Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Daha önceleri iktidar ve çevrelerince ismi ‘’peşmerge başı ve kabile reisi’’ gibi sıfatlarla anılan Mesut Barzani’nin geçen hafta önce İstanbul’da, ardından Ankara’da sözde Kürt bayrakları ve devlet protokolüyle karşılanması, ağırlanması, devlet adamı muamelesi görmesi, Türkiye’nin Kürdistan varlığını tanıması ve tescil etmesi anlamına gelmektedir.

Gösterilen bu muamelenin, mahiyeti ve akıbeti önümüzdeki ay yapılacak referandumla doğrudan bağlantılıdır. Referandumda Kürtlerin tercihlerini etkilemek olduğu açıktır.

Ne var ki, her ne kadar HDP yetkilileri referandumda iktidarın aksine görüş ve düşünce içinde olduklarını beyan etseler de, durumun hiç de öyle olmadığı görülmektedir. İmralı’nın bu konudaki tutumu bellidir. Bölücü başının Başkanlık sistemi hakkında daha önceki yorumları dikkat çekicidir. Burada Barzani ile HDP ve İmralı arasında bir rahatsızlık ve uyuşmazlık olduğu anlaşılmaktadır. Bu rahatsızlığın arkasında Barzani ile HDP ve Kandil, dolayısıyla bölücü başı arasındaki Kuzey Irak’ta var olan gizli güç çatışması olduğu söylenebilir.     

Gelecek ay yapılacak referandumda Kürt oylarını AKP iktidarı lehine etkileyeceği sanılan,  Türkiye’nin başına yıllarca musallat olmuş, terör ihanetinin merkezinde bulunan, Kuzey Irak’ın sahibi ve sorumlusu Barzanilerin biyografilerinin hatırlanmasında yarar vardır.

Barzani sülalesinin Türkiye ile ilgisi ve ilişkisi Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarına kadar uzamakta ve en az yüz yıllık bir dönemi kapsamaktadır.

Barzanilerin isimlerinin duyulmaya başlaması, 19. yüzyılın ortalarına tekabül eder. Barzani aşireti adını, Kuzey Irak’ta Hakkâri’ye yakın dağlık bir bölgede, Beroji, Mizori, Şarvani ve Dolemari olmak üzere dört aşiret tarafından oluşturulan ‘’Barzan’’ yerleşim bölgesinden almaktadır. Bugün Erbil’e bağlı olan Barzan bölgesinin en önemli özelliği Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı üç ülke, Türkiye-İran-Irak sınırların tam kesişme noktasında yer almasıdır.

Daha sonraları Orta Doğu’da söz sahibi olacak ölçüde sivrilen ve büyüyen Barzani sülalesinin, hali hazır duruma gelme ve bugünkü varlığını sürdürme sebeplerinden başında, babadan oğula geçen şeyhlik geleneği,  Nakşibendi tarikatının aşiret üzerindeki etkinliği ve güçlü aşiret yapısına sahip olmaları şeklinde söylenebilir.

Barzani sülalesinin tarihine bakıldığında, Orta Doğu’da söz sahibi olmaya başladıkları 19. Yüzyılın sonlarından itibaren, hep kavga, yol kesme, adam kaçırma, kaçakçılık gibi asayişsizliklerin yanı sıra, ayaklanama, çatışma ve savaş içinde oldukları ve bunu günümüze kadar taşıdıkları görülmektedir. Bu kavga ve çatışmanın asıl sebebi de, başta İsrail olmak üzere Rusya ve diğer batılı emperyalist devletlerin teşvik ve desteği ile bağımsız bir Kürt devletini bölgede kurmak olduğu bilinmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme ve parçalanma sürecine girmesi ile birlikte bu durumda istifade etmek isteyen Barzaniler, Osmanlı Devletinden ayrılmak ve müstakil bir Kürt devleti kurmak üzere birçok isyan ve ayaklanma hareketlerinde bulundular. Bunu yaparken, Ruslarla, İngilizlerle ve hatta Ermenilerle işbirliğine gittiler. Genelkurmay Başkanlığı arşivlerinde Molla Mustafa Barzani’nin Rusların desteğiyle Ermeni çetelerini Türklere karşı kışkırttığı çok açık bir şekilde yer almaktadır.   

Barzani sülalesinin asıl renkli zamanı, asayişsizlik ve başkaldırıların doruk noktasına ulaştığı dönem Molla Mustafa Barzani dönemidir. Baş aktör Mustafa Barzani 1932’de Barzan aşiretinin lideri oldu ve 1943’te Bağdat yönetimine başkaldırdı. Bu isyanın bastırılması üzerine ailesiyle birlikte İran’a sığındı. 1946’da Kürdistan Demokratik Partisini (KDP) kurdu. Ve aynı yıl SSCB’nin de desteğini alarak İran’ın Urmiye Bölgesi’nde ilk Kürt devleti olan “Mahabad Kürt Cumhuriyeti”ni kurdu. Ancak bu devletin ömrü çok kısa sürdü. İran birlikleri bölgeye saldırarak, bu devletin oluşumuna son verdi. Bu gelişmeler üzerine bölgeyi terk eden Barzani ve ailesi SSCB’ye sığındı. 1958 yılında Irak’a tekrar geri döndü bu kez de Irak’ta yeni değişen Saddam Hüseyin rejimine karşı başkaldırdı. 1976 yılında ABD’ye iltica eden Mustafa Barzani burada üç yıl kanser tedavisi gördü, 1979 yılında yaşamını yitirdi.

Mustafa Barzani’nin ölümünden sonra, KDP’nin başına oğlu İdris Barzani geçti. Ancak İdris Barzani’nin 1987’de ani ölümünün ardından kardeşi Mesut Barzani KDP lideri oldu.

Mesut Barzani’nin dedelerinden tevarüsle müzminleşmiş Türk düşmanlığını günümüze kadar taşıdığını söylemek mümkündür. Bunu da ABD’nin gözetim ve himayesinde PKK terör örgütüne bugün bile yaptığı yardım ve yataklıkla göstermiştir. Ayrıca Kuzey Irak’ta ki PKK kamplarının varlığı ve buralarda terör yuvalarına ses çıkarmayışı da bilinmektedir.

Mesut Barzani ve Ortadoğu’nun kaderi, 1991’de ABD’nin Irak’a saldırmasıyla değişti. Irak’ın içinde bulunduğu durumu fırsat olarak değerlendiren Barzani, Kuzey Irak’ta Saddam’ın Baas rejimine karşı bir ayaklanma başlattı.

Bu ayaklanma, NATO güçlerinin Irak’ın kuzeyinde yer alan ve 36. paralel olarak adlandırılan bölgeye bir uluslararası birlik yerleştirmesiyle sonuçlandı. Türkiye’nin Barzani’yle asıl ilişkileri de bu dönemde başladı.

1991 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal, KYB lideri Celal Talabani ve Barzani’yi Türkiye’ye davet etti. KDP ve KYP bürolarının Türkiye’de açılmasına izin verildi. Barzani ve Talabani’ye üçüncü ülkelerde rahat seyahat edebilmeleri için kırmızı pasaport verildi.

Türkiye’nin PKK Terör Örgütü ile yoğun olarak sürdürdüğü mücadele yıllarında, sözde Kuzey Irak’ın sahibi ve sorumlusu olarak lanse edilen Mesut Barzani’ye çeşitli tavizler verilerek güya PKK’ya karşı Türkiye ile ortak hareket etmesi amaçlandı. Ancak bu amaç ve çabaların sonradan hiçbir işe yaramadığı, özellikle 2. Körfez Savaşından sonra anlaşıldı. Barzani ve Talabani ABD’nin himayesinde, 2004 yılından itibaren Türkiye’ye yeniden terör ihraç etmeye başladılar. PKK’lı teröristler eskiden olduğu gibi Kuzey Irak topraklarını kullanarak karakolları ve üs bölgelerini bastılar,  onlarca Türk askerini şehit ettiler.

Barzani sülalesinin profili özet olarak yukarda belirtilmiştir.  Buna göre,  Barzani sülalesi denilince akla tarih boyunca hep kavga, hep isyan ve başkaldırı, terör ve şiddet gelmektedir.

Başa dönecek olursak, geçtiğimiz yıllarda -sonu hüsranla biten- sözde çözüm sürecinde işbirliği yapılan Barzani ile şimdi de referendum sürecinde ve bu kapsamda işbirliğine gidilerek, onları ve sözde Kürdistanın tanındığı/tanınacağı ifade edilmeye çalışılmaktadır.

Öbür taraftan, HDP’nin yapılacak referandumda iktidar karşıtı bugünkü tutumunun inandırıcı olmadığını da eklemek gerekir. HDP’nin referandumda ki tavrı, Kürtlerin özerklik talebi ile çelişmektedir. Zira Başkanlık sistemi kabul edildiği takdirde, bu durum Kürtlerin özerklik, bilahare federasyon talebine ve beklentisine olumlu yönde yansıyacaktır.

Geçmiş yıllarda da dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal Barzani’ye özel önem vermiş ve muhatap kabul etmiştir. Fakat Özal zamanında gerek siyasi ve gerekse askeri yakınlaşmalardan Türkiye hiç bir faydalı sonuç elde edememiştir. Çünkü muhatap alınan ve sözde kıymet verilen kitle bunun değerini anlayamamakta, yine kendi bildiklerini okumaya devam etmektedirler.

Şimdi de aynı yanlış tekrarlanmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde hiçbir tarafa,  hiç bir şekilde itimat telkin etmeyen bir kitle ile başlatılan diyalogun ve girişilen işbirliğinden, Türkiye bugüne kadar hep zarar görmüştür. Dış politikada ebedi düşmanlıkların olmayacağı muhakkaktır. Ancak muhatap aldığınız ve burnunuzun dibinde kronikleşmiş Türk düşmanlığı ile temayüz etmiş bir topluluğun, yüz yıllık geçmişi her şeyden önce güven bunalımına neden oluyorsa, bundan sonrada girişilecek ilişkilerden ve işbirliğinden Türkiye’nin yararına bir şey çıkmasını beklemenin hayalcilikten öteye bir anlam taşımayacağı aşikârdır.