Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Fukuyama (Tarihin Sonu), Huntington (Medeniyetler Çatışması), Follet (Devlerin Düşüşü), Kissinger (Dünya Düzeni), Harari (Hayvanlardan Tanrılara), Freidman (Gelecek 100 Yıl) gibi saydığımız ve nice sayamadığımız yazarlar/düşünürler kendilerine bir yol seçtile. 20. yüzyılın sonuna yaklaşılmakta olan yıllardan başlamak suretiyle geleceği okuma gayretine giriştiler. Son 30-40 yılda yazdıkları yazılarla, yayınladıkları kitaplarla dünyanın ve ülkelerin gelişimine, değişimine, şekillenmesine dair kanaat ve/veya kehanetler sergilediler. Dünyadaki güç dengelerini tartıştılar, bunların ilerleyen seneler içerisinde nasıl değişiklikler gösterebileceği üzerine tahminler yürüttüler. Her birisinin ayrı ayrı birer büyük düşünür, araştırmacı, sosyal ve siyaset bilimci olduklarını kabul etmek gerekir. Yazdıkları ses getirdi, kitapları onlarca dile çevrilip, milyonlarca sattı, çokça da tartışıldı. Hayatımda böylesi –geleceğe dair- tahmin, kehanet, kanaat (ne derseniz deyin) ve düşüncelerin yer aldığı kitaplar içerisinde üç tanesinden çok etkilendiğimi söyleyebilirim. Çünkü, diğerlerinin aksine bahsedeceğim bu üç kitapta sunulan geleceğe dair yapılan tahminlerin ve iddiaların büyük ölçüde gerçekleştiğine zaman içinde şahit olduk.

Bunlardan birincisi bir Fransız gazeteci/politikacı olan Servan Schreiber’in kaleme aldığı “Amerika Meydan Okuyor” isimli kitaptır. Geleceğe doğru kendi gözlüğüyle bakıyor ve buna göre de bir perspektif ortaya koyuyordu. Bu arada haklı ve doğru bulmakta olduğunu ifade ettiği ABD kaynaklı bir araştırma enstitüsünün araştırıp raporladığı bir konuyu paylaşmaktaydı. Houston Enstitüsü’nün bahis konusu raporu dünyadaki ülkeler arasında gelişmişlik ve ilerleme kıyaslamaları yapmaktaydı. Yirmili yaşları yaşamakta olan bir genç olarak hem çok etkilenmiş, hem de halimize üzülmüştüm. Gelişmemiş, gelişmekte olan, gelişmeyi yakalamış, endüstri öncesi, endüstrileşmiş, endüstri ötesi vb. sıfatlandırmalarla dünya ülkelerini tasnife tabi tutmaktaydı. Buradan yola çıkarak da gelecek tahmini yapıp ilerideki yıllar itibarı ile kimin nerede olabileceğini kestirmeye çalışıyordu. Değerlendirmeler açısından ülkemizin o anda da, gelecek yıllar tahmini itibariyle de iyi bir yerlerde olduğu söylenemez. Gelecek yıllara dair perspektif, yani gelişme ve ilerleme tahminleri ve gelişmişlik karşılaştırmaları yapılırken ele alınan bir başka ölçü de dünyadaki ülkelerin bilgisayar kullanımına dair istatistiklerdi. ABD’nin en yakın takipçisi görünen Japonya ve Almanya’dan bile fersah fersah önde olduğu bu tabloda biz neredeyse yok hükmündeydik.

Yine çok tesir altında kalarak okuduğum 1980 sonrası yıllara ait bir diğer kitap, Guy Sorman tarafından kaleme alınan Ulusların Yeni Zenginliği adıyla yayınlanmıştır. Sorman bu kitabında Güney ve Orta Amerika, Güneydoğu Asya, Afrika coğrafyasında yer alan geri kalmış, problemli ülkelerden bahsediyor; ortak yönleri olarak gördüğü antidemokratik uygulama benzerliklerine, iktidar çevresinde yer alan dar, oligarklaşan, otokratlaşan kadrolarca yürütülen yolsuzluk ve soygunlara, hukuk ihlallerine dikkat çekiyordu. Sözüm ona ve göstermelik demokrasiler haline getirilen bu sakat uygulamalarla gücü halktan çalarak ülkelerini dar yönetici çevresi emrine sokan bu yönetimlerin bahis konusu ülkeleri bir yandan nasıl soymakta olduğunu, diğer yandan da içeride ve uluslararası planda nasıl çıkmaza/açmaza sürüklediğini anlatmaktaydı. Memleketimizdeki benzerlikleri düşünerek içim sızlayarak okumuştum…

Çok etkilendiğim üçüncü eser ise, 1990 sonrasında basılan ve 1996’daki ikinci baskısından okuduğum KONTROLDAN ÇIKMIŞ DÜNYA isimli ve Zbigniew Brzezinski’ye ait olan kitaptır. Bu kitap, geleceğe dair düşüncelerin dile getirilmekte olduğu ve yazının başında ismi zikredilen kişilerin yazdıklarının dışında analiz, tespit ve tahminleri itibarıyla çok fazla etkilenmeme sebep olmuştu. Daha sonra yıllar içerisinde dünyada birçok olay yaşandı. Dünyanın muhtelif ülkelerinde birçok baş döndürücü olay, gelişme oldu. Bahis konusu kitabın ilgili bölümlerini –zaman zaman- yeniden gözden geçirdim, okudum. Zibigniev’in müthiş zeki bir adam olduğunu kabul etmek gerekir. Sadece düşünen ve yazan bir adam olmadığı da biliniyor. ABD’nin iç politikalarında, ABD’nin dış ilişkilerinde ve bütün dünya politikalarını ilgilendirecek konularda bir uygulamacı, politikacı olarak da rol oynadığı tartışmasızdır. “Büyük Çöküş”ün de yazarı olan Brzenzinski, öncelikle 20.yüzyılda genel olarak totaliterizmin ve özel olarak da komünizmin büyük çöküşünün tarihi anlamını sorgulamıştır. Yine 20. yüzyılı terk edip 21.yüzyıla girerken dünyanın hangi jeopolitik değişimleri yaşayacağı, nasıl bir görünüm sergileyeceği, dünyada hangi güç ve doktrinlerin çarpışabileceğine cevaplar aramış; çok önemli olarak da ABD’nin yaşaması ihtimali olan problemlerin gerek Amerikan toplumunda gerekse dünya üzerindeki dengelere muhtemel yansımaları üzerine tahlil ve tespitler yapmıştır.

Bu kitapta yer alan geleceğe dair değerlendirmelerde Çin’e, Rusya’ya, Japonya’ya dair, bu ülkelerin geleceğine ve dünyaya etkilerine dair çok önemli tespitler vardır. Çin nasıl gelişecek, Çin ekonomisi dünyada hangi noktalara gelecek, bunlar anlatılmıştır. Rusya’nın toparlanıp güçlenerek yeniden bir küresel güç ortağı haline geleceği tahminine yer verilmiştir. Japonya’nın ABD’nden sonra ikinci büyük ekonomi tarifine uysa da, uymasa da dünyayı ilgilendirecek gelişim çizgisi ve oynaması muhtemel rol tartışılmıştır. Her biri ayrı bir değerlendirme konusudur. Bunlara girmeyeceğiz…

Zbigniew’in tespit ve tahminleri içerisinde özellikle ABD ve geleceği, AB ve geleceği konuları çok önemlidir; ABD ve AB’nin kontrolden çıkmış dünyaya etkilerinin ne olabileceği sorusunun cevabını aramaya çalışmıştır. Kontrolden çıkmış dünyanın Amerika’sı büyük, hem de pek çok büyük problemle karşı karşıya kalacaktı. Brzenzinski ABD ve Amerikan toplumu için bir muhtemel problem ve sıkıntılar sıralaması yapmaktaydı… Bu tespitlerin yapılış tarihinin 1990 yılları olduğunu düşünerek okuyuverelim:  “Borçluluk, dış ticaret açığı, düşük tasarruf ve yatırım, endüstriyel rekabetsizlik, düşük verimlilik dolayısıyla düşük artış oranları, yetersiz sağlık hizmetleri, düşük seviyeli orta eğitim, bozulan altyapı ve şehircilik hizmetleri, açgözlü bir zengin sınıfı, yetersizleşen yasal platformda –yargı- gerçek anlamda parazitlerin varlığı, gittikçe derinleşen ırk ve yoksulluk sorunu, yaygın suç ve şiddet, uyuşturucu kültürünün kitleselleşmesi, toplumsal ümitsizliğin yaygınlaşması, cinselliğin yaygınlaşması ve hastalıklar, ahlaki çürüme (bu konuda görsel medyayı suçlu buluyor),vatandaşlık bilincinde gerileme, ayrılıkçı çokluk kültürü, politik sistemin kilitlenme belirtileri, yaygınlaşan  ruhsal boşluk duygusu”  gibi başlıklar altında ABD’nin yaşamasını muhtemel gördüğü konuları sıralamaktaydı. Bu listeyi dikkatlice okuyacak olursak 30 yılı bulan bir zaman diliminde, günümüze kadar uzanan çizgide ABD toplumunun bütün bunları adım adım yaşadığına şahit olduk. Tabii olarak da, bunların dünyaya yansıması, güç dengelerini alt üst etmesi şahit olduğumuz bir yakın tarih oldu.

Bütün bu problemlerin Amerikan halkının ruhunu öldürmekte olduğu; ülkede yoksul kesimlerin ve bölgelerin oluştuğu, ABD’lilik kültür ve ruhunu yansıtan değerlerin kaybolduğu iddiasıyla birlikte; bütün bu hususların varlığının Amerika’nın dünya çapındaki üstünlüğünü ve çekiciliğini zora sokma neticesini getirdiği anlatılmaktaydı. Bunları yaşayan bir Amerika’nın dünya yüzündeki ekonomik rekabet gücünün azalmaması düşünülemezdi. Refah düzeyi azalan ve hayat kalitesi düşen bir Amerikan halkı için “Amerikan rüyası” geçerliğini kaybetmez miydi?  Değerlerinden, beklentilerinden kayıplara uğrayan Amerikalılar için devletlerine bağlılık olarak nitelenen özellik zaafa uğrayacaktı, iddia buydu, nitekim öyle de oldu… Amerika eğer ki, geride bıraktığımız 30-40 yılı bu problemleri çözmeyi becererek gelmeyi başarabilseydi KÜRESEL OLARAK GEREKLİ VE ÇEKİCİ OLMA halini devam ettirmiş olurdu. Ama, Yıldız Savaşlarının galibi olarak tek kutuplu dünyanın lideri olabilme şansını yakalamış Amerika, yukarda sayılan problemlerle boğuşma mecburiyetinde kaldığı için küresel gücün büyüğü olma fırsatını kaçırmış oldu. Japonya, Çin, Rusya ve AB başta olmak üzere gücü diğerleriyle paylaşmak zorunda kaldı.

İçeride problemleriyle boğuşan, boğuşmaktan yorulan; bunun sonucunda da küresel anlamdaki gücünden ve çekiciliğinden kaybeden Amerika… Dolayısıyla da kendisinden beklentisi olan yoksul ülke ve topluluklara istediklerini verebilme gücünden de olan Amerika… Ayrıca, bu tarz ülke ve topluluklara ABD’nin yapacağı yardımlara karşı çıkan, şiddetle bu işe muhalefet eden halk kesimlerinin ve politikacıların seslerinin iyice yükselmekte olduğu da ayrı bir gerçektir. Zbigniew’in iddia, tahmin, kehanet- adına ne dersek diyelim- olarak ABD için söylediklerinin neredeyse tamamı gerçek oldu…

Gelelim ikinci konu, yani AB konusundaki düşüncelerine…

Zbigniew’in düşüncesine göre AB’nin de geleceğini tehdit eder nitelikte pek çok konu vardı. Mesela, geleneksel manevralarından vazgeçmeyi kabul etmeyen ve bu huyunu devam ettirmemesi imkânsız bir İngiltere’nin mutlaka problem olacağını söylüyordu. Yine, özellikle ekonomik/mali konularda kendisini “DE FACTO LİDER” gören Almanya’nın bu tavrının da bir başka büyük sıkıntı olacağına dair iddiası vardı. Almanya’nın yardımını ve ortaklığını kabul eden ve fakat Birliği kendisi yönetmek isteyen Fransa’nın daima problem oluşturacağını düşünüyordu. Zbigniew’in net sözleriyle tarif ettiği AB bu idi. Hal böyle olunca da, bu işin ekonomik-mali-ticari birliğin dışında (ki, bu hususta da çok iyimser değildir, özellikle genişlemenin getireceği sıkıntılar sebebiyle bu konularda da problemler bekliyordu), tam bir siyasi, askeri, hatta sosyal/kültürel birliğe, birlikteliğe dönüşebilme şansının olmadığını iddia etmekteydi. Para birliğinden şüphesi vardı. İngiltere’nin bu konunun dışında kalmak isteyeceğine dair kesin bir öngörüsü mevcuttu. Neticede İngiltere sadece para birliği içine girmemekle kalmadı, kendisini AB’nin dışına çıkartacak bir irade sergiledi.

Zbigniew, AB’nin kendisi için bir askeri güç kurmayı düşüneceğini, bu konunun mutlaka gündeme geleceğini ve fakat bu işin gerçekleşme şansının çok zayıf, hatta imkan dışı olduğunu düşünüyordu. Yine özellikle genişlemenin getireceği yüklü problemlere de bağlı olarak siyasi entegrasyon konusunda da ümidi kırıktı.

Sözün burasında bizim “ABperest”, gözü dönmüş, belli bir dönem içerisinde amansız AB lobiciliği yapan yazar, düşünür, politikacı, bilim insanı sıfatlarıyla ortalıkta dolanan aydın dostlarımızdan bahsetmek istiyorum. “Kopenhag kriterlerini yerine getirmezsek mahvoluruz”, “aman Katılım Ortaklığı Belgesine karşı çok başarılı, AB’ni tatmin edecek nitelikte bir Ulusal Program hazırlayalım, aman acele edelim, tren kaçar” vs., vb. laflarla iki ayağımızı bir pabuca sokan bu insanlar bugün neredeler?.. 57.Hükumet ve 21.dönem Parlamentosunda görev yaptığımız sürede AB karşısındaki temkinli, münazaracı, münakaşacı tavrımız bu hayalperest AB sevdalıları tarafından şiddetle eleştirilmişti. Hatırlayınız o günlerde AB üyeliği veya ortaklığı uğrunda ve yolunda neleri tartışıyorduk… Kıbrıs, insan hakları, güneydoğu (Kürt) meselesi, anadilde eğitim gibi birçok konunun yanında en önemli fikir ayrılıklarından birisini AB üyeliğinin üye ülkelerden istediği “egemenlik hakkının devri” meselesi teşkil etmekteydi. Sözüm ona bütün ülkeler üyelik şartı olarak, kendi parlamentolarında alacakları kararlarla bu hakkı AB yönetimine ve parlamentosuna devredeceklerdi. “EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR” yazan bir Ülke Meclisince böyle bir karar alınması imkân dışıdır diyorduk. Şimdilerde ise garip tecellidir ki, biz veya herhangi bir üye olma çabasındaki (veya üye olmuş) ülke meclisini toplayıp, biz karar aldık, egemenlik hakkımızı AB’ne devrettik dese, karşı tarafta “ALDIM, KABUL ETTİM” diyecek bir irade ve yönetim kalmış değildir. Türkiye, o sıralar aday ülke sıfatıyla AB Konvansiyonu toplantılarına gitmekteydi. 21. dönem Meclisinde, Dışişleri Komisyonunda, TV’lerde, gazetelerde (Radikal Neşe Düzel röportajı-Adım Hıdır…) biz bu kanaatlerimizi dile getiriyor, bu işin aceleye gelir tarafı olmadığını, boşuna kendimizi paralamanın faydası olmayacağını, ileride belki bir “GEVŞEK FEDERASYON” yapılanmasının söz konusu olabileceğini ifadeye çalışıyorduk. Kendilerini, gelişmenin, modernleşmenin, ileriliğin adresi gören ve bugün artık AB konusunda sesleri çıkmayan, bizleri geri kalmanın sebebi ilan eden sözde aydınlar, kulağınız çınlasın…Artık kriter miriter soran da kalmadı. Yunanistan mı, Kıbrıs mı, İngiltere mi, AB kararına rağmen ABD uçaklarının yanında saldırıda yer alanlar mı AB kriterlerine uydular, ne oldu antlaşmalar, Kopenhag kriterleri?.. Geçiniz…

Zbigniew, genişleyen Birliğin “TEK AVRUPA” ideali yönünde fayda getireceğine (milliyetçi fikirler ve şovenist tavırların artışı sebebiyle) aksi tesir yapacağını düşünüyordu.

“KONTROLDAN ÇIKMIŞ DÜNYA” gerçekten de gelecek okuma, geleceğe bakma konusunda yazan, düşünen kişi, yazar, enstitü vb. ile yapılan çalışmalardan, ortaya konan eserlerden başarılı bir kitaptır. Özellikle ABD ve AB’nin bugün geldikleri nokta ve bu gelişmeler istikametinde dünyanın yaşadığı gelişme ve değişiklikler konusunda isabetli, başarılı bir gelecek okumasıdır…