Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, diziler üzerinden önemli bir konuyu gündeme getirdi. Dizilerde ya da filmlerde yer alan marka isimlerinin buzlanma olarak tabir edilen yöntemle kapatılması…

Bakan Zeybekçi, diziler ve filmler aracılığıyla kaçırılan bir tanıtım fırsatına dikkat çekerek, bu uygulamada başka bir metot bulunması gerektiğini belirtti. Gerçekten de öyle.. Aslında kendi içinde çelişkili bir durum. Firmalara tanıtım yapsınlar, markalarını dünyaya duyursunlar diye, milyonlarca TL teşvik vereceksiniz, ama onların ön plana çıkmasına da engel olacaksınız.

Bakan bunun sebebini anlayamadığını dile getiriyor, ama aslında yanıtı çok basit. RTÜK’in uçan kuştan para almaya çalışan tavrı nedeniyle, yayıncı kuruluşlar da bunu bir önlem olarak uyguluyor. Yoksa halkın yönlendirilmesi, etkilenmesi gibi düzenlemedeki gerekçelerin hepsi çöp. Olay, tamamen duygusal.

Türkiye’nin üretimlerini tanıtması ve markalaşması adına bakış açısını değiştirmesi gerekiyor. Atatürk, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Karadeniz Vapuru’nun Avrupa’nın limanlarını dolaşıp, üretimlerin ve yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin tanıtımını da yaparken bunu amaçlamadı mı?

Mesela sağa sola saçma atar gibi elimizdeki kurşunları atacağımıza neden farklı dersler çalışmıyoruz? Lakin şunu unutmamak gerekir, dünyada hiçbir tanıtım ‘bak mal, bunu al’ diye yapılmaz. Mutlaka bir teması, öyküsü ya da mesajı olması gerekir.

Örneğin Türk ihraç ürünlerinin tanıtımına neden Karadeniz Vapuru mantığıyla başlamıyoruz. Ortada kalan bir Savarona gerçeği var, daha önce defaten yazdım. TOBB, TİM ya da Ekonomi Bakanlığı bu yata sahip çıkıp, dünya turuna çıkarmanın projesini hazırlasa ve tema olarak da ‘Atatürk’ün gemisi Türk ürünleriyle geliyor’ vurgusunu kullansa, inanın katıldığımız fuarlardan çok daha etkili sonuç alırız.

Yine Bakan Zeybekçi’nin de atıfta bulunduğu gibi dizi, sinema sektörünü kullansak, Amerika’yı yeniden keşfetmeden, hem ülkenin imajını düzeltip, hem de gözbebeği ürünlerimizin sadece satılmasını değil, bu yolla marka gücünü arttırarak değerine, mümkünse değerinin üzerinde dünyada alıcı bulmasını sağlasak fena mı olur?

Ben sporcuların, sanatçıların, milli takımların ya da ulus adına uluslararası turnuvalarda mücadele eden emektarların o yüzden onurlandırılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü onların başarılarıyla ortaya koyduğu ülke imajını, parayla satın alamazsınız.

Örnek mi? Son olarak Türkiye Aşçılar ve Şefler Federasyonu (TAŞFED) Milli Takımı, Cake International 2017 Yarışması’nda büyük başarılar elde etti. Türk damak tadını, yaratıcılıkla bezeyerek madalyalar kazandılar.

Yarışmadan 8 altın, 9 gümüş, bir bronz madalya ve 2 liyakat nişanı olan merit alarak dönüyorlar. (Eser İden 2 altın; Erdal Elveren bir altın, bir gümüş, bir bronz; Metin Taşçı bir altın, bir gümüş; Yasemin Özdemir bir altın, bir gümüş; Ayça Gürler bir altın bir merit; Zeynep Ada Ulusoy bir altın; Tuba Geçkil bir altın; Siracettin Çiçek 2 gümüş; Mariya Öztürk 2 gümüş; Nadejda Sitnitsa bir gümüş; Sevgim Altıok bir gümüş, bir merit ve Huriye Yetiş bir merit) Kaç kişinin haberi var?

Oysa sağdan soldan turist çekeceğim diye kendini yırtan Türkiye’nin bu başarıyı bütün dünyaya duyuruyor olması gerekmez miydi? İşin özü, sonuç almak meseleye nasıl baktığınızla ilgili.

Tanıtım, markalaşma ya da ülke reklamı sadece parayla yapılmaz. Sizin önce elinizdeki değerlerin kıymetini bilip, onları öyküleştirerek öne çıkarma eğiliminde olmanız lazım. Dünyanın en büyük buluşunu yapabilirsiniz. Ama onu doğru anlatmıyorsanız, sadece başkalarına fırsat verirsiniz.

Ben Bakan Zeybekçi’nin diziler üzerinden yaptığı bu çıkışı fırsat bilip, ülke genelinde tanıtım gerçeğimizi masaya yatırmak taraftarıyım. Konu yetkililerimizi ilgilendirmiyorsa bilemem.