Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden itibaren önce kültürel, sonra siyasi ve etnik bir sorun olarak ortaya çıkan Kürt / Kürtçülük meselesine etnik sorunlar açısından bakıldığında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan Kürt vatandaşlarımızın nereden ve nasıl geldikleri, şecere ve menşelerinin ne olduğu önem arz etmektedir.

Şu hususu peşinen belirtmek ve kabul etmek gerekir ki, yapılan araştırmalar ve incelemeler ışığında, Kürtlerin de diğer Türk Boyları gibi Orta Asya kaynaklı, Turani bir kavim oldukları çeşitli bilim adamları tarafından çok açık bir şekilde ortaya konulmuştur. Bitlis Beylerbeyi Şerf Han’ın yazdığı Şerefname’de, Kürtlerin kökenlerinin büyük ölçüde Turani (Asyatik) olduğu ve Oğuzlar’ın Üçok koluna mensup Buğduz soyundan geldikleri, daha 16. yüzyılın sonlarında tespit edilmiştir.[1] Bu teze karşı çıkan tezlerden en önemlisi, Kürtlerin Arap ve Fars kökenli olduğudur. Arap-Müslüman coğrafyacı Mesudi tarafından Kürtlerin Arap kökeninden geldiği savunulmaktadır. Kimi tarihçi ve araştırmacılara göre de, Kürtlerin Anadolu’nun yerli halkı olduğu tezi ileri sürülmektedir.[2]

Konunun çok çeşitli tartışmalara ve istismara açık olmasının sebebi, böyle bir ırk tipinin zaman ve mekân bakımından çok uzaklarda Orta Asya’da en azından 1500 sene evvel geride ve tarihin derinliklerinde kalmış olmasıdır. Bu yazıda Kürtlerin menşei, dilleri ve kültürleri, Türkmen aşiretlerinin nasıl Kürtleştirildiği, Türkiye’deki Kürtçülük hareketlerinin sebep ve sonuçları, konuya iç ve dış dinamiklerin etkileri ve yapılan hatalardan söz edeceğiz.

Konu Üzerinde Yapılan Çalışmalar

Kürtlerin asli kökenlerinin Türk olduğu tezi, veya bunun böyle olmadığını iddia eden karşı tezler üzerine 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarından itibaren pek çok bilim insanı ve araştırmacı tarafından detaylı  çalışmalar yapılmıştır.

Kürtlerin köken itibariyle Türk olduğu tezini yakın tarihimizde ilk savunan Diyarbakırlı değerli fikir adamımız Ziya Gökalp olmuştur. Doğu ve Güneydoğu’daki Kürt aşiretleri üzerinde çeşitli incelemeler yapan merhum Gökalp, yapmış oluğu araştırma ve incelemeler neticesinde bu aşiretlerin Türkmen olduğu kanaatına varmış ve bu konuda çeşitli raporlar hazırlayarak “Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler” adı altında kitaplaştırmıştır.

Sosyolji üzerine yazılar yazarak Türk fikir hayatının öncülerinden biri olan merhum Gökalp, kendi etnik menşei hakkında şunları söylemektedir:

    “Cedlerim (atalarım) Türk olamayan bir bölgeden (Diyarbakır-Çermik) gelmiş olsalar bile, kendimi Türk sayarım. Çünkü bir adamın milliyetini tayin eden ırkî menşei değil, terbiye ve duygularıdır.’’[3]

     “Dedelerimin Kürt ve Arap muhitinden geldiğini anlasaydım, yine Türk olduğuma hüküm vermekte tereddüt etmezdim.[4]

Ziya Gökalp’in milli kimlik hakkında yukardaki görüşleri, modern Türkiye’nin millet-vatandaş anlayışına esas olmuştur.[5]

Kürtlerin asli kökenlerinin Türk olduğu tezini bilmsel temelde ele alan Prof. Dr. Mehmet Eröz, Kürtlerin Türk oldukları gerçeğini ısrarla vurgulayarak, Kürt kültürünün Doğu ve Güneydoğu’da Arap ve Fars kültür tesirleri altında oluştuğunu ve Türk milli kültürünün bir alt kültür unsuru olduğunu, “Doğu Anadolu’nun Türklüğü’’ isimli eserinde belirtmiştir.[6]

Prof. Dr. Orhan Türkdoğan’a göre, kültürel Kürtleşme konusu, kültürlerin tesiri ile, Türk kültürünün bünyesinde tezahür etmiş bir yerel kültürdür. Bu yaklaşımda inkâr ve dışlama yoktur, gerçeğin sağlıklı yorumu vardır.[7]

Prof. Dr. Mehlika Aktok Kaşgarlı ise, aynı teşhisi “sınır toplumları kültürü’’ tanımı ile yapmaktadır. Ona göre Kürt kültürü özgün bir kültür değildir. Sınır toplumlarında olağan bir tezahür şeklidir. Kürt kültürünün sınır bölgelerinin sık sık el değiştirmeleri sonucu bölgelerine göre Arap ve Fars kültürel değerlerini taşımaktadır.[8]

1947 yılında devletin maliye müfettişi Burhan Ulutan tarafından yazılan bir raporda, (Cenup-Şark Anadolu Hakkında Bazı Notlar) konu hakkında çok önemli tespitler ve ip uçlarının olduğunu hatırlamakta fayda vardır. Söz konusu raporda:

     “Şemdinli kazasının hatırımda kaldığına göre Besusin köyünde bundan 70-80 sene önce kadar yaşamış bir Kürt beyinin adının ‘Oğuz Bey’ olduğunu bir münasebetle resmi kayıtlarda gördüm ve Gülenk köyünde İbrahim Han adında bir ağadan yaptığım soruşturma da bu hususu teyit etti. Oğuz Bey bize göre bir Kürt beyidir ve aşireti bu gün Kürt diye tanıdığımız insanlardan müteşekkildir.  Bu isim pek çok şey ifade etmemekle birlikte bazen kıymetli bir anahtar olabilir. Esasen bu mıntıkada her dolaşanı, mevzu bahis insanların aslen Türk olduklarına inanmaya sevk eden pek çok amiller vardır.’’[9] denilmektedir.

Bununla birlikte, Türkiye’nin etnik yapısı üzerinde daha birçok yazar ve araştırmacı tarafından, Kürtlerin menşei hakkında elde mevcut belgelere istinaden son yıllarda kapsamlı çalışmalar yapılmıştır. Kürtlerin menşei hakkında elde mevcut belgelere istinaden makale ve eserler yazılmıştır. Bu tespit ve değerlendirmelere itibar etmek ve kulak vermek gereklidir. Zira son yıllarda konu hakkında elde edilen ve sahip olunan kaynak sayısında ciddi artışlar meydana gelmiştir. Bunlardan ilk akla gelen, “Türkiye’nin Etnik Yapısı’’ isimli çalışması ile Ali Tayyar Önder [10] ile “Kayıp Türkler’’ isimli çalışmayı yapan Ali Rıza Özdemir’dir [11]. Söz konusu yazarların yaptığı araştırmalar ve bunun sonucunda ortaya koydukları eserler, Kürtlerin menşei ile ilgili önemli ip uçları vermektedir. Örneğin, 1925’te İngilizlerin kışkırtmasıyla patlak veren Şeyh Sait İsyanının ardından kurulan istiklal mahkemesinde yargılananlardan biri de, İzol Aşiretinin reisi Hacı Kaya idi. Mahkeme reisi Mazhar Müfit, Hacı Kaya’ya Türk mü, yoksa Kürt mü? olduğunu sorduğunda, Hacı Kaya’nın verdiği cevap ilginçtir. Aşiret reisi Kaya “Ben Türkün Kürdüyüm’’ demiştir.[12]

Diğer yandan, Kürtlerin Türklüğünü savunan tez temelde İskitlerin Türk olduğu ve Kürtlerin, İskitlerin Kafkasyanın kuzeyinden gelip Doğu Anadolu ve Van Gölünün bir bölümünü işgallerinden sonra ortaya çıktığı görüşüne dayanmaktadır.[13] Bu tezi ilk ortaya koyan, “Kürtlerin Türklüğü’’ adlı eserinde Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu olmuştur.

Yukardaki çalışmalar, dış güçlerin ve onların emrindeki iç bölücülerin bizden koparmaya çalıştıkları insanların, esasında Türk Milletinin bir bölümünü meydana getirdiği ve onun ayrılmaz parçası olduğu gerçeğini bilimsel delillerle ortaya koyan çalışmalardır.

Kürtlerin Menşei (Aidiyeti)

Kürtlerin menşei konusunda bugüne kadar çeşitli görüşler ortaya atılmış ve atılmaya devam edilmektedir. Kimi tarihçi ve araştırmacılara göre Kürtlerin menşei Arap, kimilerine göre Fars, kimilerine göre de Türk ve Turanidir.

Yakın dönemde yapılan araştırmalar sonunda, Kürtlerin menşei ve ata yurtları hakkında fazla tartışmalı husus kalmamasına ve Turani bir kavim olduklarının kanıtlanmasına rağmen, zamanla ayrı bir kimlik ve ayrı dil kazanmaları gerekçesiyle Türklerden ayrı bir millet haline geldikleri savunuluyor. Fakat meseleye bilimin ve olayların ışığında bakıldığı takdirde, bu iddiaların kendi içerisinde çelişkili olduğu ve doğru olmadığı kanaatinin hakim olduğu görülüyor. Kürtler kendilerini “Kırmanç’’ olarak adlandırırlar. Kırmanç eski Türklerde “yay’’ demektir. Eski Türk kültüründe boyların kendilerini yay ve oka benzettiklerini, okun ise yaya tabi olduğunu biliyoruz. Eski Türk kültüründeki bu figürü benimsemeleri ve yaşatmaları, kendilerini Orta Asya’da kullanılan bir kelimeyle adlandırmaları, Kürtlerin asıl kökenlerinin Türk olduğunu tartışmasız bir şekilde ortaya koyuyor.[14]

Kürtlerin Orta Asya’da yaşayan bir Türk boyu olduğunu gösteren tarihi bulgular içinde en çarpıcı olanı “Yenisey ve Elegeş’’ yazıtlarıdır. Bu yazıtların incelenmesiyle ortaya çıkan somut gerçek şudur: Bugün artık tartışılmaz bir gerçek olarak bilinmektedir ki, Kürtlerin de ana yurdu Orta Asya’dır ve Kürtler öz köken itibariyle Türktürler.’’[15]

Kürtlerin asli kökenlerinin Türk olduğu tezi, ayrıca şu bulgu, belge ve kaynaklardaki bilgilerle desteklenmektedir:

  1. Yenisey Elegeş’teki Alp Urungu yazıtı.
  2. Bizans arşivinde mevcut 830 yılına ait, Karadeniz’in kuzeyinde, batı Sibirya’da yaşayan Kürt isimli boyun Türk olduğunu gösteren belgeler.
  3. Gyula Nemeth, Prof. L.Rosanyi gibi Macar tarihçilerinin, Macar birliğinin kurulmasında önemli rol oynamış Kürt isimli boyun, Türk olduğunu ortaya koymuş olmaları.
  4. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi ve Şerefname’deki veriler.
  5. Orta Asya’da, doğu Sibirya’da, Kafkas-Hazar bölgesinde, halkı Türk olan Kürt isimli yerleşim birimlerinin mevcudiyeti, bu bölgelerde Kürt isimli ya da Kürt olarak bilinen bir çok tire, urug ve boyun Türk olmaları.
  6. 24 Oğuz boyundan biri olan Peçenekler’deki oymak, kişi ve köy adlarıyla Doğu Anadolu’da mevcut yerleşim birimleri.
  7. Anadolu’da ve Orta Asya’da Kartı isimli köylerin mevcudiyeti ve Kartıların, Sakalarla ilişkilendirilebilir olmaları.
  8. Dede Korkut Oğuznameleri’ndeki belgeler.
  9. Kürtçe’deki Oğuz Türkçesi’nin derin izleri ve Kürtçede mevcut 500’ü aşkın Göktürkçe, Kırgızca kelime.
  10. Kürt geleneklerinde (ülüş, koçkatımı), Kürt folklorunda (müzik, oyunlar, dokuma, destan, batıl inançlar, tekerleme, bilmece, bulmaca vs.) Kürt kültüründe (12’li hayvan takvimi, 12 ve 24’lü idari yapı vs.) var olan Türklük öğeleri.[16]

Burada bir gerçeğin önemle belirtilmesinin gerekliliği üzerinde durmak gerekir. O da, Orta Asya’dan kalkıp, Sibirya üzerinden Batı’ya giden Avrupa Hunları’nın bir kısmı, Peçenekler, Uzlar (Oğuzlar) Kumanlar, Ongurlar, Bulgarlar dâhil bir çok Türk boyu gibi, Kürtlerin içinde bulundukları diğer Türk boylarının da buralarda önce din, sonra dil değiştirerek asimile olduklarıdır. Orta Asya’dan, Orta Doğu‘ya Türk olarak gelen Kürtler ise burada, İran ve kısmen Arap unsurlarla ve de içlerinde Türklerin de bulunduğu küçük yerli unsurlarla karışarak yeni bir dil, yeni bir kültür, yeni bir kimlik oluşturmuşlardır. Bu yeni unsur, 8. yüzyıldan itibaren bölgeye gelmeye başlayan Türkler ve 9. yüzyıldan itibaren özellikle 1071 ve sonrasında Doğu Anadolu, Kuzey Irak, İran’ın Anaduolu sınırı ve Suriye’ye hakim olan Oğuz Türk’leri ile  yeni bir kaynaşma yaşamıştır ve bu kaynaşma 900 yılı aşkın bir süredir devam etmektedir. Bugün Orta Doğu’da Kürt olarak tanımlanan topluluk böyle bir tarihi sürecin oluşumudur. Diğer bir ifadeyle, bugünkü Ortadoğu Kürt tabakasını oluşturan topluluk, bu bölgeye Orta Asya’dan gelmiş, özellikle dil unsuru ve manevi değerler bağlamında ve bir ölçüde antropolojik tip ortalamasıyla ve tarihi veriler değerlendirildiğinde baskın olarak Türklük, kısmen İranlılık ve Araplığın kaynaşmasının ağır bastığı, yerli toplulukların da karıştığı bir sentezi temsil etmektedir.[17]

Diğer taraftan, Kürtlerin Orta Asya’da yaşayan bir Türk boyu olduğunu gösteren tarihi bulgular içinde en somut olanı “Yenisey veya Elegeş Yazıtları”nda ayrıca, tarihte ilk defa doğrudan doğruya “Kürt’’ isimli bir topluluğun yaşadığı, Yenisey Nehri’nin kıyılarına dikilmiş mezar taşlarından birinde tespit edilmiştir. Göktürk yazısının eski biçimi olan Yenisey yazısı ile ilk defa “Kürt’’ kelimesi burada kayda geçmiştir. Yenisey kollarından biri olan Ulu-Kem çayına karışan Elegeş suyunun sol kıyısında 1888 yılında bulunan bir mezar taşı, “Elegeş Yazıtı’’ olarak tanınmıştır. Orhun Yazıtları’ndan (650 yılından) önce M.S. 550-600 yılları arasında dikildiği tahmin edilen bu mezar taşı “Kürt İlhanı Alp Urungu’’ adına dikilmiştir. Bu belgeden, M.S. 550-600 yıllarında Yenisey Nehri boylarında ve Altay dağları çevresinde Türkçe konuşan ve Türkçe yazan bir Kürt topluluğunun varlığından haberdar oluyoruz. [18]

12 satırdan ibaret olduğu bilinen Kürt İlhanlığı Hükümdarı Alp Urungu’ya ait olan mezar taşında şunların yazılı olduğu tespit edilmiştir:  (Men) Kürt El-Kan Alp Urungu, Altunlug Keşigim Bantım Belde, El’im Tokuz Kırk Yaşım.’’[19]

(Ben) Kürt İl-Hanı Alp Urungu’yam. Altından Yapılmış Okluğumu Bağladım Belime. Milletim: Ben 49 yaşında öldüm.

Yenisey boylarında yaşayan Kürt topluluğunun buradan ne zaman ve nereye göç ettikleri konusunda  elde kesin bilgi ve belgeler olmamakla birlikte, bugün Kürtlerin etnik anavatanı olarak, Zağros Dağları ve çevresi Orta Doğu Bölgesi olduğunu, eldeki kaynaklardan öğreniyoruz.[20]

Arap-Müslüman coğrafyacı Mesudi tarafından, bazı rivayet ve efsanelere dayanarak Kürtlerin Arap kökeninden geldiği savunulmaktadır. Bununla birlikte, Kürtlerin kökeni hakkında ilk bilgilerin Firdevsi tarafından yazılan Şehname isimli eserde verildiği üzerinde durulmaktadır. Kürt kimliğinin oluşumunda coğrafi faktörler Firdevsi tarafından ifade edilmiştir. Buna göre, Kürt kimliğinin oluşumunda “dağ” faktörüne dikkat çekilmektedir. Söz konusu dağlı kimlik, kaynaklarda adeta Kürt kimliği ile özdeşleşmiş, Türkiye’de ve Orta Doğu’da yakın zamana kadar kesintisiz bir biçimde ulaştığı vurgulanmıştır.[21]

Kürtlerin esas olarak aşiret yapısı şeklinde örgütlendiklerini ve söz konusu aşiretlerin, Türklerden bir kabile olan Oğuzların diğer adına “Türkmen’’ denildiğini, Kaşgarlı Mahmut’tan öğreniyoruz. Türkmen aşiretlerinin Kürtleşme sürecinde dil faktörü etkili olmuştur. Zazaca, Kurmançça ve Soranice konuşmaya başlayan Türkmen kökenli aşiretlerin dil değişimi geçirdikleri aşikârdır. Dil değiştirerek Kürtleşen Türkmen aşiretleri sonradan dillerini kaybetmişler, ancak kültürlerini yaşatmışlardır.[22]

Yukarda yapılan değerlendirme ve görüşler çerçevesinde özetle denilebilir ki, bugünkü Kürt tabakası dil, coğrafya, tarih bilimlerinin bütün verileriyle açıkça kanıtlanmaktadır ki, baskın olarak Türk ve kısmen Fars ve Arap ve azınlık olarak yerli unsurların kaynaşmasıyla oluşmuş bir etnik kimliktir. Türkmen kökenli Kürt aşiretlerinin her ne kadar Arap ve Fars kültürü etkisi altında kalmış olsa da, Kürt etnik kimliği esası ve özü itibariyle Türk’tür.[23]

Kürt kültürüne gelince, onu inkâr etmenin mânâsı yoktur. Ancak bu kültüre farklı ve müstakil milli bir kimlik verilmesi ise gerçeğe aykırıdır. Kürt kültürel kimliği özgün bir kimlik olmayıp, Türk milli kültürel kimliğinin bölgesel tezahürüdür.

Kültür Üzerindeki Görüşler

Bir milletin bütünlüğünü sağlayan ve onu diğer milletlerden ayıran yegâne unsur ‘‘kültür ölçüsü’’dür.

  1. yüzyılın sonlarına kadar aynı ırktan olan, aynı dili konuşan veya aynı dinden olan insanların bir millet teşkil ettikleri fikri egemendi. Bu tezi günümüzde de ileri sürenler vardır. Ancak bu tez artık geçerliliğini yitirmiştir. Çağdaş ölçü kültür ölçüsüdür. Zira, Anadoluya çok uzak diyarlardan göç ederek gelen Türk boyları, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini çok farklı coğrafi bölgelerde geçirmişlerdir. Selçuklu dönemi merkezi İran olan çok geniş bir alanda ve Anadolu’da, Osmanlı dönemi ise, merkezi İstanbul olan Anadolu, Rumeli, Orta Avrupa, Suriye, Irak, Mısır gibi çok dağınık, değişik ve kültür bakımından çok çeşitlilik arz eden coğrafi bölgelerde geçmiştir. Bugün Anadolu’nun tamamı, Rumeli ve ülkenin diğer yerlerinde yaşayan vatandaşlarımız, sözü edilen bu kültür farklılığından dolayı her coğrafi bölgeye göre değişik karakter gösterirler. Nitekim, Rumeli Türkü ile Azarbaycan Türkü, Kerkük Türkü ile Ahıska Türkü, Kırım Türkü ile Gagavuz Türkü, Ege Türkü ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Orta Anadolu Türkü ve Karadeniz Bölgesi Türkü ile ayrı ayrı özelliklere sahiptirler. Hatta yakın komşu olan Doğu Karadeniz ile Batı Karadeniz arasında bile fark vardır. Tüm bunlar yaşanılan geniş coğrafi bölgelerin özelliğinden neşet eder. Ne var ki, ortak kimlik olarak hepsi Türktür ve etnolojik olarak aynı köke sahiptir.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizdeki kültürel yönden Türk-Kürt ortak örf ve adetlere aşağıdaki hususlar örnek olarak verilebilir: Söz konusu örnekler, bölgemizde yaşayan vatandaşların ve aşiretlerin Türk asıllı olduğunu göstermektedir.

Anadoluda yaşayan yaşlı Kürtler, bugün dahi Orta Asya’da Türklerin kullandıkları hayvan takvimi ile mevsimleri değerlendirirler. Aynı şekilde, kirvelik, yas tutmada saç kesilmesi ve yüz yırtılması, erkek çocuğa altın küpe takılması, davul zurnalı toplu oyunlar, kurt köpeğinin uğurlu, tavşanın uğursuz sayılması, değnek (cirit) oynama ve altın, gümüş, para serpme, kıymetli misafirlere koyun başı ikram edilmesi gibi adetler aynıdır. Diğer taraftan, kızını evlendiren aile, başına kırmızı bir bez bağlaması geleneği, günümüzde evlenen kızın beline kırmızı kurdela bağlanması şeklinde devam etmektedir. Bunun anlamı: “Ciğer paremi sana kurban veriyorum. Bundan sonra canı, namusu dâhil her şeyi sana aittir.’’ Yine Türk-Kürt ortak geleneklerimizden, cenazenin arkasından ağıt yakılması, cenaze çıkan evde bir kaç gün yemek pişirilmemesi, komşuların ikramı ile yetinilmesi gibi gelenekler bugün de aynıdır. [24]

Bazı isimler, bazı milletlere has isimlerdir. Örneğin “Oğuz, Kürşad, Timur, Yağmur’’ gibi adlar Türklere aittir. Şerefnameden öğrendiğimize göre, aynı adlar Kürtler tarafından da kullanılmaktadır. Nasıl ki günümüzde Anadolu’da “Günhan, Kayıhan’’ gibi Türk boylarına adlarını veren Oğuz Han’ın torunlarının adları bugün çocuklara veriliyorsa, Orta Asya’da “Kürt’’ de ad olarak kullanılmakta idi. Oğuz Han’ın 24 torunundan birinin adının “Kürt’’ olduğu eski kaynaklarda mevcuttur. [25]

Kültürün, din, tarih, coğrafya gibi üç ana unsuru vardır. Bin yıldan fazla bir zamandan beri Türklerle Kürtler aynı dini, aynı coğrafyayı ve aynı tarihi paylaşıyorlar. Türkler Kürtlerle beraber bin yıldan fazla bir zamandır müslümandır. Eski Orta Asya kültürü içerisinde etnik düşünceler olmadığı için, Türk-Kürt birlikteliği dini değerler ve müslüman kimlik üzerinden oluşmuştur. Yine bin yıldan beri Kürtlerin hayat akışlarının nasıl bir seyir takip ettiğini biliyoruz. Mabetleri ve mezarlıkları da aynıdır. Türk-Kürt mezarlıklarını birbirinden ayırdetmek imkansızdır. Mabetlerdeki tavırlarda da Türkler ve Kürtler birbirlerine benzerler. Evlilik ve cenaze törenleri de aynıdır. Yani Türklerin kimliği ne ise, Kürtlerin kimliği de odur. Bu durum Kürt kültürünün özgün bir kültür olmadığına delalet eder. Şayet iddia edildiği gibi Kürtler Anadolu’nun yerli halkı olsalardı, geçmişte Hıristiyan olmaları gerekirdi. Kürtler geçmişte Hıristiyan olsalardı, günümüzde de Hıristiyan örf ve adetleri müşahede edilirdi. Ne kadar dikkat çekicidir ki, Kürtlerde hiç bir Hıristiyan adetlerine şahit olamıyoruz. Tam tersi, Orta Asya adetlerine rastlıyoruz. [26]

Dil Üzerindeki Görüşler

Genel bir eğilim olarak dil, bir toplumun etnik kökeninin en önemli göstergelerinden biridir, kültürün en önemli parçasıdır ve onun taşıyıcısı olarak abul edilir. Bu eğilim haklı bir eğilimdir. Dil kültürün yapıtaşıdır veya eski tabirle mütemmim cüzüdür. Dillerin farklılığı menşelerin farklılığına delalet etmez.

Kürtlerin Fars kökenli olduğu iddiası, esas itibariyle bugünkü Farsça ve Kürtçenin dil ve lehçe benzerliğine dayandırılarak ortaya atılmışsa da, bu tezin sağlıksız ve geçerli olmadığı görüşleri daha ağır basmaktadır. Zira, Kütlere Türkler “Kürt” diyordu ve bu ad diğer dillere Türkçeden geçmiştir.

Rus Kürdologlar tarafından 19. yüzyılın sonlarında hazırlanan Kürtçe sözlükteki kelimeler menşe itibariyle tasnif edlmiş ve ortaya aşağıdaki tablo çıkmıştır.

     -3080 kelime Türkçe

     -2230 kelime Farsça

     -370 kelime Pehlevi Lehçesi

     -2000 kelime Arapça

     -220 kelime Ermenice

     -108 kelime Keldanice

     -60 kelime Çerkesce

     -20 kelime Gürcüce

     -300 kelime menşei belli olmayan.[27]

Yukardaki tablodan da anlaşılacağı üzere, Rusya Bilimler Akademisi tarafından hazırlanan Kürt dilinin etimolojik sözlüğünde, Kürtçenin söz varlığının %99’dan fazlasının kökeni başka dillerdir. Daha ziyade eski Türkçe, Farsça, Arapça, Ermenice, eski Çerkezce ve Gürcüce ve diğer dillerden meydana gelir. Diğer taraftan, Arap ve Fars menşeli kelimelerin Kürtçe içinde yer almasında ve bunların benimsenmesinde, özellikle İslamiyetin tesiri ve Fars Edebiyatının büyük rol oynadığı değerlendirilmektedir. Araştırmacıların üzerinde mutabık kaldığı husus, Büyük Selçuklulardan çok önce Anadolu’ya gelmiş ve yerleşmiş Türk boylarının, İran ve Arap kavimlerininde dâhil olduğu çeşitli kaynaklardan gelen farklı etnik unsurlarla temasta bulunmaları ve kaynaşmış olmaları neticesi, kendi dillerini kaybettikleri yönündedir.[28]

Kürtçeyi karma dil olarak ifade eden dil bilimci Prof. Dr. Ahmet Buran, konu hakkında yazdığı çeşitli makalelerinde özetle şu ifadeyi kullanmıştır:

“Dil ve lehçeler arasındaki ortaklıkların tespiti ödünçlenen unsurlar üzerinden yapılmaz. Öncelikle bir dilin tamamen kendisine mahsus olan özgün yapılarının belirlenmesi ve bu özgün yapılar üzerinden karşılaştırmalar yapılarak hangi dil ve lehçelerle aynı kökenden geldiğinin tespit edilmesi gerekir.

Kürtçe, genellikle çeşitli dil ve lehçelerle karşılaştırılırken bu ödünç unsurlar dışlanmadan yapıldığı için neredeyse her dil ile ilişkilendirilebilmektedir. Arapça unsurlar üzerinden değerlendirme yapılınca Sami dilleri ve özellikle Arapça, Farsça unsurlar üzerinden değerlendirme yapılınca Hint-Avrupa dilleri ve özellikle Farsça, Türkçe unsurlar üzerinden değerlendirme yapılınca da Altay dilleri ve özellikle Türkçe ile bir ilişki kurmak mümkündür.

Kürt sözcüğünün Türkçe kökenli olması ve bir etnonim olarak en geniş, en eski kullanımının Türkçeye ait olması, Kürtçe ile Türkçe arasında bir ilişki olduğunu göstermektedir. Kürtçede yer alan çok sayıda eski Türkçe kelime, tarihi ve coğrafi birlik, Macarları meydana getiren ve Türk kökenli olduğu kabul edilen Kürt boyu, Elegeş yazıtındaki “Kürt el kan / Kürt ilhanı’’ ibaresi, Azerbaycan’daki Kürdemir, Kırgızistan ve Kazakistan arasındaki Kürdak bölgesi, 20’den fazla Türk aşiretinin aslında Kürt sözünün kullanılması gibi birçok delil, Kürt denilen topluluğun, hiç değilse bir bölümünün, Türk kökenli olduğunu ve dillerinin de başlangıçta Türkçe olduğunu göstermektedir.

Türk kökenli olan topluluklardan bir bölümünün dili, Fars ve Arap dilleriyle karışarak başkalaşmıştır. Bu durumu Kaşgarlı Mahmut XI. yüzyılda ‘Türkçeyi en iyi konuşanlar Türkçeden başka dilleri bilmeyen Türklerdir’ ifadesini kullanmıştır.

Kimi araştırmacılar, daha çok da siyasi maksatlarla Zazacayı Kürtçenin bir lehçesi sayarken, kimileri Zazacayı tamamen ayrı bir dil olarak kabul ederler. Bize göre de Zazaca Kürtçeden ayrı bir dildir.

Esasen, Türkiye’deki Kırmançlar konuştukları dile Kürtçe değil, daha çok ‘Kırmanci’, Irak’takiler de ‘Sorani’ derlerdi. Bu dilleri Kürtçe olarak adlandırma ve hepsini bir dil sayma girişimi, daha çok siyasi Kürtçülükle paralel gelişen bir durumdur.

Karma diller, çok dilliliğin yaşadığı coğrafyalarda ortak bir anlaşma aracı, bölge dili olarak ortaya çıkarlar.’’[29]

Niçin Bu Hale Gelindi?

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden itibaren başlayan ve halen sağlıklı bir sonuca ulaştırılamayan, ne zaman ve hangi hal ve şartlarda ulaştırılacağı da henüz belli olmayan Kürtçülük olayını bir hastalığa benzetecek olursak, bu hastalığa en başından itibaren yanlış teşhis konulduğu anlaşılmaktadır. Teşhis yanlış olunca söz konusu hastalığın tedavisinde bugün olduğu gibi çok zorlanılmaktadır. Dolayısıyla olayın çıkış noktasında yapılan hataların yansımaları bugün Türkiye’nin işini güçleştirmektedir.

Günümüz aydınları tarafından olayın daha başlangıcında “Kürt sorunu, Kürt meselesi, Kürt realitesi vb.’’ farklı terim ve terminolojilerin kullanılması, her Doğulu ve Güneydoğulu insanın “Kürt’’ kabul edilmesi, anılan bölgenin “Kürdistan’’ olarak adlandırılması hatalı bir yaklaşımdır. Bölgede Türkmen, Karapapak, Kafkas kökenli toplulukların bulunması yanısıra, yine  bölgede Arap, Nasturi, Yezidi, Zaza gibi farklı etnik kökene sahip  unsurlar vardır ki, bu unsurların “Kürt’’ kapsamına girmediğini ve asıl olarak Kırmançların daha ziyade Kürt kapsamında değerlendirildiğini, Zazalar ile Kırmançların herhangi bir organik bağının olmadığını, yukarda isimleri zikredilen çalışma ve eserlerden anlamaktayız.

Kürtlerin aslında bir Türk boyu, Kürtçenin ise bir lehçe olduğu, kendilerini Kürt olarak tanımlayan vatandaşların Türk örf ve adetlerini taşıdıkları halde niçin bugünkü ortama gelindiği ve Kürt meselesi ya da sorunu gibi bir kavramın ortaya çıktığı halen tartışma ve çatışma konusudur. Bu konuda başını Rusya, İngiltere ve Fransa’nın çektiği dış tahriklerin yanısıra bizim de yaptığımız hatalar rol oynamıştır.

Ruslar, 1860 yılında Leningrad ve Tiflis Kürdoloji Enstitüsü’nü kurarak etkili ve sürekli bir şekilde Kürtçülük yayını yapmışlardır. 1924 yılında Rus politikacı Vladimir Minorsky tarafından yazılan ve “Gizli’’ kaydı ile Rus Ordusu’ndaki bütün subaylara dağıtılan “Kürtler” isimli bir kitapta, İskenderun ve Basra Körfezi’ne kadar ilerleyecek olan Rus Ordusu’nun, bu ilerleyişi sırasında yolları üzerinde bulunan Kürt topluluklarından nasıl istifade edebileceklerinden bahsedilmektedir.[30] 1927 yılında Rus yazarların bazıları Kürt unsurların Türklerden ayrı bir millet oldukları üzerinde ısrarla durmuşlardır. 1934 yılında Erivan Kürdoloji Enstitüsü’nü ve Revandiz Kürt Koleji’ni kurmuşlardır. Tüm bu faaliyetlerin temelinde, Kürtleri Türklere karşı kışkırtmak ve bağımsız bir millet oldukları yönünde isyana teşvik ederek ayaklanmalarını sağlamak olduğu aşikârdır.

İngiltere, Hindistan yolu ile Ortadoğu’daki menfaatlerini korumak maksadıyla konuyu istismara çalışmıştır. Özellikle 1919-1920 yıllarında Kürt meselesi ortaya çıkarmak isteyenlerin başında yer almıştır. Bugün Kürt meselesine tesir eden en önemli faktörün, Kürt kültürü ve tarihi olduğu değerlendirilmektedir. Bu konu hakkında biraz geriye gidilecek olursa, II. Dünya Savaşı’ndan ve özellikle çok partili döneme geçildikten sonra, başta siyaset kurumu olmak üzere, Türkiye’nin aydın ve yazarları, araştırmacıları, tarihçileri gibi ülkenin önde gelen kişi ve kurumları tarafından, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin sosyal ve ekonomik durumunun tespitine yönelik hazırlanan birkaç rapor dışında, Kürt meselesinin ne kökeni, ne kültürü, ne tarihi araştırılabilmiş, incelenebilmiş ve ne de Kürt örgütlenmesi arasındaki çelişkiler ele alınarak sağlıklı bir şekilde ortaya konulabilmiştir. Söz konusu dönemden itibaren gerek aydınlarımız ve gerekse siyasi otoritelerimiz konu hakkında anlaşılmaz bir şekilde suskunluğu tercih etmişlerdir. Böylece meydan bölücülere kalmıştır. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Orta Doğu’ya çöreklenen İngilizlerin bölgeyi dışarıdan karıştırmaya başladıkları ve bölgedeki Kürt isyanlarının tetikleyicisi oldukları bilinmektedir. Buna hiçbir önlem alınamadığı gibi, Kürt kültürü ve tarihi ile ilgili gerçekleri yansıtan belgeleri ortaya çıkarıp yerli ve yabancı araştırmacılara sunamayışımız, bu meselenin bugünkü boyutlara ulaşmasının zeminini hazırlamıştır. Bu durum bölücüler tarafından istismar konusu haline getirilmiştir. Hemen ellerinin altında bulunan tek yanlı ve propaganda niteliğindeki yayınlara uzanarak, çok şaşırtıcı ve gerçek dışı bilgilerle, Kürtlerin emperyalizmin bölgedeki taşeronu haline getirilmelerinin yolu böylelikle açılmıştır. Bu durum bugün dahi hüküm sürmektedir. Kürt kimliği, kültürü ve tarihi ile ilgili eldeki belge ve yayınlara bakılacak olursa, bunların yayın tarihlerinin genellikle 1980 yılı sonrası olması, yukarda bahsedilen uzunca bir süre devam eden sessizliği ve suskunluğu teyit etmektedir.

Sonuç

Eldeki bilimsel veriler ışığında yapılan araştırmalar ve mevcut kuvvetli delillere göre, bugün Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan vatandaşlarımızın aslında Türk asıllı oldukları, Turani bir kavim oldukları, Kürtlerin de diğer Türk boyları gibi Orta Asya’dan geldikleri, batıya iki koldan göç ettikleri ve Anadolunun içlerine kadar geldikleri çok açık bir şekilde tartışmaya yer verilmeksizin ortaya çıkmaktadır.

Bugün halen Anadolu’da 100’ün üzerinde Kürtçe isim taşıyan yerleşim merkezi bulunmaktadır. Bunların büyük çoğunluğu da Orta ve Batı Anadolu’da yer almaktadır. Geri kalan az bir kısmı da Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndedir. Bu da göstermektedir ki, Anadolu’nun doğusunda oturanlarla batısında oturanlar aynı boydandır. Bununla birlikte, Türk töre ve geleneğine göre binlerce köy ve yerleşim alanına verilen isimler, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Türkistan kadar, Azerbaycan kadar ve Türkiye’nin diğer herhangi bir bölgesi kadar Türktür.[31]

Tarihi ve sosyal menşe birliğine sahip olan insanları birbirinden koparmak için, iki yüzyıla yakın bir zamandan beri, gerek Batılılar gerek Ruslar büyük gayret gösterdiler ve göstermeye de devam ediyorlar. Bu hususta pek çok kaynak vardır. Bu kaynaklar incelendiğinde, özellikle İngiltere ve Rusya’nın Kürt meselesini ne kadar istismar ettikleri ortaya çıkmaktadır.

Bugün Türkiye’de Türk ve Kürtler birbirleriyle kaynaşmış olarak yaşamaktadırlar. Milli kültürümüz ve manevi değerlerimiz müşterektir. Türkü Kürde, Kürdü Türke, Aleviyi Sünniye kırdıran dünkü emperyalist siyaset bugün aynı tezgâhı tekrarlamakta, Amerikan mandacılığına sığınan Kürt liderleri ile, çok uluslu diplomasi ve yerli işbirlikçileri ile, ırk ve mezhep ayrılıkları ile kışkırttığı Kürt şovenizmi ile sınırlarımızın ötesinde ve ülkemizde yıllardır uğursuz oyunlar oynanmaya devam etmektedir. Bu anlamda Kürtçülük şovenizmdir, bağnazlıktır. Kürtlerin değil, emperyalizmin projesidir. Türkiye 30 yıldan beri bir “Kürt şovenizmi’’ne maruz bırakılmıştır. Şovenizm, kendi soyunu öteki soylardan üstün gören bağnaz milliyetçilik anlamına gelir. Bu bağnaz milliyetçilik, saldırgan siyasetin ve ideolojinin temel kaynağıdır.

Kürt ile Kürt olmayanı, kültür, tarih ve etnik köken olarak ayırmak mümkün değildir. Geçmişte “Kürtçü’’ tabiri, Kürt hak ve menfaatleri için mücadele veren, Kürt’ü seven anlamına gelirken bugün, Kürtçü diye ortaya çıkan unsurlar, emperylist emelleri olanlarla ittifaka girerek, silahlı kurtuluş mücadelesi vermeyi, terör ve şiddeti kullanarak  bölünme ve parçalanmayı, ayrı bir devlet kurmayı öngören ihanetçi bir mücadele içindedirler. Bu uğursuz oyun sürecindeki en kötü ve tehlikeli senaryo, Türkiye’yi bölüp parçalamak ve üniter yapısını bozmaktır.

Oysa Kürt meselesi tarihsel süreç içerisinde, özellikle Ortadoğu’da ortaya çıkan iktidar boşlukları ve oluşan yeni dengeler içinde ele alınması ve üzerinde durulması gereken çok yönlü ve karmaşık bir sorundur. Bu sorun, çok uluslu desteklerle evrensel boyutlara ulaşmıştır.

Sonuç olarak, buraya kadar yazdıklarımızla Kürtlerin Türklerden ayrı bir kavim olmadıklarını göstermeye çalıştık. Kürtler bir Türk boyudur. Kürtçe bir lehçedir. Kürtçülük sorununun temelinde dış tahrikler ile kendi hatalarımız yatmaktadır. Hatalar olabilir. Yaşın yanında kuru da yanabilir. Fakat esas olan iyi niyettir. Niyet iyi olunca hakikat anlaşılır, hatadan dönülür. Türkiye Cumhuriyeti, tarihsel süreç içerisinde üç kıtada kökleri olan ulu ağacın bir filizidir. Bu filize uzanan eller kırılmaya mahkûmdur.

Bu siyasal ve ideolojik karanlık içinde yapılması gereken şey, sadece Kürtleri değil, Türkiye’de tüm etnik toplulukları kucaklayarak, hepimizin Yüce Türk Milleti’nin bir parçası olduğumuzu, hiç bir ayrımı kabul edemeyeceğimizi vurgulayarak, milli birliğimizi esas alan “yurttaşlık bilinci’’nin geliştirilmesi ve bu bilincin yerleştirilmesi olmalıdır.

Kaynakça:

[1] Buğduz adının manası, ‘’herkese karşı alçak gönüllü olan, yardımcı (hizmet edici)  demektir. (http://www.filozof.net/Turkce/nedir-ne-demek/11664-bugduzbugduzluler-boyu-nedir-tarihi-ozellikleri-hakkinda-bilgi.html)

[2] Osman ARARAT -PKK ve Türkiye- Alter Yayınları, Ankara-2015

[3] Osmanlı ve Modern Türkiye -Halil İNALCIK- Timaş Yayınları,İstanbul-2013

[4] http://abdurrahmanakbilmez.blogspot.com.tr/2013/07/dogu-anadolunun-turklugu.html

[5] H.İNALCIK, a.g.e.S.237

[6] Doğu Anadolu’nun Türklüğü -Prof.Dr.Mehmet ERÖZ-Ötüken Yayınları, İstanbul, 1975

 [7] Prof. Dr. Orhan TÜRKDOĞAN -Doğu Anadolunun Sosyal Yapısı- Ankara, 1987

[8] Prof. Dr. Mehlika AKTOK KAŞGARLI, Yaşar KALAFAT -Türk, Kürtlerde Uygarlık ve Ağızlar Hakkında Düşünceler- Kayseri,1991

[9] O.ARARAT,a.g.e.S.109

[10] Ali Tayyar ÖNDER -Türkiye’nin Etnik Yapısı-Halkımızın Kökenleri ve Gerçekler- Ankara, 2005

[11] Ali Rıza ÖZDEMİR -Kayıp Türkler -Etnik Coğrafya Bakımından Kürtleşen Türkmen Aşiretleri- Balıkesir, 2013

[12] A.R.ÖZDEMİR,a.g.e.S.13 (İzol Aşireti: Tarihi Harzemşahlılara kadar dayanan, Suriye’den Erzurum’a kadar Fırat havzasına yerleşmiş bir aşirettir. İzollular, Celaleddin Harzemşah’ın ordusunu oluşturan en asli unsurudur.  Kudüs’ün yeniden fethedip Müslümanların eline geçmesine büyük katkıları olmuştur. İzollular’ın merkezi Siverek, Karacadağ ve Malatya olarak bilinir.) (https://www.sabah.com.tr/gundem/2012/01/29/3-milyonluk-izol-asireti-guc-birligi)

[13] Prof.Dr.Fahrettin  KIRZIOĞLU -Kürtlerin Türklüğü- İstanbul,1995.

[14] http://www.derinalem.com/?p=13508

[15] A.T.ÖNDER,a.g.e.S.154

[16] A.T.ÖNDER,a.g.e.S.201

[17]https://288757.forumromanum.com/member/forum/entry.user_288757.2.1111428691.kuertler_n_tuerklue_ue_karisik_sitelerden_aktarilmistir_haydi_kafatasci-piya.html

[18] A.R. ÖZDEMİR ,a.g.e.S.184

[19] O.ARARAT,a.g.e.S.104

[20] A.R.ÖZDEMİR,a.g.e.S.59

[21] http://www.derinalem.com/?p=13508

[22] A.R.ÖZDEMİR,a.g.e.S.13

[23] A.T.ÖNDER,a.g.e.S.152

[24] http://www.derinalem.com/?p=13508

[25] http://www.derinalem.com/?p=13508

[26] http://www.derinalem.com/?p=13508

[27] A.T.ÖNDER,a.g.e.S.168

[28] Prof.Dr.M. ERÖZ, a.g.e.S.126   

[29] Prof.Dr.M. ERÖZ, a.g.e.S.125     

[30] Prof.Dr.M. ERÖZ, a.g.e.S.224   

[31] Prof.Dr.M. ERÖZ, a.g.e.S.214