Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Kıbrıs, tarih boyunca Orta Doğuya açılmak isteyen devletler için, vazgeçilmez stratejik ve ticari bir üs olarak görülmüştür. Kıbrıs, etrafını saran bölgelere “bölgesel ve stratejik güç” olma yolunda bir açılım sağlar.

Coğrafi konumu göz önüne alınarak, İskenderun Körfezi’ne doğru uzanan bir uçak gemisine benzetilen Ada, her dönem stratejik önem ve özelliğini korumuştur. Adayı elinde bulunduran güç, her zaman Türkiye’den Mısır’a, Lübnan’dan, İran’a kadar olan bölgeyi kontrol etmiştir.

Akdeniz’in üçüncü büyük adası olan Kıbrıs’ın en yakın komşusu Türkiye’dir. Kıbrıs, Güney Anadolu sahillerinden 70, Suriye’den 100, Mısır’dan 400, Yunanistan’dan ise 965 kilometre uzaklıktadır.

Kıtaların oluşumunda, Anadolu ile birleşik olan adanın Türkiye’nin İskenderun bölgesinden koptuğu uzmanlarca ifade edilmektedir. Tarihçiler, Kıbrıs’ın ilk halkının büyük bir ihtimalle Anadolu kıyılarından gelip Adaya yerleştiklerini dile getirmiştir.

Doğu Akdeniz’de stratejik konumu nedeniyle ada, bölge ve bölge dışı devletler arasında mücadele sebebi olmuştur. Sırasıyla; Fenikeliler, Hititler, Deniz Kavimleri, Asurlular, Mısırlılar, Persler, Büyük İskender, Ptolemeler, Romalılar, Bizanslılar, Katolik Krallar ve Venedikliler adayı egemenliği altına almışlardır.

1517 yılından itibaren Ada üzerinde Türk egemenliği hukuken kurulmuş, binlerce Türk aile adaya göç etmiş ve Kıbrıs bütün tarihi boyunca kesintisiz en uzun süre olan 361 yıl Türklerin hakimiyeti altında kalmıştır.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda yenilen Osmanlı İmparatorluğu, Adayı, 1878’de İngiltere’ye geçici olarak bırakmıştır. I. Dünya Savaşı başlangıcında İngiltere, Kıbrıs’ı tek taraflı olarak ilhak etmiştir. Türkiye, Ada üzerindeki İngiliz egemenliğini   Lozan Antlaşmasıyla tanımıştır. Bu tarihi gelişim içinde hiçbir zaman Yunanistan’ın olmayan Kıbrıs’la Yunanlıların ilgilenmesi, 1791’de ortaya atılan “megalo idea” (Büyük Ülkü) ile başlamıştır. Kilise tarafından desteklenen bu düşüncenin amacı; Türk Milleti’ni yaşadığı topraklardan atmak, “Büyük Yunanistan”ı kurmaktır.

“Türk Kurtuluş Savaşı” ile 1922’de Yunanlılar Anadolu’dan atılmasıyla ve “1974 Kıbrıs Barış Harekâtı” ile Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakının önlenmesiyle iki büyük yenilgiye uğrayan “Yunan megalo idea”sı ve emperyalist güçler, savaşla elde edemediği hedefleri masa başında kirli oyunlarla kazanmaya çalışmaktadır.

Türkiye, 1974 Kıbrıs Barış harekâtında mali yükümlülüğü ve ambargoları dahi göze aldığı halde asla Ada’da yaşayan Türk halkının güvenliğini ve egemenlik hakkını taviz ve pazarlık konusu etmemiştir. Bugün adada barışı ve adada yaşayan Türk toplumunun güvenliğini sağlamak amacıyla TSK’ni temsilen bulunan unsurların vazifesi, “Kıbrıs’ta güvenilir bir barış antlaşması sağlanana kadar, sorumluluğuna verilmiş olan bölgede, garantör devletlerden biri olan Türkiye’nin hak ve menfaatlerini, KKTC’nin varlığını ve toprak bütünlüğünü korumaktır”.

Kıbrıs, tarih boyunca birçok medeniyetin bir arada yaşadığı bir ada olmuştur. Kıbrıs, hiçbir dönemde bir milletin veya bir devletin, sadece kendi dininden veya ırkından olanlara yaşama hakkı tanıdığı bir ada olmamıştır. Bunun her denemesi, Ada’da büyük karışıklıklara yol açmıştır. Halen yürütülen “Kıbrıs Görüşmeleri”nin  “Annan Planı” ile hayata geçirilemeyen kaos ortamına ve Türklerin asimilasyonuna zemin hazırlamasına engel olunmalıdır.

Büyük önder Atatürk’ün ifade ettiği gibi Kıbrıs, stratejik olarak ve Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından çok büyük bir önem taşımaktadır. Adadaki Türk varlığının korunması, Türkiye açısından hayati öneme sahiptir. Kıbrıs kaybedilirse, Türkiye nefes alamaz hale gelecektir. Doğalgaz ve petrol boru hatlarının İskenderun körfezine kadar uzanması, bölgenin ve Kıbrıs’ın stratejik önemini bir kat daha artırmaktadır. Kıbrıs konusunda, bölgenin stratejik önemini yansıtan birçok jeopolitik hesabın yanı sıra Doğu Akdeniz’deki doğal gaz yataklarının küresel güçler tarafından kullanılması da etkili olacaktır.

Kıbrıs’ın üzerinde oynanmak istenen oyunlar, Türkiye ve Kıbrıs Türkleri tarafından asla kabul edilmemelidir. Bazen çözümsüzlüğün de bir çözüm olabileceği unutulmamalıdır. Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu, 1897 savaşından galip çıktığı halde barış masasında Girit’te uluslararası yönetimin temsilcisi sıfatıyla Yunan Prensinin hâkimiyetine izin vererek egemenlik haklarını kaybetmiş, Ada’da yaşayan Müslümanların katledilmesine neden olmuştur. Eğer Kıbrıs’ın kaderi de Girit’e benzerse, bu vebalin altından ne Kıbrıs ve ne de Türkiye kalkabilir.