Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Dünyanın merkezi alanı ile ilgili haritalara baktığınız zaman , birbiriyle sınır komşusu olan ve ortak bir tarihe sahip olan  Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan devletinin  fazlasıyla yakın oldukları görülmektedir . Ne var ki , Türkiye ve Bulgaristan  medyalarına bakıldığı zaman ,bu kadar yakın komşuluğa rağmen her iki ülkenin ortak sınır komşuluğundan ortaya çıkan böylesine büyük bir yakınlığın , hiç de  kamuoyuna yansımadığı ya da böylesine bir yansımanın emperyal merkezler ile siyasal çevreler tarafından kasıtlı olarak engellendiği görülmektedir . Haritada diz dize bir görünüm veren iki  devletin  jeopolitik konumlarının , her  iki ülkenin halklarından saklanmaya çalışıldığı anlaşılmakta ve iki   ülke üzerinde etkili olan siyasal güçlerin,  bu iki yakın komşunun bir araya gelerek ortak hareket etmesinden çekindikleri anlaşılmaktadır . Bugün Türkiye’de yaşamakta olan normal bir vatandaş  kapı komşusu Bulgaristan ile ilgili herhangi bir bilgiye sahip olmadığı gibi , Bulgaristan da var olan basın ve medya kanallarında da  Türkiye  ,diğer Balkan ülkelerinde olduğu gibi  yeterince bir ağırlığa sahip olamamaktadır . Haritada var olan yakınlığın  tamamen tersi bir uzaklık tarihten gelen aykırılıkların ve olumsuz gelişmelerin günümüzde de bilinçli bir çizgide devam ettirildiğini  ortaya koymaktadır . Avrupa ya da dünya kamuoyunda da  ,Türkiye ve Bulgaristan birbirinden çok uzak görünmekte , geleceğe dönük senaryolarda  ise  bu iki sınır komşusu ülkenin birlikte yer alacağı bir yaklaşım, geçmişten gelen olumsuz alışkanlıklar nedeniyle  yeni dönemin koşullarında gündeme gelmemektedir .

Ankara’nın eski  Belediye başkanlarından Ali Dinçer  , Bulgaristan’dan gelerek Kırşehir’e yerleşmiş  bir göçmen ailenin evladı olarak  ,Türkiye Cumhuriyetinin   Bulgaristan’dan gelen göçmenleri kabül etmemesi durumunda  , Bulgaristan devletinin  büyük çoğunluğunun Türk asıllı ailelerden oluşacağını  ve bu nedenle de  Bulgaristan’ın resmen olmasa bile ,fiili bir Türk devleti olarak eninde sonunda Türkiye ile yakınlaşarak birlikte yeni bir yapılanmanın ortaya çıkabileceğini çeşitli dönemlerde dile getirmiştir . Bu ülkedeki Türk asıllı nüfusun çok fazla olması  Bulgaristan devletini rahatsız ettiği gibi , Bulgaristan üzerinden hegemonya kurmak isteyen emperyal devletleri de Türk asıllı ailelerin , Türkiye’ye  zorla göç ettirilmesi  gibi senaryolara yönelmelerini sürekli olarak gündemde tutmuştur .  Rus Çarlığının desteği ile Bulgar devleti kurulurken  , büyük bir Türk katliamı bu ülkede yapılmış ve Türk asıllı insanlar korkutularak  Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde  Bulgaristan denilen coğrafya da Türk asıllı nüfus  yok edilmek istenmiştir . Bütün bu gibi girişimlere rağmen  Müslüman Türk ailelerinin  Hrıstıyan Bulgar ailelerinden daha çok çocuk yapmaları nedeniyle , bu ülkedeki Türk nüfus zamanla giderek artmış ve bu yüzden de yüz binlerce   Osmanlı Türk’ü   yeni Bulgar devletinin  sınırları ötesindeki Türkiye’ye zorla gönderilmişlerdir . Bir anlamda etnik bir boşaltma senaryosu   gerçekleştirilmeye çalışılmıştır . Bulgaristan sahip olduğu coğrafyası ile güzel ve yaşanabilecek bir ülke olmasına rağmen , bu ülkeyi Türk asıllı  aileler ile paylaşmak istemeyen bir  etnik ırkçı yaklaşım, her dönem için Bulgaristan devlet yönetiminde etkili olmuştur . Osmanlı devletinin güç kaybederek geri çekilmesi sürecinde Ruslar bu ülke ile yakından ilgilenmişler , Balkanlar’da Osmanlı hegemonyasına son verme doğrultusunda , Türk asıllı Osmanlı vatandaşlarının Anadolu yarımadasına doğru  göçe zorlanmalarını  ısrarla yönlendirmişlerdir .

Türkiye  devletinin eski cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel  , Türklerin Anadolu topraklarında ayakta kalabilmeleri ve  Türkiye Cumhuriyeti’nin gelecekte  varlığını sürdürebilmesinin en önemli güvencesi olarak Balkan devletleri ile Osmanlı döneminde olduğu gibi  bir yakınlaşmanın örgütlenmesi gerektiğini dile getirmiştir . Bulgaristan’ın eski cumhurbaşkanlarından felsefe profesörü Jelu Jelev ile yakınlık kuran Süleyman Demirel , cumhurbaşkanlığı süresinde  zaman zaman bir araya gelerek  Balkan ülkeleri Cumhurbaşkanları platformunu örgütlemeye çalışmış ve böylece  ikinci dünya savaşı öncesinde, Atatürk’ün  gerçekleştirmeye çalıştığı  Balkan Paktı benzeri bir bölgesel  dayanışma oluşumunu yeniden canlandırmaya çalışmıştır . Etnik köken , dinsel inanç ve kültürel farklılıkların iç içe geçtiği bir Balkan coğrafyasında birlikteliğin ne kadar zor olduğunu gören  Atatürk ve Süleyman Demirel gibi  Türkiye Cumhurbaşkanlarının , Balkan ülkelerini  bir araya getirerek  merkezi coğrafya barışını tesis etmeye fazlasıyla önem verdikleri anlaşılmaktadır . Süleyman Demirel , Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet payidar olabilmesinin  ancak bir Balkan birlikteliği mümkün olabileceğini ,aksi takdirde  Orta Doğu ve Kafkasya coğrafyalarında  çeşitli çatışmalara alet olabilecek bir Türkiye’nin sonunda  Sevr  antlaşmasının getirmiş olduğu  parçalı haritalar doğrultusunda  yeni bir Balkanizasyon süreci ile karşı karşıya kalarak parçalanabileceğini ve bu yüzden de Balkan ülkeleri ile sağlanabilecek bir bölgesel birlikteliğin,  Balkanizasyon sürecinin  Türkiye üzerinden  Orta Doğu bölgesine yayılmasını önleyebileceğini de vurgulamıştır . Demirel ,Balkan ülkeleri arasında gerçekleştirilecek bir cumhurbaşkanları  platformu sayesinde her türlü ayrılığın üzerine çıkılarak , cumhurbaşkanlarının temsil edeceği bir devletler birlikteliği sayesinde bu kritik bölgeye emperyalist güçlerin  müdahale edemiyeceğini  vurgularken , Türkiye açısından Bulgaristan’ın önemini de dile getirerek  bir Türkiye-Bulgaristan yakınlaşması ile atılacak adımların geleceğin Balkan Birliğinin  öncüsü olabileceğini de ifade etmiştir .

Demirel  Bulgaristan üzerinden geliştirilecek bir Balkan birlikteliğini  yarım yüzyıllık bir siyasetçi olarak gündeme getirirken ,  Türkiye Cumhuriyetinin eski dönemlerde olduğu gibi Araplar ile ya da  Rusya Federasyonu sınırları içerisinde yer alan  Türk cumhuriyetleri ile ve de Orta Asya ve Kafkasya’da bulunan Türk devletleri ile  gerçekçi bir birliktelik oluşturamayacağını  açıkça dile getirmekten çekinmemiştir . Arap milliyetçiliğinin çok güçlü olması nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu döneminde olduğu gibi bir Türk-Arap birlikte yaşam düzeninin yeniden kurulamayacağını , artık gelinen noktada Arap ülkelerinin bir büyük Arap Birliğine yöneleceğini , Osmanlı döneminde olduğu gibi bir  ortak yaşamın aynı çatı altında yeniden mümkün olamayacağını belirtirken , Yeni Osmanlı vizyonunun ABD-İsrail ikilisinin gündeme getirmiş olduğu bir  anti –Arap ve anti-Müslüman  bölge yapılanmasının  projesi olarak  öne sürüldüğünü dolaylı olarak ifade etmiştir . Gerçekçi bir  milli lider olarak uzun yıllar Türkiye’yi yönetmiş olan Süleyman Demirel  , benzeri doğrultudaki bir eleştiriyi Türk dünyası için de dile getirmiş  , Türkiye Cumhuriyetinin öncülüğünde bir büyük Türk Birliğinin kurulmasını bugünün koşullarında hayal olduğunu belirtmiştir . Ona göre , Ruslar Sovyetler birliğini bir Rus imparatorluğuna dönüştürerek hem Rusça’yı hem de Kiril alfabesini Türk dünyasına öğreterek , bu büyük topluluğun  Rus emperyalizminin denetimi altına girmesini sağladığını ,  Sovyetler Birliği döneminde Türklerin  iyice Rus kültürünün etkisi altına girerek bir anlamda Ruslaştıklarını , bu nedenle de  bağımsızlığını kazanan Türk devletleri ,ya da Rusya Federasyonu içinde eyaletler olarak  yer alan Türk  devletleri ile Türkiye Cumhuriyetinin hemen bir araya gelerek  eski Özbek hakanı olan  Timurlenk’in  ve Atatürk’ün  hayali  Büyük  Türk Birliğinin  kısa dönemde  gerçekleşmesinin mümkün olmadığını , Türk dünyasının  Rus emperyalizminin baskısı altından kurtulmasının en az yüz yıllık bir mesele olduğunu  geleceğe dönük bir mesaj olarak anlatmıştır .Bu doğrultuda ortaya çıkan Avrasya stratejilerini  eleştirirken , önceliğin Balkan Birliğinde olması gerektiğini    vurgulamıştır.                                Süleyman Demirel   soğuk savaş sonrasında küreselleşme akımı ile birlikte girilen Avrasya sürecinde bu yüzden bu dönemde Türk dünyası ile gerçekçi bir büyük birliğin örgütlenmesini değil ama  Bulgaristan ile ortak adım atarak işe Balkan Birliği ile başlamanın  doğru olacağını söylemiştir. Türkiye’yi yarım yüzyıla yakın bir süre yönetmiş olan  Süleyman Demirel  , Arap ülkeleri ve Türk devletleri ile yakınlaşmayı ya da bölgesel birlik oluşturmayı gerçekçi bulmadığını söylerken ,  bu coğrafyanın merkezi ülkesi olarak Türkiye Cumhuriyetinin de  merkezi alan barışı için Balkan  ülkeleri ile birlikteliği  savunmuştur . Kendisi de bir  Balkan göçmeni ailenin evladı olan  Türkiye’nin  dokuzuncu cumhurbaşkanı , Balkan Birliği’ne giden gerçekçi politikanın ancak Türkiye ve Bulgaristan birlikteliği ile sağlanabileceğini  dile getirmiştir . Eski Bulgar Cumhurbaşkanı  Prof.Dr Jelu Jelev’i kendisine bölgesel partner seçen  Demirel , bazı Balkan ülkelerinde cumhurbaşkanları zirveleri düzenleyerek , geleceğe dönük bir Balkan Birlikteliğinin temellerini atmaya çaba göstermiştir . Demirel gibi bir Balkan çocuğu olan Atatürk  de, benzeri bir yaklaşımı Hitler ve Mussolini gibi iki büyük diktatörün  doğu bölgelerine açılarak  merkezi alanda imparatorluklar oluşturma girişimlerine  karşı  acilen bir Balkan Paktı  kurmaya girişmiştir . Balkan ülkeleri ile sağlanacak birlikteliğin ,hem Osmanlı İmparatorluğu sonrasında ortaya çıkan otorite boşluğunun  doldurulmasında , hem de  imparatorluk sonrası aşamada tarih sahnesine çıkmış olan merkezi Türk devleti olarak Türkiye Cumhuriyetinin güçlenmesinde  yarar sağladığı görülmüştür . Atatürk’ün Hitler ve Mussolini’ye karşı  denediği bu girişimin sonraki dönemlerde  Demirel gibi başka bir cumhurbaşkanı tarafından da benimsenmesi , bu yaklaşımın dünya ve bölge dengeleri açısından doğru bir tutum olduğunu göstermektedir .

Türkiye’nin Balkan siyaseti hep eski Osmanlı birikimi üzerine  kurulmuş ve şimdiye kadar  Hrıstıyan Avrupa’ya İslam dünyası içinden çıkan bir  Müslüman devletin tepkisi çizgisinde  hep din ağırlıklı olmuştur . Avrupa tarihinin bir dinler kavgası ya da mezhepler çekişmesi ile dolu olması yüzünden benzeri bir tutumun Türkiye’nin Balkan politikalarında yarar sağlayacağı düşünülmüş ama böylesine bir yaklaşımdan istenen sonuçlar elde edilememiştir . Türkiye’de Balkanlar söz konusu olduğunda hemen İslami ağırlıklı olarak Bosna öne çıkarılmış ama Bosna üzerinden geliştirilen İslami politikalar ile Balkan ülkeleri üzerinde yeterince ağırlık sağlanamamıştır . Bosna Vatikan’a karşı Avrupa’nın ortasında öne çıkarılırken İsrail ve ABD ‘nin Avrupa karşıtı politikalarının etkisi altında kalınmış ,nüfusunun tamamı Arnavut olan Kosova’nın Arnavutluk ile birleşmesi doğrultusunda İslamcı politikalar yeterince etki sağlayamamış,aksine Nato ağırlıklı politikalar ile ABD’nin Kosova’yı bir askeri üs haline dönüştürmesinde bölgedeki Türk ağırlığı kullanılmıştır . Avrupa Birliği Balkan ülkelerini içine alarak  Osmanlı birikimi İslam kültürünün temizlenmesine öncelik verirken , ABD ve İsrail ikilisi de  Vatikan ve Avrupa Birliği işbirliği ile uygulama alanına getirilen  bu yaklaşıma , ABD-İsrail ikilisi Türk devletini  Avrupa kıtasına karşı kullanarak  önlemeye çalışmıştır .Bu yüzden Türkiye’de yeni Osmanlıcılık adı altında bir hareket örgütlenerek eski Osmanlı ülkelerinde  Avrupa emperyalizminin önü kesilmeye uğraşılmıştır . İslamcı politikalar Bosna,Arnavutluk ve Kosova’nın Avrupa Birliğinden uzak kalmasına katkı sağlamış ama bu Balkan ülkelerinin dış dünyaya karşı Türkiye ile gerçekçi bir dayanışma düzenine  kavuşmalarına yardımcı olamamıştır . Bosnalıların İslam kimliği ile hareket etmeleri , Arnavutların katı bir milliyetçi siyaset izlemeleri  ya da ABD’nin Kosova’da kendi  askeri politikaları uygulaması yüzünden, bu ülkeler ile Türkiye Cumhuriyeti’nin  ortak bir dayanışma düzeni kurulamamıştır . Demirel’in Bulgaristan ile gerçekleştirmek istediği  realist politik yaklaşımlar çerçevesinde  Türkiye , Bulgaristan gibi Hrıstıyan bir ülkenin  içinde yaşayan  birkaç milyonluk Türk nüfusun ağırlığı sayesinde  ,Balkanlara yönelik yeni bir politik işbirliği  düzeni gündeme getirebilecekken , büyük çoğunluğu Hrıstıyan olan Balkan ülkelerinde  İslamcı politikalar ya da Yeni Osmanlıcı  yaklaşımlar ile şimdiye kadar hiçbir  ciddi bir sonuç alamamıştır .

Dünya haritasını okuma bilimi olarak Jeopolitik bilimi , Avrasya bölgesini dünyanın merkezi alanı olarak açıklamaktadır . Buna göre , dünyaya egemen olmak isteyen emperyalist güçler  Orta Doğu denilen  merkezi alana egemen olmak zorundadırlar . Ne var ki , bu alana egemen olabilmenin yolu da gene jeopolitik konum gereği Balkanlarda etkinlik sağlamak ile mümkün görünmektedir . Tarih boyunca Balkanlara egemen olan gücün aynı zamanda Orta Doğu ve çevresinde yer alan merkezi coğrafyaya da  hakim olduğu öne görülmektedir . Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bir devlet adamı olarak bu gerçeği bildiği için , Türkiye Cumhuriyetinin yoluna devam edebilmesinin  ancak Balkan ülkeleri ile yakınlaşma sayesinde mümkün olabileceğini açıkça ifade etmekten çekinmemiştir . Balkanlar , batı dünyasının doğuya açılan kapısı olarak görülmekte ve bu yüzden Almanya,İngiltere ve Fransa gibi batının emperyalist devletleri arasında sürekli bir çekişme alanı olmaktadır . Türkiye’nin Avrupa’ya sırtını dönmesi ya da Balkanları ihmal ederek yeni dış politikalar uygulamaya başlaması yüzünden , Türkiye Orta Doğu bataklığına saplanmak durumunda kalmıştır . Batının önde gelen emperyal ülkeleri ile onların  orta dünyadaki uzantısı olan İsrail , Türkiye’yi hem Orta Doğu’da İran’a karşı hem de Kafkasya ve Hazar bölgelerinde Rusya’ya karşı kullanabilmenin hesaplarını yaparken , Türkiye’nin iyice Balkanlar’dan kopmasına yol açmaktadırlar . Balkanlar’dan kopan bir Türkiye şimdilerde İngiliz politikaları ile Batı Asya Birliği diye bir bölgesel oluşumun içine çekilerek iyice Avrupa’dan koparılmaya çalışılmaktadır . Bu tür siyasal oluşumlar yüzünden Türkiye Cumhuriyeti giderek daha fazla sıkışmakta ve içinde bulunduğu bölgede bir Balkan dengesine giderek daha fazla ihtiyaç duymaktadır . Şimdiye kadar ABD-İsrail ikilisinin istediği doğrultularda geliştirilen Balkan politikalarının hiçbir işe yaramaması yüzünden  Türkiye’nin yeni dönemde daha farklı  Balkan politikaları geliştirmesi zorunlu olmaktadır .

Türkiye’nin Balkanlar denilince eskisi gibi Bosna ya da Kosova ağırlıklı politikalara değil ama yeni dönemde Türkiye Cumhuriyetinin Türklük yapısından gelen modelini destekleyecek bir yeni yaklaşımın  Bulgaristan üzerinden geliştirilebilmesi mümkün olabilecektir . Balkan ülkeleri içerisinde  Türk dünyasının bir parçası olan Bulgaristan ile sağlanacak yakınlık ,batının önde gelen emperyalist devletlerin Balkanlarda giderek artan baskılarına karşı  yeni dengelerin oluşturulmasına giden yolu açabilecek ve böylece  Türk dış politikasında Bulgaristan  tıpkı Azerbaycan gibi ağırlıklı ve öncelikli yeni bir konuma sahip olabilecektir . Hrıstıyan ağırlıklı Balkanlar’da Türkiye’nin İslamcı politikalar ile şimdiye kadar yeterince ağırlık elde edemediği görülmüş , bu nedenle Türkçü politikaların öne çıkması zorunluluğu kendiliğinden gündeme gelmiştir . Bu durumu Türkiye’den önce fark eden Amerika Birleşik Devletleri Türkiye’ye özel bir heyet göndererek , Türk devletine yeni dönemde eskisinden çok farklı bir yapılanma önerisini gündeme getirmiştir . Amerikalı uzmanlar ve devlet görevlilerinden oluşan bir özel heyet, Türk siyasetinin önde gelen bazı isimleri ile görüşerek , Wilson  prensipleri içinde yer alan  Ermenistan ve Kürdistan devletlerinin Doğu Anadolu’da kurulabilmesi için  Türkiye’nin  Doğu Anadolu’dan vazgeçmesini ve bunun karşılığında da Türkiye’ye Bulgaristan’ın verilmesini önermişlerdir . Ankara kulislerinde uzun süre tartışılan bu yeni Amerikan önerisinin dayandığı nokta , Bulgaristan’da var olan birkaç milyonluk  Türk varlığı olmuştur . Tarihten gelen süreç içerisinde Türk dünyasının içinden çıkan Bulgarlar  ilk devletlerini Hazar bölgesinde kurmuşlar , daha sonraları da  Rusların bölgeye egemen olma politikaları doğrultusunda  Avrupa kıtasına doğru kaydırılarak , Osmanlı imparatorluğunun parçalanması sürecinde Hrıstıyan kimlikleri ile kullanılmışlardır . Bugün Avrupa kıtasında devlet sahibi olan Bulgarlar  aslında tıpkı Macarlar,Finliler , Estonlar gibi   Ural-Altay  bölgesindeki Türk topluluklarının içinden çıkmışlardır . Amerikalılar yeni dönemde bu doğrultuda politikalar geliştirirken  ve   Hazar bölgesine girme doğrultusunda Wilson prensiplerini  uygularken , Doğu Anadolu ile Bulgaristan’ı takas ederek  Türkiye’yi batıya kaydırmak istemektedirler .

Türkiye içinde bulunduğu coğrafya da etrafına bakarken , soğuk savaş döneminden kalma alışkanlıklar ile hareket etmekte ve yanıbaşındaki  Bulgaristan’ı  Türk dünyasının bir parçası olarak kendisine yakın bir komşu olarak görmezken  Bosna’dan başlayarak  Kırgızistan’a kadar uzanan bir büyük Avrasya coğrafyasındaki uzak komşuları ile bir şeyler yapmaya çalışmakta ve bu yüzden de  başarılı sonuçlar alamamaktadır . Bosnalılar din kardeşliğinden öteye gidemezken ,  Kosova yeni bir Amerikan eyaleti yapılanmasına doğru yönlendirilirken , Arnavutluk Müslüman kimliği ile Hrıstıyan Avrupa’yı   tam ortasından  ayırırken  , sınır komşusu Bulgaristan devletini   kuran Bulgar halkının  Ural-Altay  bölgesinden çıkan Türk dünyası kökenli bir akraba toplum olduğunu  Türkiye  kamuoyu görememekte ve batılı emperyal merkezler Bulgaristan ile Türkiye’nin arasını açabilmek için de ellerinden gelen her yolu denemektedirler . Osmanlı İmparatorluğununun Balkanizasyon süreci ile yıkılması  için bir Bulgar devleti yaratılma yoluna gidilirken , Bulgar devleti ile   önce Osmanlı devleti daha sonra da  Türkiye Cumhuriyeti  arasında giderek genişleyen bir mesafe konulmasına dikkat edilmiş ve bu iki akraba toplumun  uzaklaştırılması için her yol denenmiştir . Türkiye’nin batıya açılan iki sınır komşusundan birisi olan Bulgar devletinin,  hala eski Sovyet bloku devam ediyormuş gibi  bir çizgiye çekilerek  Türkiye’den uzak tutulmaya çalışıldığı artık iyice kesinlik kazanmış ve Süleyman Demirel gibi bir Türk cumhurbaşkanının böylesine bir siyasal oyunu bozmak üzere  Bulgar meslektaşı ile birlikte  hareket etmek zorunda kaldığı görülmüştür . Tarihten gelen bağlar doğrultusunda en az Azerbaycan kadar Türkiye’ye yakın olması gereken Bulgaristan’ın, Hrıstıyanlık ve Kiril alfabesi oyunları ile  Rusya üzerinden Slav dünyasının kontrolu altında tutulmasına  özellikle dikkat edilmiştir .

Şimdiye kadar engellenen Türk-Bulgar işbirliği , hem uluslar arası konjonktürün  yansımaları hem de Bulgaristan’da yaşanmakta olan  siyasal  gelişmeler ile yeniden gündeme gelmiştir . Sovyetler Birliğinin ve Varşova paktının dağılması üzerine Bulgaristan Hrıstıyan kimliği ile Avrupa Birliğine yönlendirilmiş ve Romanya gibi bir kuzey komşu ile birlikte Avrupa Birliğinin Karadeniz kıyı şeridini  oluşturmak üzere  Avrupa çatısı altında tam üye olarak kabül edilmiştir . Birinci Dünya Savaşı sürecinde  Macaristan üzerinden Almanya ve Osmanlı devleti ile ortak hareket eden Bulgaristan , Rus etkisinden kurtulduktan sonra yeniden Alman etki alanı içerisine sürüklenmiştir . Avrupa Birliği oluşumunun zaman içerisinde Büyük Almanya yapılanmasına dönüşmesi ile birlikte  , Almanya ‘nın yeniden Ostpolitik adını taşıyan doğuya açılma politikalarına yöneldiği bir aşamada , bu kez de  batı merkezleri üzerinden Bulgaristan ve Türkiye yakınlığı önlenmeye çalışılmış ve bu iki ülkenin Balkanlar’da yapıcı bir işbirliğine yönelmesini  Avrupa Birliğinin patronu konumundaki Almanya  önlemek için her yolu denemiştir . Sofya-Berlin arasında öncelikle açılan otoyol iki ülke arasından doğrudan bir ulaşım koridoru sağlamış , arabasına binen Alman turist için Bulgaristan  Büyük Almanya’nın  Karadeniz kıyı şeride haline dönüştürülmüştür .Sosyalist dönemde sanayileşmesi engellenen Bulgaristan , Avrupa Birliği döneminde tıpkı Yunanistan gibi bir turizm ülkesi olmaya doğru yönlendirilirken , Varna ve Burgaz arasında kalan kıyı şeridinde  yeni sahil kentleri inşa edilerek , Bulgaristan Avrupa kıtasının yeni turizm ülkesi olmaya doğru sürüklenmiştir. Ruslar gibi emperyal davranan Almanlar da, bu Karadeniz ülkesinin ekonomik bağımsızlığını kazanmasını istememiş ,genç ve orta yaşlı çalışan nüfusun büyük bölümünün batı  Avrupa bölgelerinde yer alan sanayi kentlerine göç etmesinin yolları açılmıştır . Bulgaristan Romanya ile birlikte Avrupa Birliği’ne tam üye olurken  sahip olduğu on milyonluk nüfusunun üç milyonunu kaybetmiş ve bu küçük ülke  daha gelişmek için Avrupa çatısı altına girerken aksi bir doğrultuda daha da küçülmek durumunda bırakılmıştır . Bugün Bulgaristan ülkesi gezildiği zaman , kent merkezlerinde oturan  yoksul ve işsiz  insanların batı Avrupa’ya çalışmak için giden  akrabalarından para bekledikleri görülmekte , kırsal alandaki nüfusun ise eskisine oranla daha da yoksullaşarak iyice geri gittiği  göze çarpmaktadır .

Türklerin tarihi kardeşleri olan Bulgarlar’ın  soğuk savaş sonrasında yeniden Osmanlı döneminde olduğu gibi Türkiye’ye yönelmesi çeşitli manevralar ile önlenirken , dünyanın her ülkesine giden Türk şirketlerinin ve iş adamlarının bu yakın sınır komşusu olan ülkeye gitmeleri desteklenmemiştir . Kongo’dan  Kolombiya’ya Fas’tan Endonezya’ya kadar dünyanın bütün ülkelerine açılan Türk ekonomisinin , Türkiye’nin sınır komşusu olan  Bulgaristan’a açılmasına izin verilmemiş ve bu yüzden de  Bulgar devleti Rusya’nın kucağından kalktıktan sonra  Almanya’nın kucağına oturmak zorunda kalmıştır .Rusların kültür emperyalizmi uygulayarak Slavlaştırdıkları ve  böylece kendi baskıları altına aldıkları Bulgaristan günümüzde benzeri bir emperyal müdahaleye Almanya üzerinden maruz kalmaktadır . Arabasına binen her Alman  birkaç saat sonra  Bulgaristan’a ulaşırken  , Avrupa Birliği Büyük Almanya projesinin Karadeniz kıyılarına ulaşması doğrultusunda  dolaylı yollardan destek sağlamaktadır . Rusların sıcak denizlere inme stratejisine yıllarca basamak olarak hizmet eden Bulgaristan , bugün başka bir konjonktür içerisinde  Büyük Almanya oluşumunun yeni eyaleti olarak gündeme gelmektedir . Almanlar bu ülkeye sanayi getirmezken , Karadeniz kıyılarında turizmin gelişmesine katkı sağlayarak  ,Türkiye ve Rusya’nın Karadeniz’deki  varlıkları ile yeni dönem rekabeti içerisine girmektedirler . Bulgaristan Avrupa Birliğine girdikten sonra  en büyük yatırımlarını Karadeniz kıyısındaki turizm kentleri için yaparak  , Avrupa emperyalizminin buralara doğru genişlemesinde  yeni bir atlama tahtası  konumuna gelmiştir . Böylece Bulgar devleti de ekonomik açıdan  tıpkı Yunanistan gibi turizm gelirlerine mahkum edilmiş , batı Avrupa’ya göç eden üç milyon Bulgar işçisinin göndereceği dövizler ile Bulgar ekonomisi borç batağından kurtarılmaya çalışılmıştır . Bacasız sanayi olarak lanse edilen turizmin  Bulgar  ekonomisini kurtarabilmesinin  pek de mümkün olmadığı ,Karadeniz kıyısındaki otellerin kısa süren yaz ayları nedeniyle boş kalması ile anlaşılmıştır .

Bulgaristan’da birkaç milyon Türk asıllı insan  yaşarken , bu rakamdan daha fazla Bulgaristan Türk’ü bugünün Türkiye’sinde yaşamaktadır . Rus emperyalizminin baskıları yüzünden  Bulgaristan’dan dönem dönem  kovularak  zorla Türkiye’ye gönderilen yüz binlerce  Türk insanı ,bugünün  Türkiye’sinde önemli bir varlığı temsil ederken geldikleri ülke olan Bulgaristan’dan  kopuk bir yaşamı sürdürmektedirler . Soğuk savaş döneminin gerginlikleri yüzünden ortaya çıkan bu olumsuz durumun ,  yeni dönemde aşılması gerekirken   batılı ülkelerin  emperyal baskıları yüzünden  Türkiye’de yaşayan  Bulgaristan  Türkleri iki ülke arasında doğru dürüst  bir köprü oluşturamamışlardır Göçmen derneklerinde batılı ülkelere yakın bazı kadroların ön planda yer alması da etkili bir işbirliğinin gelişmesini önlemiştir .  Türkiye Anadolu’ya  hapsedilirken Bulgaristan ve Türkiye arasında Türk dünyası işbirliği projeleri doğrultusunda yeni tür  ilişkilerin geliştirilmesi  batılı insiyatiflerin  ve Rus lobilerinin baskıları ile  önlenmeye çalışılmıştır . Bulgaristan’dan göç eden Türklerin arasından çıkan iş adamları başka ülkelere doğru yönlendirilirken , Türk devleti kadroları içerisinde yer alan Bulgaristan göçmeni Türkler de  soğuk savaş dönemi alışkanlıkları doğrultusunda gene eskisi gibi , ABD ve İsrail ikilisinin geliştirmiş olduğu batılı politikaların uygulayıcısı konumunda hareket etmişlerdir . Bir çok Bulgaristan göçmeni Türk , Türkiye toplumu ,devleti ve siyaseti içinde etkili konumlara gelmelerine rağmen , Türkiye-Bulgaristan ilişkilerinin geliştirilmesi çizgisinde  yeterince etkili olamamışlardır . Bulgaristan göçmenleri arasında yer alan bazı Musevi asıllı kişilerin ise , daha çok İsrail lobileri  ile yakın ilişkiler içerisinde oldukları ve bu yüzden de  Türkiye ve Bulgaristan yakınlaşmasına karşı mesafeli  durdukları görülmüştür . Büyük İsrail politikaları ABD desteği ile Balkanlara taşındığı zaman  Bulgaristan ve Türkiye de yaşayan  Musevi asıllı insanların , bir Türk-Bulgar  kardeşliği doğrultusunda değil ama  tarihten gelen  Balkan Museviliğinin günümüzdeki uzantısı olan çizgiler doğrultusunda hareket ettikleri belirginlik kazanmıştır . Bu durum da , Türk-Bulgar ilişkilerinin yeterli bir çizgide gelişmesi açısından önemli bir engel oluşturmuştur .

Uluslar arası konjonktürel gelişmeler iki sınır komşusu ülke olarak Türkiye ve Bulgaristan’ı  birbirinden uzak tutarken , Bulgaristan’daki Türk varlığı konusunda olumlu gelişmeler  gündeme gelmiştir . Nüfusunun yarısından fazlası göçmen olan Türkiye’de Bulgaristan göçmenlerinin güçlü bir lobi oluşturmalarına batılı güçler izin vermemiş ama  , Bulgaristan’da yaşayan Türkler zaman içerisinde çoğalarak  güçlü bir lobi oluşturma şansını elde etmişlerdir . Soğuk savaş döneminde Bulgaristan Türklerini Sovyet yayılmacılığına karşı batılı emperyal ülkeler desteklemişler ve bu yüzden de Rus emperyalizmi önemli sayıda Bulgaristan Türk’ünün bu ülkeden kovulmasına  destek vermiştir . Komünizmin bütün ağırlığını yaşayan Bulgaristan Türkleri   Türkiye’ye gelerek ayakta kalmaya çalışmışlardır . Sosyalist rejim altında ayrı örgütlenmelerine izin verilmeyen Bulgaristan Türkleri Bulgar komünist partisi içinde yer almışlar ama soğuk savaş bitince kendi yollarını ayırarak , Hak ve Özgürlükler hareketi adı altında Bulgaristan Türklerinin  yeni dönemdeki özgür ve bağımsız yolunu geliştirmeye çalışmışlardır . Balkanlar’da Sovyet baskısı devam ederken , kimliğini kaybeden Bulgaristan Türkleri soğuk savaş sonrasında yeniden kendi kimlikleri ile ortaya çıkarak , kendi ana yurtları olan Bulgaristan’ın geleceğinde etkili olabilmenin yollarını aramaya başlamışlardır . Yoğun Sovyet baskısının en etkili olduğu ülke olarak Bulgaristan uzun süre  bir Rus eyaleti konumunda yönlendirilmiş ama ,Sovyetler Birliğinin dağılması sonrasında  bu durum sona ermiştir . Küresel dönemin siyasal gelişmelerinin etkileri ile Bulgaristan Türkleri ayrı bir siyasal parti olarak ortaya çıkarak  kendi hak ve çıkarlarını savunmaya başlamışlardır .

Sovyetler Birliği sonrasında , Türkçe gazete ve dergilerin Bulgaristan’da yayınlanmasına izin verildikten sonra kendine gelen Bulgaristan Türkleri  , Türkiye’deki kardeşlerinden daha hızlı bir örgütlenme içerisine girerek kısa zamanda kendi partilerini kurmuşlar ve Bulgaristan siyasetinde önemli bir konum  kazanarak koalisyonlara ortak olmuşlardır .Hak ve Özgürlükler partisinin katıldığı koalisyon hükümetleri , bu ülkedeki Türk-Bulgar kardeşliğini siyaset alanına taşımış ve Komünist dönemden gelen çekişme ve ihtilafların kısa zamanda aşılarak geride bırakılması sağlanmıştır . Eskiden Türklere karşı asimilasyon politikalarını kararlı bir biçimde uygulayan Bulgaristan devleti yeni dönemde Türkleri de yönetime alarak  yumuşama sağlamış ve Avrupa Birliği’ne tam üyelik süreci tamamlandıktan sonra da uluslar arası alandaki insan hakları koruma kurumlarından  Bulgar Türklerinin Avrupa standartlarında yararlanmaları sağlanmıştır .Yeni dönemde Türk okullarının açılmasıyla birlikte Bulgaristan Türkleri bir yeniden doğma dönemine girmiştir . Türk okullarında Türkçe okuyarak yetişen genç Bulgaristan Türkleri  , dünyaya Türk kimliği ile bakmaya başlayınca , bu ülkedeki atıl Türk potansiyelinin kısa zamanda etkili bir biçimde devreye girmesi  sağlanmıştır . Tarla ve toprakları eski rejimde ellerinden alınmış olan Türkler , Bulgaristan’ın yeniden tarım alanında harekete geçmesinde etkili olmaya başlamışlardır .Asimilasyon süreci yeni dönemde geride kalırken ,isim değişiklikleriyle  Türkleri gavurlaştırma girişimlerine de son verilmiştir .Yirminci yüzyılın tam ortalarında ve sonuna doğru gerçekleştirilen iki büyük göç dalgasıyla , Bulgaristan Türklerinin sayıları azaltılmaya çalışılmış ama ,  Bulgaristan Türkleri  vatanlarından vazgeçmemişler  ve  ülkeleri ile bağlarını sonuna kadar korumaya çaba göstermişlerdir . Yüzbinlerce Türk’ün göçe zorlanması , Bulgar Türklüğünü sona erdirmemiş aksine tersine bir etki yaratarak , Bulgaristan Türklerini daha bilinçli olarak davranmaya doğru yönlendirmiştir . Rusya uydusu bir rejimin sürekli olarak Türkleri Bulgaristan’dan kovması  dönemi  sona ererken, geleceğin dünyasında Bulgaristan Türkleri için daha özgür bir gelecek  gündeme gelmiştir . Özgürleşen Türkler siyasal haklarına sahip çıkarlarken ,Bulgar siyasetinde  etkin olacak kadar güçlü bir partileşme olgusunu  Hak ve Özgürlükler Partisinin iktidar ortağı olmasıyla  ortaya koymuşlardır .Türklerin Bulgaristan siyasetinde etkisinin artması üzerine  Türk düşmanı bir ırkçı milliyetçilik tepki olarak öne çıkartılmıştır .

Bulgar devleti , Romanya ile birlikte Avrupa Birliğine tam üye olurken  Hrıstıyan kimliği sayesinde böylesine bir konum elde etmiştir . Bu durumda  , Bulgaristan Türkleri  Müslüman kimlikleri ile geride bırakılmaya çalışılmış ama  bu ülkede etkin olan  Musevi ve diğer Hrıstıyan toplulukların  devreye girmesiyle birlikte konu insan hakları bağlamında çözülmeye çalışılmıştır . Küreselleşme sürecinde bütün Türk ve İslam ülkelerinde örgütlenen Türkiye’deki İslamcı  cemaatların , Bulgaristan gibi kapı komşusu bir ülkede  örgütlenmemesi , okul açmaması ya da  ekonomik yatırımlar yapmaması da üzerinde  düşünülmesi gereken bir durumu öne çıkarmaktadır . Siyasetin normal koşulları dışında özel bir durumun bu ülkede olması  , Bulgaristan konusunda özel bir değerlendirme yapılmasını gerekli kılmaktadır . Osmanlı  İmparatorluğunun Balkanlardaki varlığının ana merkezlerinden birisi olan Bulgaristan’ın Türkiye’nin Balkan politikaları içerisinde gene eskisi gibi ağırlıklı olmasının  sağlanması gerekliliği artık iyice kesinlik kazanmıştır . Bulgaristan Türkleri arasında var olan yüksek işsizlik oranı ve yoksulluk düzeyinin de benzeri bir  yüksekliğe sahip olması da öncelikle dikkate alınması gereken konular olarak bugünün yöneticilerinin önünde durmaktadır . Türkiye’nin daha aktif bir dış politika ile Bulgaristan’a yaklaşması sayesinde  Bulgaristan Türklerinin milli kimlik  ,din eğitimi ,din adamlarının yetiştirilmesi , eğitim ve öğretimde çağdaş düzeyin yakalanması ,vakıflar ve vakıf malları ,işsizlik ,sosyal yardımlar gibi sorunlarının elbirliği ile çözüme kavuşturulması açısından da  olumlu sonuçlar alınabilecektir . Unutmamak gerekir ki , Balkanlar’da Türkiye’den sonra en fazla Türk asıllı insanın yaşadığı ülke Bulgaristan’dır ve bu yönü ile de Bulgaristan konusunun Türk dış politikasında  en az Bosna ya da Kosova kadar önde gelen bir yere sahip olması gerekmektedir .

Daha önceki yıllarda Bulgaristan’dan kovulmuş olan Türklerin bir kısmının Bulgaristan’a dönüşü yeni bir başlangıcın ilk adımları olabilir . Bu doğrultuda Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan devletinin eski vatandaşları Avrupa vatandaşlığı statüsü elde ederek , geçmişten gelen bütün hak ve özgürlüklerini mal varlıkları ile beraber  elde edebilirler . Bu doğrultuda Türkiye Cumhuriyeti ve Bulgaristan devleti arasında yeni   resmi antlaşmalar yapılarak uygulamaya konabilir . Kronikleşen bütün sorunların aşılmasında yeni bir yaklaşım devreye sokularak her iki ülkenin çıkarlarını üst düzeyde koruyabilecek   yeni adımlar atılabilir . Göç ve asimilasyon  politikalarının geride bırakıldığı yeni bir dönem , tıpkı Jelu Jelev ve Süleyman Demirel  birlikteliğinde olduğu gibi dostça bir yaklaşım ile mümkün olabilecektir . Türkiye ,böylece Anadolu toprakları üzerindeki varlığını korurken , Bulgaristan ile sağladığı  dayanışmadan daha fazla yararlanarak kendini koruyabilecek , Bulgaristan ise yeni girdiği Avrupa Topluluğu içerisinde eriyip gitme gibi bir dağılma senaryosundan kurtulabilecektir . Avrupa Birliği içinde geliştirilen bölge devletçikleri yaklaşımı doğrultusunda Varna merkezli Tuna Cumhuriyeti ,  Edirne ve Kırcaali  merkezli Trakya Cumhuriyeti ve Vidin merkezli  Çingene Cumhuriyeti gibi  küçük devletçiklerin Bulgaristan toprakları üzerinde yeni bir Balkanizasyon sürecinde gündeme getirilerek Bulgaristan’ın ortadan kaldırılması girişimlerine  karşı , Bulgar devleti kendini savunurken Türkiye ile sağlanan yakın işbirliğinden faydalanabilecektir .Yeni dönemde sağlanacak Türkiye ve Bulgaristan yakınlaşması yeniden Balkanlar’da tırmanışa geçen emperyal savaş senaryolarının önlenmesinde de etkili olabilecek ve gelecekte büyük bir Balkan  Birliğinin tıpkı Atatürk’ün Balkan Paktı gibi öne çıkarılarak , emperyal savaşların bu bölgede muhtemel gelişmelerini önleyebilecektir . Osmanlı İmparatorluğunun ana vatanı olan Balkanlar’da  gerçekleştirilecek büyük bir bölgesel birliğin tesisinde , Türkiye Cumhuriyeti ve Bulgaristan yakınlaşması esas adım olacaktır . Bulgaristan Türkleri ile , Türkiye’de yaşayan Bulgaristan göçmenleri , yeni bir dünya savaşını önleyecek doğrultuda  böylesine bir yakınlaşmanın  mimarları olabilmelidirler . Bulgaristan  bakir bir ülke olarak , Türklerin geniş birlikteliğinden ortaya çıkacak  olumlu sonuçları ve yatırımları  beklemektedir .