Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

IRAK Federal Kürt Yönetimi lideri Mesut Barzani 25 Eylül 2017 tarihinde yapacakları bağımsızlık referandumu için gerekirse 100 yıllık bu hedef için bedel ödemeye hazır olduklarını söyledi. Bu açıklamadan kısa süre sonra Dışişleri Bakanlığımız ve Cumhurbaşkanlığı Basın Sözcüsü sert açıklamalarda bulunarak referandum kararının Barzani ve temsil ettiği IKBY için bedeli olacağını deklare ettiler. Barzanistan’ın bağımsızlığını en çok Atlantik Cephesi ve İsrail istiyor. Zira bugün için denize çıkışı olmasa da, böyle bir bağımsız coğrafyanın ABD, AB ve İsrail’e sağlayacağı jeopolitik seçenekleri hayal etmek pek de zor değil. Bağımsız Kürdistan söz konusu güçler tarafından ertesi gün tanınır ve bir yıl içinde Ortadoğu’nun en büyük askeri üsleri inşa edilir. Bu bağımsız varlık kendini korumak için Japonya ve Güney Kore’de olduğu gibi ikili savunma ve güvenlik anlaşmaları ile ABD şemsiyesi altına alınır. Bir sene geçtikten sonra da serbest seçimler sonrası gerçek bir demokrasi olduğunu ispat eden Kürdistan’ın NATO üyeliği tartışılmaya başlanır. Bu uzak bir ihtimal değil. Tamamen ABD güdümünde kurulan Kosova’nın NATO üyeliği 2016 Mayıs’ında gündeme gelmişti. Kürdistan’ın batı savunma ve güvenlik şemsiyesinin altına daimi kurumsal bir kimlikle girmesinin Türkiye’deki etnik ayrılıkçılığı ne denli etkileyeceği izahtan varestedir.

Hatalar Zinciri

Türkiye’nin jeopolitik geleceğini yakından ilgilendiren bu duruma maalesef devlet aygıtımızın üst üste yaptığı hatalar sonucu geldik. ABD’nin Birinci Irak savaşı sonrası ayaklanan Kürtleri Irak hükümeti güç kullanarak bastırmıştı. Bu harekât sonrası 500 bine yakın Kürt göç etmek zorunda kalmış ve İran ile Türkiye sınırlarına yönelmişlerdi. Türkiye’nin hazırlığı 20 bin Kürt içindi. Ama 100 bini aşkın Kürt sınırı geçince büyük bir insani yardım harekâtı başlatıldı. Bu arada Türkiye’ye, kontrolü dışında PKK teröristleri de geçiş yaptı. Sivil toplum örgütü maskesi altında yüzlerce Batılı ajan ve aktivist de Kuzey Irak ve Türkiye’de faaliyet göstermeye başladı. Ardından BM’nin 5 Nisan 1991 tarihli 688 sayılı kararı gereğince, İncirlik Üssünde kamuoyunda “Çekiç Güç”- (Provide Comfort) olarak bilinen, ABD, İngiltere ve Fransa’nın yer aldığı harekât başlatıldı. Buna Türkiye’nin destek vermesi ve içinde yer alması hatalar zincirinin başlangıcını oluşturdu.

Kuzey Irak’ta Kayıtsızlık

Türkiye, maalesef Suriye’de denize çıkışı olan Kürdistan kurulmasına bugün gösterdiği tepkiyi geçmişte Kuzey Irak için göstermedi. 15 Temmuz FETÖ ihanetine rağmen büyük bir savunma refleksi ile başlatılan Fırat Kalkanı Harekâtının ruhuna ve esasına benzer bir hamle Irak’ta gerçekleşmedi. Gerekçe basitti: Irak Amerikan işgalinde. Biz ABD ile savaşamayız. Ancak Irak’ın üçe bölüneceği 2000’lerin başından itibaren İsrail ve ABD stratejistleri tarafından açıkça telaffuz edildiği bir dönemde Türk hükümetleri Kuzey Irak’ta sanki bağımsız bir ülkeye yatırım yapılıyormuşçasına sermaye ve ticaret akışını teşvik etti. Ünlü Türk gazeteleri Erbil’i Mezopotamya’nın Paris’i gibi pazarladı. O dönem bugünü görerek ikaz yapanlar ise ya sözde Ergenekoncu ya da demokrasi düşmanı olarak damgalandı.

Açılım Süreci

Hatalar zinciri 17 Kasım 2013 günü tepe yaptı. Açılım Süreci adı altında, Barzani Diyarbakır’da “Kuzey Kürdistan”a Hoş geldiniz! sloganıyla karşılandı. Bu sloganının ruhunu bir benzetme yaparsak 2004 yılında Annan Planına “Yes be Annem” diyerek Kıbrıs’tan vaz geçmek isteyen Kuzey Kıbrıslı Türklerin ruh haliyle kıyaslayabiliriz. Diyarbakır ziyaretinin hemen ardından Barzani’nin partisi KDP’nin internet sitesinde İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin 21 ilini kapsayan büyük Kürdistan haritası yayımlandı. Bu harita, 2006 Baharında ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde emekli Albay Ralph Peters tarafından yayınlanan “Kan Sınırları: Daha iyi bir Ortadoğu Nasıl görünürdü?” isimli makalesindeki haritaya benziyordu. Amerikalı Albay 2006 yılındaki haritasında Kürtlere Karadeniz’de dar bir kıyı verip, Akdeniz’de kıyı vermezken, Barzani haritasında Kürdistan’a Akdeniz’de de kıyı veriyordu. Bu haritaya göre İskenderun Körfezinde Yumurtalık limanının güneyinde kalan tüm sahillerimizi sözde Kürdistan alıyor. Hayali bile rahatsız ediyor. İşte Türk devletinin 15 Temmuz hıyaneti sonra başlattığı “Fırat Kalkanı” harekâtı bu kâbus senaryoya en büyük tokat oldu. Kıbrıs’ı, İskenderun Körfezini ve Doğu Akdeniz’i kaybetmiş bir Türkiye’nin Sevr Türkiye’sinden ne farkı olur? Kuzey Irak’taki Barzanistan’ın bağımsızlığına onay vermek, denize çıkışı olan Sözde Kürdistan’a giden yolların taşlarını döşemektir. Bunun sonucu 21 ilimizle birlikte İskenderun kıyıları ve ötesindeki “Mavi Vatanı” da kaybetmek anlamına gelir.

TBMM’nin 1995 Kararı Hatırlanmalıdır

Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsünün çıkışları yerindedir. Ancak yetersizdir. Referanduma karşı TBMM kararı da gerekir. Nasıl ki TBMM, Kardak krizinden yaklaşık altı ay önce, Yunan Parlamentosunun Ege Denizi’nde karasularını altı milin üzerine çıkartabilme olasılığı üzerine, hükümete bu oluşuma mani olmak için her türlü yetkiyi devrettiyse benzer bir karar IKBY referandumu için de düzenlenmelidir. Yunanistan’a yönelik 8 Haziran 1995 kararını hatırlatalım: “Yunan Hükümetinin Lozan Barış Antlaşması ile kurulmuş olan dengeyi bozacak şekilde Ege’deki oldubittilerine karşı Türkiye’nin hayati çıkarlarını koruma ve savunması için Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine askeri bakımdan gerekli görülecek olanlar da dâhil olmak üzere, tüm yetkilerin verilmesine ve bu durumun Yunan ve dünya kamuoyuna dostane duygular ile duyurulmasına” karar verilmişti. TBMM’nin bu kararı siyasi tarihimizde ve medyada “casus belli-savaş nedeni” kararı olarak yerini almıştı. Güneydoğumuzun geleceği, Ege Denizinin geleceği kadar değerlidir. Böyle bir kararı, yaşayan ve gelecek nesiller adına Meclisimizden beklemek en doğal hakkımızdır.