Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

ANKARA KRİTERLERİ

ANKARA, Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinin başkenti olarak, devletin bütün kamu kurumlarını ve devlet dairelerinin hepsini bir bütünlük içerisinde, kendi bünyesinde barındıran önde gelen bir merkez yapılanmasına sahiptir. Ankara bu kendine özgü durumu ile aynı zamanda dünyanın merkezi coğrafyasının da önde gelen bir başkenti olarak birçok özelliği içinde barındırmaktadır. Dünya haritası üzerinde yer alan bütün kentler ya da başkentler kendi bulundukları coğrafyanın özelliklerini taşırken, Türk devletinin başkenti olarak bulunduğu merkezi konumun kendisine kazandırdığı diğer özellikleri ile de diğer kentlere oranla daha güçlü ve etkin bir yapılanmanın tam ortasındadır. Ankara’nın dünya haritası üzerindeki yeri, jeopolitik biliminin insanlığa kazandırdığı stratejik konum açısından ele alındığı zaman, günümüzde orta dünya adı verilerek açıklanmaya çalışılan merkezi coğrafyanın getirdiği bütün bilgi birikimiyle Ankara olgusunun içeriğinin belirlenebildiği yeni bir durum önümüze çıkmaktadır. Ankara ile ilgili bir değerlendirme yapılırken geçmişten gelen bütün tarih, coğrafya ve genel kültür kökenli bilgiler öne çıkarak, Ankara kavramının içeriğinin belirlenmesinde fazlasıyla etkin olabilmektedirler. Ankara hem bir şehir olarak hem de merkezi coğrafyanın tam ortalarında yer alan bir bölge olarak geçmişin bilgi birikimini günümüze taşırken, aynı zamanda günümüzdeki Ankara kavramının anlamını ve içeriğini bugünün kuşakları için belirleyebilmektedir. Bu nedenle “ANKARA” denildiği zaman durup düşünmek ve geçmişten gelen bilgi birikimi ile değerlendirmeler yapmak gerekmektedir. Hem Ankara’nın yeni dönemdeki konumunu belirlemek, hem de bu merkezi kentte yaşamakta olan beş milyonluk Türk asıllı nüfusun, Türkiye’nin başkenti üzerinden yeni sahip olduğu konumunu, uluslararası alanda gündeme gelen yeni konjonktürlerin yansımaları açısından bakılmasıyla, bugünkü dönemde Ankara merkezli bakış açısının yeni durumunu belirlemek mümkün olabilecektir.

Yakup Kadri Ulusal kurtuluş günlerini anlattığı “Ankara” isimli kitabında, Kuvayi Milliye’nin başkenti olarak Türkiye devletini anlatırken, cumhuriyetin kurulmasından sonra yaşanan ulusal kurtuluş dönemiyle Ankara’nın merkezi konumunu ve bu kent içerisine yerleşen Türkiye burjuvazisinin durumunu, özelliklerini ve yaşadıklarını gelecek kuşaklara anlatarak, yeni kurulan Türk devletinin merkezinde yaşayan Türklerin ciddi bir başkent bilincine sahip olmaları gerektiğini açıklamaya çalışmıştır. Devleti çok büyük zorluklarla boğuşarak kuran kurucu kadro, daha sonraki aşamalarda gene zorluklara karşı yürütülen mücadele ile, cumhuriyet yönetimini oluşturma çabaları içerisinde başkent Ankara kaynaklı olarak ortaya çıkan yeni durumları Türk halkının önünde açıklığa kavuşturarak, Türk kamuoyunda ciddi bir cumhuriyet ve ulus devlet bilinci yaratmaya çaba göstermiştir. Milli mücadele azim ve kararlılığına önem veren kurucu kadro ulusal kurtuluş savaşı kazanıldıktan sonra, halka yönelen devrimlerin yapılması ve bu arada yeni devlet kurulurken ortaya çıkan çıkar ilişkileri ve bunlara dayanan para ilişkileri ile zayıf kalan insan ilişkilerinin yansımalarını “Ankara” isimli kitabı aracılığı ile Türk ulusuna aktarırken, Yakup Kadri’nin gerçekçi bir yazar olarak kuruluş dönemi sonrasında Ankara kenti üzerinden yeni devletleşme sancılarını dile getirerek, Türk halkının zaman içinde Türk ulusuna dönüşmesi sürecinde önemli açıklamalar yaparak, Türkiye Cumhuriyetinin güçlü bir ulus devlete dönüşebilmesi için fikri düzeyde önemli katkılar getirdiği anlaşılmaktadır. Kuruluş dönemindeki Yakup Kadri’nin geliştirdiği düşünsel önderliğin daha sonraki aşamalarda yeni cumhuriyet kuşakları içinden çıkan genç kuşakların ulusal kurtuluşun sonraki dönem temsilcileri olmaları için elverişli bir Kuvayı Milliye ortamı yaratılmıştır. Ulusal kurtuluş savaşının ilk aşamasında Atatürk aracılığı ile başkent statüsü kazandırılan “Ankara”, Yakup Kadri’nin öncülüğünde, daha sonraki aşamada ulusal kurtuluşun başkenti olunca, antiemperyalist ve tam bağımsız devrimci bir Türk cumhuriyetinin, ulus devlet çatısı altında güçlü bir devlet olarak öne çıktığı görülmüştür.

Türklerin yeni başkenti olarak seçilen Ankara kenti, Kuvayı Milliye mücadelesinin merkezi olarak seçildiği için, devrim tarihinde ulusal kurtuluş devriminin ortaya çıktığı coğrafi merkez olarak da bu yeni yapılanma içinde yer almış ve bu durumu ile de dünya literatüründe Ankara bambaşka bir yapılanma içine girerek, diğer kentlerden ayrılan bir Kuvayı Milliye başkenti çizgisinde yeni bir siyasal kimlik kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti anayasasının Türkiye Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olmasının belirlendiği üçüncü maddesinde, Türk bayrağı ve İstiklal marşı ile birlikte Başkent Ankara maddesi de yer alarak, cumhuriyetin temel ilkeleri arasında Ankara ile devletin bütünleşmesi sağlanmıştır. Cumhuriyetin temel ilkeleri doğrultusunda Ankara’nın başkent olması hem değiştirilemez hem de değiştirilmesi teklif dahi edilemez bir hukuksal statüye bağlıdır. Ankara’nın tam ortasında yer aldığı merkezi bölgenin geleceği ile ilgili olarak birbirinden çok farklı emperyalist plan ve projeler bulunduğu için, devletin kurucu gücü olan Kuvayı Milliye örgütünün ilan etmiş olduğu çağdaş ulus devletin birliği ve bütünlüğünün her türlü emperyalist saldırı ya da projelere karşı korunabilmesi ve bağımsız yapılanması, ilan edilmiş olan Türk devletinin sonsuza kadar devam edebilmesi için, öncelikle anayasanın giriş kısmındaki temel ilkeler aracılığı ile devlete hukuksal bir güvenlik şemsiyesi getirmiştir. Cumhuriyet rejimine dayanan ulus devletin korunmasıyla ilgili bütün önlemler, anayasanın başlangıç hükümlerinde belirtilerek hukuk devletinin koruyuculuğu ile güvence altına alınmıştır. Ankara’nın başkent oluşu ile ilgili koruma aynı zamanda birinci kısmın genel esasları içinde yer alarak ve devletin temel amaç ve görevleri açısından açıklanarak, bu düzenlemenin hiçbir biçimde değiştirilmemesi gerektiği, gene anayasa bütünlüğünün Türk ulusuna ve Türk devletine kazandırmış olduğu ayrıcalıklı bir üst düzey hukuk örgütlenmesi olmuştur. Diğer ülkelerde olduğu gibi başkent olma ayrıcalığı tanınmış olan Ankara kentinin, aslında bu doğrultuda bir “Ankara” kanunu çıkartılarak Londra, Roma, Paris ve Tokyo gibi büyük devlet başkentlerini koruyan benzeri bir yasal düzenleme ile, her türlü tehdit, saldırı ve riske karşı korunması gerekmektedir.

Cumhuriyeti temsil eden ana ilkelerin her yönü ile ele alınarak, anayasanın başlangıç hükümleri ya da genel esaslar kısmında var olan devlet statüsünün koruma altına alınması, Türk devletinin üzerinde kurulu bulunduğu Anadolu ve Trakya toprakları üzerindeki Türkiye hegemonyasını güvence altına almayı hedeflemiştir. Aslında kendi başkentlerini özel yasalarla koruma altına alan diğer büyük devletler de benzeri bir destek aradığı için böylesine düzenlemelere giderken, Türkiye’de anayasa içinde sorunun çözüme bağlanması yoluna gidilmek zorunluluğu doğmuştur. Bazı ülkelerde ayrı kanun düzenlemeleri ile başkentleri bağlı olan diğer kentlere karşı bir koruma arayışı sürüp giderken, bu konudaki Türk formülü, yasaların üstünde bir statüde anayasal düzenleme olarak örgütlenmiştir. Türk anayasal sisteminde yer alan değişmezlik sistemi ile koruma yaklaşımları çerçevesinde, gene Türk anayasasında cumhuriyetin temel ilkeleri olarak ifade edilen bazı kurallar, temel prensipler olarak, Türk eğitim sistemi ve sosyal bilimler arasında yer almakta ve aynı zamanda Türk toplumunun devrimci çizgide yeniden yapılandırılmasında temel taşlar olarak hizmet etmektedirler. Türkiye Cumhuriyetinin ana yapısını belirleyen bu cumhuriyetçi ilkeler aynı zamanda devletin kurucu önderi Atatürk’ün de benimsediği temel kurallar kabul edilerek, Türk halkına önderlik yapan devlet kurucusu partinin de temel ilkeleri olarak, zaman içinde benimsenerek uygulama alanına aktarılmıştır. Başkent Ankara Kuvayı Milliye mücadelesinin merkezi olarak yeniden yapılanırken o dönemin koşullarında Atatürk bir sentez gerçekleştirerek dağınıklığı ortadan kaldırabilmenin yollarını aramıştır. Avrupa ve Asya kıtaları arasında kurulan merkezi devlet olarak Türkiye hem Avrupa düzeninin çıkış noktası olan Fransız devrimini hem de Asya’nın en büyük devlet yapılanması olarak öne çıkan Sovyetler Birliğini yaratan Rus devrimini de dikkate almaya çalışmıştır. Avrupa ve Asya kıtaları arasında Fransız ve Rus devrimlerinin yansıdığı merkezi bölge üzerinde kurulmuş olan Türk devletinin başkentinde Fransız devrimi ürünü olarak cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve laiklik ilkelerinin ve dünya sosyalist sistemini kuran Sovyet Devrimi de Rusya üzerinden dikkate alındığı zaman; devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkelerinin de Türkiye’de öne geçtiği anlaşılmaktadır.

İki kıta arasında kurulan merkezi devletin başkenti olan Ankara, aynı zamanda bu kıtalardaki siyasal sistemleri kuran Fransız ve Rus devrimlerinin de etkileri ile karşı karşıya kalarak ve uzun süreli bir siyasal mücadeleyi kurtuluş savaşı sonrasına kadar sürdürerek, bugüne kadar uzanan bir mücadelenin tam ortasında yer almıştır. Bu açıdan diğer devletlerden farklı özellikleri ile harita üzerinde yer alan Türkiye Cumhuriyeti, sonraki dönemlerde meydana gelen siyasal gelişmelerden fazlasıyla etkilenmiştir. Türkiye yirmi birinci yüzyılda geleceğe dönük mücadelelerini artırarak yeni dünya düzeni içinde kendine uygun bir yer ararken, başkent Ankara hem yeni dünya düzencisi emperyalist devletlerin hedefi olmakta hem de merkezi coğrafyadaki dinler, mezhepler, etnik kökenler, ulus devletler ve diğer devletlerin plan ve programları ile karşı karşıya kalmaktadır ve bu yüzden de hem bölünmek ve parçalanmak hem de yeni ortaya çıkan emperyalist devletlerin hegemonya planları doğrultusunda geliştirilen sömürgecilik saldırılarının ana hedefi olmak konumuna doğru sürüklenmektedir. Devletin kuruluşu bir asır geride kaldığı için geçmiş olan yüz yıllık zaman dilimini ve bu süreçte gündeme gelen siyasal gelişmelerin ve yeniliklerin de hesaba katılarak yeniden farklı değerlendirmelerin yapılması bir zorunluluk olarak öne çıkmaktadır. Osmanlı devletinin bittiği aşamada bir ulus devlet kurmak üzere ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti iki savaş arasında oluşturduğu kimliğini koruyarak ve yirminci yüzyılın ikinci yarısına kadar varlığını koruyarak, devletin devamlılığını sağlamış ama yirmi birinci yüzyıla doğru açılımların gündeme geldiği noktada, Türkiye’nin önüne yeni yapılanmalar alternatifi gündeme gelmiştir. Sosyalist sistem çökerken Avrupa ülkelerinin tıpkı Amerika Birleşik Devletleri gibi bir kıtasal birliğe yönelerek Avrupa Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği oluşumuyla gündeme getirilmiştir. Türkiye’nin yanı başında Sovyetler Birliği Rusya üzerinden dağılırken, bu kez bu duruma tamamen ters bir süreçte Avrupa ülkelerinin ABD’ye karşı bir kıtasal birlik devleti arayışı ile ortaya çıkması gibi iki ayrı oluşum, Türk devletini tehdit eden bir durum yaratmıştır. Türk devleti bir yandan Amerika Birleşik Devletleri ile uğraşırken, yeni ortaya çıkan durumda benzeri bir mücadelenin Türkiye’nin yanı başında kurulmuş olan Avrupa Birliği’ne karşı da yapılması gerektiği, son siyasal gelişmelerle birlikte dünya gündemine girmiştir.

Yirminci yüzyılın başlarında iki ayrı kutuplaşma sürecinin tam ortasında siyasal alana bir devlet olarak katılan Türkiye Cumhuriyeti yüz yıllık bir geçmişi geride bırakırken, doğu dünyasında Sovyetler Birliği ile, batı dünyasında ise Avrupa Birliğinin kurucusu konumuna gelen Avrupalı büyük devletler ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Avrupa’nın önde gelen büyük devletleri bin yıllık bir geçmişe doğru bakıldığında Roma ve Bizans gibi büyük imparatorluklar aracılığı ile Avrupa’nın büyük güçlerinin her aşamada emperyalizme yöneldikleri ve bu doğrultuda diğer dünya devletlerini yönlendirmeye çaba sarf ettikleri açıkça ortaya çıkmıştır. On sekizinci yüzyılın sonlarına doğu Kuzey Amerika’daki İngiliz sömürgelerinin bir araya gelerek birleşmeleri üzerine, yeni bir büyük güç olarak ABD doğmuştur. Daha sonraki aşamada bu yeni büyük devlet dünyaya yayılarak kendisinden önceki Britanya imparatorluğu düzenini ele geçirmiştir. Birinci dünya savaşı sırasında İngiliz imparatorluğu çökerken, bunun yerini yeni kurulan Amerikan imparatorluğu alarak, gene batı merkezli bir dünya düzenine eskisi gibi devam edebilmenin çabaları içine girmişlerdir. Hegemonya İngiltere’den Amerika’ya geçerken tam savaş anında bir de Rusya’da Sovyet devrimi gerçekleşince, yirminci yüzyılın başlarında dünya üç merkezli yeni bir siyasal yapılanmaya doğru yol almaya başlamıştır. İşte böylesine bir dönüşümün gerçekleştiği dünya üzerinde üç büyük siyasal güç toparlanarak öne çıkarlarken, eski Osmanlı hinterlandında boşta kalan eski Türk toprakları üzerinde bir milli uyanış ile seferberlik gündeme gelerek, yeni bir ulus devlet oluşturmak üzere, Türk ulusunun kendi ulus devletini kurarak tarih sahnesindeki yerini aldığı görülmüştür. Böylesine bir tarihsel dönüşüm aşamasında boşta kalan Osmanlı toprakları üzerine çok ciddi çekişmeler yaşanmış ve bu yüzden birinci dünya savaşı çıkartılarak güçlü bir merkezi güç olan imparatorluk yerine bir ulus devlet yapılanması geliştirilerek, emperyalistlerin orta dünyada saldırı ve işgal hareketlerine yönelmelerinin önüne geçilmek istenmiştir. Bu aşamada Türkiye’nin başkenti Ankara’ya önemli yeni misyonlar yüklenmiştir.

Yer kürenin doğusunda ya da batısında ortaya çıkan büyük devletler ve imparatorluklar uluslararası bir hegemonya yapılanmasını kendi kurdukları siyasal egemenlik düzeni doğrultusunda yönlendirerek ve yeni dünya düzenleri arayışı içine girerek, zaman içerisinde sahip oldukları siyasal gücün sağladığı desteklerle bu tür hedeflere ulaşabilmenin yollarını aramaktadırlar. Türkiye orta boy bir devlet olarak varlığını güvence altına alarak hareket etmelidir. Merkezi bölgedeki konumunu koruyabilmek için Türkiye hem komşuları ile hem de bölge devletleri ile yakınlaşma ve dayanışma girişimlerinde bulunmaktadır. Ancak bu yollardan kendini koruyabilecek bir siyasal tavır geliştirebilecek Türk devleti, kendisini çevreleyen yakın bölgeler konularında sürekli gözlem içinde bulunarak, orta boy bir devlet olmaktan gelen eksikliklerini jeopolitik konumunu kullanabilen bir büyük devlet gibi gerektiğinde ortaya koyabilmelidir. Bu tür davranışlarıyla daha aktif bir konuma sahip olabilecek Türk devleti içinde bulunduğu jeopolitik konumunu öne çıkararak, orta boy devletten daha büyük bir devlet yapılanmasına doğru adım atmak durumunda kalmıştır. Dünyanın önde gelen büyük devletlerinin kolaylıkla yöneldiği emperyalist politikalara karşı merkezdeki Türkiye Cumhuriyeti, öncelikle kendini koruyacak ve geleceğe dönük güvence altına alacak merkezi bir güç olarak her zaman için her türlü olumsuz gelişmelere karşı uyanık olmak ve böylesine bir ulusal tavrın örgütleyicisi olarak da komşularıyla ya da partner devletler ile farklı ilişkilere giderek, yeni dengeler arayışı içinde bulunmalıdır. Uluslararası kamuoyunun oluşumu sırasında sorunların küresel ilişkilerin aracılığı ile gündeme getirilmesi ya da dayanışma veya yardımlaşma hedefleri doğrultusunda öne çıkarılması, Türkiye gibi orta boy devletlerin sahip olduğu büyük devlet benzeri tutumların daha fazla öne çıkmasını ve zaman içinde devamlılık arz etmesini sağlayabilmektedir. Dünyanın birçok bölgesinde görülebilen bu tür yapılanmaların gelip geçici olmaması için süreklilik gösterebilecek jeopolitik adımların birbirini izleyerek, ülke ve bölge boyu politikalarda ağırlıklarını her zaman için gösterebilmelidirler.

Türkiye dünya haritasında bulunduğu yeri iyi görerek ve böylesine bir yaklaşım sayesinde başkent Ankara merkezli politikalarını kurumlaştırabilmektedir. Bir anlamda Ankara Kriterleri olarak topluca adlandırılabilecek ilke ve kurallar bütününde yer alan tutum ve davranışların başkent Ankara’nın adıyla belirlenmesi ve bunların bir paket olarak öne çıkarılması, Ankara Kriterleri kavramının Türk devleti ile milletinin ulusal çıkarlarına olumsuz yönelen her durumda, Türk tarafının hem Türkiye’nin ulusal çıkarlarına hem de başkent Ankara merkezli bir içe dönüş hareketi biçiminde Ankara Kriterlerini öne sürerek aktif bir dış politikaya yönelebilmesi mümkün olmaktadır. Ulusal dış politika yönü ülke koşulları dikkate alınarak belirlenirken, Ankara Kriterlerinin öncelikli bir biçimde ele alınarak, Türkiye’nin çıkarlarını koruyacak düzeyde bunlara dayanılması ve var olan sorunların çözüme bağlanması mümkün olabilecektir. Ülke ve devlet yönetimi ile ilgili olarak önceden hazırlanmış siyasal metinler ya da hukuk belgelerinin ortaya çıkarılabilmesi, geçmişten gelen bilgi birikiminin güncel sorunlara doğru yönlendirilmesi ile elde edilebilen olumlu katkılar, çözüm aşamasındaki sorunların çözüme kavuşturulmasında etkin bir biçimde kilit rol almaktadırlar. Kriter kavramının anlamı açısından konuya bakıldığında bir değerlendirme yapılması esastır. Geçmişten gelen bilgi ve değerler ile hareket edildiği zaman, var olan birikimin ana unsurlarının kullanılmasıyla birlikte çözüm için gerekli malzeme ile birlikte unsurların da ilke ve kurallar biçiminde ele alınması, bir zorunluluk olarak politika oluşturucularının önüne çıktığı söylenebilir. Devletler hem kurumları ile hem de uzman kadrolarıyla sorunların çözümüne ya da yönlendirilmesine dönük adımlar atarlar. Bu gibi durumlarda sonuca kısa yoldan gidebilmek için devletlerin kurumsallığı doğrultusunda var olan tüm malzemenin ve uzmanlıkların devreye sokularak çözüm arayışlarının başlatılması gerekli olmaktadır. Ankara bir cumhuriyet devletinin başkenti olarak, Türk devletinin karşı karşıya kaldığı her türlü saldırıya karşı, sorunları çözmek üzere tarihin derinliklerinden gelen bilgi birikimine sahiptir.

Son aylarda Türk diplomasisi sürekli olarak batı kaynaklı sorunlarla işgal edilirken, Baltık denizi kıyılarında NATO zirvesi düzenlenmiş ve bu vesile ile Türkiye’nin batı ile ilişkileri yeniden masaya yatırılarak Türk tarafı hırpalanmaya çalışılmıştır. Her zaman olduğu gibi batılı emperyalist ülkeler Türkiye’yi gene eskisi gibi insan hakları üzerinden eleştirmeye kalkışmışlar ve bu alandaki eksiklikleri yüzünden, Türkiye’nin hiçbir zaman Avrupa Birliği’ne üye olamayacağını ve bu doğrultuda Avrupa Birliğinin üyelik için ana ilkelerini gündeme getiren Kopenhag kriterlerini, Türk tarafının bir yasal düzenleme ile kabul etmesi gerektiği, gene Avrupa Birliği organlarında Türkiye’nin son durumu tartışılırken, eskisi gibi dile getirilerek Türk karşıtlığı çizgisi gene sonuna kadar izlenerek, Türkiye gene Avrupa Birliği dışında bırakılarak ve yine bu tutumun bir uzantısı olarak Türkiye’nin NATO’daki görevine dikkat çekilerek, Avrupa Birliği nimetlerinden mahrum edilen Türkiye, bu durumun bir tersi yansıma ile Türk Devleti’nin NATO üyesi olmaktan kaynaklanan görev ve misyonları gene eski toplantılarda olduğu gibi tekrar edilerek Türk tarafı mahkum edilmeye çalışılmıştır. Avrupa medeniyetin merkezi olmak gibi bir iddia ile kendisini uygarlığın merkezi olarak ilan ederken, Türkiye’yi çağdışı kalmış doğu bölgesi ülkeleriyle birlikte uygar olmayan ülkeler kategorisi içinde düşündüklerini açıkça ilan etmişlerdir. Avrupa kapısında yarım asır üyelik için bekletilen Türkiye, devletiyle milletiyle, siyasi ve askeri gücü ile; ABD, NATO, İngiltere ve İsrail’in çıkarları için hem Afrika çöllerine hem de sıcak çatışmaların bulunduğu savaş alanlarında, NATO’nun öncü güçleri olarak kullanılmaya çalışılmıştır. ABD’nin küresel politikaları gereği Rusya ile Ukrayna savaşı başlatılırken, İngiltere’nin baskılarıyla Kuzey Atlantik örgütlenmesinin devamı bu kez Avustralya’nın katılmasıyla bir Pasifik savunması olan AUKUS adıyla gündeme getirilirken, Türkiye’nin güvenliği ya da askeri öncelikleri düşünülmemiş, Avrupa Birliğinden Türkiye gene çifte standartçılık oyunları ile uzak tutulurken, Doğu Akdeniz, Balkanlar, Kıbrıs ve Ege adaları ile Kuzey Suriye üzerindeki siyasi çekişmeler ile askeri çatışmalara Türkiye’nin batı dünyasının çıkarları doğrultusunda yönlendirildiği görülmüştür. Türkiye gene bir emperyalizm oyununa savaşa sürülerek kurban edilmeye çalışılmıştır.

ABD hegemonyası için Rusya ile Avrupa karşı karşıya getirilirken, dünya kamuoyunu oyalama çizgisinde bir Rusya-Ukrayna savaşının, Türkiye ile hiçbir biçimde ilgisi olmamasına rağmen, Türkiye’yi de NATO üyesi bir ülke olarak savaş cephesine yönlendirmek, Türkiye açısından çok büyük bir haksızlığa neden olmaktadır. İtalya’nın Faşist kadın başbakanı Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinin gündemde olmadığını açıkça dile getirirken, Avrupa parlamentosunun Türkiye raportörü hazırladığı raporunda NATO ile Avrupa Birliğinin farklı kurumlar olduğunu ileri sürerek, Türkiye’nin kendisine karşı uygulanan haksızlığı dile getirmesine karşı çıkıyordu. Avrupacı kanat Brüksel’in yolunun Kopenhag Kriterlerinden geçtiğini resmen açıklarken, açıkça Ankara’nın kendi ulusal çıkarları için geliştirdiği kendi kriterlerine karşı tavır koyuyordu. Finlandiya’nın NATO üyesi olmasından sonra Türkiye’nin de Avrupa Birliği üyeliğini Türk tarafı gündeme getirdiğinde, Kopenhag kriterlerinin açıkça Türkiye’ye dayatılması AB’nin dostça olmayan resmi yaklaşımını açıkça ortaya koyuyordu. Bu durumda Türk hükümeti Ankara’daki Türk devletinin kendisi için uygun gördüğü çizgide, Ankara Kriterleri’ni gündeme getirerek, yavaş yavaş terör saldırılarına karşı çıkmayan ve bu tür saldırılara dolaylı olarak destek olan İsveç devletinin de NATO üyeliğine karşı Türk tarafı gereken tepkiyi ortaya koyarak, bundan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin iki yüzlü ve çifte standartlı batı emperyal politikalarına karşı çıkacağı bütün dünyaya duyuruluyordu. Avrupa Birliği Türkiye’ye karşı çifte standartlı tavır ve politikalarına devam etmeye çalışırken, Türkiye batının emperyalist politikalarına karşı artık Ankara Kriterleri ile cevap vereceğini açıkça kamuoyuna yansıtıyordu. ABD dünyayı savaşa sürüklerken Rusya hareketi ile sarstığı dünya dengelerini yeniden gündeme getirme noktasında Avrupa Birliği örgütü ile ortak hareket ederek, çok kutuplu dünya düzeninde yeni bir aşamaya doğru dünya konjonktürünü çok zorluyordu. Türkiye Avrupa Birliğine karşı izlediği antiemperyalist politikalara önümüzdeki dönemde devam ederek ve bütün savaşlara karşı çıkarak yeni dünya dengelerinin barışçı bir çizgide olmasına öncelik veriyordu. Atatürk’ün yurtta ve dünyada barış ilkesi Ankara Kriteri olarak devreye giriyordu.

Dünyanın ortasında her konu ve alan ile çeşitli açılardan karşı karşıya gelen bir konumda olan Türkiye Cumhuriyeti, kurucu önder Atatürk’ten gelen ciddi bir dış politika birikimine sahiptir. Birinci dünya savaşı sonrasında bir ulus devlet olarak dünya sahnesine çıkan Türk devleti yoluna devam ederken Ankara merkezli bir siyasal düzen kurularak Türklerin, Türk ulusunun ve Türkiye Cumhuriyeti’nin hak ve özgürlüklerine sahip çıkılmıştır. Tarihin her döneminde birbirini izleyen olaylar ve siyasal gelişmelerin birbirlerini izleyerek siyasal alana çıkmasıyla birlikte, merkezi coğrafyadaki oluşumlar da bu gibi gelişmelerin yansımaları doğrultusunda biçimlenerek, Türk devleti ile birlikte devletin başkenti olarak merkez konumunda bir Ankara yapılanması zaman zaman siyasal alanda yönlendirici etkiler yaratmıştır. Bugün Türkiye’nin her yanında şehir devletleri ya da küçük eyalet yapılanmaları arayışları sürekli olarak tırmanırken, başkent Ankara ile bütünleşen Türkiye Cumhuriyeti, Ankara kriterlerini bir savunma mekanizması olarak kullanarak hem ayakta kalmasını biliyor hem de cumhuriyetin ilelebet payidar kalması doğrultusunda gerekli olan önlemleri alarak yoluna devam etmesini biliyordu. Tarihin ilk dönemlerinden bu yana merkezi alanda var olan Türk devlet geleneği, merkezi devletin güçlü bir yapılanmaya kavuşturulmasıyla, yirmi birinci yüzyılda devletin ayakta kalması güvence altına alınıyordu. Dünya tarihinin önde gelen aktörleri olarak Türkler, her zaman hem batı hem de doğu kürelerinde ortaya çıkarak merkezi alan üzerinden dünyadaki gelişmelerin en etkin gücü olarak mücadelelerini sürdürüyorlardı. Böylesine etkili bir konuma sahip olan Türk toplulukları her zaman için bir çıkış yolu bularak, her dönemde bir Türk devleti çatısı altında bir araya gelerek dünyanın değişik dönemlerinde Türk devletleri üzerinden Türk uygarlığının devamını sağlıyorlardı.

Ankara Kriterleri tarihin her döneminde ortaya çıkan Türk devletlerinin kendi varlıklarını güvence altına aldıkları temel ilkeler ve kurallar bütünüdür. Hayatta her şeyi bilime ve bu alandaki gelişmelere dayandıran kurucu önder Atatürk ortaya koyduğu söylev ve demeçleriyle, kurucusu olduğu devletin gerçeklerini ortaya koymuştur. Bu açıdan O’nun miras olarak Türk gençliğine bıraktığı “Söylev” isimli kitap da Ankara Kriterlerinin temel dayanak noktalarından birisidir. Bir çağ değişimi sırasında var olan büyük devletlerin önünü kesen ve savaşları durdurarak bölgesel barış ortamını kuran Atatürk, gerisinde bıraktığı otuz ciltlik eseriyle Türk devleti ile birlikte Türk ulusuna da öncülük görevini, bilimsel birikim ile tamamlamasını bilmiştir. Hiçbir yabancı düşünür ya da bilim adamının etkisi altında kalmayan Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi yolunda ilerlerken gene kendi birikimini tamamlamasını savunmuştur. İki yüzden fazla devletin bulunduğu yeryüzü haritasında diğer devletler ve milletlerin yaşama haklarının güvence altına alınabilmesi ve dünyayı teslim alan neo-emperyalizm ile neo-koloniyalizmin sona ereceği ve yeni bir tür evrensel dayanışma aracılığı ile tüm insanlığın kazanılmış olan haklarının öne çıkacağı ve zaman içerisinde böylesine bir hakkaniyet ve adalet ile barış düzenlerinin gerçekleşeceği bir yeni dünya düşüncesinin geçerlilik kazanabilmesi için tüm ezilen ve esaret altında kalan toplulukların insan hakları düzenlemeleri doğrultusunda haklarına kavuşabilmeleri gerekmektedir. Ankara kriterleri her türlü haksızlığa karşı çıkmayı, evrensel barış ve adalet düzenlerinin kurulmasını sağlayarak, mazlum ulusların her türlü hak ve özgürlüklerine kavuşabilmesi ve gelecekte daha adil bir yeni dünya düzenine Türkiye’nin ulaşabilmesi doğrultusunda Türk devleti ile Türk ulusunun üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirerek ve ulusalcı, antiemperyalist kriterleri öne çıkararak her türlü sömürü ve haksızlığın sona erdirilmesi hedeflenmelidir. Ankara Kriterleri bugüne kadar olduğu gibi öncelikle iç barışın sağlanması ve daha sonra da evrensel barışın garanti altına alınabilmesi açısından önem taşımaktadır. Uluslararası kuruluşların emperyalist merkezlerin kontrolü altına sürüklenmesinin bir an önce önlenerek haksız düzenlerin ortadan kaldırılması ve uluslararası dayanışmalar aracılığı ile evrensel barış ve adalet düzeninin acilen kurulması gerekmektedir. Ankara’daki Atatürk Cumhuriyetinin Ankara Kriterleri aracılığı ile yeni bir dünya düzeni oluşumu için tıpkı Atatürk dönemindeki gibi mücadele etmesi zorunlu görünmektedir.