Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

13 Mart’lar bizim için kutsaldı. Harbiyeliyken ve askeri yaşantımız boyunca Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Kara Harp Okulu’na girişinin yıldönümünü kutlardık heryıl.  13 Mart 2016 ise farklı bir iz bıraktı, yüreğimizi kararttı. Yine terör, yine o lanetli yüzü ve malesef yine Ankara. Son beş ayda üç büyük patlamayla sarsılan başkent. Türkiye’nin onuru, gururu, namusu olması gereken Ankara. Uçan kuştan haberdar olunması gereken Ankara. ABD’nin Washington’u kadar, Rusya’nın Moskovası kadar, İngiltere’nin Londrası kadar bizim için de değerli Ankara. Bu durumu nasıl açıklayacağız? Üzerimizden verilen mesajlara nasıl karşılık vereceğiz? Güvenliği nasıl ve ne zaman sağlayacağız? Kaybedilen canları, sönen hayalleri nasıl yerine getireceğiz, birbirimizle gerçekten nasıl helalleşeceğiz?

 

10 Ekim 2015 Ankara Garı; 17 Şubat 2016 Merasim Sokak ve 13 Mart 2016 Güvenpark. Parkta kalan güven. Kaybedilen canlar, sönen yaşamlar, acı ve öfke. Çekilen beyaz brandaların ötesinde ise yarınlar için ümidi azalan insanların korku dolu bekleyişleri. Sıranın ne zaman ve nasıl kendilerine geleceği düşüncesi.

 

Kızılay Güvenpark yanında yitirdiğimiz tüm masum vatandaşlarımız için içimiz yanıyor. Orada evine gitmek için otobüs bekleyen gencecik öğrencilerimiz, kadınlarımız, erkeklerimiz, görev başındaki polislerimiz için yanıyoruz. Tıpkı şu an ülkemizin Güney Doğusu’nda süren dişe diş, kana kan mücadelede kaybettiğimiz değerlerimiz için yandığımız gibi. Bu lanetli saldırıda can dostum Faruk DİNÇ’in yeğeni ve aynı zamanda Enstitümüzün genç değerlerinden olan sevgili evladımız Elvin Buğra ARSLAN’ı da kaybettik. İyi yetiştirilmiş, pırlanta gibi bir arslanı sonsuzluğa yolcu ettik. Yaradana yakın ve ışıklar içinde olsunlar.

 

Yukarıda söylemeye çalıştığım hususları dile getirmeden hiçbir konunun tespitini, analizini yapmanın önemi ve anlamı yok.   İçinde duygu ve yürek olmayan, erdem, cesaret ve kararlılıkla takip edilmeyen hiçbir çözüm önerisinin de geçerliliği yok.

 

Güney Doğu bölgemizde devam eden operasyonlar emperyalist terör örgütüne beklemediği darbeler indiriyor.  Örgüt panikte; 2004’den bu yana sürdürdüğü plan bozuluyor. Elde ettikleri şımarıklık ve uygun ortamla dağdaki savaşı şehirlerimize taşımak istiyorlardı, halkı yanlarına alıp ayaklandıracaklardı, özerklik oluşturacaklardı. Bunun için lojistik yığınaklanmalarını gerçekleştirdiler, kendilerine müzahir belediyelerle elbirliğiyle şehirlerde üslendiler, patlayıcıları asfalt altına koydular, hendekler ve tüneller kazdılar. Kurtarılmış bölgeler tesis edip isyan edeceklerdi. Fakat önce bölge halkını kaybettiler. İnsanlar ihaneti gördüler. Sonra özlediğimiz devlet aklı bir nebze devreye girdi. Tünelleri çöktü, hendekleri kapatıldı, kirli rüyaları kabusa dönüştü. Taşerondular aslında. Görev vericileri, ağababaları da endişelenmeye başladı. Dünyanın belki gördüğü en az sivil kayıplı meskûn mahal muharebelerini bile istismar ettiler. Kara propoganda yöntemlerini uygulamaya başladılar. Kendi yarattıkları enkazın fotoğraflarını kendilerine yapılmış gibi Dünya medyasına sundular. Dört bir koldan taarruz ediyorlar şimdi. İçişlerimize müdahale ediliyor. Türkiye’de görev yapan eski büyükelçileri bile açılımı sürdürün diye dayatmalar yapıyor. Tam bu sırada lanetli terör saldırısına maruz kalıyoruz. Türkiye önüne konan yemeği yemeye zorlanıyor. O yemek bizim bünyemize uygun değil. O sofra bizim soframız değil. Burada söz konusu olan vatandır. Gerisi ise teferruat.

 

Küresel şekillendirme senaryolarının yazarları haritaları yeniden çizmek isteyebilirler. Yeni sömürü alanları oluşturmayı, kukla insanlardan faydalanmayı, onları türlü yollarla angaje ederek özbenliklerine, milletlerine ihanet ettirmeyi amaçlayabilirler.  Orta Doğu ve bulunduğumuz coğrafyada sık sık rastlanan bir durumdur bu. Geçmişte de yaşadık. Türk milleti olarak 90 yıl önce sömürü niyetlilerini yenmiştik. Şimdi durum daha kötü değil. Ancak bugün karşı karşıya olduğumuz tehdit biraz farklı. Milli güç unsurlarımıza asimetrik yöntemlerle taarruz edildi ve ediliyor. TSK ve diğer bazı kurumlarımıza ve aslında milletle birlikte devlete karşı kurgulanan ve önemli güç erozyonuna neden olan iğrenç davalarla başlayan süreç hedefinden hiç sapmadan bugünlere kadar geldi. Millet ve devlet olarak üzerimizdeki baskı ancak ve ancak milli güç unsurlarının tümünün uyumlu bir şekilde kullanılması ve kurumsal zekâyla bertaraf edilebilir. Bu bir milli güvenlik sorunudur. İktidarı ve muhalefetiyle, elbirliğiyle üstesinden gelinmeli ve yokedilmelidir. Psikolojik harekât ve teknik kapasite milletin has evlatlarına değil dış düşmanın iç uzantılarına karşı kullanılmalıdır. Özellikle Güney Doğu’da şu an devam eden mücadelede neler yaşandığının, örgüt tarafından şehirlerin ne hale getirildiğinin belge, görüntü ve fotoğrafları kontrollü olarak Dünya kamuoyuna servis edilmelidir. Aksi halde bu boşluk terör örgütü ve destekçileri tarafından doldurulmaktadır. Güvenlik güçlerimizin motivasyonu yükseltilmeli ve toplumun morali tazelenmelidir.

Öte yandan tüm komşu ülkelerle ilişkilerimiz biran önce düzeltilmeli, istikrara kavuşturulmalıdır. Ancak bu sayede oluşturulacak güvenlik havzasıyla tüm terör unsurlarının kökü kazınabilir ve yaşadığımız coğrafya huzura ulaşabilir.

Türkiye güvenilir, saygın bir ülke ve jeopolitik açıdan olduğu kadar siyaseten de bir dev olarak yeniden sahneye çıkmalıdır. Bu zorunluluk aynı zamanda geçmişimize ve evlatlarımıza karşı borcumuzdur.

Ankara’ya bir kez daha beyaz branda çekilmesin.

 

Rafet ASLANTAŞ

ANKA Enstitüsü Başkanı