Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Soğuk savaşın sona ermesinden sonra dünyanın içine girmiş olduğu küreselleşme sürecinde, yeryüzü haritasında yer alan bütün bölgelerin konumu değişmiş ve ortaya çıkan yeni dünya tablosuna göre her bölge eskisinden çok farklı bir jeopolitik konuma sahip olmuşlardır. Tarih ve coğrafya bilimlerinin ortaya koyduğu gerçekler, her bölgenin konumunun ve tanımının yapılmasında yardımcı olurken, Türkiye’nin yanı başında yer alan Balkan bölgesinin bugünü ve geleceğini belirlerken gene bu bilimsel verilerden hareket ederek Balkan bölgesinin küreselleşme süreci içerisindeki yeri belirlenebilecektir. Özellikle son yirmi yılda ortaya çıkan olaylar ve siyasal gelişmeler doğrultusunda dünya haritasına bakıldığı zaman, dünyanın geleceğinin belirlenmesinde kilit bölgelerden birisinin Balkan bölgesi olacağı görülmektedir. Birinci ve ikinci dünya savaşı süreçlerinde yaşanan olaylarda Balkanlar nasıl öne çıkmış ve belirleyici olaylara ev sahipliği yapmışsa, gene benzeri bir konumun içine girilmiş olan üçüncü dünya savaşı öncesi dönemde de gündeme geldiği görülmektedir. Özellikle son yıllarda birbiri ardı sıra yaşanan olaylar, içine girilmiş olan belirsizlik ortamının giderilmesinde ve geleceğe dönük olarak yeni bir dünya düzeninin oluşturulmasında, gene Balkan bölgesinin eskisi gibi belirleyici olacak merkezlerden birisi olarak öne çıktığını ortaya koymaktadır. Dünyada gündeme gelen siyasal gelişmeler yeryüzü haritasında yer alan bütün ülkeleri yakından etkilerken, bazı kilit bölgelerdeki yeni oluşumların etkisiyle biçim kazanırlar ve yeni bir düzene sahip olurlar. Balkanlar küçük bir bölge olmasına rağmen, bu doğrultuda yeryüzündeki gelişmeleri ve yeni oluşumları yakından etkileyecek kadar önemli bir jeopolitiğe sahip bulunmaktadır.

İlk kez yabancılar tarafından Rodop dağları bölgesi için onbeşinci yüzyılda kullanılan Balkan kavramı daha sonraki dönemlerde bütün güney doğu Avrupa bölgesi için kullanılmağa başlanmış ve bu bölgenin Avrupa kıtasının dışındaki adı olmuştur. Avrupa kıtasının doğu bölgesinde yer alan bu geniş yarımada biçimindeki bölge, sahip olduğu Balkan adı ile hem Avrupa’nın dışında kalan bir yeri ortaya çıkarmış, hem de Avrupa kıtasının güneydoğu bölgesini temsil etmiştir (1). Türkçe dilinde bu bölgenin adı olarak gene aynı terim kullanılmış ve yabancıların bu dağlık bölgeye verdikleri isim olan Balkanlar Türkler açısından da bölgenin adı olarak kullanılmıştır. Etimolojik olarak bu kavram ele alındığında iki ayrı Türkçe sözcüğün birleşmesiyle yeni bir kavramın ortaya çıktığı görülmektedir. Türkçe’de çok kullanılan bal ve kan sözcüklerinin bir araya gelmesiyle oluşmuş gibi görünen Balkan kavramı belirli bir bölgenin adını temsil etmek üzere ortaya çıkarken, sahip olduğu tarihsel geçmişe bakıldığında hem kan dolu savaş ve çatışma dönemlerini hem de bal ile ifade edilecek düzeyde barış içinde güzel ve tatlı günleri beraberce ifade etmektedir. Balkan tarihi genel olarak ele alındığında sürekli çatışma ve kan dolu savaş dönemleri öne çıkmakta, ama bu bölgeye belirli bir güç egemen olduğunda da bu otoritenin sağlamış olduğu yeni düzen çatısı altında balın tadı ile açıklanabilecek doğrultuda güzel ve barış dolu yıllar ve dönemler birbiri ardı sıra bu bölgede yaşanmaktadır. Türkçe dilinin getirdiği kavramlar açısından bölgenin adı ele alındığında hem kan dolu günler hem de bölgede yaşayan halkların barış içinde geçirdiği dostluk ve kardeşlik dolu yıllar, birbiri ardı sıra birbirini izlemektedir. Bu açıdan Balkan bölgesi Türkler için hem savaşın hem de barışın beraberce yer aldığı, bazen birinin bazen da diğerinin öne çıktığı son derece hareketli bir bölgedir. Bu bölgeye Türkiye’den ya da Türkler açısından bakıldığında hem kan dolu hem de bal dolu dönemleri birlikte düşünmek gerekmektedir.

Küreselleşme dönemi sonrasında, ABD merkezli bakış açısı içinde Balkanların, güneydoğu Avrupa bölgesi olarak tanımlanması öne geçmiştir. Dünya devleti olma iddiasındaki Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın iki yüzü aşkın noktasında askeri üs bulundururken, yeryüzü haritasını kendisine göre yeniden çizmeğe çalışmakta ve oluşturduğu güvenlik bölgelerine de kendi yaklaşımı doğrultusunda adlandırma yapmaktadır. Avrupalıların Balkanlar diyerek bir açıdan kendilerinin dışında kalan bir bölgeyi adlandırdıkları yaklaşımın tamamen tersi bir doğrultuda Amerikalılar bu bölgeye güneydoğu Avrupa diyerek Balkanları Avrupa kıtasının içinde ve bu kıtanın bir parçası olarak tanımlamağa çalıştıkları anlaşılmaktadır. Avrupalıların coğrafi yaklaşımının ötesinde Amerikalıların güvenlik yaklaşımı çerçevesinde Balkanların güneydoğu Avrupa bölgesine dönüştürüldüğü görülmektedir. Avrupalılar açısından arada kalmış bir bölge olarak Balkanlar Avrupa’nın dışında ve yanı başında bir bölge olarak tanımlanırken, Amerikalılar dünya haritasına genel olarak baktıklarında bu arada kalmış bölgenin Avrupa’nın bir parçası olduğunu görerek bu durumu öne çıkarmaya çalışmışlar ve geleceğin dünyasında bu bölgeye karşı tarihten gelen Avrupa merkezli bakış açısını bir yana bırakarak Amerika merkezli bakış açısı ile yeni bir güneydoğu Avrupa bölgesi ortaya çıkarmaya çalışmışlardır. Özellikle fiilen Amerikan ordusu ya da kapitalist sistemin küresel jandarması olarak hareket eden NATO gibi güvenlik örgütünün bu bölgeye yerleşmesinden sonra Balkanlar kavramının yerine zaman içerisinde güneydoğu Avrupa tanımının kullanılmağa başlandığı göze çarpmaktadır. Balkanları arada kalmış sıkışık bir bölge olmaktan çıkararak, güvenlik merkezli yeni bir yapılanmanın içine alan bu farklı yaklaşım sayesinde, ABD bölge ülkelerinin NATO’ya üye olması ve bu bölgede yeni Nato üslerinin kurulmasıyla beraber, ABD kendi deyimiyle güneydoğu Avrupa bölgesine gelerek yerleşmiştir. Böylece iki kıta arasına sıkışmış eski bir kenar ya da yan bölge olan Balkanlar yeni dönemde, ABD ve NATO üzerinden merkezi bir bölge olma konumuna doğru yönlendirilmiştir. Doğu Avrupa ülkelerinin sosyalist sistemin tasfiyesinden sonra Avrupa Birliğine girmeden önce hemen NATO üyesi yapılması ve ABD’nin NATO üzerinden bu ülkelere gelerek yerleşmesi, Avrupa’nın kenar bölgesi Balkanlar‘ı ABD ve NATO gücüne dayalı bir biçimde iki kıta arasında güvenlik merkezi konumuna getirmiştir.

ABD’nin NATO üzerinden bölgeye gelerek yerleşmesi sırasında eski Yugoslavya’nın merkezi ülkesi olan Sırbistan’a yönelik bir saldırı hareketi düzenlenmiş ve kısa süren çatışmalardan sonra ABD Kosova bölgesini Sırbistan’ın elinden alarak bu bölgeye yerleşmiştir. Amerikalıların yeryüzündeki en büyük askeri üslerinden birisi bu ülkede kurulurken, Kosova nüfusunun yüzde doksanı Arnavut asıllı olmasına rağmen, bu bölgenin Arnavutluk ile birleşmesine izin verilmemiş ve Balkan bölgesinin en merkezi topraklarında yer alan bu ülke, Küreselleşme döneminde ABD merkezli yeni Balkan yapılanmasının öne çıktığı yer olmuştur. Yüzyılların Balkan geçmişinde ayrı devletler olarak ortaya çıkan küçük Balkan ülkelerini kendisi için güvenli görmeyen ABD emperyalizmi, Kosova gibi yeni bir ülke yaratarak, buraya yerleşmeyi kendisi açısından daha güvenli görmüş ve muhtemel bir üçüncü dünya savaşının tıpkı birinci ve ikinci dünya savaşının çıktığı gibi bu bölgede çıkması tehlikesine karşı Kosova’ya yerleşmeyi uygun görmüştür. ABD saldırı Kosova’yı Sırbistan’ın elinden kurtarırken, Kosovalılar Amerikan bayraklarıyla bağımsızlıklarını kutlamışlar, bir anlamda Sırbistan’ın işgalinden kurtulurken, küreselleşme döneminde Amerikan işgalinin ev sahibi konumuna düşürülmüşlerdir. Balkan bölgesi kenardan merkeze doğru kayarken, küresel emperyalizmin ana gücünün bölgeye askeri amaçlı yerleşiminin hedefi konumuna gelmiştir. Daha önceleri hiçbir zaman bağımsız devlet olmamış Kosova Arnavutluk’un bir parçasıyken, Sırbistan tarafından işgal edilmiş, Sırpların egemen olduğu Yugoslavya’nın çöküşü sonrasında da yeni bir Amerikan işgalinin altında kalmıştır. Kosova’nın ayrı bir devlet olması güvenlik düşünceleriyle gündeme getirilirken, uluslar arası hukuk çiğnenmiş ve Birleşmiş milletler sistemi çerçevesinde ülkelerin toprak bütünlüğüne dokunulmazlık ilkesi, bizzat kapitalist emperyalizmin jandarmalığına soyunan Amerikalılar tarafından çiğnenmiştir. ABD Sırp işgalinden kurtardığı Kosova’yı fiilen işgal etmiş ama bu durumu dünya kamuoyuna Kosova’nın bağımsız devlet olması gibi yansıtmağa çalışmıştır. (2)

İngiltere merkezli modern dünya düzeni kurulurken, İngilizler doğu bölgelerini uzak, orta ve yakın olmak üzere üçe ayırmışlar ve Balkanlar’a yakın doğu adını vermişlerdir. Avrupalıların Balkanlar dediği doğu Avrupa’ nın güneyine İngilizler yakın doğu demişler ve böylece Avrupa kıtasının doğu bölgesini İngiltere merkezli dünya yapılanmasında doğunun bir parçası olarak göstermişlerdir. Yakın doğu olarak bu bölge adlandırıldığı zaman merkezi coğrafyanın büyük devleti olan Osmanlı İmparatorluğu Balkanlara egemen durumda idi. Osmanlı çöküşü sonrasında İngilizler, merkezi coğrafyadaki siyasal boşluğu doldurmak üzere bir bölgesel federasyon düşündüklerinde eski Osmanlı hinterlandı için Yakın Doğu Konfederasyonu adı altında yeni bir bölgesel federasyon yapılanmasını kendi kontrolleri altında örgütlemeğe çalışmışlardır. İngiltere üzerinden merkezi coğrafyaya bakarken, Orta Doğu bölgesini de Balkanlar üzerinden ele almak üzere bir Yakın Doğu Konfederasyonu yapılanması düşünülmüştür. İngilizler, Balkan bölgesini merkezi coğrafyanın kendilerine en yakın bölgesi olarak gördükleri için, tıpkı Amerikalılar gibi bu bölgeyi Avrupa kıtasından farklı bir bakış açısı ile ele alarak değerlendirmişlerdir. Balkanlara İngilizlerin verdiği isim olan Yakın Doğu kavramı, Osmanlı imparatorluğu sonrası dönemde merkezi coğrafyada oluşturulacak yeni konfederasyon için uygun görülürken, bir anlamda İstanbul’un gene eskisi gibi başkent olacağı Balkan merkezli batıya yakın bir bölgesel yapılanma düşünülüyordu. İngiltere, bir dünya imparatorluğu olarak, merkezi coğrafyadaki Osmanlı hinterlandını ele geçirirken, Balkan merkezli bir yaklaşımı yakın doğu kavramı üzerinden geliştiriyor, Balkanlar üzerinden Anadolu, Kafkasya ve Orta Doğu ülkelerine giden yolu ele geçirmek ve denetimi altına almak istiyordu. Bir doğu Atlantik ülkesi olan İngiltere’nin bu yaklaşımı, daha sonraki aşamada bir batı Atlantik ülkesi olan Amerika Birleşik Devletleri için de yol gösterici oluyordu. Önce Balkanlara egemen olmak ve Balkanlar üzerinden merkezi coğrafyaya girerek Orta Doğu’da egemenliği elde etmek bir İngiliz politikası olduğu kadar sonraki aşamada bir Amerikan yaklaşımı olarak da bölgeye empoze ediliyordu. (3)

Dünya tarihi içinde Balkanlar’ın yeri belirlenmeğe çalışılırsa, bir sınır bölgesi ya da kaynaşma alanı olarak tanımlamak daha doğru olacaktır. Balkanlar, güneydoğu Avrupa ülkesi olduğu kadar, bir anlamda Asya’dan Avrupa’ya geçiş kapısıdır. Dünya tarihinde görülen doğudan batıya doğru göçlerin hep merkezi coğrafya üzerinden gerçekleştiği ve bu doğrultuda Kafkasya, Anadolu ve Balkanlar’ın bir kavimler kapısı konumunda olduğu, bu nedenle bu üç bölgenin toplum yapısının çok farklı etnik topluluklardan oluştuğu görülmektedir. İnsanlık tarihinin doğu bölgelerinde başlaması ve zaman içerisinde doğudan batıya doğru göçlerin Kafkasya-Balkanlar hattı üzerinden yapılması yüzünden hem Balkanlar hem de Kafkasya bir kavimler kapısı konumuyla kaynaşma noktası olarak öne çıkmaktadır. Balkanlar, tarih bilimi çerçevesinde yaşanan büyük savaşlar ve kanlı çatışmalar nedeniyle ürkütücü geçmişiyle belirli bir bakış açısıyla ele alınamaz görünmekte, sınır konumu nedeniyle de tarihçiler açısından farklı yaklaşımlar çerçevesinde kesin bir tanımla açıklanamaz görünümdedir. İki kıta arasındaki sınır bölgesinde bir geçiş kapısı ya da kaynaşma potası konumu ile Balkanlar her zaman için çokluluğun ve karışıklığın simgesi olmuş bir yapılanmaya sahip bulunmaktadır. (4) Eski dönemlerde insanlık tarihinin geçtiği merkezi alan içinde yer alan Balkan bölgesi hem büyük uygarlıklara ev sahipliği yapmış hem de çatıştığı bir alan olarak sürekli bir savaş ya da çekişme merkezi konumunu sürdürmüştür. Çoklu yapı Balkanları zamanla heterojen bir görünüme kavuşturmuş ve hiçbir zaman bu bölgede homojen bir devlet yapılanması ortaya çıkamamıştır. Kavimlerin gelip geçtiği bu Avrupa’nın giriş kapısı her göç döneminde yeni topluluklar kazanmış ve heterojenlik zaman içerisinde daha da gelişmiştir. Bu nedenle, gruplar arası çekişme ve çatışmalar bu bölgede sürekli olarak kanlı olayları devam ettirmiş, bölgede kalıcı bir devlet homojen yapılanma ile kurulamazken, heterojen yapılanmadan yararlanan bazı büyük devletler, imparatorluklar halinde bu bölgeye gelerek Balkan bölgesini sınırları içerisine dahil etmişlerdir. Roma, Osmanlı, Avusturya-Macaristan ve Sovyet gibi büyük imparatorluklar kuruldukları merkezi alanın dışına taşarken, Balkanları ya sınır bölgesi olarak egemenlik alanları içine almışlar ya da bu bölgeyi kendilerine bağımlı alt yönetimler üzerinden denetim altına alarak sınır bölgesi üzerinden güvenliklerini sağlamlaştırmağa çaba göstermişlerdir. Bölgeyi fetheden uygarlıklar ya da büyük imparatorluklar kendi tarihleri ile beraber Balkan tarihinin biçimlenmesinde etkili olurlarken, aynı zamanda bu bölgede geleceğe dönük bazı kalıcı özelliklerin de yerleşmesine neden olmuşlardır. Bugün Romanya’da Roma İmparatorluğunun, Bosna’da ya da Kosova’da Osmanlı İmparatorluğunun, Yunanistan’da Bizans imparatorluğunun, Sırbistan’da ise Sovyet sisteminin kalıcı etkilerini görmek mümkündür. Bu yönü ile Balkanlar için birçok malzemenin birlikte yer aldığı bir çorba görünümüne sahiptir denebilir.

Dünya siyasi literatürüne çoklu yapısı ile Balkanizasyon diye bir kavramı kazandıran Balkan bölgesi olmuştur. Balkan bölgesi dünya haritasında sahip olduğu merkezi konumu ile tarihin her döneminde öne çıkarak çeşitli çekişmelerin alanı haline gelirken, gene her dönemde birbirini izleyen göç hareketlerinin giriş kapısı ya da sınır bölgesi konumuna sürüklenirken, zaman içerisinde birçok küçük topluluğun birlikte yaşadığı bir bölge olmuştur. Merkezi gücü fazla olan büyük imparatorlukların sınırları içerisinde yer aldığı zaman barış içerisinde yaşayan Balkanlar, devletlerin ya da imparatorlukların zayıflama ve çözülme aşamalarında ilk karışan yer olmuştur. Bu bölgede tarihsel süreç içerisinde  göçler yolu ile gelerek bir arada komşuluk ilişkileri içerisinde yaşamak zorunda kalan etnik topluluklar, merkezi gücün zayıflamasıyla hemen  kendi devletlerini kurmak üzere harekete geçmişler ve etraflarındaki diğer etnik toplulukları kendi devletlerinin sınırları içerisinde bir araya getirebilmek üzere silahlı çatışmalara yönelmişlerdir. Rakip büyük devletler bu durumu tarihsel birikim doğrultusunda iyi bildikleri için, Balkan bölgesini kontrolü altına alabilen büyük devletleri yıpratma ve yıkma girişimleri doğrultusunda Balkan uluslarını birbirlerine karşı kışkırttıkları gözlemlenmiştir. Roma, Bizans, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan imparatorluklarının yıkılma ve dağılma aşamasına geldikleri noktada Balkan toplumlarının birbirleriyle savaş içine girdikleri görülebilmektedir. Bu nedenle büyük devletlerin ya da imparatorlukların dağılma süreci içinde, alt etnik grupların birbirleriyle çatışma noktasına gelmesine ve bu etnik çatışmalar üzerinden büyük devlet yapılarının ortadan kalkmasına dünya siyaset literatüründe Balkanizasyon adı verilmiştir. Büyük devletler ya da imparatorluklar açısından hiç de hoş karşılanmayacak bölünme ve dağılma süreçlerinin adının Balkanizasyon olarak konulması, Balkan bölgesinin çok uluslu ve heterojen bir toplumlar bütününe sahip olmasıyla sürekli çatışma eğilimlerinin öne çıkması ve bu çatışmalar sonrasında da Balkan bölgesini elinde tutan büyük gücün dağılması nedeniyledir. Balkanizasyon önce etnik gruplar arasında iç çatışmalar ile başlar, daha sonra farklı ulusal toplumlar arasında karşılıklı savaşa dönüşür, savaş sonrasında imparatorluklar ortadan kalkar ve küçük topluluklar kendi ulus devletlerini kurma ya da ilan etme şansına sahip olurlar. Bugün beş yüz bin kişilik bir nüfusa sahip bir küçük devlet olarak ortaya çıkan Karadağ bile bağımsızlığını kazanarak, Yugoslavya federasyonunun ortadan kalkmasına neden olmuştur. Balkanizasyon süreci, büyük etnik grupları ayrı devlet sahibi yaparken, küçük etnik toplulukları da Karadağ örneğinde olduğu gibi hiç de hak etmediği halde dışarıda bırakarak ayrı bir ulus devlet halinde öne çıkmasına neden olmaktadır. Çeşitli imparatorlukların sınırları içerisinde bir eyalet ya da bölge olarak yer alan bu küçük ülkenin bağımsız devlet olmasının ana nedeni büyük yapıların dağılmasıdır.

Balkan tarihi yakından incelendiğinde, bu bölgeye egemen olan bütün büyük güçlerin zayıflama sürecinde Balkan bölgesinden başlayan bir Balkanizasyon olgusuyla önce zayıflamağa başladıkları daha sonra da çözülmek ve dağılmaktan kurtulamadıkları görülmektedir. Osmanlı İmparatorluğunun Balkanlar üzerinden başlayan Balkanizasyon olgusu ile dağılmak zorunda kaldığı bütün tarih kitaplarının yazdığı bir gerçektir. Osmanlı devletinin Anadolu’da kurulduktan sonra İstanbul’u fethetmesiyle başlayan dönemde, Balkanlar’da beş yüz yıllık bir Türk hegemonyası barış getirmiştir. Roma ve Bizans sonrasında sürekli çatışmalara ve kanlı savaşlara sahne olan bu bölge beş asırlık Osmanlı gücü ile barış ortamına girmiş ve kanlı dönemlere son verilmiştir. Batı Avrupa’da ortaya çıkan batı bloku denizler üzerinden dünyaya egemen olurken, merkezi coğrafyaya girememiş ve Osmanlı hakimiyeti altında Balkan ulusları beş yüz yıl barış içinde yaşama şansını elde edebilmişlerdir. Batı bütün dünyaya emperyalist bir çizgide saldırırken, kıtalar üzerinde hegemonyasını tamamladıktan sonra Orta Doğu’ya yönelmiş ve bu arada yakın doğu denilen Balkanlardaki küçük etnik grupları kendi ulus devletçiklerini kurmaları doğrultusunda yönlendirmeğe çalışmıştır. İngiltere Yunanistan’ı, Fransa Arnavutluğu, Rusya ise Sırbistan ve Bulgaristan’ı, Osmanlı devletinden koparak kendi ulus devletlerini kurmaları doğrultusunda kışkırtınca zamanla zayıflamış olan Osmanlı devleti bu uluslaşma ve bağımsızlık girişimlerine karşı çıkamamış ve bu nedenle ilk Balkan savaşı yirminci yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. Birinci savaş ile kendi küçük ulus devletçiklerini kuran Balkan toplulukları daha sonraki aşamada daha da büyüyerek komşularını kendi sınırları içine almak istedikleri aşamada ikinci Balkan savaşı çıkmış ve birinci savaş sırasında kurulmuş olan yeni küçük devletler büyüyebilmek üzere birbirlerine savaş açmışlardır. Balkanların çok yönlü etnik kimliği, durmaksızın savaş ve etnik çatışma tahrik ederken Balkanizasyon süreci tamamlanmış ve Osmanlı İmparatorluğunun bütün Balkan topraklarında büyümek için sürekli birbiriyle çatışan küçük Balkan devletçikleri ortaya çıkmıştır. Dünya tarihine Balkanizasyon süreci olarak geçen bu oluşum, aynı zamanda çok uluslu bir imparatorluk olan Osmanlı imparatorluğunun yıkılışını da beraberinde getirmiştir. Yirminci yüzyıla girerken, birinci kuşak Balkanizasyon olgusu ile Osmanlı İmparatorluğu ortadan kaldırılmıştır.

Osmanlı devleti sonrasında Balkanlar’da ortaya çıkan küçük devletçikler sürekli olarak birbirleriyle çatışma içinde olduklarından, bu bölgede küçük devletleri bir büyük çatının altında toplayabilmesi için güney Slavları birliği görünümünde bir Yugoslavya Federasyonu kurulmuştur. Birinci dünya savaşı sonrasında gündeme gelen Yugoslavya Federasyonu oluşumu ile Osmanlı ve Avusturya imparatorlukları sonrasında ortaya çıkan çok devletli yapılanma bir bölgesel federasyonun çatısı altında toparlanmağa ve böylece bir bölge barışı tesis edilmeğe çalışılmıştır. Sovyet devrimi sonrasında Rusya merkezli olarak kurulan Sovyetler Birliği bütün Balkan ülkelerini içine almak üzere bir büyük federasyona yönelirken Avrupa ülkeleri bu duruma karşı çıkmış ve Balkan ülkelerinin Sovyetler Birliği çatısı altında yer alması önlenerek, bu büyük birlik ile batı Avrupa arasında Yugoslavya Federasyonu bir tampon devlet olarak gündeme getirilmiştir. Birinci kuşak Balkanizasyon sonrasında ortaya çıkan küçük devletçikler böylesine bir büyük çatı altında bir araya getirilmişler ama Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra bu birlik de dağılmak zorunda kalmıştır. Sovyetler Birliğinin dayanmış olduğu sosyalist ideolojik birliğin bir benzeri daha hafifletilmiş bir model olarak Balkan bölgesinde Yugoslavya federasyonu modeli ile uygulanmağa çalışılmış ama soğuk savaş bitince bu tampon devlet de ortadan kalkmak durumunda kalmıştır. Sosyalist ideolojinin getirmiş olduğu dayanışma ortamının kalkmasından yararlanmak isteyen Sırplar, Bosna’da Müslümanlara karşı kanlı katliamlara kalkışınca, Yugoslavya Federasyonu kendiliğinden dağılmış ve yedi eyaletten meydana gelen bu birlik ikinci kuşak Balkanizasyon süreci ile haritadan silinmiştir. Milli devletler dönemi imparatorlukları ortadan kaldırırken birinci dönem Balkanizasyonu Osmanlı devleti yaşayarak tarih sahnesinden çekilmek zorunda kalmıştı. Şimdi bu sürecin devam bir doğrultuda ikinci kuşak Balkanizasyon Yugoslavya Federasyonunun ortadan kalkmasıyla gündeme gelmiştir. Osmanlı sonrasında Balkan devletçikleri Yugoslavya Federasyonu gibi bir bölgesel büyük federe devlet çatısı altında bir araya gelirlerken, şimdi ikinci Balkanizasyon dalgası ile gene eskisi gibi küçük devletçiklere dönüşünce, bu kez bölgeye soğuk savaş sonrasının egemen eğilimi olarak Avrupa Birliğinin girmeğe başladığı görülmüştür. Bir yandan dağılma yaşanırken, diğer yandan gene eski dönemlerde olduğu gibi başka bir yandan toparlanma girişimi olarak Avrupa Birliğinin doğu ve güneydoğu Avrupa kıtasına doğru yöneldiği ve bu bölgede açıkta kalan küçük devletçikleri de kendi içine almak üzere harekete geçtiği gözlemlenmektedir.

Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Avrupa Birliği gündeme gelmiş, sosyalist sistem üzerinden Balkan coğrafyasına Osmanlı sonrasında egemen olmuş olan Rusya geri çekilirken, Almanya’nın önderliğinde Avrupa Birliğinin Balkanlara doğru yöneldiği görülmüştür. İki dünya savaşında Almanya ile karşı karşıya kalan Atlantik güçleri bu durumu kendi küresel hegemonyaları açısından siyasal bir tehdit olarak gördükleri için NATO Avrupa Birliğinden önce Balkan ülkelerini üye alarak bölgeye bir Atlantik gücü olarak yerleşmiş ve Amerikan hegemonyasını Avrupa hegemonyasına karşı buralara getirmiştir. Özellikle geleceğin dünyasında doğu ve batı çatışmasını dikkate alarak bu bölgeye askeri olarak yerleşen ABD, bir yandan Avrupa Birliğini destekler görünmüş ama diğer yandan da NATO ile bu birliğin önünü keserek, Avrupa ordusunun ayrı bir askeri güç olarak kurulmasını engellemiştir. Ordusu olmayan Avrupa Birliği bir anlamda ABD hegemonyasına karşı direnemezken, ABD Avrupa ülkelerini de yanına alarak Rusya ve Çin’in önderliğindeki doğu dünyasına Balkanlar’dan meydan okumak üzere bu bölgeye gelerek yerleşmiştir. Okyanus ötesinde merkezi coğrafyayı yönlendiremeyen Atlantik gücü çareyi Avrupa ve Asya’nın kesişme noktası olan Balkanlara gelerek yerleşmekte görmüş ve bu nedenle de Kosova bölgesini bağımsız devlet görünümünde elli birinci eyaletine dönüştürmüştür. İki kıta arasına okyanus ötesinden gelip yerleşerek bir büyük askeri örgütü batı emperyalist sisteminin çıkarları doğrultusunda Balkanlara taşıyan ABD görünümlü küresel emperyalizm, bölgeyi kendi planları doğrultusunda yeniden düzenlemeye çalışırken üçüncü kuşak bir Balkanizasyon girişimini de beraberinde getirmiştir. Sovyetler Birliği sonrasında Avrupa Birliği Balkanlar’a yönelirken, küresel emperyalizmin ana gücü olan ABD de bu bölgeye öncelikle girmeğe çalışmış ve bu doğrultuda NATO üzerinden bütün Balkan ülkeleri Atlantik hegemonyasının kontrolü altına alınmışlardır. Böylece Atlantik emperyalizminin iki büyük dünya savaşında sürekli olarak çatıştığı merkezi Avrupa gücü olan Alman devletinin öncülüğünde bir Balkan yapılanmasının önü kesilmiştir. Sahip olduğu büyük sanayi gücü ile kısa zamanda Avrupa Birliğinin patronu konumuna gelen Almanya’nın, Birinci dünya savaşı öncesinde gündeme getirmiş olduğu Ostpolitik’i doğuya açılma  doğrultusunda Almanya’nın bu kez Avrupa Birliği üzerinden gündeme getirmesine Amerikan emperyalizmi izin vermek istememiş ve bu yüzden Balkan devletçiklerini bütünüyle Avrupa Birliği üyeliği doğrultusunda Almanya’nın kontrolüne bırakmamak üzere Atlantik emperyalizmi NATO görünümünde Kosova’ya gelerek yerleşmiştir. Avrupa ordusunun oluşumu önlenerek, Atlantik gücünün denetimi altında bir batı bloku hegemonyası yeni dönemde küreselleşme görünümü altında geçerli kılınmak istenmiştir. İki dünya savaşından bu yana süren Avrupa Atlantik çekişmesi yeni dönemde devam ederken, Atlantik emperyalizmi iki kıtanın arasına gelip yerleşerek, Balkanları geleceğin dünyasında bir askeri merkeze çevirmiştir. Bu durum, sürekli bölge ülkelerinin çekişmesi nedeniyle çatışma bölgesi olan Balkanları, bu kez de küresel hegemonyanın dayatıldığı bir aşamada evrensel bir çatışma ya da yeni bir dünya savaşı riskinin güvenlik alanı konumuna getirmiştir.

Böylece küreselleşme süreci içinde Balkan bölgesi bir yönü ile Avrupa Birliği ile bütünleşme sürecine doğru ilerlerken, diğer yandan Atlantik hegemonyasının gelip yerleşerek tam anlamıyla bu bölgenin Avrupa Birliği ile bütünleşmesinin önünü kesmiştir. Avrupa Birliğinin bir siyasal süreç olarak yavaş işlemesi, birlik üyesi ülkeler arasında her zaman için farklı görüşlerin seslendirilmesi nedeniyle Balkanlar’a yönelen Avrupa politikalarında ciddi çelişkiler ortaya çıkmıştır. ABD gibi tek bir devlet disiplinine sahip olmayan Avrupa Birliği demokratik bir gelişim süreci içine girince, Balkan politikaları konusunda da tutarlı ve belirli bir tutum izleyememiş, üye devletlerin farklı yaklaşımları yüzünden Balkan politikalarında çelişkiler ile uğraşmak zorunda kalmıştır.(6) Avrupa Birliği bu tür çelişkiler ile zaman yitirirken, ABD, NATO’yu kendi kumandasındaki bir ordu haline getirerek, güvenlik gerekçeli politikalara öncelik vererek, Balkanlar’daki yeni yapılanma döneminde Avrupa Birliğinden daha etkili ve hızlı hareket edebilmiştir. Balkan ülkelerinde yaşayan toplulukların Katolik ya da Ortodoks olması bile birçok soruna yol açarken, Avrupa Birliği bu tür farklılıkları demokratik bir yoldan aşmağa çalışırken, ABD NATO üzerinden askeri güvenlik politikaları ile Balkanlar üzerinde çok daha etkin bir konuma gelebilmiştir. Vatikan etkisiyle Avrupa Birliği bir Hristiyan birliğine dönüşürken, Balkanların Müslüman halkları dışlanmış, Amerika Birleşik Devletleri de bu durumdan yararlanarak, Müslüman Kosova’yı ana yerleşim merkezi seçmiş ve bu bölgeden hareket ederek bütün Balkan Müslümanlarını NATO üyesi Türkiye üzerinden kendi kontrolü altına almağa çalışmıştır. Müslüman kimliği nedeniyle Avrupa Birliği dışında bırakılan Türkiye’nin bu konumundan yararlanmak isteyen ABD, Avrupa Birliğinin kıtanın doğu ve güneydoğu bölgesini denetimi altına almasını önlemeğe ve Almanya’nın doğuya yönelen yeni açılımının önünü kesmeğe çalışırken, Balkan Müslümanlarını Türkiye üzerinden kendi yanına çekebilmenin arayışı içine girmiştir. Almanya bütün Avrupa ülkelerini bir araya getirmeğe çalışırken, ABD kendi komutasındaki NATO örgütlenmesi üzerinden Balkan bölgesinin yeni patronu konumuna gelmiştir.

Osmanlı ve Sovyet İmparatorluklarının dağılması sonrasında Türkiye ve Rusya Balkanlar’daki etkilerini yitirince, Avrupa ve Atlantik merkezli oluşumlar dünyanın siyasal yapılanma açısından en kritik bölgesi olan Balkanları ele geçirmek için yarışa kalkışmışlardır. Demokrasinin beşiği olan Avrupa gene her zaman olduğu gibi demokratik bir hukuksal yapılanma içerisinde kıtanın güneydoğu bölgesi olan Balkanları da içine almağa çalışırken küresel hegemonya uğruna hiçbir zaman demokratik politikalara ya da yöntemlere öncelik vermeyen Atlantik emperyalizminin yeni temsilcisi olarak ABD güvenlik görünümlü bir askeri yapılanma ile küreselleşme sürecinde Balkanların tam ortasına gelerek yerleşmiştir. ABD bu merkezi bölgeye gelerek yerleşirken, birbiriyle çatışmalı durumdaki bazı Balkan toplumlarının yeniden gerginliğe sürüklenmelerini sağlayacak bazı gelişmeleri öne çıkarmış ve böylece hedef saptırarak, emperyal amaçlı bir doğrultuda Balkanların yeni efendisi konumuyla öne çıkmıştır. Osmanlı ve Sovyet imparatorlukları dağılırken iki ayrı kuşak Balkanizasyon süreci yaşayan Balkan bölgesinde, bu kez Atlantik imparatorluğu yerleşirken üçüncü kuşak bir Balkanizasyon yeni siyasal girişimler üzerinden gündeme getirilmiştir. ABD’nin Kosova’ya yerleşmesinde Sırp-Boşnak çatışmasının rolü olmuş, bu durumdan yararlanan ABD, Avrupa Birliğinin Balkanlar için barış üretemediği bir aşamada Dayton Antlaşmasını Amerika’da taraflara imzalatarak küresel barış adına devreye girmiş ve daha sonra da Hıristiyan Sırplar ile Müslüman Arnavutlar arasındaki çekişmeler körüklenerek, bir kurtarıcı görünümünde Kosova işgal edilerek ABD bayrakları ile Kosova’nın geri kalmış halkına bağımsızlık kutlamaları yaptırılmıştır. Sırplardan kurtulurken Amerikalıların kucağına oturan Kosovalı Arnavutlar bu aşamada, yanı başlarındaki Arnavutluk devleti ile bile bir araya gelememişlerdir. Bugün Makedonya, Kosova ve Arnavutluk gibi üç komşu Balkan ülkesinin sınırları içerisinde yaşayan on milyon Arnavut’un bir araya gelerek Büyük Arnavutluk devletini kurmalarını ABD önlemiş ve bu durumdan yararlanarak Kosova’yı deniz aşırı eyalet konumunda işgal ederek ele geçirmiştir. ABD’nin Kosova’ya yerleşmesinden sonra Balkanların Müslüman ülkelerinin Avrupa Birliği içinde yer almaları süreci uzatılmış ve bu durumda Avrupa Birliği de Vatikan destekli misyonerlik girişimlerinden yararlanarak, Balkan Müslümanlarının hızla Hıristiyanlaştırılmasına öncelik vermeğe yönelmiştir. Balkan Müslümanlarının Türkiye üzerinden ABD ve İsrail’in kontrolüne geçmesi karşısında Avrupa Birliğinin tepkisi de, Vatikan destekli Hıristiyanlaştırma operasyonu olmuştur.

Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği arasında Balkanları ele geçirme mücadelesi hızlanınca, tam bu aşamada Türkiye’de birde Yeni Osmanlıcılık akımı örgütlenmeğe çalışılmıştır. Vatikan ile din kavgası olan İsrail ile beraber, Avrupa Birliği ve Almanya ile hegemonya çekişmesi içinde olan Amerika Birleşik Devletleri’nin, eski Osmanlı birikimini Türkiye üzerinden kullanarak Balkan Müslümanlarını Avrupa Birliğine karşı çıkarmak istemesi nedeniyle, hem Türk devletinin hem de eski Osmanlı uzantısı olan Balkan Müslümanlarının böylesine bir emperyal çekişmede siyasal oyunlara alet edilmek üzere harekete geçirildikleri anlaşılmıştır. Vatikan’ın Balkanlardaki etkisini kırmak isteyen İsrail Osmanlı uzantısı Müslüman halkları Avrupa Birliğine karşı desteklerken, Amerika Birleşik Devletleri de Balkan Müslümanlarının tam ortasına gelip yerleşirken, Türkiye üzerinden bu bölgeye dönük bir Yeni Osmanlıcılığı kendine bağlı ABD lobilerini kullanarak örgütlemek istemiştir. Böylesine bir emperyal çekişme yüzünden Türkiye hiç de gündeminde olmayan bir biçimde Türkiye Cumhuriyeti laik devlet yapısı için çok büyük bir tehlike olan Yeni Osmanlıcılık cereyanının etkisi altında kalmıştır. ABD ve İsrail’in Avrupa Birliğine karşı geliştirmek istedikleri Balkan hegemonyası uğruna, Türkiye yarım yüzyıldır üye olmak için çaba sarf ettiği Avrupa Birliği ile karşı karşıya gelmiştir. Balkanlardaki Avrupa hegemonyasını önlemek isteyen ABD ve İsrail ikilisi, Yeni Osmanlıcılığı kamuoyunda pompalayarak Türkiye’yi Avrupa ülkeleriyle karşı karşıya getirmekten çekinmemişlerdir. Bu durumda, Avrupa Birliği eski Osmanlı döneminden kalma mirasın ortadan kaldırılmasına ve eritilmesine öncelik vermiştir. Avrupa Birliğinin üst yöneticilerinden birisi Avrupa’nın geleceği ile ilgili olarak yazmış olduğu kitabında, Balkanların zaman içerisinde tarihini tüketmesi gerektiğini, Balkan bölgesinin Avrupa Birliği ile tam olarak bütünleşebilmesi için Osmanlı mirasının ortadan kaldırılması gerektiğini açıkça yazabilmiştir. (7) ABD ve İsrail merkezli kaynaklar Balkan bölgesinde Avrupa Birliğinin önünü kesebilmek için Türkiye üzerinden Yeni Osmanlıcılığı öne çıkarırken, Avrupa Birliği de Türkiye Cumhuriyetinin Avrupa Birliğine tam üye olamayacağını resmen açıklamak durumunda kalmıştır. Türkiye içine giremeyeceği bir birlik uğuruna kendinden vazgeçmek noktasına sürüklenirken, ABD ve İsrail Balkanlar’da Yeni Osmanlı bayrağını Avrupa ülkeleri ve Almanya’ya karşı dalgalandırmaktadır. Küreselleşme sürecinde bu nedenle Türkiye ABD, Avrupa Birliği ve İsrail üçgeninin tam ortasında kalarak çelişkili bir döneme doğru sürüklenmiş ve hem iç hem de dış politikalarında büyük bocalamalar geçirmiştir.

Küreselleşme sürecinde Balkan bölgesi Avrupa Birliği, ABD ve İsrail üçgeninde tam anlamıyla bir yeni hegemonya mücadelesine doğru sürüklenirken, Türkiye müttefiki konumundaki üç ayrı merkeze karşı mesafeli olmak durumundadır. Müttefikler arasında hegemonya çekişmesine alet olmamak için, Türkiye Cumhuriyeti kendi milli dış politikaları doğrultusunda Balkanlara yönelik yeni ve tutarlı bir yaklaşım geliştirebilmelidir. Üyesi olamayacağı Avrupa Birliğine, ABD’nin küresel işgal ve savaş senaryolarına, İsrail’in dünya hakimiyeti hedefleyen siyonist politikalarına alet olmamak için Türk devleti, kurucu iradenin ortaya koyduğu tutarlı politik yaklaşımlar doğrultusunda yeni bir Balkan politikası ortaya koymak zorundadır. Küreselleşmenin nasıl bir süper emperyalizm olduğu kesinlik kazandığı için, Türk devleti bu tür küresel politikalara da alet olmadan Balkan ülkeleriyle ilişkilerini yeniden düşünmeli ve bölge barışına dönük yeni yaklaşımlar geliştirmelidir. Balkan ülkelerinin eski cumhurbaşkanlarının bir araya gelerek kurdukları Balkan Siyasi Kulübü gibi bölge barışını ve dayanışmasını güçlendirecek yeni girişimlerin, Türkiye’nin öncülüğünde gündeme getirilmesinde, dünya barışı açısından büyük yararlar olacaktır. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu büyük önder Atatürk’ün öncülüğünde ikinci dünya savaşı öncesinde gündeme getirilmiş olan Balkan Paktı benzeri bir bölgesel barış ve güvenlik örgütlenmesi Türkiye’nin öncülüğünde yeniden gündeme getirilebilir. Alman nazizimi ile İtalyan faşizmine karşı gündeme getirilmiş olan Balkan Paktının ikinci versiyonu bu kez, ABD saldırganlığı ve Alman ya da Avrupa emperyalizmine karşı yeniden örgütlenebilir. Balkan Cumhurbaşkanlarının işbirliği ile başlamış olan Balkan Siyasi Kulübünün kısa zamanda yeni bir Balkan paktına dönüşmesinde, eski cumhurbaşkanlarından meydana gelen bu siyasi oluşum öncülük yapabilir. Eski cumhurbaşkanları Balkan ülkelerini yeniden sürekli olarak bir araya getirecek adımları dünya barışı açısından atmalıdırlar. Devlet yönetimleri eski cumhurbaşkanlarının açtıkları yoldan giderlerse, kısa zamanda bölgeye yönelik emperyal girişimlere karşı bölge ülkelerinin dayanışmasıyla yeni bir Balkan paktı gerçekleşebilecektir. Küresel süreçte Balkanlar üzerindeki bütün siyasal oyunların sona ermesi için yeni bir Balkan Paktının oluşumu zorunlu görünmektedir.

KAYNAKÇA:

  1. Maria Todorova –Balkanları Tahayyül etmek, İletişim yayınları, İst 2003, s.87 vd
  2. Anıl Çeçen –ABD’nin elli birinci eyaleti Kosova, Ulus gazetesi, Temmuz 2010
  3. Anıl Çeçen-Küresel Blkanlar Projesi – 2023 Dergisi, sayı 63, I5 Temmuz 2006
  4. Andrew B.Wachtel-Dünya tarihinde Balkanlar, Doğan Kitap, İst 2009, s.I55
  5. Sacit Kutlu –Balkanlar ve Osmanlı Devleti, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2007, s.164 vd
  6. Başak Kale – AB’nin Balkan politikaları, çelişkiler içinde yanılsamalar, BALKAN DİPLOMASİSİ, Derleyen Ömer E.Lütem, Asam yayını Ankara 2001, s.293 vd .
  7. Olli Rehn – Avrupa’nın geleceği, İstanbul, 2010