Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

1 Eylül 1939’da Alman panzerleri Polonya’ya girerken Sovyet-Alman Saldırmazlık Anlaşması’nın imzası üzerinden tam bir hafta geçmişti. Ancak III. Reich’in 22 Haziran 1941 günü 4,5 milyon asker, yüzbinlerce tank ve motorlu araç ile Sovyetler Birliği’ne saldırısını bu anlaşma önleyememişti. Ya da I. Balkan Savaşı’nda, 13 Kasım 1912 günü Çatalca’ya kadar gelip Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentini neredeyse işgal edecek konumdaki Yunanistan, Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan ittifakı, Ege’den denize çıkma hayali ile yaşayan Bulgaristan’ın 29 Haziran 1913 günü kendi müttefiklerine aniden saldırmasını önleyememişti.

DÜNYA SİYASİ TARİHİ SÜRPRİZLERLE DOLUDUR

Sürprizlerin bazıları yukarıda örneklendiği üzere bozulan ittifak sistemlerinden kaynaklanmıştır. Ama diğer savaş nedenleri gibi (siyasi, dinsel, etnik, ekonomik vb.) bozulma nedenlerinin ardındaki asıl enerji daima jeopolitik çıkarlar olmuştur. Almanlar Sovyetler üzerinden petrol alanlarına ve İran Körfezi’ne inmeyi, Bulgarlar Ege’den denize çıkmayı istiyordu. Sovyetler II. Dünya Savaşı’nda jeopolitik bütünlüklerini 26 milyon insan kaybederek korudurlar. Bulgarlar 1913’te girdikleri kumarla, elde ettiklerini de kaybetti.

VEKALET VE TERÖR SAVAŞLARI

Günümüzde de ittifaklar, koalisyonlar var. Ancak siyasi tarihte gördüğümüz savaş süreçleri artık yaşanmıyor. İkinci Dünya Savaşından sonra BM Antlaşması ile devletler arasında savaş yasaklandığından, artık hükümetler savaş deklarasyonunda bulunmuyorlar. Savaşlar üç metotla yürütülüyor. Ya BM Güvenlik Konseyi kararları sonucu, çoğu Atlantik sistemin kontrolünde oluşturulan  koalisyonlara yetki verilerek; ya vekalet savaşları (Proxy Wars) üzerinden, ya da “terör” üzerinden yürütülüyor. Ancak terörün bir araç ya da taktik olduğunu hatırlatalım. Tek başına sonuç alabilecek bir enstrüman değil. 1970’ler sonrası dünyaya enjekte edilen neo-liberal kapitalist sistemin ayakta kalabilmesi için kullanılan değişik araçlardan biri olan terörün asıl amacı, hegemonya iradesine karşı gelenleri terör üzerinden, ülkede istikrarsızlık yaratarak cezalandırmak, toplumu sindirmek, hükümetleri istifaya zorlamak, başarısız devlet yaratarak turuncu devrimler sonucunda iktidarı ve siyasi hedefleri ele geçirmek. Burada doğrudan askeri bir hedefin ele geçirilmesinden söz etmiyoruz. Örneğin Türk ordusu bugün El Bab’da askeri bir harekatta başarı elde ediyorsa onu durdurmanın bir yolu Türkiye’yi dalga dalga teröre maruz bırakarak dolaylı tutumla Türk devletini geri çekilmeye zorlamak.

TERÖR ATLANTİK SİSTEMİNİN ÜRÜNÜDÜR

Günümüzde terörün ateş gücünün asıl kaynağının Afganistan, Irak, Libya ve Suriye müdahaleleri sonrası ortaya saçılan hafif silah ve patlayıcıların proliferasyonu ile bu kanserli dokusunun değişik şekillerde metastaz yapmasından kaynaklanıyor. Maalesef bu kanser  İslam coğrafyasını ve halklarını kullanıyor. İslam coğrafyasının bilimde, endüstride, sanatta, innovasyonda, gelişmişliği ilgilendiren her alanda geri kalmışlığını, parçalanmışlığını ve kolayca radikalleşebilme eğilimini kullanıyor. Hegemonyanın istihbarat örgütlerine bu durum bulunmaz bir fırsat sunuyor. Günümüzde artık çocuklar bile IŞID’in, Taliban veya El Kaide’nin hegemonya kontrolünde ABD öncülüğünde kurulduğunu ve beslendiğini biliyor. 15 Temmuz 2016’da örneklendiği üzere savunmasız halk üzerine ateş eden bir terör örgütü olan din temelli F tipi örgütün de ABD tarafından ülkemizde operasyon yapmak üzere desteklendiği artık hukuki belgelere geçen somut bir gerçek. F tipi örgütün 2002 yılındaki seçimlerden sonra iktidar partisine –her ne kadar aldatıldık dense de-  7 Şubat 2012 tarihine kadar bir ittifak bağı ile destek olduğu da siyasi tarihimizin bir gerçeğidir. Bu ittifak aynen Ribbentrop-Molotov ittifakının sonu gibi büyük bir saldırı ile parçalandı. O dönemde saldırı kararını veren Almanlardı. Bütün Avrupa’yı işgal etmişlerdi ancak bu Hitler’in hırsını tatmin etmemişti. 15 Temmuzda saldırı kararını veren de ABD güdümündeki FETÖ oldu. 2002’de iktidar partisinin seçimlerde kazanması ve devletin dönüştürülmesi için her türlü desteği veren Atlantik cephe, neden 15 Temmuz’da tüm cephelerden Türk halkına saldırdı? Neden her gün patlayan bombalar ve suikastlar ile bugün de saldırmaya devam ediyor? Olay sadece iktidar partisinin hegemonya ile anlaşmazlığına bağlanabilir mi? Ya da Türkiye’nin iç siyasi çekişmelerine? Hayır. Olayın temeli jeopolitik kaynaklıdır. Akdeniz’e çıkışı olan hegemonyanın kuklası bir Kürt devletçiğinin kurulması asıl amaçtır. Jeopolitiğe ekonomik çıkarları da ekleyebiliriz. ABD’nin Afganistan müdahalesinin asıl nedeninin 11 Eylül olmadığı artık bilinen bir gerçek. Baba Bush’un yönetim kurulunda olduğu Unocal Şirketi’nin Imron gaz boru hattının Kazakistan-Özbekistan- Afganistan- Pakistan üzerinden geçirebilmek için Afganistan’a savaş açıldığını kim reddedebilir? Ya da AB/D’nin Irak ve Libya saldırılarının enerji kaynaklı olduğunu?

TÜRKİYE TESLİME ZORLANIYOR

Bir an için 15 Temmuz darbe girişiminin başarılı olduğunu düşünün. Bugün Kürt Koridoru Akdeniz’e erişmişti. Bağımsız Kürdistan’ın ilanı tamamlanmıştı. Kıbrıs’ta birleşme tamamlanmış ve Türk askeri çekilmişti. Doğu Akdeniz’deki hak ve çıkarlarımız fiilen yok edilmişti. Montrö Sözleşmesi’nin varlığına rağmen Karadeniz’de NATO deniz varlığı  artırılmıştı. Kardak benzeri ada, adacık ve kayalıklara yönelik gelecekteki tüm taleplerimiz kurumsal hafızalardan bile silinmişti. Rusya ve Çin ile yakınlaşma düşmanlığa dönüştürülmüştü. Bugün patlayan bombalar 65 yıllık ittifak sisteminin temelden parçalanmasının sancılarıdır. Atlantik iradesi ile Türkiye’nin teslim alınmasına yönelik 15 Temmuz sürecinin başka strateji ve taktiklerle devamıdır.

Hükümet tarihten ders almalıdır.

Nasıl ki 15 Temmuz sonrası Türkiye’nin sokakları ve iktidara ait binalar Atatürk posterleri ile donatılmışsa bugün de yapılacak odur. Ayrıştırmaktan kaçının. Hegemonyanın kutuplaştırma ve iç savaşı körükleme stratejisinin parçası olmayın, bu tuzağa düşmeyin. Onlara malzeme vermeyin. Halk adına sizlere verilen egemenlik gücünü birleştirmek için kullanın. Madem ki Kurtuluş Savaşı seferberliği çağrısı yapılıyor o zaman, “zamanın ruhunu 1922’ye taşıyın.” Zira başka kurtuluş yok.