dünyaya yayılma girişimleri, İsrail’in zengin ve güçlü Yahudi sermayesiyle ve istihbarat-harekât birlikteliğiyle etki ve ilgi alanlarında sağladığı hâkimiyet, Rusya’nın caydırıcı askeri kapasitesi, son dönemde etkin olarak kullandığı toplam zekâya dayanan yönetim sistemi ve oluşturduğu ittifaklar ile gerçekleştirdiği yayılma, Almanya’nın AB ve NATO şemsiyesinin sağladığı olanaklarla oluşturduğu sanayileşme odaklı özgüvenli politikalar günümüzde dünyaya etki eden ana planlamalardır.

Belirtilen tüm planlamalarda para vardır, teknolojik üstünlük vardır. Farkındalık yüksektir. İdeallerin gerçekleşmesi için öngörülü, detaylı ve sabırlı çalışmalar yapılmaktadır. Çalışmaların altı doludur. Güç unsurları yeterlidir. Bu sahnede, herkes boyunun ölçüsünde ve gücü oranında sesini yükseltmektedir. Gücünün yetmediği yerde ittifaklar yapabilmekte ya da sabırla beklemektedir.

Devlet yapılarının dışında da önemli güç grupları vardır: Buğular içinde oldukları düşünülen güçlü aileler.  Dünya ekonomisini ellerinde bulundurdukları ifade edilen bu gizemli aileler son dönemde gündelik konuşmalarda bile zikredilmeye başlandılar. Bu durum onların tercihinden mi yoksa bilgi ve yorumların eskiye göre daha kolay paylaşımından mı kaynaklanıyor bilmiyoruz. Ancak bir gerçek var ki oyunu etkiliyorlar.

Tek bir devleti temsil etmeyen bu aileler yukarıda ifade ettiğimiz tüm devletleri kullanarak yürümekte ve etkilerini sürdürmektedirler. Kimilerine göre gücün asıl sahipleri onlardır ve stratejik planları da onlar yapar ve onlar bir vatana/devlete ait değillerdir. Bunu kanıtlayamayız ancak görünen o ki söz konusu aileler yüzyıllardır küresel ve bölgesel ölçekte güç sahibi olan devletlerden ziyadesiyle faydalanmaktalar. Özellikle de son dönemde küreselleşmeyi teşvik etmektedirler.

Küreselleşme kimilerine göre zorunlu ve yararlı, kimilerine göre ise öcü olarak görülmektedir. Olumlu düşünenlere bakılırsa; küreselleşme kavramıyla esasta ekonomik, politik, kültürel iletişimin ve birlikteliğin sağlanması istenmektedir. Uygarlığın getirilerinin milletler tarafından paylaşılması zorunludur.

Olumsuz düşünenlere göre ise Westfalya Barış Anlaşması’nda temelleri atılan ulus devletler, bir bir zayıflatılarak küresel şemsiyeler oluşturulmak istenmektedir. Üniter devlet mekanizmaları aşındırılarak çözülme ve parçalanmalar istenmekte ve sonunda şirket-devletlere giden yolun açılması arzulanmaktadır. Yolun nihayetinde ise aslında tek ülke, tek millet, tek bayrak ve tek dilli yeni bir düzen kısaca tek bir dünya devleti istenmektedir. Elbette bunun için tek para sistemi gerekmektedir. Kim bilir, belki de Nevada’da yapıldığı iddia edilen mali hazırlıklar yeni düzenin bir alt yapısıdır.

Görünen düzlemde ise renkli devrimlerle devletlerin çözülmesi ve toplumsal paradigma değişiklikleri arzulanmakta, devletler arasında çok yönlü ve sağlam bir ekonomik entegrasyon oluşturulmak istenmektedir.  Büyük firmalar ucuz iş gücü neredeyse, yasal uygunluk nerede iyiyse ve vergiler nerede azsa yatırımları o ülkeye/ ülkelere kaydırmaktadır. Çin gibi ülkeler bu noktada bir cazibe merkezi olmuşlardır. Bu sayede yatırımları çeken hangi ülkeyse, bilgi ve teknolojiyle tanışan ve takip eden de o ülke haline gelmektedir.

Güç Dağılımının Güncel Etkileri:

Şimdi, yukarıda genel hatlarıyla ifade ettiğimiz güç dağılımının dışavurumunu konuşalım. 2017’ye girildiğinde küresel düzlemin dominant unsuru ABD, tartışmalı bir liderle yola devam etme kararı almıştır. Pentagon ve milli düşünmek isteyen iş dünyasının desteğiyle, planlı bir şekilde koltuğuna oturtulan Trump’ın yılın ilk altı ayını rüştünü ispat etme gayretleriyle geçirdiğine şahit olduk. Arzuladığı kadro dönüşümünü bir türlü yapamadı. En yakınındakiler istifa etmek zorunda bırakıldı. Önemli makam ve görevleri emekli asker ve tüccarlara verdiği şahin ve güçlü bir kabine kursa da henüz aradığı huzuru yakalayamadı.

Trump yılın ilk altı ayında başlangıçta öngörmediği geri adımlara, kısmi geri dönüşlere yol açabilecek zorlu bir sürecin içine girmek zorunda kaldı. Suçlandığı ana konu ise seçim öncesinden başlayarak Rusya ile çok yakın ilişki içinde olması, danışmanları üzerinden somut görüşmeler yapmasıydı. Bu yüzden, özellikle FBI’ın radarına takıldı. Üzerinde kurulan baskı Trump’ı bir süre sonra Yahudi lobisinin desteğini aramaya itti. Kennedy’nin durumuna düşmemek için tavizkâr söylem ve eylemler resitali sunmaya başladı. Öte yandan küreselleşmecilerin koruyucusu olan güçlü aile yapılarının kapsamlı baskısı da artıyordu. Göreve gelmeden önce Trump ve kadrosu asıl savaşı onlara karşı vermeyi düşünmüştü, ancak Sanayi Devrimi’nden bu yana devletleri kullanabilme yeteneğini hayli geliştiren sermaye yapıları tüm kurumların sinir uçlarını bile kontrol edebiliyorlardı. İstihbarat kurumları da bunlara dâhildi. Kısacası, Trump’ın işi zorlaşmıştı. Küreselleşmeye karşı milli politikalara dönmek, yatırımları tekrar ABD’ye çekmek için dünyanın dört bir yanında kılıç dansı yapma şansı azaldı. Avrupa ülkelerinin artan tepkileri, Çin’in sabırlı ve soğukkanlı politikaları, Orta Doğu’da arzuladığı düzenin kurulamaması, Rusya’nın etkili hamleleri, tüm dünyada oluşan ve seslendirilmeye başlanan Anti Amerikancılık, Trump’ın işini bir kat daha zorlaştırıyor. İngiltere ve İsrail’le yürütülen tarihi ittifaklar da yeterli etkiyi sağlamayacak gibi duruyor. Üstelik İngiltere de her konuda ABD’yle fikir birliği içinde değilken.

One Belt, One Road (OBOR) – Bir Kuşak, Bir Yol

2017 yılının ilk yarısında Çin’in “One Belt, One Road (OBOR)-Bir Kuşak, Bir Yol-“ politikasının önemli bir rüzgâr yarattığını gözledik. Çin adeta dünya ticaretini yeniden kurgulamaya soyunuyor. Çin’in Asya’da, Akdeniz’de, Afrika’da ve Amerika kıtasında artan etkisi dikkat çekiyor: Şanghay İş Birliği Örgütü ile genişleyen bir güven ve kontrol bölgesi oluşturuluyor, Akdeniz’de limanların işletim haklarını alınıyor, Afrika’da ikili ilişkiler artırılıyor ve ticari işletmeler kuruluyor ve Güney ve Kuzey Amerika arasına Nikaragua topraklarından geçecek şekilde Panama’ya alternatif bir kanalın yapılması için sürdürülen çalışmalar emin adımlarla ilerliyor. Çin’in yatırım yaptığı tüm coğrafyalarda, o coğrafyanın insanını, firmalarını ve ekonomisini de gözetmesi, doğrudan sömürgeci olarak görülmemesini sağlıyor. Kuşkusuz, güvene dayalı ilişkilerin yolu daha engelsiz oluyor. 2017 yılı Ocak ayında Davos’ta düzenlenen 47. Dünya Ekonomik Forumu’nun açılış konuşmasını yapan Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in Davos’ta “ABD’nin ekonomik duvarlar örmesi halinde Çin’in serbest ticaretin liderliğini yapabileceğini, Ticari savaşın galibinin olmayacağını” ifade eden tarihe geçecek konuşması Çin’in konumunu ve küreselleşmeye bakış açısını da göstermekteydi.[3] Çin’in net ve lider tavrı küreselleşmeyi savunan devletlerin ve küresel sermaye sahiplerinin de sempatisini kazanmaktaydı.

Yakın gelecekte küreselleşmeden fayda sağlayan başta sanayileşmiş Avrupa ülkeleri olmak üzere paraya acil ihtiyaç duyan kalkınmak isteyen tüm ülkelerin ilgi odağı Çin olacak. Bu durum Türkiye için de geçerli. Bir Kuşak Bir Yol projesinden somut kazançlar elde edilebilir.

Diğer önemli bir konu da şu: Çin makamları yatırım yapacakları bölgelerde çatışma, kargaşa ve terörizmin sona ereceğini ifade ediyorlar. Bu vaat/öngörü ne kadar doğru çıkacak göreceğiz. Ancak şu bir gerçek ki: yatırım yapan unsur yatırım bölgesinde kargaşa istemez. Ancak ABD’nin de -çıkar ortağı olmadıkça- bahse konu yatırım alanını Çin’e karşı sabote edebileceğini söylemek mümkün. Körfez ülkelerinin silahlandırılmasının ana nedenlerinden biri de bu olabilir.  Bu konuya ilerleyen bölümlerde değineceğim.

Rusya Akılcı ve Büyük Oynamaya Başladı

Rusya kırılgan ekonomisine rağmen Baltık’tan Karadeniz’e, Karadeniz’den Akdeniz’e etki alanları oluşturuyor. Gün geçtikçe eski gücüne yaklaşıyor. Hatta daha efektif görünüyor. Doğu Akdeniz’de askeri ve siyasi açıdan sağladığı durum üstünlüğünü sağlamlaştırıyor.

Güncele bir bakalım: Rusya 2017 yılının ilk yarısında Suriye başta olmak üzere Orta Doğu ve Körfez coğrafyasında etkisini daha fazla hissettirmeye başladı. Suriye’ye askeri birlik gönderdikleri 2015 yılı Eylül ayından bu yana bölgedeki gelişmelerin seyrini değiştirdi. Putin ve arkadaşlarının haddini bilen ancak etkili bir dış politika yürüttüğünü gözledik. Rus devletinin, devlet aklıyla yönetildiğine şahit olduk. İstihbarat zekâsını ve birikimini ustaca kullanan bir lider ve Lavrov’dan, Şoygu’ya, Şoygu’dan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Zaharova’ya kadar uzanan toplam akıl yönetiminin başarılarını görüyoruz. ABD ile ilişkileri dengeli ve hatta etken bir tarzda yürüten, Avrupa kıtasında kaybettiği hinterlandda gölgesini artıran, doğalgaz kozunu etkin olarak kullanan, Asya’da kontrolü tesadüflere bırakmayan, Çin’le birlikte Şanghay İş Birliği Örgütü’nü büyüten (9 Haziran 2017 tarihinde Hindistan ve Pakistan da tam üyeliğe kabul edildi.[4]) ve Orta Doğu ve Körfez bölgesinde olayların gidişatını belirleyen önemli bir role evrildiğini söylemek mümkün.

Rusya’nın özellikle 2016’dan başlayarak Türkiye ile ilişkilerinin seviyesini yükseltmesi, İran’ı yanında tutması ve ortak diyalog paydası olarak Kazakistan’dan faydalanması çok önemli hamlelerdir.

Avrupa’ya Neler Oldu?

Evet, yılın ilk yarısında Avrupa’da önemli değişiklikler oldu. Öncelikle İngiltere’nin Brexit konulu halk oylaması nedeniyle Avrupa sarsıldı. Bu kararın esas nedenlerinden biri şüphesiz İngiltere’nin Avrupa Birliği’nin lokomotifi Almanya’nın gölgesinde kalmaktan sıyrılıp küresel dünya politikasına dönmek isteyişidir. Küreselleşme geleneksel İngiliz politikalarını zorluyor ve hatta çoğu zaman ona engel teşkil ediyordu. ABD’nin küresel konumlanması, küreselcilerin şirket-devlet arayışları İngiltere’nin zemin ve zaman kaybetmesi demekti. Yeni hamleler olmazsa yüzyıllardır sürdürdüğü senaryo yazma ayrıcalığını da yitirebilirlerdi.

Ancak dünya eski dünya değildi. Paranın, bilginin ve teknolojinin paylaşımı ve hızlı dolaşımı, geleneksel entrikalarla yönlendirilebilinecek alanları azaltmıştı. İngiltere’nin restini ilk Almanya gördü ve ilk günden başlayarak, İngiltere’nin AB’den ayrılık kararına saygı duyulmasını istedi. Diplomatik teamüllerle bu sürecin en kısa sürede başlayıp gerçekleşmesini talep etti. Aslında Almanya’nın arayıp bulamadığı bir fırsattı. Bu sayede, İngiltere’ye çift yönlü baskı yapma şansını da yakaladı. Ayrılış kararı iyiydi ancak İngiltere’nin mali açıdan ödemesi gereken bir fatura da olacaktı. Önüne kondu. Pazarlıklar başladı. Bu arada Trump’ın seçilmesinden sonra süratle ABD’ye Cumhuriyetçilerin Kongresine katılan ve ardından Türkiye ve Orta Doğu ziyaretleri yapan Theresa MAY bir erken seçim kumarı oynamak isteyecekti. Brexit sürecinde elini güçlendirmek isteyen May, 8 Haziran 2017’de yapılan seçimlerden sandalyeleri azalarak çıkacaktı. Seçim sürecinde İngiltere’de yaşanan acı terör olaylarının zamanlaması da ilginçti.

Almanya motor, makine, elektronik alanlarındaki devasa kapasitesi ile büyük bir ekonomik güç. AB’nin başat figürüdür. Ancak, 2. Dünya Savaşı’nın anlaşma sonuçlarının etkisinden çıkamadığı da bir gerçek. Ekonomik bağımsızlığını askeri alanda ve siyaseten sağlayabilmiş değil.  Ülkesindeki ABD askeri varlığı ve bu sayede üstünde sağlanan kontrol mekanizması Almanların iç dünyasında önemli bir rahatsızlık yaratıyor. Buna rağmen güvenliği NATO şemsiyesinde ve az para harcayarak gerçekleştirme şansı sayesinde, ekonomilerini geliştirmek için fazlasıyla zaman ve kaynak buldular. Ancak ABD artık askeri harcamaların artırılmasını istiyor. Bedava güvenlik olmaz diyor. Ezber bozuldu. Trump önlerine faturalarla beraber, muhtemelen, bazı çıkış yolları da koydu. Al-ver yapılacaktır. Almanya’nın batı bölgelerinin doğalgaz ihtiyacını, Rus gazını taşıyan Kuzey Akım’a bağlanarak karşılamak yerine, ABD’den sıvı gazı ithal ederek karşılama niyetinde olduğu bilgileri gelmeye başlandı. Buna benzer ekonomik çözümler söz konusu olacaktır.

Son dönemde Almanya ve ABD arasında liderler düzeyinde olumsuz tavır, davranış ve demeçler dikkat çekiyor. ABD’nin önceliklerini söyledik. Merkel’in ABD’ye yönelik yükselen ve Avrupa açısından da haklı görülebilecek olumsuz tarzında ise Almanya’nın 2017 yılı Eylül ayında seçime gidecek olmasının payı vardır.  Öte yandan Almanya ve Fransa’nın, Rusya’nın son dönem politikalarına daha yakın durduklarını, özellikle Orta Doğu politikalarında ABD’nin istek ve beklentilerini karşılamak konusunda çok istekli davranmadıklarını da söyleyebiliriz. Almanya ve Fransa’da son iki yıldır artan terör olaylarını yorumlarken bu durumu göz önünde bulundurmakta fayda vardır. 

Fransa’da Macron’un seçilmesi önemli bir başlangıçtır. Rothshild ailesinin temsilcisi olduğu açıkça ifade edilmiş olan Macron, Avrupa’da Cipras’la başlayan “seçilmiş genç yönetici” çalışmasının devamıdır. Bu çalışmanın etkilerinin, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, artarak süreceğini söylemek mümkündür. Benzer bir durum, Türkiye için de sürpriz olmayabilir.

Önümüzdeki dönemde Almanya ve Fransa’nın küresel sermaye ağırlıklı birlikteliklerle yürüyeceklerini söyleyebiliriz. Bu durum ister istemez Çin ve Rusya’ya da yaklaşmalarını sağlayacaktır.

Suriye Başarıyor mu?

2011 yılında başlayan Suriye vakası, yaşanan çok zorlu sürece rağmen, Suriye’nin dağılmasına neden olamadı. Bunda, kuşkusuz, en büyük faktör Rusya’nın bölgeye el atması oldu. 2017 ortalarına gelindiğinde Suriye’ye karşı kurulan çıkar ittifaklarının dağılmaya başladığını ve ittifak üyelerinin taraf değiştirmeye başladığını görüyoruz. ABD ile birlikte senaryonun mimarlarından olan başta İngiltere olmak üzere, Avrupa ülkelerinin giderek isteksizleştiklerini hatta Suriye Devleti’nin bütünlüğünü kabullendiklerini izliyoruz. Muhalif diyerek ortaya sürülen unsurların, kendi aralarında ve hatta içlerinde bile dağınıklıkları ortada. Suriye Silahlı Kuvvetleri günden güne kontrol ettiği bölgeleri ve etki alanını genişletiyor. Güvenlikli bölgeler, çatışmasızlık bölgeleri hep ara aşamalar. Bunlar ilk zamanlarda Suriye’nin bölünmesi için ortaya koyulan kılıflara sokulmuş hamlelerdi. Şimdilerde ise Suriye’nin bütünlüğünün sağlanması için tartışılıyor. Bölgeye Irak-Suriye açısından bakmazsak ve Fırat’ın doğusu ile batısı olarak görürsek Fırat’ın doğusunda ABD nüfuz alanından, batısında ise Rusya’nın nezaretinde sağlanan Rusya-Türkiye-İran nüfuz alanından söz etmek mümkün görünüyor. Araya sokulan PYD/PKK toplanma bölgelerine ise ABD-İsrail ve İngiltere’nin bölge emanetçileri olarak görülebilir. Aynı toplanma bölgelerinde, Rusya’nın da kontrol sağlamak için iletişimde olduğunu izliyoruz. Fırat’ın batısında istediği kontrolü bir türlü sağlayamayan ABD’nin Suriye’nin güneyinde Dera bölgesinde ve El-Tanef sınır kapısı civarında etki alanı yaratmak istediğine şahit oluyoruz. Burada, İsrail’in çıkarları da önemlidir, tabi. Katar’dan gelebilecek olası bir boru hattı güzergâhının Humus yerine daha güneyden, Dera’dan, geçirilerek İsrail/Hayfa’ya ulaştırılmak istenmesi de mümkün. Olasılıklar ABD’nin kararlılığını anlamamıza yetiyor. Tüm bu gelişmeler çerçevesinde, az olasılıkla da olsa, ABD-İsrail ve belki de İngiltere’nin oluşturacağı cephenin çılgın bir askeri müdahalesi olmazsa Rusya’nın ABD’nin Suriye’nin güneyindeki kısmi çıkarlarını da gözeterek Suriye sorununu hal yoluna koyabileceğini düşünebiliriz. Burada Rusya-Türkiye-İran-Irak cephesinin kararlı olması önem arz edecek.

ABD’nin Şam eski Büyükelçisi Robert Ford’un, Suudi Şark ül Evsad gazetesinde yayınlanan söyleşisinde, Kürtler ile ilgili olarak belirttiği şu ifadeler bölgedeki PYD yapısı için uyarı niteliğinde görülebilir: “Kürtler ABD’ye güvendiği için ağır bedel ödeyecek. Amerikan Ordusu onları Türkiye, İran ve Suriye’ye karşı savunmayacak. Kürtlere karşı yaptığımız sadece siyasi olarak aptalca değil aynı zamanda ahlaksızca bir yanlış.”[5] Bölgeyi iyi tanıyan eski büyükelçi, 11 Mayıs 2017 tarihinde, The Atlantic dergisinde yayınlanan makalesinde de benzer uyarıları yapmış ve ABD’nin 1970’lerde önce destekleyip sonra sattığı Mustafa BARZANİ’yi hatırlatmıştır. [6]

Irak’ta Barzanistan mı?

Önce İngiliz basınında yer almıştı. 2014 Temmuz ayının başında Barzani, İngiliz yayın kuruluşu BBC’ye yaptığı açıklamada, “İslamcıların Irak’taki ilerleyişi karşısında bölgenin bağımsızlığı için zamanın geldiğini” söylemişti.[7] 2017’ye gelindiğinde bağımsızlık referandumu söylemlerinde artış oldu. Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar ZEBARİ, Nisan ayında Reuters haber ajansına yaptığı açıklamada, bağımsızlık referandumunun bu yıl yapılacağını söyledi. Aynı günlerde bayrak gösterisi başlayacaktı: Kürtlerin ağırlıkta olduğu Kerkük İl Meclisi, önce kentteki resmi binalara Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) bayrağını astı. Daha sonra da Bağdat yönetimine, vilayetin Kürtlere mi merkezi hükümete mi bağlanacağına karar verecek referandumun yapılmasını tavsiye etti.[8]  7 Haziran 2017 tarihinde ise Barzani’nin danışmanı Hemin HAWRAMİ, Twitter hesabından, “Önemli bir haber. Kürdistan’ın bağımsızlık referandumu 25 Eylül 2017’de yapılacak” diye yazdı.[9] 2007’lerden başlayarak, Barzani’nin buna benzer söylemlerine şahit olmuştuk. Ancak, bu kez özellikle ABD cephesinden ve askeri kanattan somut destek açıklamaları da yapılmaya başlandı. ABD makamlarının ilk tepkileri itidalliydi ancak zamanlama konusu dışında olumsuz düşünmediklerini ifade ediyorlardı. 9 Haziran 2017 günü ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather NAUERT, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin, 25 Eylül’de yapacağı “bağımsızlık referandumu” ile ilgili olarak, “ABD olarak biz birleşik, istikrarlı, demokratik ve federal bir Irak’ı destekliyoruz.” Kürdistan bölgesindeki yetkililere şu an için bağlayıcı olan bir karar olmasa bile referanduma gitmenin, önceliklerden kaçınılacağına yol açacağı endişelerimizi aktardık. Bu öncelikler, IŞİD’in yenilgiye uğratılması, istikrar sağlanması, yerinden olmuş kişilerin geri dönüşü, bölgedeki ekonomik krizden kurtulmak ve bölgenin iç siyasi uyuşmazlıklarını gidermek. Bölgesel otoriteleri, Bağdat ve Erbil arasındaki ilişkilerin geleceği arasındaki kapsamlı konularda Irak Hükümeti ile etkileşime girmeye teşvik ediyoruz”[10] dedi. ABD askeri kanadından gelen açıklama ise daha netti ve yine zamanlamaya dikkat çekiyordu: ABD Savunma İstihbarat Teşkilatı (DIA) Başkanı Korgeneral Vincent STEWART, esas sorunun “Kürtlerin Bağdat’tan bağımsızlıklarını elde edip etmeyecekleri” değil, bunun ‘ne zaman’ gerçekleşeceği olduğunu söylüyordu.[11]  

Irak Hükumeti sabit görüşü ise hükümet sözcüleri Saad el HADDİTHİ’nin ağzından, “Bağımsızlık yönünde Kürtlerin atacağı tek taraflı bir adımı kabul etmeyeceğiz”[12] ifadeleriyle açıklanıyordu. 

İsrail ve Suudi Arabistan istihbarat yetkililerinin bir kısmı gizli olarak yürütülen toplantılarda “Irak, Türkiye ve İran’a ait olan bölgelerde bağımsız bir Kürdistan oluşturma” çağrısının da yapıldığını[13] hatırlıyoruz.

Irak’ın kuzeyinde yaratılan kontrollü bölgenin Suriye’nin kuzeyi ile birleştirilmesi zorlaşmakta. Rusya-Türkiye-İran ve Irak’ın asgari müşterek kararlılığı bu projenin rafa kalkmasına/ertelenmesine neden olabilir.

Varsayalım Irak’ın kuzeyinde bağımsızlık gerçekleştirildi. Oradaki yapı yeni bir devlete evrildi. Önünde çok önemli handikaplar olacak:

  • Devlet kurma ve idame ettirme geleneğine sahip olmayan aşiret yapısı bir süre sonra kendi iç mücadelelerine dönerek kurdukları yapıyı ortadan kaldırabilirler mi?
  • Bölgesel koruyucu bir şemsiyeye sahip olmayacak Barzanistan Türkiye, İran başta olmak üzere çevre devletlerin dış kuşatmasına dayanabilir mi?
  • Bölgede yüzyıllardır var olan Arap milliyetçiliği bu duruma ne kadar göz yumar?
  • Tarih sahnesinde önce desteklenip, kullanılıp sonra her daim pazarlandığı ve kaderine terk edildiği sabit olan kukla Kürt oluşumları bir kez daha aynı kadere maruz kalabilir mi?

ABD’nin Şam eski Büyükelçisi Robert FORD’un söylemlerini[14] Irak için de düşünmek mümkün.

Körfez’de Kılıç Dansları

Çin’in batı seferi, Rusya’nın cephe genişletme çalışmaları, İran’ın doğalgaz kapasitesini de kullanarak etkili gücünü koruması ve Katar’la geliştirdiği ilişkiler, ABD’nin bölgesel tedbir almasını gerekli kılmıştı. Buna, ABD’nin 2003 yılından bu yana bölgeye müdahale için yaptığı masrafların bir kısmını karşılatma isteğini de eklemek gerek. Bu ortamda Donald TRUMP 20 Mayıs 2017 tarihinde dönemine ait ilk ziyareti Suudi Arabistan’a gerçekleştirdi. Washington ve Riyad 110 milyar doları silahı kapsayan ve toplam 350 milyar dolarlık anlaşmalar imzaladı. Pentagon’dan yapılan açıklamaya göre bu son dönemde yapılan en büyük silah anlaşmasıydı. Böyle bir silah alımı, alım yapan ülkenin caydırıcılığını artırabileceği gibi o ülkenin güç zehirlenmesi yaşamasına da sebep olabilir. Saddam örneği bize bunu gösterdi çünkü Saddam da başlangıçta silahlandırılmıştı.

5 Haziran 2017 günü Suudi Arabistan ve Bahreyn, ansızın, Katar ile diplomatik ilişkilerini kestiklerini açıkladılar. Ardından Mısır, BAE, Yemen, Maldivler ve Libya karara katıldıklarını açıkladı.[15] Koalisyona daha sonra Moritanya, Mauritius, Ürdün, Fas ve Komor Adaları da eklendi. Belli ki bir hazırlık, bir niyet vardı.

Körfez ülkeleri hava sahalarını, kara sularını ve limanlarını da Katar’a kapattılar.

Katar “El Kaide, Müslüman Kardeşler ve İŞİD başta olmak üzere teröre destek vermesi, basın yayın organlarında terör örgütlerinin propagandasını yapması ve İran’a yakın tutum sergilemesi” ile suçlanıyordu. [16]

Katar krizinin ardından ABD lideri 1 saat 36 dakikaya varan Twitter mesajlarında, “Ortadoğu ziyaretimde, radikal ideolojilerin artık finanse edilemeyeceğini söyledim. Liderler Katar’ı işaret etti, bakın!”; “Aşırılığın finanse edilmesine karşı sert davranabileceklerini söylediler, bütün dayanak noktası Katar. Belki de bu terör korkusunun sona erişinin başlangıcı olacak” diye yazmıştı. [17] Yoruma gerek yok sanırım.

Katar, 25 trilyon metreküp doğalgaz rezerviyle dünya doğalgaz rezervleri yönünden dördüncü, doğalgaz ihracatında ise üçüncü sıradadır. Nüfusu 2 milyon 220 bindir. Nüfusun yüzde 87’si, çoğunlukla Güney Asyalı Müslüman işçilerden oluşmaktadır.  Kişi başı gelirde ise dünya sıralamasında birinci sıradadır. (Satın alma gücü kriterine göre 129.7 bin $, cari dolar kuru ile 68 bin $’dır.) [18]

Katar da, teknoloji üretemeyen, doğal kaynak zengini her ülke gibi küresel güçlerin kontrol ve etkisi altındadır. ABD’nin Orta Doğu’daki en büyük askeri üssü de Katar’da bulunmaktadır. Ülkenin başkenti Doha’nın yaklaşık 30 kilometre güneybatısında bulunan El Udeyd askeri üssünde 11 bin ABD askeri ve içlerinde B-52 ağır bombardıman uçaklarının da yer aldığı 100’den fazla savaş uçağı bulunmaktadır.

Katar’ın ABD karşıtı cephede yer alacağını uman çevreler ise analiz hatalarını kısa sürede gördüler. Katar 15 Haziran 2017 tarihinde ABD ile 12 milyar dolarlık F-15 savaş uçağı anlaşması imzaladı. Karşılığında bir de ortak askeri tatbikat gerçekleştirdi.  “Bizler Faniyiz, Katar ve (Katar Emiri) Temim Kalıcıdır” isimli ortak tatbikat sayesinde karşıt cepheye hitaben güvenlik gösterisi yaptı.

2011’de başlayan Suriye krizinin ana nedenlerinden biri Katar doğal gazının doğu Akdeniz’e aktarılması için bölgenin şekillendirilmesiydi. O dönem anahtar ülke rolünde olan Katar, şimdilerde ABD öncülüğündeki Batı bloğu ile Rusya odaklı blok arasında kalmış durumda.

Bölgede söz sahibi olmaya çalışan diğer bazı ülkelerin para gemisi Katar’a ilgisi artmaktadır. İran’la Katar’ın doğal gaz rezervlerinin önemli kısmı aynı bölgededir.  Katar İran’la gerginliği kaldıracak durumda değildir. Türkiye de gelişmelere askeri varlığı ve ticari bağlantılarıyla doğrudan müdahil olmak istemektedir. 2015 yılında imzaladığı askeri üs anlaşmasını kriz safhasında Katar’ın kalıcı üs vermesi neticesinde asker gönderme kararı ile desteklemektedir.  Gelişmelerin arka planında Rusya’nın olmaması mümkün görünmemektedir.

Almanya ise ülkesindeki Katar sermayesi nedeniyle Katar’a desteğini sürdürmektedir. (Katar’ın Walkswagen’de %17, Deutche Bank’da %10, Siemens’de %3 hissesi var.)

Türkiye açısından önemli husus Arap mantalitesinin emperyal etkilere çok açık olduğu körfez bölgesinde fırtınalara yakalanmaması gerekliliğidir. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün vasiyet formunda ifade ettiği gibi Araplar arasındaki sorunlara karışmamak en iyisidir. Yarın ne olacağı belli olmaz. Bir ülkenin başka bir ülkede askeri varlık bulundurabilmesi bir yetenek ve kapasite göstergesidir. Ancak bu durum mutlaka asker gönderen ülkenin ulusal çıkarları çerçevesinde olmalıdır. Yeni güvenlik riskleri yaratmamalıdır. O üs sayesinde ticaretinizi, nüfuzunuzu geliştirebiliyorsanız, yeni etki ve ilgi alanları yaratabiliyorsanız ne alâ. Bunlar olmuyorsa milli güç unsurlarınıza yazık olur.

Katar krizi sürerken İran’da gerçekleştirilen ve IŞİD’in üstlendiği terör saldırıları manidardı. ABD’nin Suudi Arabistan’ı kullanarak, doğal gaz havzaları konusu üzerinden yakınlık kurmaya başlayan Katar ve İran’a yönelik verdiği net mesajların olduğu dönemde meydana gelen terör saldırıları İran’ın devlet yapısını hedefliyordu.

Müteakip günlerde Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn Haziran ayından bu yana diplomatik ilişkileri kestikleri Katar’a 13 maddelik bir talep listesi iletti. Kabul edilmesi için Katar’a 10 gün süre verilen listede Katar’dan:

–     Türkiye’nin Katar’daki askeri varlığını iptal etmesi ve Katar toprağında Türkiye’yle askeri iş birliğini sonlandırması,

–     İran ile diplomatik ilişkilerini kesmesini, İran’daki ofislerini kapatmasını ve askeri iş birliğini sonlandırmasını, İran Devrim Muhafızları üyelerini Katar’dan göndermesini,

–     Suudi Arabistan, BAE, Mısır, Bahreyn, ABD, Kanada ve diğer ülkeler tarafından terörist olarak görülen kişiler, gruplar ve organizasyonlara her türlü yardımı kesmesini,

–     Katar’ın politikaları nedeniyle son yıllarda yaşanan can ve mal kayıpları için tazminat ödemesini,

–     Arabi21, Rassd, Al Arabiya Al-Jadeed ve Middle East Eye da dahil olmak üzere direk veya dolaylı yoldan Katar fonlu olan medya kuruluşlarını kapatmasını da içeren radikal talepler iletildi.[19] Katar doğal olarak bu talepleri reddetti.  Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al SANİ, taleplerin makul ve uygulanabilir maddelerden oluşması gerektiğini, bunun aksi yönündeki talepleri kabul etmelerinin mümkün olmadığını vurguladı.

Suudi Arabistan cephesinden ise Katar kriziyle ilgili olarak ortaya koydukları koşulların “müzakereye açık olmadığı” ifade edildi. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil El-CUBEYR, “Görüşümüzü ortaya koyduk, adımımızı attık; şimdi davranışını değiştirmek Katarlılara kalmış. Ancak eğer değiştirmezlerse izole edilmiş şekilde kalacaklar” açıklamasını yaptı. [20]

Katar tarafının konuyu hafifletme ve işi zaman yayma çabasına rağmen karşı tarafın net olduğu ve kılıçların çekildiği görülüyor. Konu bir çatışmaya döner mi bilinmez, ancak Körfez’deki hasımların ortak bölenlerinin ABD olduğunu düşündüğümüzde bölgeye ayar verilmek istendiğini ancak ayarın gerilim dolu bir eksene oturduğunu söylemek mümkün.

    Evet, küresel terazinin kefeleri karşılıklı olarak bir doluyor, bir boşalıyor,

  1.  yüzyılın ilk çeyreğinde yeni bir düzene ve denge arayışlarına şahit oluyoruz,

     Oyunu kurgulayanlar ve kuranların sayısı arttı,

  1. Dünya Savaşı sonrasında kurulan dünya düzeninin son kullanım tarihi dolmak üzere,

     Yeni dengeler söz konusu, zihin haritaları yeniden çiziliyor.

Milli güç unsurlarımızın farkında olarak, etkin, dengeli ve uzun vadeli çalışmalar yapmalıyız.

Kaynaklar:

[1] Teokrasi, dine dayalı yönetim biçimini tanımlamak için kullanılan terim. Dini otorite organlarının siyasi otorite organları yerine devlet idaresini elde tuttuğu devlet biçimidir.

[2] İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth of Nations), geçmişte Britanya İmparatorluğu’nun parçası olan devletlerin oluşturduğu uluslararası bir koalisyondur.

[3] http://www.ntv.com.tr/dunya/davosta-cinden-kuresellesme-uyarisi,hP1lKtQn0E2RfJzM6s3CTA    

   http://www.gazetevatan.com/cin-devlet-baskani-ndan-davos-ta-trump-a-ustu-kapali-mesaj-1029453-dunya/

[4] https://tr.sputniknews.com/ekonomi/201706091028823157-hindistan-pakistan-sio-tam-uye/

[5] https://english.aawsat.com/ibrahim-hamidi/interviews/ford-asharq-al-awsat-gave-syrians-false-hope

   https://tr.sputniknews.com/abd/201706201028960214-abd-suriye-kurtler-guvenmenin-bedelini-odeyecek/

[6] https://www.theatlantic.com/international/archive/2017/05/trump-turkey-erdogan-kurds-isis-syria-raqqa/525963/

[7] © Deutsche Welle Türkçe DW/AA, BS/ÇA

[8] http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-39512741

[9] http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40191041

[10] http://www.cnnturk.com/dunya/abdden-kuzey-irak-referandumu-degerlendirmesi

[11] https://tr.sputniknews.com/ortadogu/201705251028601030-abd-korgeneral-stewart-irak-kurt-bagimsizlik/

[12] https://tr.sputniknews.com/ortadogu/201706091028819108-bagdat-ikby-bagimsizlik-referandum-tepki/

[13] https://www.bloomberg.com/view/articles/2015-06-04/israelis-and-saudis-reveal-secret-talks-to-thwart-iran

[14] https://english.aawsat.com/ibrahim-hamidi/interviews/ford-asharq-al-awsat-gave-syrians-false-hope

[15] http://ankaenstitusu.com/abd-yeniden-korfezde-katar-krizi/Ersin DEDEKOCA;

     “Qatar diplomatic crisis: All the latest updates”, Al Jazeera News, 7.06.2017,   

     http://www.aljazeera.com/news/2017/06/qatar-diplomatic-crisis-latest-updates-170605105550769.html  

     (706.2017)

[16]  http://ankaenstitusu.com/abd-yeniden-korfezde-katar-krizi/Ersin DEDEKOCA;

      “Kingdom of Saudi Arabia severs diplomatic and consular relations with Qatar”, SPA,5.06.2017, sa.10:42,  

      www.spa.gov.sa/1637298 (7.06.20127); “Kingdom of Saudi Arabia severs diplomatic and consular relations

      with Qatar 2 Jeddah”,SPA,5.06.2017, sa.11:  www.spa.gov.sa/1637321 (6.06.2017)

[17]  http://ankaenstitusu.com/abd-yeniden-korfezde-katar-krizi/Ersin DEDEKOCA;

      https://www.theatlantic.com/international/archive/2017/06/trump-qatar-saudi-arabia-terrorism-

      corker/529479/ (7.06.2017)

[18] http://ankaenstitusu.com/abd-yeniden-korfezde-katar-krizi/Ersin DEDEKOCA; “Qatar hosts largest US

    military base in Mideast”,CNN,6.06.2017;)

[19] http://www.haberturk.com/dunya/haber/1540368-korfez-ulkelerinden-katar-a-13-maddelik-talep-listesi-ve-

    10-gun-sure

[20] http://www.ntv.com.tr/dunya/suudi-arabistan-katara-sundugumuz-kosullar-muzakare-edilemez,ZD-

     WFvmF7kCFv2uys34vKA