Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Aslında, “bizim mahalle ”de, yani yaşadığımız bu geniş coğrafyada onlarca yıldır var olan, özellikle gelişmekte olan ekonomileri bir kanser gibi saran, gizli ve sinsi bir işletme hastalığıdır finansal farkındalık yoksunluğu… Hemen hemen her yatırımcıya, var olunan ekonomik habitatın her köşesine sindiği ve her ortamda yaşayabildiği için doğal yollardan çoktan bulaşmıştır. Bir iş kurmaya, yatırım yapmaya kalkışan her insanı – eğer bu hastalığa doğal direnci yoksa – özellikle ilk birkaç yıl içerisinde etkisi altına alır. Çoğunun bünyesini, ne olduğunun farkına dahi varmadan sarar ve genelde iş hayatının sona ermesine sebep olur. Hastalığın en etkin olduğu dönemse, ülkenin veya dünyanın ya da her ikisinin girdiği ekonomik kriz zamanlarıdır. Bu dönemlerde salgın bir hastalık gibi toplu kıyımlara bile neden olur.

Türkiye’de son 10 yılda, 365 binden fazla anonim, limited ve gerçek kişiye dayalı şirket – ne yazık ki -batmıştır. Araştırmacılar, bu şirketlerin batma veya daha naif bir söylemle “kapanma” nedenlerini üç ana başlık altında toplamaktadır;  ”yetersiz sermaye” , “ planlama yapmama” ve “ iyi yönetememe”.

Büyük umutlar ve beklentilerle kurulan her işletme, temelde yapılan önemli hatalar nedeniyle kısa süre sonra bu rahatsızlığın tüm belirtileri hissetmeye başlar. Önlem alınmazsa ne yazık ki ilerler ve çok vahim sonuçlarla karşılaşılır.

Peki, bu hastalığın tedavisi mümkün müdür?

Elbette mümkündür. Baştan alınacak önlemler ve önerilen yolları uygulayarak, sağlıklı ve geleceği olan bir işletme kurmak hiç de zor değildir.

Yapılması gerekenlerse oldukça basittir.

  • İyi bir fizibilite hazırlamak,
  • Kurulacak işi yeri ve zamanına uygun olarak planlamak,
  • Yeterli bir bilişim programıyla sıkı bir takip sistemi kurmak,
  • Doğru personeli bulup, onlarla işe başlamak…

Her ne iş olursa olsun, işin takibi için kullanılan ana tablolar, herkesin bildiği ama birçok kişinin önemine hâkim olamadığı Bilanço ve Kar/Zarar Tabloları olarak topu topu iki adettir. Dönemsel olarak hazırlanır. Ancak ortaya çıkması için, bu işin uzmanı olan muhasebecilere ihtiyaç vardır. Aslında, bu tabloları isteyen devletlerin maliye birimleridir. Çünkü bu tablolara göre devlet, işletmelerden vergi alacağının olup olmadığını görür ve eğer varsa hesaplanan vergiyi tahsil eder.

Kısacası, bilanço ve kar/zarar tablosu, vergi salmak amacıyla sistem tarafından zorunlu olarak hazırlanması istenilen en temel tablolardır. Fakat devletin vergi toplanması adına koyduğu yaptırımlar ve karışık bir yapıya sahip olması, tabloların gerçek öneminin işletme sahipleri ya da yatırımcılar tarafından gereği gibi anlaşılmasının önüne bir set çeker. Gerçekte, bu tablolar, sadece vergiyi hesaplamaya yarayan birer veri bütünü değil, işletmenin bizzat kendisi için hayati önem taşıyan ve bir nevi röntgeni olan resimlerdir. Evet, bu tablolar aslında işin o anki durumunu gösteren detaylı fotoğraflardır. Hem de tıbbi birer fotoğraftır. Çünkü hastalığın ilk belirtilerinin net olarak görülebilmesine yarar.

Ancak, vergisel ihtiyaca istinaden zorunlu olarak tutulması algısıyla, karışık olmasının verdiği soğukluk, hastalığın farkında olmadan ilerlemesine neden olan en önemli iki etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu algı bozukluğu ve soğukluk, finansal farkındalığın oluşmasına zarar veren yapısal problemlerdir. Finansal farkındalığın kazanılması adına ilk yapılması gereken bu iki temel tablodaki algıyı kırmak ve soğukluğu gidermektir.

Bilanço ve Kar/Zarar tablosuna karşı oluşan algı bozukluğu ve soğukluk nasıl giderilir?

Bunun tek yolu, tabloları oldukça basit ve anlaşılır bir şekilde açıklamaktır. Açıklamanın başarısıyla birlikte, işletme sahiplerinde ilk aydınlanma başlar. O kadar basit ve anlaşılır bir açıklamadır ki, aydınlanmanın yarattığı bu değişim, bir ömür boyu akılda kalır.

Bambaşka bir bakış açısına kavuşan işletme sahibi, yaşadığı algı bozukluğundan uzaklaşır. Artan ilgisiyle birlikte soğukluk ortadan kalkar. Artık anlamaya başladığı ve bizzat kendine ait olan bu verilere karşı bir sıcaklık duymaya başlar. Akabinde sahiplenme duygusu bünyesinde hâkim olur.

Tablolara karşı duyulan sahiplik ve verilere karşı gelişen ilgi, şaşırtıcı bir şekilde, önemli bir davranış biçiminin oluşmasını sağlar; Sorgulama…

Bir işletme sahibinde, daha önce kendisinin değil de muhasebecisine ait bir tablo olduğunu düşündüğü bu verileri görmesi ve sorgulamaya başlaması, hastalığa karşı doğal direncin gelişmesini sağlar.

Bilanço ve Kar/Zarar tablolarının anlaşılması finansal farkındalık için yeterli midir?

Maalesef yeterli değildir. İstenildiği kadar anlar hale gelinse bile, yani işletmenin kar ediyor olması durumunda bile, bu sahip olunan işletmenin batmayacağı anlamına gelmemektedir. Bu iki tabloya hâkim olmanın dışında, son derece önem arz eden bir başka tablo vardır ki, işletmenin hayatı ve devamı bu tabloyla resmedilen verinin sıkı takibine bağlıdır; Operasyonel Nakit Akışı…

Kan ve bu hayati sıvının vücuttaki akışı bir insan hayatı için ne kadar önemliyse, bir işletmenin yaşamı da nakit akışına doğrudan bağlıdır. Kanda bulunan bazı değerler nasıl bir insanın vücudunun sağlık durumunu gösteriyorsa, operasyonel nakit akışında yer alan veriler, o işletmenin sağlık analizinin yapılmasına yardımcı olur.

Bir işletmenin sağlıklı olarak uzun yıllar yaşaması için, anlık durumu resmeden bilanço ve kar/zarar tablosu haricinde, bir süreci görüntüleyen nakit girdi ve çıktıların, sürekli ve düzenli olarak takip edilmesi gerekir. Bu tablo, belirli periyotlarla hazırlanması ve takip edilmesi, paranın nereden ve ne zaman geldiğiyle, ne zaman ve nereye ödendiğini gösterecek şekilde hazırlanması gereken bir tablodur.  Aslında en basit anlatımla operasyonel nakit akış “Tahsilât ve Ödeme” dengesini gösterir.

Nakit akış, yukarıdaki küçük tanımlamada da ifade edildiği üzere, aslında yapılacak tahsilâtların, yapılacak ödemelerle çakıştırılması işleminden başka bir şey değildir. Tabii ki bu kadar basit gibi görünse de birçok faktörün de dikkate alınması gerekmektedir.

Bilindiği gibi işletmeler “Kar” elde etmek için kurulur. Bu nedenle, genel işletme yönetiminde asıl dikkat edilen, maliyetlerin belirlenmesi ve üzerine konulacak karın tespiti ile birlikte satış fiyatının oluşturulmasıdır. Kısacası, kar oranına bakılır. Yüksek kar elde edilecek bir işletmenin hiçbir zaman sıkıntı çekmemesi gerekir gibi klişeleşmiş bir bakış açısı her zaman zihinlerde yer bulur.

Bu bir bakıma doğrudur ancak gerekli tüm şartların yerine oturmuş olması, yani aksayan bir noktanın olmaması en önemli şarttır.

Modern işletme biliminde, yoğun rekabetin var olduğu ve belirsizliklerin de yaşanabildiği ortamlarda, sadece kar oranı odaklı bir yönetim biçiminin ciddi sıkıntılar yaratabileceğiyle ilgili örnekler oldukça yoğun olarak tartışılmış ve geçen süreç içerisinde yeni bir bakış açısının şekillenmesine neden olmuştur. Bu bakış açısı da nakit akışıdır.

Operasyonel Nakit Akış Nasıl Yapılır?

Öncelikle dikkat edilmesi gereken konu, bu çalışmanın işletmenin karı veya zararıyla ilgili bir çalışma olmadığıdır. Yani kar veya zararla hiçbir alakası yoktur. Bu çalışma aslında, şirketin ödemeler dengesinin bozulması durumunda, istenmeyen olayların önüne geçilmesini sağlayan, yürüyen bir sürecin tespitidir.

  1. Nakit akışta, yapılan satışların paraya dönüşeceği tarihler belirlenir ve bunlar tahsilât olarak o aylara girilir.
  2. Tahsilâtların altına, aynı döneme rastlayan ilk madde ve malzeme veya ticari mal alımlarının ödemeleri yazılır.
  3. Daha sonra, tahsilâtlar hammadde ve mal alımlarının ödemelerinden düşülerek, işletmenin ana faaliyetinden elde edilen nakit durumu tespit edilir.
  4. Bu tespitin altına, o dönemde yapılacak tüm işçilik, pazarlama ve yönetim giderleri yazılır. Genel giderler de düşüldükten sonra o dönemde nakit fazlası veya eksiğinin olup olmadığı belirlenir.
  5. Bu çalışma eğer 3 ay, 6 ay veya imkân var ise 1 yıllık dönemler halinde ileriye yönelik olarak yapılırsa, gelecek aylardaki karşılaşılabilecek nakit açıkları için işletmenin ne gibi önlem alması gerektiğiyle ilgili uyarı sistemi kurulmuş olur.

Ödemeler dengesi de diyebileceğimiz nakit akışının, yukarıda belirtilen bileşenlerinin doğru yönetilmesinin, bu tür belirsizlik ortamlarında birçok yararı bulunmaktadır. Bunlara kısaca bakalım.

Nakit Akış;

  1. Belirsizlik dönemlerinin talep üzerinde yaratacağı psikolojik ve fiziksel etkilerin, satış ve tahsilâtlarda oluşturacağı tahribatı öngörmemizi, tahmin etmemizi sağlar.
  2. Yarattığı sorgulama dürtüsü nedeniyle belirlenen nakit açıklarının nasıl kapatılabileceğiyle ilgili olarak önceden düşünmemizi ve tedbir almamızı sağlar.
  3. Giderlerin yeniden gözden geçirilmesini ve tasarrufların yapılmasını gündeme getirir.
  4. İşletme üzerinden gerçekleşen kazançların, ortakların kişisel refahını arttırıcı yani halk tabiri ile “ölü yatırım” a dönüşmesini engeller. Yani işletmeden kazanılanların işletmeye harcanmasını sağlar.
  5. Nakit açıklarıyla karşılaşılması muhtemel dönemler için, zorda kalınmaması amacıyla belirli bir miktar nakdin “kara gün” parası olarak saklanmasını sağlar.
  6. İşletmeye yapılacak yatırımların, yani yatırılacak paranın ne kadar süre sonra geri kazanılabileceğini gösterir. Bu nedenle de işletmeye, satışı arttırmaya yönelik yatırım yaptırma konusunda yardımcı olur.
  7. İşletmenin faaliyetlerini yeniden gözden geçirmesine ve özellikle her alanda “verimlilik” çalışmalarını arttırmasına yol acar.

Görüldüğü üzere, operasyonel nakit akışı aslında, tüm insanların bazen bilerek bazen ise farkında olmadan kendi hayatları içerisinde sürekli yaptıkları bir muhakeme türüdür. Ancak, bunun düzenli ve disiplinli bir şekilde, üstelik kâğıda dökülerek yapılması, kişileri veya işletmeleri her zaman önünü görmesini sağlatarak “tedbirli” kalmaya zorlar.

Finansal farkındalığı artan her işletme, önceden göreceği veya göremese bile bünyede oluşturduğu sorgulama dürtüsüyle yaratılan tedbirli davranma içgüdüsüyle, karşılaşacağı dar boğazları aşmada zorlanmaz ve hastalığa karşı bağışıklık kazanır. Bu -belki ilk başta bir ilaç misali “acı” gelebilecek- reçete, uygulandığında, bünyenin sağlığına kavuşması sonrası, her türlü zorluğa ve krize karşı dirençli bir şekilde uzun yıllar yaşamasını sağlayacak bir iç disiplindir.

Şimdi en başta bahsettiğimiz, son 10 yılda batan 365 binden fazla firmanın yarısının, finansal farkındalığa sahip olduğunu ve yaşadığını düşünelim. Ülke ekonomisine ve büyümesine nasıl önemli bir katkı sağlardı değil mi?

Yazıyı, bu işin doktorundan bir tavsiye ile bitirelim:

“Finansal farkındalığınızı arttırın ve uzun yıllar sağlıklı bir işletmeyi yönetmenin keyfini sürün.”

 (ÖNEMLİ NOT: Daha detaylı bilgiler içeren “Finansal Farkındalık” ile ilgili hazırladığımız aydınlatıcı eğitim seminerimiz için  zbalaban@gmail.com adresi üzerinden irtibat kurabilirsiniz)