Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

ÖZERKLİK, ULUSAL-ÜNİTER-MERKEZİ DEVLETİ ÇÖKERTİR

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

Tarihsel bir dönemece sürüklenen Türkiye Cumhuriyeti, içinde bulunduğu en kritik aşamada, Güneydoğu sorunu üzerinden bir özerklik tartışmasına sahne olmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu sonrası dönemde, kuzey Mezopotamya’da gündeme getirilen bağımsız Kürdistan devletinin önünü açabilmek üzere, başta bölücü terör örgütü olmak üzere bütün bölücü ve federasyoncu kesimler ağız birliği ile bir özerklik şarkısı söylemeye başlamışlardır. Bir oldubitti yaratarak yeni bir ulus devletin önünü açabilmek üzere Türk kamuoyuna bu söylemi kabul ettirmeye yönelmişlerdir. Bu kavramın ne anlama geldiği,  siyasal literatürde ne gibi bir yere sahip olduğu,  dünya ülkelerinde nasıl ele alındığı,  diğer devletlerin bu konuda nasıl açılımlar yaptığı doğru dürüst ortaya konulmadan, Türk kamuoyunun bölücü terör örgütünün söylemi doğrultusunda teslim alınmaya çalışılmasına alet olmayacak kadar büyük bir siyasal birikime sahip bulunan Türkiye Cumhuriyeti,  bu topraklarda bin yılı aşkın bir süredir devam etmekte olan Türk hegemonyasının ve devletlerinin getirmiş olduğu birikimden yararlanarak, konunun kamuoyundan gizlenmeye çalışılan yönlerini de ele alarak tartışacak ve Türk halkının büyük katılımı ile ülkenin geleceği için bir karar verecektir. O zaman önce özerlik kavramının ne anlama geldiği ve ne gibi boyutlara sahip olduğunun açıklığa kavuşturulması gerekmekte ve bu konuda siyasal manipülasyonlar doğrultusunda yaratılmak istenen kafa karışıklığı ve her türlü spekülasyonun önlenmesi gerekmektedir.

Özerklik; kavram olarak öz kökünden gelmekte ve bir benlik ile kendi olma halinin çekirdek durumunu açıklamaktadır. Özü ile hareket etmek demek, işin esasını dikkate almak ve öze öncelik vermek anlamına gelmektedir. Öz kavramından türetilen özerklik ise öze dayalı ve özü esas alan bir durumu ifade etmekte ve batı dillerinde kendi başına bağımsız hareket etme durumunu belirten otonomi sözcüğü ile tanımlanmaktadır. Eski Türkçe de bu durumu ifade etmek için kullanılan muhtariyet kavramı da bir anlamda durumun açıklığa kavuşturulmasında yardımcı olmakta ve bir bağımsızlık durumunu dile getirmektedir. Muhtar olmak kendi başına serbestçe hareket etmek ve karar alarak yetkili davranma anlamına geldiği için, Türk idare yapılanmasının en küçük birimi olan köylerde birimi temsil eden yönetici kişiye muhtar adı verilmiştir. Muhtariyet ve otonomi sözlük açısından aynı anlama gelirken, Türk dil devrimi sonrasında yabancı kökenli kavramlar yerine öz Türkçe karşılıklar bulunurken otonominin karşılığı olarak özerklik sözcüğü öz kavramından hareket edilerek, Türk dilinin yeni bir sözcük olarak kullanılmaya başlanmıştır. Köylerde muhtarın en küçük yerel idari birimin gereksinmelerini karşılama ve bu doğrultuda kamu hizmetlerini yürütme işi nasıl muhtarlık kavramı ile tanımlanıyorsa, muhtariyete sahip olan köylerde devletin çatısı altında günlük işlerin köy ve beldenin gereksinmeleri doğrultusunda yürütülmesinde, kamu yönetiminin tepeden tabana yönelen emir komuta zincirinin dışına çıkma durumu yerel özellikler dikkate alınarak sadece işlerin yürütülmesiyle ilgili olarak tanınmıştır. Muhtar üzerinden köylere tanınmış olan muhtariyetin aslında batılı anlamda otonomi kavramı doğrultusunda bürokrasinin dışında kalan bir hareket serbestîsini ifade ettiğini bu aşamada dikkate almak gerekmektedir.

Eski Türkçe muhtariyetin, Türkçe dil devrimi sonrasında özerklik kavramı ile ifade edilmeye başlanmasından sonra özerlik kavramının daha fazla kullanılmaya başladığı ve kamu yönetimi içerisinde bir serbest hareket etme alanını temsil etmeye yöneldiği anlaşılmaktadır. Normal koşullarda, bir anayasal sistem içerisindeki devlet örgütlenmesinde, her türlü örgütsel ilişki ya da kamu kurumları arasındaki çalışmalarda,  idari vesayet sistemi çerçevesinde bir alt üst ilişkisinin genel bir geçerliliğe sahip bulunmaktadır. Son dönemlerde batı merkezli ülkelerden kaynaklanan tutum değişikliği doğrultusunda, bazı kamu kurumlarında da özerklik statüsünün devreye sokulduğu görülmektedir. Bu nedenle,  bir kamu kuruluşunun devletin merkezi iktidarının ya da yönetiminin müdahalelerine uğramadan, kendi işlerini yönetebilmesini sağlayan yetki ve kurumlar ile donatılmış olma durumu özerklik olarak ifade edilmeye başlanmıştır. Kamu kurumlarının daha üst bir makama bağlı olmadan hareket edebilme statüsü, özerklik olarak tanımlanırken, kendi kaynakları ile ayakta kalan ve kendi işlerini yürütebilen kurumların mali özerkliği bulunduğu da öne sürülmüştür. Özerklik idari olduğu kadar mali ya da hukuki boyutlara sahip olmakta ve belirli bir serbestlik alanının ya da durumunu ifade ederken kullanılmaktadır. Bu durumda,  kendi kendini hiç bir üst ya da yabancı kurumun müdahalesi olmadan yönetebilen bir kamu kurumunun ya da bölgenin veya ülkenin bulunduğu statüye hukuken özerklik tanımı getirilmektedir. Özerk bir statüye sahip olan kurumlar, bölgeler ya da ülkeler tamamen kendi inisiyatifleri doğrultusunda hareket edebilmekte ve hiçbir dış müdahale olmadan kendi geleceklerini belirleyerek, gerekirse hiçbir kişi ya da makama sormadan kendi kendilerini yönetebilme hakkı ve yetkisine sahip olabilmektedirler. Özerklik durumu,  eskilerin deyimi ile tam bir muhtariyeti ifade etmekte ve gerekirse,  kendi başına hareket ederek kendi geleceğini tam bağımsız bir çizgide belirleyebilme yeteneğini de içermektedir. Özerklik statüleri mutlak anlamda tam bağımsız olabileceği gibi,  içinde bulunulan durumlara göre değişen farklı yapılarda sınırlı ya da daraltılmış bir hareket alanının da temsil edebilmektedir. Tam anlamıyla özerklik olabileceği gibi yarım ya da kısıtlı özerklik hali durumları da hukuk belgeleriyle bir statü olarak belirlenebilir.

Yasalar ya da antlaşmalar aracılığı ile ortaya çıkarılmış olan özerk yapıların nasıl yönetileceği ya da hangi alanlarda hareket serbestîsine sahip olacağı, ülkeden ülkeye değiştiği gibi var olan durumlara göre de farklılık göstermektedir. Bu nedenle, kesin hatlarıyla belirlenmiş bir özerklik durumu ya da statüsü, daha şimdiye kadar dünya devletleri ya da uluslararası kuruluşlar arasında gündeme gelmemiştir. Bu nedenle dünyanın çeşitli ülkelerinde devletlerin ülke koşullarına örgütlenmesi sırasında gerekli olan hareket serbestliğinin sağlanabilmesi doğrultusunda özerklik statüleri ya kamu kurumları açısından devlet bürokrasisi içerisinde,  ya da ülke yönetimi açısından memleketin belirli alanlarının özel yetkiler ile ya da farklı hukuki statülerde donatılmaları çerçevesinde özerklik uygulamaları görülmektedir. Daha çok güçlü ve büyük devletlerin çatısı altında gündeme gelen özerklik uygulamaları ya devlet bürokrasisinin ağır işlemesine karşı bazı kamu kurumlarını daha aktif hale getirmek için, ya da merkezi devlete bağlı olan büyük toprakların geniş ülke potansiyeli içerisinde daha farklı boyutlarda bir yönetime yönlendirilmeleri doğrultusunda yeni uygulamaları denemek için ya da tamamen dış müdahaleler doğrultusunda ülke topraklarının geleceğe dönük bir doğrultuda yeni devletlerin oluşturulması amacıyla bölünebilmesini önceden sağlayacak elverişli bir ortamda yeni bir yapılanmaya gidilmesi doğrultusunda özerklik uygulamalarının gündeme getirildiği anlaşılmaktadır. Devlet merkezlerinin güç durumuna göre ülkeden ülkeye değişen bu gibi durumlar için, kesin bir belirleme yapabilmenin son derece zor olduğu bir dönüşüm döneminde özerklik durumları ya da statüleri ile kesin bir belirleme yapabilmenin son derece zor olduğu açıktır. Bu nedenle hiç kimse ya da kesimin kendi çıkarları doğrultusunda geliştirdiği yeni siyasal yapılanma projelerini kamuoyuna saf özerklik projeleri olarak sunma hakkı bulunmadığı gibi, her özerklik isteği ya da yaklaşımının çok farklı ve konjonktürel nedenlere dayalı olduğu da dikkate alınmak durumundadır. Özerklik adına proje geliştiren ya da açılım yapmak isteyen siyasal merkezlerin, son derece kaypak ve değişken bir kavrama dayalı olarak kamuoyunu belirleyemeyeceklerini de bilmeleri gerekmektedir.

Günümüzün tartışmaları doğrultusunda özerklik kavramı,  ya idari reform yapımı sırasında kamu yönetiminin bazı kesimlerini merkezi idarenin yönetimi dışında bırakabilmek için ya da büyük ve geniş ülkelere sahip olan devlet yapılanmalarını küresel emperyalizmin istekleri doğrultusunda küçültebilmek için belirli bölgeleri merkezi yönetimin kontrolü dışına çıkarabilmek amacıyla gündeme getirilmektedir. Bölücü çevreler, çeyrek yüzyılı aşan bir zaman dilimi içerisinde Kuzey Irak üzerinden hareket ederek, Türkiye’nin güneydoğusunu da içine alacak düzeyde bir Büyük Kürdistan projesini hayata geçirebilmek palanını devrede tutmaktadırlar. Bu palan doğrultusunda; küresel emperyalizmin işbirlikçileri ile el ele vererek ve bu coğrafyada oluşturulmak istenen Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail projelerinin taşeronlarının desteğini de alarak, Türkiye Cumhuriyeti ulus devletine zorla bir özerklik projesini dayatmaya çalışmaktadırlar. Sanki ezilen halk kitlelerinin masum isteğiymiş gibi kamuoyuna lanse edilen bu tür özerklik taleplerinin,  doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyetinin bölünmesi projesinin yeni bir adımıdır. Osmanlı İmparatorluğunu yok eden Balkanizasyon projesinin özerklik görünümü altında Türkiye Cumhuriyetinin tasfiyesinde de kullanılmak istendiği ve Anadolu üzerinden Anadolu ve Orta Doğu ülkelerine getirilmek için çalışıldığı her geçen gün daha fazla ortaya çıkmaktadır. Türk kamuoyu hala masum özerklik masallarıyla uyutulmağa çalışılmakta, daha ileri bir demokrasiye geçiş için özerkliğin ön koşul olduğu, Türk ulusuna zorla benimsetilmeye çalışılmaktadır. Güneydoğu üzerinden gündeme getirilen özerklik taleplerinin, Türkiye’nin bütün bölgeleri için geçerli olacağı, aslında Misakı Milli sınırlarının anlamını yitirdiği ve bu nedenle Lozan Antlaşmasının geride kaldığı, yerine Sevr haritasının daha demokratik doğrultuda geçerli kılınması gerektiği, destekleyici düşünceler olarak kamuoyuna yansıtılmaktadır. Bu doğrultuda; bölücü, işbirlikçi ve mandacı çevrelerin sürekli olarak özerklik şarkıları söyledikleri görülmektedir. Türkiye Cumhuriyetinin geçmişten gelen bin yıllık devlet geleneğini ve birikimini görmekten aciz kalan bu art niyetli kesimlerin, gizli projelerini örtbas etmek için özerklik türkülerini söylemeye devam etmeleri, bütün çabalara rağmen etkili olamamış ve istedikleri gibi Misakı Milli sınırları içerisindeki üniter devlet yapısını parçalayamamışlardır.

Dünyanın merkezi alanına hükmetmek isteyen Amerikan emperyalizmi, Büyük Orta Doğu projesi görünümünde eski Osmanlı ülkelerini tamamen paramparça etmeye yönelirken,  iki bin yıllık bir rüyanın sonucunda kurulmuş olan İsrail devleti de bölgede tutunabilmek için, Büyük İsrail projesi ile bölge devletlerini tıpkı Amerikan eyaletleri gibi küçülterek,  Kudüs merkezli Siyonist imparatorluğa bağlayabilmenin çabası içine girmiştir. Osmanlı alanı bütünüyle hedef alınırken,  Osmanlı devletinin merkezi topraklarında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti baş hedef olarak seçilmiştir. Ne var ki,  soğuk savaş dönemi sırasında geliştirilmiş olan müttefiklik ilişkileri doğrultusunda Türkiye içeriden örtülü işgal metotları ile ele geçirildiği için demokrasi görünümlü siyasal senaryolar ile bölgesel hegemonya ve federasyon projeleri Türkiye’ye savaş dışı yollarla zorla benimsetilmeye çalışılmaktadır. Irak, Suriye, Libya ve İran gibi batı sisteminin dışındaki ülkelere açık saldırı ve işgal yöntemleri ile bölücü senaryolar getirilmeye çalışılırken Türkiye’de demokrasi açıkça bölücü ve dağıtıcı senaryolar için uygulama alanına dönüştürülmektedir. Bu durumda özerklik isteklerinin doğrudan Türkiye Cumhuriyetinin ulusal ve üniter yapısına ters düştüğü ve özerkli üzerinden eyaletler oluşturmak ve sonraki aşamada bölgesel bir federasyona yönelmek isteyen bölücü,  işbirlikçi ve mandacı çevrelerin özerklik talepleri ile federasyon kapısını açmaya çaba gösterdikleri artık inkâr edilemeyecek bir doğrultuda belli olmuştur. Eyaletler üzerinden federasyona yönelmek isteyenler son zamanlarda bir araya gelerek yeni bir anayasa üzerinden özerklik yapılanmasını ve bölgesel otonom yönetim statüsünün tanınmasını amaçladıkları görülmektedir. Türk devletinin ulusal ve üniter modeline açıkça aykırı düşen bu tür talepler,  Erzurum ve Sivas Kongreleri sırasında Anadolu halkının Misakı Milli sınırları içerisinde birlikte ve beraberce ortak bir siyasal düzen içerisinde yaşamak konusunda almış oldukları kararlara da ters düşmektedir. Devletin kurucu iradesini temsil eden Erzurum ve Sivas Kongresi kararlarına doğrudan ters düşen özerklik taleplerinin ve eyalet oluşturma projelerinin, Türk devletini var eden ulusal kamu hukuku açısından kabul edilmesi hiçbir biçimde mümkün değildir. Kendi devlet projeleri uğruna; Türkiye Cumhuriyeti Devletini ortadan kaldırmak isteyenler ya da ulusal ve üniter devlet yapılanmasına karşı alt kimliklere dayalı etnik eyaletler oluşturarak, çok uluslu bir federasyon peşinde koşanlar, Türkiye Cumhuriyeti devletini var eden Erzurum ve Sivas Kongreleri benzeri milli kongreler toplamadan ve Anadolu halkının, özerklik istenen bölgelerinde oturan kesimlerinin halk oylamaları ile onayları alınmadan hiçbir kişi ya da makam Türk devletinin Kuva-yi Milliye’den ve kurucu milli iradeden gelen devlet modelini bozma hakkına sahip değildir.

Türkiye Cumhuriyetini yok edecek kadar tehlikeli özerklik isteklerinin masumiyet görünümünün en büyük dayanağı olan Avrupa Birliği sürecinin ortaya koymuş olduğu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartının bütünüyle masaya yatırılarak, her maddesinin Türk Devletinin ulusal üniter ve merkezi modeli açısından ele alınarak tartışılmasında, ulusal yarar vardır. Bu tür tartışmalar yapılmadan ve özerklik ile ilgili her konu bütün açıklığı ile ve dünyadaki değişik uygulamalarıyla siyasal gündeme getirilmeden, var olan devlet modelinin değiştirilmesi Türkiye’nin yıkılmasına giden yolu açabilecektir. Avrupa Birliği süreci ve Türkiye’nin tam üye olma hayalleri bu doğrultuda Türkiye’de yeni bir Yugoslavya dağılma modelinin devreye sokulabilmesi için kullanılmış ama çeyrek yüzyıllık bir zaman diliminde sonuç alınamayınca,  terör destekli bölücü hareket Türk devletine dış destekler aracılığı ile özerklik statüsünün tanınması isteğini dayatmıştır. Avrupa Birliği üzerinden, Türkiye’ye özerklik statüsü dayatılırken,  Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı hukuki bir belge olarak öne çıkarılmakta ve böylece bölücü özerklik projesine masum ve meşru bir görünüm kazandırılmak istenmektedir. Orta Çağ döneminde olduğu gibi yeniden bütün Avrupa kıtasını beş yüz kent devletine dönüştürme projesinin yasal belgesi olarak hazırlanmış olan bu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartının ana hedefi kentler ile başkentler arasındaki bağları koparmak ve böylece,  başkent merkezli ulus devletleri ortadan kaldırarak,  kentleri geleceğin küçük devletleri olarak dönüştürmek gibi bir ütopik proje devreye sokulmak istenmektedir. Aydınlanma öncesinde ortaçağ dönemini kent devletleri ile geçiren Avrupa kıtasının, ulus devletleri geride bırakarak bütünleşebilmesi için Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı kabul edilmiş ve Avrupa Birliği üyesi olan bütün ulus devletlere birlik yönetimi ile küreselci güçler tarafından dayatılmıştır. Küresel sermaye kendisinin merkezinde yer alacağı bir evrensel imparatorluğu oluşturabilmek üzere ulus devletlere savaş açarken,  kentler üzerinden yerelleşme dönemini başlatmış ve bütün kentlerin içinde bulundukları ulus devletlerden bağımsız olarak dışa açılmaları sağlanmış ve böylece özerklik statüsü, başkentlerin by-pass edilmesinde açıkça kullanılmağa çalışılmıştır. Ulus devletler ayakta kaldıkça ve bunların başkentleri güçlü merkezi konumlarını korudukça, ulus devletlerarası rekabet ve çekişmenin önlenemeyeceğini, kıtasal birlik ya da bölgesel federasyonlara gidilemeyeceğini düşünen küreselci güçler, ulus devletler ile bütün ulusal yapıları devre dışı bırakabilmek için kentleri bir çıkış noktası olarak görmüşlerdir. Devletlerin merkezi yönetimlerinin tasfiyesi sırasında yerel yönetimler, yerelleşme ve kentleşme ya da kentsel dönüşüm adı altında yeni programları devreye sokarak geleceğin eyalet devletlerinin önünü açmaya ve daha sonra da, bu eyaletlerin bölgesel federasyonlar çatısı altında birleştirileceği yeni bir yapılanma süreci ile küreselleşme sürecini tamamlamayı düşünmüşlerdir. Ulus devletlerin geride bırakılabilmesi ve ulus devletler döneminin bitirilmesi için, kentler üzerinden küçük bölgelerin özerkliği istenmiş ve böylece eyalet devletçiklerin oluşturulması ile ulus devletlerden federasyonlara geçişin sağlanabileceği düşünülmüştür. Avrupa’nın ulus devletleri bu küresel zorlamaya karşı, tıpkı Kopenhag Kriterlerinde olduğu gibi, yerel yönetimler özerklik şartını görünüşte imzalamışlar ama kendi parlamentolarından geçirerek yasal bir statü tanımadıkları için, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı başta Avrupa Birliği üyesi olan ulus devletler tarafından uygulamaya geçirilmemiştir. Avrupalılar kendi uygulamadıkları bir antlaşmayı, Yugoslavya gibi bir dağılma modelini Türkiye’de hayata geçirebilmek için güneydoğu üzerinden Türk devletine zorla dayatarak açıkça çifte standart uygulamışlardır. Emperyalizme hevesli ve alışkan olan Avrupa Devletlerinin,  ABD ve İsrail ile bir araya gelerek Türkiye’ye güneydoğu üzerinden yerel yönetimler özerklik şartını dayatmaları tam bir samimiyetsizlik ve kötü niyet örneği olarak, emperyalizmin ve Siyonizm’in kara tarihindeki yerini almıştır. Kendileri için düşünmedikleri özerklik yolu ile dağılma projesini Türkiye gibi kendilerinden saymadıkları ülkelere baskı ile uygulatmaya çalışmaları emperyalizmin devam ettiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı incelendiğinde; yirmi civarında maddeden oluştuğu, 15 Ekim 1985 tarihinde imzaya açıldığı, Türkiye Cumhuriyetinin ise Avrupa Birliğine uyum paketleri çerçevesinde bu şartnameyi 21 Kasım 1988 tarihinde imzaladığı görülmektedir. Avrupa Konseyi üyesi olan devletlerin imzaladığı bu anlaşmanın önsözünde yerel makamların demokratik rejimlerin temeli olduğu belirtilmiştir. Vatandaşların kamu işlerine katılmalarının hedeflendiğinin belirtildiği bu anlaşmanın girişinde katılma hakkının en üst düzeyde ancak yerel düzeyde mümkün olabileceği belirtilmiştir. Ayrıca ademi merkeziyetçi bir Avrupa’nın yaratılmasının hedeflendiği belirtilerek, kamu yönetiminde yetki kullanımında ve sorumlulukların yerine getirilmesi sırasında yerel otoritelere öncelik verileceği belirtilmiştir. Özerk yerel yönetimlerin var olan devletler tarafından tanınmalarının anayasa yolu ile olacağı ve bu doğrultuda yeni anayasal yapılanmalara gidileceği açıkça belirtilmiştir. Özerk yerel yönetimlere kamu işlerinin önemli bir bölümünün aktarılması gerektiği, yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda hareket edebilecekleri bir yeni yapılanmanın kurulması gerektiği açıkça maddelerde belirtilerek, merkezi yönetime bir alternatif olarak yerel yönetimlerin bir anlamda yerel devletlere dönüştürüleceği ortaya konulmuştur. Yerel yönetimlerin kendini yönetme hakkının serbest seçimler yolu ile oluşturulacak meclisler aracılığı ile kullanılacağı ve bir anlamda yerel yönetim meclislerinin merkezi parlamentoların yerine alarak yerel yasama organı gibi çalışabilecekleri gene maddelerde dile getirilmiştir. Vatandaşların yönetime doğrudan katılımlarının sağlanabilmesi için yerel meclislere öncelik tanınası ilke olarak kabul edilmiştir. Yerel yönetimlerin temel yetki ve sorumluluklarının anayasa ve yasalar ile belirlenmesi ve yerel yönetimlere belirle alanlarda yetkilerin aktarılmasıyla beraber özerklik alanının genişletilmesi de gene prensip olarak antlaşma hükümleri içinde yer almıştır. Yerel yönetimlere ayrıca yasal boşluk durumlarında da takdir hakkı tanınarak otonom hareket etme hakkı resmen tanınmıştır. Yerel yönetimlere tanınan yetkilerin kullanılması sırasında diğer kamu makamları ya da otoritelerinin karışma, müdahale ya da denetim gibi haklarının bulunmadığı açıkça belirtilerek yerel yönetimlerin özerkliği daha da mutlaklaştırılmak istenmiştir. Hiçbir biçimde yerel yönetimlere tanınmış olan yetkilerin sınırlanamayacağı ya da kullanılmasının önlenemeyeceği gene bir güvence şartı olarak bu antlaşmada yer almıştır. Tanınmış olan yetkilerin yerel koşullara uygun olarak kullanılması konusunda yerel yönetimlere takdir hakkı ayrıca verilmiştir. Merkezi yönetimin karar alma ve planlama yapma alanlarında yetki kullanması durumunda gene yerel yönetimlere öncelik anınmış yerel yönetimlerin görüş ve önerileri alınmadan planlama yapılamayacağı ifade edilmiştir. Yerel yönetimlerin sınırlarının o bölgedeki halka danışılmadan sınırlarının değiştirilemeyeceği gene ayrı bir madde olarak özerklik şartında yer almıştır.

Yerel yönetimlerin kendi iç örgütlenmesini serbestçe yapabilmesi, yerel gereksinmeler doğrultusunda örgütlenmelere gitmesi gene ayrı maddeler ile güvence altına alınmıştır.  Yerel yönetimlerin en üst düzeyde örgütlenebilmesi için gerekli olan yetenekli ve başarılı personelin istihdam etme olanakları resmen tanınmış ve böylece;  devletin genel personel rejimi dışında bir yapılanma yerel devletleşme olgusuna tanınmıştır. Yerel yönetimlerin gerekli gördüğü işleri ve projeleri yürütebilmesi için gerekli olan maddi kaynaklara sahip olabileceği gene bu antlaşma hükümleri doğrultusunda tanınmıştır. Anayasal çerçeve dışında ve yasal olmayan durumlarda yerel yönetimlerin baskı ya da denetim altına alınamayacakları şartnamede yer almıştır. Yerel yönetimlerin idari denetimleri gene ayrı bir madde ile denetimin amacı dışına çıkamayacağı biçiminde formüle edilerek,  yerel yönetimin özerk yapısı korunmaya çalışılmıştır. İdari yönden yerel yönetimlere kendilerine benzer durumda olan diğer yerel yönetimler ile bir araya gelme ve üst birlikler ya da bölgesel birlikler oluşturma hakkı ve yetkisi gene bu şartname ile tanınarak, yerel yönetimlerin zaman içerisinde bölgesel eyalet devletlerine dönüşebilmesinin önü açık tutulmak istenmiştir. Her yerel yönetimin gücünü aşan projelerde kendi bölgesindeki komşu diğer yerel yönetimler ile işbirliği yapabileceği dile getirilmiş ve böylece yerel yönetimlerin gücünün yetmediği noktada yeniden merkezi yönetime yönelmesinin önü kesilmeye çalışılmıştır. Ayrıca yerel yönetimlere başka ülkelerin yerel yönetimleriyle ilişki kurma hakkı tanınarak,  uluslararası hukuk açısından yerel yönetimlerin yerel devletler olarak hareket edebilmelerinin de önü açık tutulmaya çalışılmıştır. Böylece kentlerin ve özerk yerel yönetimlerin başkentleri aşarak ulus devletin sınırları dışına çıkması ve bunların yerel devletler konumunda dışa açılmalarıyla ulus devletleri aşındırabilmelerine de açıkça destek verilmiştir. Uluslararası birliklere üye olma ve bu tür projelere katılma hakkının yerel yönetimlere tanınması geleceğin eyalet ve kent devletleri oluşumunun önünü açmakta ve ulus devletlerin dağılmasına giden yolu açarak bunların tıpkı Yugoslavya örneğinde olduğu gibi zaman içerisinde dağılmalarını kolaylaştırmaktadır. Uluslararası kuruluşlar ile serbestçe ilişki kuracak yerel yönetimlerin özerkliği bu nedenle bir anlamda ulus devletlerin bağımsızlığı gibi otonom ve tam anlamıyla özerk bir yapılanmanın önünü açmaktadır.

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartının, ulus devletler açısından en tehlikeli bölümü; yerel yönetimlere mali özerklik tanıyan ilgili maddesidir. Bu madde, yerel yönetimlere tıpkı devletler gibi serbestçe kullanabilecekleri yeterli mali kaynaklar sağlanmasını amir bir hüküm olarak gündeme getirmektedir. Yerel yönetimlere mali kaynak yaratılabilmesi için bunlara tıpkı merkezi ulus devletlerde olduğu gibi yerel vergi ve harç koyma yetkisi verilmekte, yerel yönetimlere sağlanacak yerel kaynakların gereksinmeler doğrultusunda kullanılabilmesi için esneklik tanınmaktadır. Zayıf kalan yerel yönetimlerin korunması ve gereksinmelerinin karşılanabilmesi açısından esnek uygulamalar yolu ile ek kaynaklar yaratılabileceği gene ilgili mali özerklik maddesinde dile getirilmiştir. Merkezi yönetimin mali tahsislerde yerel yönetimlerin isteklerine öncelik tanıyacağı da ayrı bir hüküm ile ifade edilmiştir. Yerel makamlara sınırsız hibe ve tahsislerin yapılabileceği, bunların herhangi bir koşula bağlanmayacağı, sermaye piyasasına yerel yönetimlerin girerek kendi bölgelerine sermaye yatırımlarının aktarılabilmesi için çalışmalarının mümkün olacağı da gene mali özerklik ile ilgili maddede açıkça ifade edilmiştir. Özerk yerel yönetimlerin kendilerini koruma hakkı olduğu ve bu doğrultuda yargı yolu ile her türlü dava yoluna giderek çıkarlarını koruyabileceği yasal koruma ile ilgili ayrı bir maddede belirtilmiştir. Antlaşmanın son hükümlerinde bu şartnamenin yürütülmesi ile ilgili olarak Avrupa Konseyi genel sekreterliğinin yetkili olduğu, taraf olan devletlerin isteklerini bu makama iletebilecekleri, antlaşmanın yürütülmesiyle ilgili olarak gene bu makamın yetkili olduğu belirtilmiştir. Ayrıca üye devletleri tehdit eden bu antlaşma hükümlerine karşılık taraf olan devletlerin antlaşmanın geçerli olacağı bölge ve toprak alanlarını belirleme yetkisi bir tampon mekanizma olarak tanınmıştır. Bütün antlaşmalarda olduğu gibi, şartnameye taraf olan devletlere bu antlaşmadan çekilme hakkı da tanınmıştır. Özellikle Türkiye gibi Avrupa Birliğine üye olamayan ülkeler açısından,  Avrupa Birliği Özerklik Şartının bağlayıcılığı ciddi bir tartışma konusudur. Bir hukuk devleti olarak Türkiye Cumhuriyetinin eşit üye olarak içene alınmadığı Avrupa Birliği sürecinde bu birliğin kıtasal oluşum antlaşması olarak yerel yönetimler özerklik şartının Türkiye açısından geçerli olmadığı öne sürülebilecektir. Avrupa kıtasının birliği için yapılan bir uluslararası antlaşmaya Türkiye’nin birlik dışında bırakılmış bir ülke olarak bağlı kalması hukuken sakınca yaratmakta ve Türk devletinin kurucu iradeden gelen, merkezi-ulusal-üniter devlet modelini tehdit etmektedir.

Özerklik statüsü ve uygulamaları açısından en yasal belge olarak ortaya konan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartının açıkça ulusal-üniter-merkezi devlet yapılarının ortadan kaldırılmasını hedeflediği şimdiye kadarki uygulamalardan anlaşıldığına göre; Avrupa Birliği dışında bırakılan Türkiye Cumhuriyeti açısından bağlayıcılığı kalmamıştır. Türk Devleti isterse söz konusu antlaşmanın ilgili son hükümlerinden yararlanarak bu özerklik şartına taraf olma konumundan vazgeçebilir. Kuzey Irak bölgesindeki kukla devlet benzeri bir yapılanmayı Türkiye’nin güneydoğusunda gündeme getirerek, Türkiye Cumhuriyetini yeniden Sevr Antlaşmasına mahkûm etmek isteyen emperyal ve işbirlikçi bölücü çevrelerin, özerklik görünümlü eyalet devleti oluşturma planlarına Türk devletinin olumlu bakması mümkün değildir. Her devlet gibi Türkiye Cumhuriyeti devleti de ulusal-üniter-merkezi devlet modelini esas alarak kendi yapısını koruyacaktır. Bu nedenle, Avrupa devletlerinin göstermelik olarak imzaladıkları ama sıra kendilerine geldiği zaman kesinlikle uygulamadıkları Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartının uygulamaya geçirilmesini, dost ve müttefik görünümlü düşmanların Türkiye’den beklemeleri gerçeklere ters düşmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, Yugoslavya gibi sonradan oluşturulan bir federasyon değil, bin yıllık imparatorluk devlet yapılanmasından gelen merkezi-ulusal-üniter bir devlet yapılanmasına dayanan güçlü bir devlettir. Avrupa Birliği hayalleri ve eşit ve ortak üyelik vaatleriyle bir yerlere gidilemeyeceği yarım yüzyılı geçen bir zaman dilimi içinde artık iyice belli olmuştur. Türkiye üzerinde baskı kuran emperyalist güçler de,  Atatürk’ün çağdaş ulus devletini bölmek isteyen bölücüler de artık bu gerçeği görerek merkezi bir ulusal ve üniter devlet olan Türkiye Cumhuriyetinin etrafında kenetlenmeleri gerekmektedir. Yarım yüzyıldır yıkamadıkları bu devletin merkezi coğrafyadaki en önemli güç merkezi olduğu artık iyice ortaya çıkmıştır. Kimse bu gerçeği görmezden gelerek kendini aldatmasın ve Türk devletinin de Yugoslavya benzeri özerklik masalları ile uyutularak tasfiye edileceği umutlarına kapılmasın. Dünya devlerine karşı verilen bir ulusal kurtuluş savaşı ile ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti gerekirse Türk halkının vereceği yeni bir ulusal kurtuluş mücadelesi ile yoluna devam edebilecektir. Özerklik kavramının bölünme, parçalanma ve dağılma anlamına geldiği artık kesinleşmiştir. Bu durumda, Türkiye’nin ulus devletten eyalet devletçiklerine kaydırma projesi olan özerklik oyununa gelmeyeceği açıktır. Özerklik olmaz ama toplumsal gereksinmeler doğrultusunda,  yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve bazı alanlarda yetkilerinin genişletilmesi, ulusal-üniter-merkezi yapıyı bozmayacak düzeyde yeni yasal düzenlemeler yolu ile sağlanabilir. Yerel yönetimlerin farklı bir statüde anayasada yer alması da ulusal-üniter-merkezi yapının korunabilmesi açısından sakıncalar yaratabilir. Bu nedenle, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve ihtiyaç duyulan bazı alanlarda yetkilerinin genişletilmesi yasal düzenlemeler çerçevesinde yapılmalıdır. Özerklik olmayacak ama yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması yolu ile güçlendirilmesi ülkenin gereksinmeleri doğrultusunda sağlanacaktır. Bu nedenle mandacı, işbirlikçi ve bölücüler korosunun özerklik şarkılarına artık bir son vermeleri gerekmektedir.