Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Yirmi birinci yüzyılın içlerine doğru gidildikçe ve yer küre bu doğrultuda yuvarlandıkça ortaya yeni yeni manzaralar çıkmaktadır. Yirminci yüzyılın birikimleriyle yeni bir yüzyıla girmiş olan dünya, bu yeni yüzyıl içerisinde yoluna devam ettikçe, eskisinden çok farklı olarak hiç beklenmeyen yeni oluşumların gündeme geldiği ve bu doğrultuda dünya ülkelerinin beklenenden çok farklı durumlar ile karşı karşıya geldikleri görülmektedir. Geçmişte kalan yüzyılın getirmiş olduğu birikimler yeni bir dünya yapılanmasının önünü açarken, geleceğe dönük beklentiler geçmişin devamı doğrultusunda öne çıkmış ama tamamen tersi bir çizgide beklenmeyen olaylar ortaya çıkınca, siyasal gelişmeler de bu gibi durumların etkisi altında kalmış ve beklenenden çok farklı bir dünya yapılanması ile insanlık karşı karşıya kalmıştır. Yeni yüzyılın daha ilk çeyreği dolmadan, geçen asırdan gelen dünya sahnesinde önemli değişikliklerin devreye girdiği görülmekte ve daha şimdiden eskisinden çok farklı bir dünya yapılanması ile insanlık karşı karşıya kalmaktadır. Küresel anlamda bütün dünya kıtalarını kapsayan bir değerlendirme olarak böyle bir sonuca varırken, her kıta gibi Avrupa kıtası da kendi payına düşen yeni gelişmeler ve çok farklı bir değişim rüzgârı ile karşı karşıyadır. Çağdaş uygarlığın beşiği olarak kabul edilen bu dünyanın en küçük kıtasındaki yeni gelişmeler gene bütün dünyanın geleceğini yakından etkileyecekmiş gibi görünmektedir.

Avrupa Birliği, yirminci yüzyılda başlayarak çeşitli siyasal gelişmeler ile yirmi birinci yüzyılın ortalarına doğru tamamlanma sürecini bitirmesi beklenen bir önemli siyasal oluşum olarak tarih sahnesine geçen yüzyılın ortalarında gündeme gelmiş olan bir siyasal gelişme idi. Geçen yüzyılın iki büyük dünya savaşına sahne olmasından sonra, bu doğrultuda yüz milyondan fazla insanını kaybeden Avrupa ülkelerinin bir kıtasal birlik çatısı altına alınmasıyla, üçüncü dünya savaşını önleyebilecek bir uluslararası barışın ilk adımları atılmıştır. Dünya savaşları sonrasında, kömür-demir-çelik gibi ana sanayi dallarında başlatılan işbirliği, daha sonraki aşamada bir ortak pazara ve çeyrek asırlık bir hazırlık sonrasında da Avrupa Topluluğuna dönüşüyordu. Yirminci yüzyılın sonlarına doğru gelindiğinde Avrupa kıtasındaki ülkelerin büyük çoğunluğunu çatısı altında birleştiren bu ortak dayanışma girişimi, yirmi birinci yüzyıla girerken kendisini bir kıtasal birlik görünümünde Avrupa Birliği olarak ilan ediyordu. Soğuk savaşın ortadan kalkmasıyla Avrupa ülkeleri daha kolay bir biçimde bir araya gelerek, ABD ve SSCB arasında sıkışmış bir küçük kıta görünümünden bir an önce kurtulmak istiyordu. Böylesine bir yaklaşım da kıtanın büyük ülkelerinin öncülüğünde bir kıtasal oluşuma giden yolu kolaylaştırıyordu. İkinci dünya savaşını okyanus ötesi güç ile Bolşeviklerin kurmuş olduğu Sovyetler Birliğinin kazanması üzerine, bütün dünyayı beş yüz yıl yönetmiş olan Avrupa kıtasının büyük devletleri, kendilerinin öncülüğünde daha etkili bir Avrupa yapılanması arıyorlardı.

Bütün dünya kıtalarına egemen olmak ve buralarda birbirleriyle hegemonya savaşları sürdürmek durumunda olan Avrupa’nın büyük ülkeleri, iki dünya savaşı sonrasında ortaya çıkan Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği gibi iki büyük kıtasal oluşum ile mücadele edebilmek amacıyla kendi kıtalarını da böylesine büyük bir kıtasal birlikteliğe kavuşturarak, iki büyük güç merkezi arasında sıkışıp kalmaktan kurtulmak istemişlerdir. Ekonomik alanda başlayan işbirliğinin kısa zaman içerisinde hukuk ve diğer sosyal alanlara yayılması üzerine, Avrupa devletleri bir büyük kıtasal oluşumu meydana getirmek üzere, yirminci yüzyılın ikinci yarısında kendi aralarında toplanarak ve kıtasal zirve toplantıları düzenleyerek, Amerika Birleşik Devletleri gibi bir büyük kıtasal devlet konumunda Avrupa Birliğini ya da Avrupa Birleşik Devletleri düzenini kurmak için yola çıkmışlardır. Böylesine büyük bir amaç doğrultusunda Avrupa ülkeleri yola çıkarken, Avrupa Birliği yapılanması bütün Avrupalıların kafasında önemli bir ütopya olarak yer alıyordu. Yüzyılların bitmek tükenmek bilmeyen savaşları ve en sonunda iki büyük cihan savaşının getirdiği yüz milyonu aşkın insan kaybı, artık insanlığın bir şeyler yapmasını gerekli kılıyordu. İki büyük dünya savaşı sonrasında kalıcı bir barış düzeninin kurulamaması, aksine Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği gibi iki yeni büyük emperyalist devlet yapılanmasının ortaya çıkması üzerine eski dünyanın uygar kıtası olarak ya da Avrupa’nın denge kurucu bir merkez olarak yeni bir kıtasal birlik ile dünya sahnesinde yeniden öne çıkması gerekiyordu. Evrensel bir barış düzeninin kalıcı olarak ortaya çıkarılabilmesi için büyük kıtasal oluşumlar arasında yeni dengelerin kurulması gerekiyordu. Ancak birbirini denetleyebilecek güçte oluşumların caydırıcı güç olarak etkinliğini duyurması nedeniyle, Amerikan ve  Rus emperyalizmlerine karşı  bir güç dengesi olabilecek Avrupa  Birliği gerekliliği uluslararası alanda kendisini hissettirmesi üzerine, Avrupa’nın önde gelen büyük devletlerinin öncülüğünde  Avrupa Birliği oluşumu dünya sahnesinde yerini alıyordu.

On dokuzuncu yüzyılın sonlarına kadar İngiltere’nin temsil ettiği dünya devleti yapılanması oluşumunu, birinci dünya savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri devralıyordu. Uzun yıllar bilimin, kültürün ve uygarlığın beşiği olan Avrupa’nın dünya savaşlarının altında kalması üzerine bu alanlardaki öncü konumunu yitirdiği ortaya çıkmıştır. Böylesine bir kimliğe sahip olan Avrupa ülkeleri gene eskisi gibi uygarlık yarışında ön plana geçmek arzuları, ABD ve SSCB ile olan rekabeti öne çıkarıyordu. ABD ve SSCB gibi sonradan olma büyük siyasal güçlerin karşısında beş yüz yıllık uygarlığın, bilimsel ve kültürel gelişmelerin öncüsü olan Avrupa ülkeleri yeniden eski konumlarına gelebilmek üzere de barış ve işbirliği içerisinde bir kıtasal birliğe yönelmeye başlıyorlardı. İşte tam bu aşamada Avrupa Birliği gibi batılı ve gelişmiş bir kıtasal oluşumun Avrupalıların zihninde büyük bir ütopya olarak öne çıktığı görülmektedir. Bir yandan komşu ülkeler ile diğer yandan da sömürgelerdeki savaşlar Avrupa devletlerini kalıcı bir barış düzeni aramaya doğru sürüklediği bir aşamada, Avrupa Birliği ütopyasının Avrupa insanlarının düşüncelerinde yer etmesini anlayışla karşılamak gerekmektedir. Amerika Birleşik Devletlerinin zaman içinde ekonomik, teknolojik ve bilimsel çalışma alanlarında fazlasıyla ileri gitmesi üzerine, Avrupa ülkeleri giderek açılan arayı kapatabilmek üzere de bir araya gelmek zorunda kalmışlar ve belirli bir zaman dilimi sonrasında da ABD ve SSCB ile çeşitli alanlarda rekabete kalkışarak yarışmışlardır. Avrupa ülkelerinin bu gibi ortak girişimlerine karşı ABD ve SSCB gibi dünya güçleri ortaya çıkan rekabet düzeni içerisinde Avrupa’daki kıtasal gelişmeleri dikkate alarak hareket etmişlerdir.

Yirminci yüzyılın sonlarında biçimlenmeye başlayan Avrupa Birliği, yarım yüzyıllık bir ortak geçmişin ürünü olarak dünya sahnesinde yerini korumaya devam etmiştir. Yüzyılın son on yılında Sovyetler Birliği gibi bir büyük kıtasal devlet oluşumu çözülürken, bu büyük yapılanmanın yanı başında bir başka kıtasal oluşum olarak Avrupa Birliği dünya sahnesindeki yerini alıyordu. Önce altı merkezi Avrupa devletinin bir araya gelmesiyle başlayan kıtasal birliktelik, sonraki yıllarda diğer Avrupa devletlerinin birliğe katılmalarıyla yirmi sekiz devletin büyük birlikteliğine dönüşüyordu. Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte sona eren soğuk savaş dönemi sonrasında bütün dünya bir küreselleşme akımının etkisi altına girerken, Avrupa Birliği ülkeleri böylesine bir oluşumdan yararlanarak yollarına devam etmeye çalıştılar. Ne var ki, küreselleşme döneminde öne çıkan tekelci büyük şirketler ile ulus devletler karşı karşıya kalınca, Avrupa Birliği oluşumu böylesine bir karşıtlığın etkisi altına girmiştir. Küresel ekonomik politikalar bir evrensel ekonomi düzenini ulus devletlere dayatırken, Avrupa Birliği de bir bölgesel oluşum olarak kendi üyesi durumundaki Avrupa’nın ulus devletlerine kendi aldığı kararlar doğrultusunda yeni bir yapılanmaya doğru zorluyordu. Bu nedenle, Avrupa Birliği gelişirken, Avrupa ülkeleri hem küresel hem de bölgesel oluşumların gündeme getirdiği değişikliklere birlikte yönelmek gibi özel bir durumu yaşamak zorunda kalıyorlardı. Bazen küreselleşme ve bölgeselleşme oluşumları çelişkili yapılanmaları gündeme getirerek Avrupa ülkelerini sıkıştırırken, bazen da iki süreçten birisi öne geçerek kendi yapılaşma sürecinin getirdiklerini devletler üzerinde baskı ile gerçekleştirmeye çalışıyordu. Hem küreselleşme hem de bölgeselleşme süreçleriyle baş başa kalan Avrupa ülkeleri dışa açılma aşamasında kendilerini güvence altına alabilmek için önceliği bölgeselleşmeye vererek Avrupa Birliği oluşumunun hızla tamamlanmasına yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Küreselleşmenin getirmiş olduğu büyük tekelci şirketlerin ekonomik dayatmalarına karşı Avrupa devletleri kıtasal birliğin çatısı altında kendilerine güvence arıyorlardı.

Soğuk savaşın bitişi üzerine içine girilmiş olan dışa açılma süreçlerinde dünyanın geleceği umut verici görünüyor ve bu doğrultuda Avrupa ülkeleri arasındaki yakınlaşmalar daha hızlı sonuçlar getiriyordu. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra ortaya çıkan küreselleşme aşamasında büyük Amerikan şirketleri kendi devletlerinin gücünden yararlanarak, ekonomi üzerinden bir evrensel hegemonya düzeni oluşturmaya çalışırlarken, uluslararası kuruluşlar bir küresel yapılanmayı gerçekleştirmek için her yolu deniyorlardı. Ne var ki, ABD’nin bu süreçteki kendine özgün konumu her zaman için Avrupa ülkelerini ikinci planda bırakıyor ve bu nedenle de batı bloku arasında soğuk savaş yıllarında oluşturulmuş olan yakın dayanışma zamanla ortadan kalkıyordu. ABD’nin ayrıcalıklı konumu Avrupa açısından giderek büyüyen bir sorun olmaya başladığında, yüzyıllarca sömürge imparatorlukları yönetmiş olan İngiltere, Fransa, İspanya gibi büyük devletler ile Almanya gibi Avrupa’nın patronu konumuna gelmiş olan büyük devletlerin çıkarları zarar görüyordu. Devlet merkezli bir siyasal yapılanmadan şirket merkezli bir ekonomik yapılanmaya yönelen dünya ülkeleri böylesine bir değişim aşamasında sarsıntılar geçirirken, Avrupa Birliği ile eskisi gibi dünya liderliğini yakalayamayacağını gören, eski sömürge imparatorluklarının patronu konumundaki İngiltere ve Fransa gelinen aşamada bu durumlardan rahatsız oluyordu. Avrupa Birliği süreci, eski ulus devletlerin alt düzeyde bölge devletlerine doğru yönelmesini insan hakları doğrultusunda kabul etme noktasına gelmesiyle İngiltere, Fransa, İspanya ve İtalya bölünme riski ile karşı karşıya kalınca, Avrupa Birliği sürecinde İskoçya’nın bağımsızlığı ile parçalanmak istemeyen İngiltere, iki kez ayrılma referandumlarını önledikten sonra, Avrupa Birliğinden ayrılmaya karar veriyordu.

Büyük Britanya İmparatorluğu adı altında bir dünya devleti yapılanmasını beş yüz yıllık bir sömürge imparatorluğu sonrasında kurmuş olan İngiltere bu yüzden bir kıtasal birlik olan Avrupa Birliği gibi bir bölgeselleşmeden uzun süre uzak durmuştur. Ne var ki, dünyanın diğer bölgelerine göre batı ittifakını dünya merkezi konumuna getirmek isteyen batıcılık akımlarının galip gelmesi üzerine İngiltere, ABD öncesi dünya yapılanmasının hem kurucusu hem de merkezi olarak sahip olduğu birikimi sonuna kadar korumak istemiştir. İngiltere küresel bir düzen kurucusu olarak kendisini Avrupa Birliği gibi bir bölgesel oluşumun içine hapsetmek istememiş bu yüzden Avrupa Birliğinin kurucusu olmamıştır. Ne var ki, batı bloku içindeki gelişmelerin İngiltere’yi Avrupa’ya yakınlaştırması üzerine, İngilizler Avrupa Birliğine üye olmak istemişlerdir. Avrupa için büyük kazanç olan İngiltere gibi bir dünya devleti, çeyrek asırı geride bırakan bir üyelik statüsünden kendi çıkarları doğrultusunda yararlanamamış ve bu yüzden Avrupa kıtasından uzaklaşarak, gene eskisi gibi denizler üzerinden kurmuş olduğu güneş batmayan imparatorluk adı ile anılan Commonwealth ismi ile bir çatı altında toplanan sömürgelerinin ortak refah düzenine dönmeye karar vermiştir.

Brexit adı verilen karar ve uygulama, Avrupa Birliği oluşumu içerisinde ilk kez meydana gelen bir ayrılma olayının adı olarak tarihe geçmiştir. Brexit bir karma sözcük olarak(Britan-exit)  kavramlarının bir arada kullanılmasından doğmuştur. Kendi kurduğu siyasal yapılanma düzeni içerisinde ortaya çıkardığı güneş batmayan küresel dünya imparatorluğunu, gerçek bir dünya devletine dönüştürmek üzere eskisinden farklı bir yola çıkan İngiltere, Birleşik Krallık statüsü içinde kendi kurmuş olduğu eski sömürgelerini, Amerika Birleşik Devletlerinin kuramadığı bir dünya devletine doğru yönlendirmeye karar vermiş ve bundan sonra da Avrupa Birliğinden ayrılma kararı vererek bunu uygulama alanına getirmiştir. İngiliz dışişleri bakanı Avrupa Birliği ülkelerinin kendi aralarında geliştirdikleri ticari ilişkilerin ekonomik sıkıntıları önleyemediği ve bu yüzden de Kanada, Avustralya ve Hindistan gibi çok büyük ve kalabalık ülkeler ile batı ülkelerinin daha fazla ticaret yapmaları gerektiğini zaman zaman dile getirmiştir. Ortak bir para sistemine geçtikten sonra ciddi ekonomik sıkıntılar içerisine girmiş olan Avrupa Birliği içinde zor durumlarda kalan İngiltere, kendi para sistemi aracılığı ile eski sömürgeleri ile olan ekonomik bağlarını sürdürmüş ve zamanı gelince de Avrupa birliğinden ayrılarak, elliden fazla eski sömürgenin yer aldığı ortak refah düzenine, yeni bir küresel yapılanma doğrultusunda geri dönüş yapmıştır. Küreselleşmenin başlamasından bu yana çeyrek yüzyıllık bir zaman diliminin geçmesi, ayrıca Avrupa Birliği yolunda yarım yüzyıllık bir dönemin geride bırakılmasıyla birlikte, nelerin olamayacağı ve bu nedenle de nelerin olabileceği yavaş yavaş ortaya çıkmış ve bu doğrultuda devletler kendi gelecekleri doğrultusunda yeni kararlar alarak bunları uygulama alanına getirmişlerdir. İngiltere her zaman olduğu gibi bu konuda da başı çekerek hem Avrupa Birliğinden kopmayı, hem de Amerika Birleşik Devletlerinin bir türlü kuramadığı küresel devlet yapılanması doğrultusunda, ortak refah düzenini dikkate alınması gereken ciddi bir alternatif dünya devleti yapılanması olarak gündeme getirmiştir.

Avrupa Birliğinin giderek ekonomik açıdan Almanya’nın hegemonyası altına girmesi dünya savaşlarında Almanya’yı yenmiş olan İngiltere’yi çok rahatsız etmiş  ve Birleşik Krallık  savaş alanlarında yenmiş olduğu Almanya’nın ekonomik baskısı altına girmeyi hiçbir zaman kabul etmeyerek kendi para sistemini korumuştur. İngiliz dış işleri bakanının sürekli olarak gündeme getirdiği dünyanın diğer kıtaları ve ülkeleri ile de ticaret yapılması gereğine uyan İngiltere, hiçbir zaman Avrupa ekonomisine güvenmemiş ve sürekli olarak bir deniz devleti konumundan yararlanmış ve bu doğrultuda okyanusları aşarak Kanada, Avustralya ve Hindistan gibi dev ülkeler ile ticaretini öncelikli olarak geliştirerek geçmişten gelen dünya devleti konumunu korumuştur. Böylece dünyanın en küçük kıtası olan Avrupa’nın sınırları içine hapsolmayarak eskisi gibi bir küresel oyuncu konumunda bağımsız politikalarını geliştirerek, uygulama alanında bu doğrultuda sonuçlar almaya çaba göstermiştir. Küreselleşme döneminde ABD’nin küresel şirketler kavgasına sahne olması ve bu durumun giderek içinden çıkılmaz bir hal alması üzerine, İngiltere ABD’nin gücünü kullanarak merkezi coğrafyada bir büyük dünya devleti oluşturmaya çalışan İsrail gibi yeni yetme bir devlete de,  kendi oluşturduğu Orta Doğu bölgesini teslim etmeyerek gerekli olan politikaları son zamanlarda uygulamaya başlamıştır.

Brexit, Avrupa Birliği gibi bir kıtasal oluşumun son noktası olarak öne çıkınca, bundan sonraki aşamada İngiltere’siz bir Avrupa’nın gelişemeyeceği, ya durgun bir yapılanma ile yetinerek yoluna devam edebileceği ya da  Brexit sonrasında birlikten memnun olmayan Fransa, İtalya, İspanya ve de  Yunanistan gibi devletlerin de birlikten ayrılma yoluna giderek daha farklı yapılanmalar  peşinde koşacakları uluslararası alanda tartışma konusu olmuştur. Ortak para sistemi yüzünden kendi para sisteminden vazgeçen Akdeniz ülkelerinin tamamı ekonomik açıdan iflas edince İngiltere’nin açmış olduğu kapıdan Akdeniz ülkelerinin de geçerek üyelikten çıkacakları ileri sürülmektedir. Küreselleşme sürecinde gündeme gelmiş olan Avrupa Birliği oluşumu uluslararası dengelerin değişmesi üzerine giderek zorlanmaya başlamış ve ABD üzerinden küresel emperyalizmin yayılması ile dünya ekonomisinin kontrolü tekelci şirketlerin eline geçince,  ulus devletler zorlanmaya başlamış ve Avrupa Birliğinin küresel ekonomi alanında ABD ile Çin, Rusya ve de diğer büyük devletlerin gerisinde kalmaya başlaması ile Avrupa için tehlike çanları çalmaya başlamış ve böylesine bir hızlı dönüşüm aşamasında Avrupa’nın büyük devletleri Avrupa Birliğini sorgulamaya başlamışlardır. Bu durumdan en çok rahatsız olan ülke İngiltere olmuş, kendi para sistemi üzerinden Commonwealth ekonomisini canlı tutmaya çalışan Britanya İmparatorluğu yeni dönemde iki ayrı sistemin kurallarını bağdaştıramayacağını anlayınca, Birleşik Krallık kendi oluşturduğu güneş batmayan imparatorluğa öncelik vererek, Avrupa Birliği oluşumundan çekilme kararı almıştır. Daha önceki dönemde Akdeniz ülkeleri iflas etmelerine rağmen Avrupa Birliğinden çekilecek gücü ve cesareti gösterememişler ve bu yüzden birlik eski hali ile bu yıla kadar devam etmiştir. Geçmişten gelen dünya imparatorluğunun kurucusu olarak  İngiltere  Brexit kararını resmen açıklayınca, her şey alt üst olmuş ve bu yaşlı kıtanın birleşme amaçlı çabaları  Büyük Britanya İmparatorluğunun oyun bozuculuğu ile sonuçsuz kalmıştır.

İngiltere gibi büyük bir ekonomik yapılanmanın Avrupa Birliğini terk etmeye yönelmesiyle hem Avrupa kıtası hem de batı bloku alt üst olmuş ve geleceğe dönük gelişme programlarında her devlet kendi çıkarları açısından değerlendirme yapma noktasına gelmişlerdir. İngiltere yeniden Common Wealth dünyasına dönerek bu doğrultuda bir yeni küresel oluşumun önünü çekerken, Avrupa’nın diğer sömürgeci ülkeleri de yeniden eski sömürgelerine dönmeyi gündeme getirmişlerdir. Özellikle, Afrika’da yirmiden fazla sömürgesi olan Fransa devleti yeniden batı Afrika’daki Fransızca konuşan ülkeler topluluğuna geri dönerek İngiltere gibi Avrupa kıtasının dışında yeni arayışlar içerisine girmiştir. Benzer girişimleri İspanya, Portekiz, Hollanda ve Belçika gibi Avrupa ülkeleri de denemelerine rağmen, küresel ekonomi ile rekabet edecek güçlü bir mücadeleyi gündeme getirememişlerdir. Bu nedenle İngiltere gibi bir ayrılma senaryosunu bu gibi ülkeler gerçeklik aşamasına getirememişlerdir. Ne var ki, Avrupa Birliğinin öncüsü ve kurucusu konumundaki Fransa sahip olduğu eski büyük sömürge imparatorluğuna tıpkı İngiltere gibi geri dönüş arayışları içerisine girmiştir. Fransa’nın hem Afrika’da hem de okyanuslarda kendine bağlı oluşturduğu sömürge imparatorluğunun, Brexit kararı sonrasında canlandırılmasıyla Frexit gibi benzeri bir uygulamanın ortaya çıkabileceği şimdiden tartışılmaya başlanmıştır. Almanya ile merkezi ortaklık kurarak Avrupa Birliği’ne öncülük yapan Fransız devletinin birkaç yıl önce Almanya ile tam ortaklığa yönelerek Avrupa Birliğinin çekirdek yapılanması olarak Fransalmanya adlı bir yeni oluşumu dünya kamuoyuna açıklaması üzerine, geçmişten gelen dünya imparatorluğundan vazgeçmek istemeyen İngiltere, Brexit hazırlıklarına başlamış ve kısa zaman içerisinde de iki eski büyük rakibinin ortaklığına dayanan bir kıtasal birliğin içinde Avrupa standartlarında parçalanarak yer almayı kendi çıkarları açısından uygun görmemiştir. İngiltere’yi Brexit gibi bir radikal çıkış kararına sürükleyen ana olay Avrupa Birliği oluşumunun bir Fransa-Almanya ortaklığına dönüştürülmek istenmesidir. ABD’nin şirketler aracılığı ile küreselleşme de öne çıkması da İngiltere’nin rekabetçi bağımsız politikalara geri dönüşünü gündeme getirince, Birleşik Krallığın dünyanın en küçük kıtasını terk etmesi daha da hız kazanarak gerçekleştirilmiştir. İngiltere’nin Avrupa Birliğinden boşanmasının hem iç hem de dış nedenleri bir araya gelince ayrılma daha çabuk gerçekleşmiştir. Brexit kararı bu yüzden hem Avrupa Birliği oluşumunun önünü kesmiş hem de ABD-İngiltere işbirliğine dayanan Atlantik ittifakının eskisinden daha farklı bir biçim almasına giden yolu açmıştır. Britanya İmparatorluğu, eski sömürgesi olan ABD ile birlikte hareket ederek Atlantik İttifakı çerçevesinde bir işbirliğini Avrupa Birliği oluşumuna tercih etmiştir.

Lizbon sözleşmesinin ilgili hükümlerine göre gerçekleştirilecek ayrılma olayının en az iki yılı bulması ve bu arada hem İngiltere’de hem de Avrupa Birliği çatısı altında birçok yeni toplantıların yapılarak kararların alınması gerekmektedir. İngiltere’nin katı tutumuyla gerçekleşme aşamasına gelen Brexit olayında birliğin diğer üyeleri ayak sürüyerek hareket etmekte ve ilerideki bir aşamada Britanya İmparatorluğunun kıtasal birlikten çıkışını engelleme doğrultusunda olumsuz bir tutum sergilemektedirler. İngiltere hem üyelikten ayrılma hem de bağımsız siyaset izleme çizgilerinde önemli bir örnek olarak öne çıkınca, diğer üye ülkeler de Birleşik Krallık gibi hareket edebilmenin arayışı içine girmişlerdir. Komşuluk, kardeşlik, dostluk, dayanışma ve işbirliği gibi insani değerlere dayanılarak kurulmuş olan Avrupa Birliği yarım yüzyıl sonra İngiltere’nin kötü örnek olması yüzünden çıkmaz bir sokağa sürüklenerek belirsiz bir gelecek ile karşı karşıya kalmıştır. Ne var ki, farklı kültür ve karakterlere sahip olan ülkelerin tek bir çatı altında bir araya gelebilmeleri mümkün olamamış ve İngiltere’nin bağımsızlık bayrağını açmasıyla birlikte Avrupa’nın kıtasal yapılanması tehlike altına girmiştir. İki yıllık geçiş süreci içerisinde hangi tarafın nasıl davranacağı şimdiden pek belli değildir. Brexit kararı Avrupa da olduğu kadar,  Birleşik Krallık içinde yer alan İskoçya ve Galler bölgesi tarafından da daha kabul edilmemiştir. Hatta Almanya’nın kışkırtmaları üzerine İskoçya kendi ülkesinde bir halk oylaması yaparak Avrupa Birliği içinde kalacağını resmen açıklamıştır. Londra kentinde yaşayan İngiliz vatandaşları da birlikten ayrılmanın aleyhine oy verdiği için, önümüzdeki dönemde Britanya hükümetinin Brexit’i gerçekleştirmesi son derece zor olacak gibi görünmektedir.

Brexit kararı ile ilgili referandum sonuçları Britanya vatandaşlarını ikiye bölerken, çok ciddi bir muhafazakar tepki öne çıkmış ve bu kesimler birlikten çıkma yerine birliğin kendi içinde düzeltilmesi için mücadele edilmesi gerekliliğini savunmuşlardır. Ayrılmaya karşı çıkan Anglo-sakson çevreleri Kanada benzeri bir özel anlaşma modeli üzerinde durulması gerektiğini savunmuşlardır. İçeride kalarak birliği reforme etmeyi savunanlar ile birlikte Kanada modeli ile birlikten kopmayı önleme girişimleri Brexit ile ilgili tartışmaları daha da genişleterek içinden çıkılmaz bir noktaya gelinmesine yol açmışlardır. Avrupa’nın sosyal devlet modelini Amerikancı liberallere karşı savunan İngiliz İşçi partisinin ana gövdesi de ayrılmaya karşı çıkarak, birlik içinde mücadelenin sürdürülmesi gerekliliğini savunmuşlardır. Avrupa Birliğinin kemer sıkma politikalarından rahatsız olan İngiliz liberalleri de, Brexit kararına yakın bir çizgide hareket ederek sonucu etkilemeye çalışmışlardır. Zaman geçtikçe Avrupa Birliği oluşumunda çeşitli sorunlar çıkmaya başlamış ve birliğin geleceğe dönük yapılanmasında anlaşamayan devletler oluşumu başka yönlere doğru çekmeye çalışırken, İngiltere radikal bir karar ile kıtasal oluşumdan ayrılmayı açıkça gündeme getirebilmiştir. Uzun süre Avrupa Birliğinin gevşek bir konfederasyon mu yoksa sıkı bir federasyon mu olması konusunda anlaşamayan Avrupa’nın büyük devletleri kendi modellerinden vazgeçmeyerek kesin yapılanma konusunda bir türlü anlaşamayınca, böylesine geleceği belirsiz birlik projesi yüzünden yüzyılların Britanya İmparatorluğu kendi güvenliğini tehlikeye atmayarak, Brexit kararı ile kesin bir çıkış yapmak durumunda kalmıştır. Otuza yakın devletin bir araya gelerek bir kıtasal oluşumu bir an önce kesin bir yapılanmaya dönüştürememesi, birliğin dağılmasına giden yolun başlangıcı olmuştur. Geleceği belirsiz bir kıtasal birlik yüzünden, beş yüz yıllık dünya imparatorluğunu İngilizler feda etmek istemeyerek yeniden okyanuslara açılarak yeryüzünün beş kıtasında güneşin batmadığı bir eski imparatorluk üzerinden gelecek arayışını sürdürmek istemişlerdir. Milattan sonra yaşanan iki bin yıllık tarihsel süreç içerisinde hiçbir zaman Avrupa kıtası ile birlikte olmayan, her zaman için kara Avrupa’sına alternatif oluşturmaya çalışan Atlantik yapılanmasının öncüsü olarak İngiltere’nin yeniden Atlantikçi bir anlayış ile kara Avrupa’sından ayrılarak, eskisi gibi denizler üzerinden bir yenidünya hegemonyası arayışına girmiş olduğu görülmektedir.

Brexit kararı sonrasında hem Avrupa Birliğinin hem de Britanya İmparatorluğunun çeşitli sorunlar ile karşı karşıya kaldıkları görülmektedir. Bugüne kadar sürüp gelen durumun değişmesi hem İngiltere hem de Avrupalı komşuları açısından kapsamlı bir tartışma ve yeniden yapılanma dönemlerini gündeme getirmektedir. Kırk yıllık üyeliği Avrupa Birliği üyeliği döneminde birliğin derinleşmesi konusunda İngiltere her zaman isteksiz görünmüş ve birlik içerisinde sıkı bir federasyon oluşturma fikrine karşı çıkarak daha çok gevşek konfederasyon tipi bir yapılanma üzerinde durmuştur. Almanya ve Fransa gibi ülkeler ile ticaret ortaklığından İngilizler her zaman yararlanmasını bilmişler ama kıtasal birliğin getirdiği sınırlamalardan da her zaman için şikâyetçi olarak, kendileri için bir açık kapıyı hazır tutmak istemişlerdir. Kurucusu olmadığı birliğe üye olduktan sonra oluşumun biçimlenmesinde İngilizler her zaman için etkili olmaya çalışmışlar ama istediklerini Almanya ve Fransa gibi kara ülkelerine kabul ettiremeyince de ayrılmanın yolunu aramışlardır. Denizler üzerinden diğer kıtalarla yakınlık kurma politikalarına alışkın olan Birleşik Krallık, Avrupa kıtasında kendi çıkarları doğrultusunda etkili olamayınca geçmişten gelen İngiliz Milletler Topluluğu ile yola devam etmeyi kendi çıkarları açısından daha yararlı bulmuştur. Ayrıca Amerika Birleşik Devletlerinin Atlantik merkezli bir küresel dünya düzeni oluşturamaması yüzünden, İngiltere Atlantik inisiyatifinin diğer kurucu ülkesi olarak bu boşluğun doldurulmasında daha özgür davranarak hareket edebilmesi açısından da Brexit kararının İngiltere için böylesine bir avantaj sağladığı da görülmektedir. ABD iç karışıklıklar ile boğuşmak yüzünden küreselleşme dönemi sonrasında yeni bir dünya düzeni kuramadığı için Atlantik inisiyatifinin diğer ayağı olarak İngiltere bir  kıtasal oluşumu kenarda bırakarak, güneş batmayan imparatorluk üzerinden yeni dünya düzenine yönelmiştir.

Brexit kararının sonuçlarının şimdiden ne olacağı bilinmemekte ama Avrupa Birliğinin geleceği ile ilgili olarak karamsar yorumların öne çıktığı görülmektedir. Geleceğe dönük senaryolar ekonomik ve siyasal alanlarda tartışılırken, İngiltere gibi büyük bir devletin birliğin içinden çıkmasının yaratacağı açıklıklar birliğin devamı açısından önemli sorunlar yaratabileceği yetkili makamlar tarafından dile getirilmektedir. Ekonomik açıdan birliğin oluşturduğu ortak pazarın geleceği yeni bir belirsizlik ortamına sürüklenmiştir. İngiliz şirketleri Avrupa standartlarında kaldığı için, Amerikan şirketlerinin sahip olduğu küresel ölçülere hiçbir zaman sahip olamamış ve bu yüzden de ABD şirketlerinin bir Amerikan emperyalizmi örgütlemesine seyirci kalmıştır. İngiltere ayrılırken, İngiliz şirketlerinin Avrupa ülkelerinde yapmış oldukları yatırımlar ile Britanya ekonomisinin Avrupa’daki uzantılarının ne olacağı, bunların zamanla tasfiye mi edileceği yoksa başka bir ara statüde bunların varlıklarını koruyup koruyamayacakları ciddi bir çıkmaza sürüklenecektir. İngiltere’nin ayrılmasından sonra birlik çatısı altında üyeliğini sürdüren devletler açısından Brexit uygulamaları önemli sorunlar yaratacaktır. Avrupa ekonomisine en fazla katkı sağlayan ülke olarak Birleşik Krallığın birlik dışına çıkmasıyla birlikte meydana gelen boşluğun nasıl doldurulacağı henüz belirlenmediği için tartışmalar sürüp gitmektedir. Ayrılma sonrasında İngilizlerin sadece kendi başlarının çaresine bakmaları değil ama kendi attıkları adım yüzünden Avrupa Birliği içinde ortaya çıkan boşluk ve sorunların çözüme kavuşturulabilmesi doğrultusunda birlik organlarına yardımcı olması gerekmektedir. Avrupa Birliğinin Atlantik’ten koparken kıtasal birliktelik düzenini koruması meselesi giderek büyümekte ve diğer üye devletleri de tehdit etmektedir. Özellikle NATO örgütlenmesinde ABD ve İngiltere gibi iki Atlantik gücünün etkin olması yüzünden, Almanya ve Fransa bir Avrupa güvenlik örgütüne gerek olduğunu her zaman için savunmuşlardır. Avrupa ordusunu içeriden engelleyen İngiltere, NATO üzerinden ABD ile ortak hareket ederek, bir Atlantik şemsiyesi altında batı ittifakını sürdürmek istemiştir. Bu durumda da ordusu olmayan Avrupa kıtası Atlantik güçleri önünde ikinci sınıf bir yapılanma olarak kalmıştır. ABD her zaman bir Avrupa ordusuna karşı çıkarak engellemiştir.

Batı Atlantik gücü olarak İngiltere’nin Avrupa Birliğinden çıkışı ile Avrupa kıtasının Atlantik ayağı ortadan kalkmıştır. Başlangıçta Almanya ve Rusya’nın önünü kesmek üzere geliştirilmiş bir Amerikan projesi olarak düşünülen Avrupa Birliği, zamanla bir Almanya merkezli yapılanmaya doğru dönüşmüştür. İki büyük dünya savaşının kaybedeni olarak Almanya’nın Avrupa Birliğinin patronluğunu ele geçirmesi üzerine ABD Avrupa Birliğine karşı daha baskıcı ve olumsuz yaklaşımlar sergilemeye başlamış ve Atlantik ittifakının Avrupa kanadı olarak da İngiltere birlik daha fazla derinleşmeden kıtasal oluşumun dışına çıkmayı kendi varlığını korumak açısından zorunlu görmüştür. İngilizler dünyanın her yerine gitmeyi bildikleri gibi, geri çekilmeyi ya da başka yönlere doğru kaymayı son derece esnek bir biçimde tarih boyunca gerçekleştirmişlerdir. On beşinci yüzyılda başlayan keşifler döneminde İngilizler bir Atlantik ve batı Avrupa gücü olarak dünya kıtaları üzerinde hegemonya peşinde koşmuşlar, gittikleri yerlerin jeopolitik konumlarını dikkate alarak kendilerine bağlamışlar ve Londra merkezli bir imparatorluğu Birleşik Krallık statüsü çerçevesinde bugünlere kadar getirmişlerdir. İngilizler bu durumun bilinci ile hareket ederek Avrupa ile yollarını ayırırken Avrupa Birliği ve buna üye olan devletlerin geleceği tam bir belirsizliğe teslim edilmiş gibi görünmektedir. Brexit’e karşı olan kesimler birlik içindeki mekanizmaları çalıştırarak İngiltere’nin kıtadan kopuşunu önlemeye çalışırlarken, İngiltere’de de imza toplayarak yeniden referandum yoluna gidilmesi doğrultusundaki sivil toplum çalışmaları giderek tırmandırılmaktadır. Her iki tarafta var olan Brexit karşıtlarının önümüzdeki dönemlerde bir araya gelerek önleyici mekanizmaları zorlamaları durumunda, Avrupa Birliği kendi içinden çıkan engellerle de uğraşmak zorunda kalacak ve bu nedenle istikrarlı bir gelecek programı belki de hiçbir zaman devreye giremeyecektir.

Avrupa Birliği önüne engel çıkaran İngiltere ile uğraşırken, İngiltere’de Brexit’e öncelik vererek Avrupa ile uğraşıyordu. Tam bu aşamaya gelindiği sırada uluslararası alanda ortaya çıkan yeni konjonktürde Avrupa Birliği aynı zamanda Türkiye ile de karşı karşıya kalıyordu. Avrupa kıtasının batısında yer alan İngiltere bir sorun çıkararak birlikten uzaklaşırken, kıtanın doğusunda yer alan Türkiye ise giderek Avrupa Birliği ile karşı karşıya kalan ve bu nedenle de bir türlü üyeliğe giriş formalitelerini tamamlayamaz duruma düştüğü ve bir anlamda birlikten dışlanma aşamasına geldiği için, İngiltere için üretilen Brexit kavramı gibi bir başka kavram olarak Trexit, Türkiye Cumhuriyetinin Avrupa birliği ile yollarını ayırması biçiminde gündeme geliyordu. Brexit uygulamaları ile yeni bir döneme girmiş olan Avrupa Birliği yıllardır kapıda bekletilen Türkiye açısından da ele alınarak bir değerlendirme yapıldığı aşamada, Brexit benzeri bir gelişmenin Türkiye açısından da düşünülmeye başlanması ile birlikte Trexit, bir türlü Türkiye’ye tam üyelik vermek istemeyen Avrupa Birliği için Türkiye tarafından düşünülmesi gereken bir yeni bir alternatif olarak gündeme geliyordu. Sürekli yeni üye katılımı ile büyümekte olan Avrupa Birliği, böylesine bir süreçte Türkiye Cumhuriyetine tam üyelik statüsünü tanımıyordu. Yarım yüzyıllık bir zaman dilimi sürekli olarak bekletilen ve uyutulan bir ülke olarak yaşayan Türkiye ana hedef olarak seçtiği Avrupa birliğinden uzaklaşmayı hiçbir zaman düşünmemişti. İngiltere’nin Brexit kararı ile başlayan yeni dönemde birlik politikalarından hoşnut olmayan bazı Avrupa Birliği ülkeleri de çıkış alternatifini dile getirmeye başlayınca, Türkiye’de kendisine sürekli olarak ikinci sınıf ülke muamelesi yapılan bu bölgesel birlikten çıkmayı düşünebileceğini ifade etmeye başlamıştır. Türkiye en çok ticaretini Avrupa Birliği ülkeleri ile yaparken, bu ülkeler ile eşit koşullarda bir statü arayışı içinde olmuş ama din farkı, ülke ve nüfus büyüklüğü ve jeopolitik konum nedenleriyle Türk devletine tam üyelik şansı yarım yüzyıl bekletilerek tanınmamıştır. Bulgaristan, Romanya ve Yunanistan gibi Türkiye’den yüz yıl geri ülkelere tam üyelik hakkının tanınması ciddi bir adaletsiz durum yaratmış ve bu yüzden Türkiye için elli sene sonra bir Trexit uygulaması için elverişli ortam kendiliğinden ortaya çıkmıştır.

Uluslararası alandaki yeni gelişmeler giderek Türkiye ile Avrupa ülkelerini karşı karşıya getirdiği için aradaki yoğun ekonomik ilişkilere rağmen Türkiye kendisine Avrupa’nın dışında yeni yapılanmalar aramak durumunda kalmıştır. Bir Türk ve Müslüman ülkesi olması nedeniyle Avrupa’dan dışlanan Türkiye’nin zamanla Türk ve İslam dünyasına daha yakınlaşan bir konuma doğru yöneldiği görülmüştür. Avrupa ülkeleri bu durumdan rahatsız olarak, Türkiye ile ilişkilerde giderek sertleşen bir tutumla Türkiye’ye karşı olumsuz davranışlar sergilemeye devam etmişlerdir. Türk devleti ise yarım yüzyıl boyunca Avrupa Birliği sürecinde karşı karşıya kaldığı haksızlıkları problem yapmayarak ve sonuna kadar imzalanan antlaşmalar doğrultusunda hareket ederek tam üyelik statüsüne erişmeye çaba göstermiştir. Türkiye’yi Arap ve İslam dünyası arasında bir köprü gibi gören Avrupa Birliği köprü olarak kullandığı Türk devletini içine alarak, İran ve Irak gibi İslam ülkeleri ile komşu olmaktan sürekli olarak kaçınmıştır. Osmanlı mirası olan Türk ve İslam kültürel yapılanmasını problem olarak gören Avrupa ülkeleri her zaman için Vatikan’ın önderliğinde bir Hıristiyan birliği olarak hareket etmeyi uygun buldukları için Türkiye’nin dışlanmasına giden Trexit yolunu kendileri açmışlardır. İngiltere’nin gündeme getirdiği Brexit kararının yarattığı ortam aslında Türkiye açısından olumlu değerlendirilebilecek bir şans yaratmasına rağmen, başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın önde gelen devletlerinin Türk devleti ve hükümetini küçümseyen tutumları yüzünden böylesine bir fırsat değerlendirilememiştir.

Küresel emperyalizmin ortaya çıkardığı göçmen sorunu yüzünden Avrupa birliği ülkeleri çok zor durumlarda kalırken, sorunun çözümü konusunda Türkiye hiçbir batılı devletin üstlenmediği kadar yükü omuzuna alarak dünya barışına katkıda bulunmuştur. Beş milyona yakın bir göçmen kitlesini Avrupa Birliği dışlarken, merkezi ülke konumundaki Türkiye bu insanlık sorununun aşılmasında çok önemli destek ve katkılar sağlamıştır. Bir anlamda Avrupa Birliğinin açıklarını kapatan, ayıplarını örten tutumlarıyla Türkiye ödüllendirilmesi gerekirken, Avrupa Birliğinden atılması talepleri kamuoyunda öne çıkarılmaya başlanmıştır. Üç yüz milyonluk nüfusu ile üç milyon göçmeni misafir edemeyen Avrupa Birliği, ayıbının Türkiye tarafından kapatılması gerçeği karşısında Türkiye’ye sağlaması gereken ekonomik yardımları bile vermemiştir. Böylesine iyi niyetten yoksun ve çıkarcı bir tutumu Türkiye’ye karşı ısrarlı bir biçimde uygulayan Avrupa Birliği ülkelerine karşı, Türk devleti her zaman için uluslararası hukuka uygun olarak hareket etmiştir. Ne var ki, aradan geçen yarım yüzyıllık bekletilme dönemi artık sabırları taşma noktasına getirdiği için, İngiltere’nin Brexit ile kendisine tanımış olduğu özgürlük ortamını Türkiye’nin de Trexit kararı ile kendisi için gündeme getirmesi doğal olarak gündeme gelmektedir. Vatikan’ın yönetimindeki bu Hıristiyan Birliği, Türklük ve İslamiyeti dışlarken, aynı zamanda Avrasya bölgesine de sırtını dönmek gibi bir olumsuz tutumu ısrarlı bir biçimde izleyerek, Türkiye’nin bir Trexit uygulamasına yönelmesi açısından elverişli bir ortamın doğmasına yardımcı olmuşlardır. Avrupa ülkelerindeki seçimler de Türk asıllı beş milyon insan oylarını kullanırken her zaman için bir Türkofobia ya da İslamofobia gibi ırkçı yaklaşımlar ile karşı karşıya kalmışlardır. Avrupalı Türklere çifte vatandaşlık uygulamasını kaldıran Avrupa ülkeleri aynı zamanda Türklerin Avrupa’dan uzaklaşmalarını sağlayacak bir uygulamayı da öncelikli bir biçimde öne çıkarmaktadırlar. Türkleri yavaş yavaş Avrupa’dan kovmaya hazırlanan Avrupa ülkelerinin, Türklerin Avrupa’dan vazgeçmelerinin önünü açarak fiilen Trexit’i uygulamaya doğru adımlar attığı görülmektedir. Türkleri Ruslar ve Araplar gibi Avrupa dışı topluluklar olarak gören Avrupalıların, Brexit ile birlikte önümüzdeki aylarda bir de Trexit uygulamaları ile karşılacakları görülmektedir. Bu nedenle, yarım yüzyıllık çabalara rağmen halen tam üyelik hakkı tanınmayan Türkiye Cumhuriyetinin ana hedef olarak seçmiş olduğu Avrupa Birliği projesi kendiliğinden sona ermekte ve Trexit uygulaması  da  böylesine olumsuz bir gelişmenin sonucu olmaktadır.

Brexit kararını Avrupa Birliğinin dağılmasının başlangıcı olarak gören çevreler kıtasal birliğin geleceği açısından karamsar yorumları benimsemektedirler. Otuza yakın üyesi olan Avrupa Birliğinin tam olarak kesinleşen bir üye yapısına sahip olmaması nedeniyle İngiltere kolaylıkla çıkış yolunu seçebilmiştir. Uzun süre boyunca genişleyemeyen birlik kendiliğinden bir durgunluk dönemine girmiş, Brexit uygulaması ile de dağılma aşamasına gelmiştir. Ortak para politikası nedeniyle Almanya’nın patron konumuna geldiği Avrupa Birliğinin eskisi gibi devam edemeyeceği güney ülkelerinin iflası üzerine kesinlik kazanmıştır. İngiltere sonrasında Fransa, İtalya, İspanya, Portekiz ve İrlanda gibi iflas eden ülkelerini birlikten ayrılacağı şimdiden tartışılmaya başlanmıştır. Avrupa kıtasının eskisi gibi bölünmemesi için yeni bir birlik oluşumuna gidilmesinin ve bu doğrultuda üye devletleri tasfiye etmeyen bir gevşek konfederasyon aracılığı ile birlikteliğin sürdürülmesinin yararlı olacağı öne sürülmektedir. Her ülke kendi çıkarları açısından durumu değerlendirirken, Akdeniz Birliği, Baltık Birliği, Orta Avrupa Birliği, Kuzey Birliği ya da Balkan Birliği gibi bölünmüş bölgesel Avrupa oluşumları da alternatif olarak devreye girmektedir. İngiltere yeni bir dünya devleti yapılanmasına yönelirken, başarısız olan Avrupa Birliğinin yerini de yeni birlikteliklerin almasını doğal karşılamak gerekmektedir. Para basma yetkisi elinden alınan üye devletlerin iflas etmesinden çıkarılacak dersler doğrultusunda, ortak para sisteminden vazgeçileceği anlaşılmaktadır.

Avrupa Birliği, İngiltere’nin ayrılmasıyla gündeme gelen Brexit kararı ile yeni bir döneme girerken, Türkiye’de benzer bir durum ile karşı karşıya kaldığı için Trexit arayışı içerisine girmiştir. Türk devleti yarım yüzyılın haksızlıklarının üzerine çıkarak Avrupa Birliği ile yeni dönemde daha farklı ilişki türlerinin de gündeme gelebileceğini görmeye başlamıştır. Son yıllarda Türkiye’nin Avrupa’dan uzaklaşarak geri kalmış Orta Doğu bölgesi ile yakınlaşması, Atatürk’ün çağdaş cumhuriyetinin hızla  Arabistana dönüşmesine giden yolu açmıştır. Bir uygarlık beşiği olan Avrupa kıtası ile Türkiye’nin Avrupa Birliği ya da tam üyelik dışında da daha farklı seçenekler üzerinden ilişkiler kurabileceği ifade edilmeye başlanmıştır.  Avrupa Birliği öncesinde bazı Avrupa devletlerinin bir araya gelerek imzalamış oldukları serbest ticaret bölgesi antlaşmaları ile ekonomik ve ticari ilişkiler daha düzenli olarak yürütülmüştür. Türkiye Cumhuriyetinin çağdaş dünya ile olan sıkı bağlarının sürdürülebilmesi için Avrupa ile yeni tür birlikteliğin gündeme getirilmesi gerekmektedir. Türkiye için Avrupa kıtası vazgeçilemez bir uygarlık merkezidir. Avrupa için ise, Türkiye Türk ve İslam dünyası ile dünyanın doğusuna açılan bir köprü konumundadır. Her iki siyasal yapılanmanın birçok yönden birbirine ihtiyacı bulunmaktadır. Avrupa Türkiye’yi dışlamadan hareket ederse, Türkiye’de Avrupa kıtasından kopmadan ekonomik ve siyasal ilişkilerini yürütebilmelidir. Türkiye’siz bir Avrupa’nın dünyanın doğusu ile ilişkileri eksik kalacak, Avrupa’nın dışında bırakılmış bir Türkiye ise ortaçağın geri kalmış ortamlarında kendisine yeni çıkış noktaları aramak durumunda kalacaktır. Avrupa-Türkiye arasındaki var olan statükonun sorunları çözmediği ve yeni sorunlar yarattığı için karşılıklı olarak yeni ilişkiler düzeni oluşturulması gerekmektedir. Bu arada uluslararası konjonktürde giderek sertleşen ilişkilerin etkisi altında kalan Avrupa Parlamentosunun Türkiye’yi on beş yıl önceki duruma geri götürerek denetleme mekanizması içerisine alması, Türkiye Cumhuriyetini Avrupa demokrasi dünyasında ikinci kümeye düşmesine yol açmıştır. Merkezi coğrafyada Atlantik güçleri ile birlikte Siyonistlerin egemen olma mücadelesinde Türkiye savaş alanına dönüştürülünce, demokratik rejimde bazı kısıtlamalar ya da hukuk devleti ile insan hakları alanlarında yeni sınırlamalar gündeme gelince, Avrupa konseyi denetleme mekanizmalarından yarar bekleme aşamasına gelmiştir. Avrupa Birliği emperyal tavırları bir yana bırakarak uygar yüzü ile Türkiye’ye yaklaşabilirse, o zaman Trexit’e gerek kalmayacak ve çağdaş uygarlığın bir üyesi olarak Türk devleti Avrupa ile normal ilişkilerini sürdürebilecektir.