Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Afrika’dan çıktık yola, sonumuz hayrola…

İnsanoğlu günümüzden 100 bin yıl önce ortaya çıkarak Afrika’dan Kızıldeniz’i geçerek Arap yarımadasına, oradan da tüm dünyaya yayıldı. Buzul çağının halen devam ettiği bu dönemde sayılarının birkaç bini geçmediği düşünülen ilk insanlar, yaşam imkanlarının daha geniş olduğu bölgelere göç etmiş, sayıca çoğalarak toplumları, milletleri ve kültürleri ortaya çıkartmışlardır.

Sert iklim değişiklikleri nedeniyle insanoğlunun yayılıp çoğalmasına engel olan buzullarla dolu kuzey coğrafyası, insanoğluyla birlikte diğer canlıların da çoğunu Afrika steplerine hapsetmişti. Doğa koşullarıyla birlikte vahşi ve yırtıcı hayvanlarla da mücadele etmek zorunda olan insanoğlu, zorlu yaşam mücadelesini sürdürdüğü coğrafyada uzun süredir varlığını sürdürmekteydi.

Sayıları ancak binlerle ifade edilen bu topluluk, zaman içerisinde doğal imkanlardan daha fazla faydalanmak amacıyla kuzey bölgelerine doğru hareket etmeye başladı. İlk insanlar, ilk kez ayrılıyor ve bölünüyordu. Zira aynı coğrafyada sıkışarak yaşamak, kısıtlı doğal imkanları paylaşmakta zorluklara neden oluyordu.

Bu ilerleme yaklaşık olarak 30 bin yıl kadar devam etti. Halen kuzey bölgeleri ağır buzul ikliminden tamamen kurtulabilmiş değildi. Bunun yanında Güney Afrika ılıman ve yağmurlu iklime sahipti. Kuzeye doğru gerçekleşen bu ilk göç hareketi 70 Binli yıllara kadar sürdü. Kuzey bölgeleri buzul çağının etkisinde, güney bölgeleri ise ılıman ve yağmurlu iklime sahipti ancak Afrika’nın kuzey bölgesi çöl halindeydi.

70 bin yıl önce gerçekleşen bu göç hareketi ile ilk insanların bir bölümü Afrika’da kalmış, göç hareketine girişen diğer bölümü Arap yarımadasına ayak basmıştır.

Arap yarımadasının güneyinden, bugünkü Yemen sahillerinden devam eden göç hareketi, kuzeydeki çöl iklimine rağmen sahil boyunca seyrek de olsa bulunabilen tatlı su kaynakları ile mümkün olabildi. Yemen sahilleri boyunca ilerleyen topluluklar, ağır çöl ikliminin hakim olduğu coğrafyada tam anlamıyla bir vaha ile karşılaştılar. Bugün Dahar Vadisi olarak anılan bölge, bundan 70 bin yıl önce, Arap denizindeki hava akımları sonucu oluşan küçük çaplı bir iklimin etkisindeydi. Etrafı çöllerle kaplı olan bu bölge, muson rüzgarlarının ortaya çıkarttığı küçük çaplı iklimin etkisiyle bolca yağmur alıyordu. Etrafı çöl iklimiyle çevrili olan vadi, aldığı yağmurların etkisiyle geniş bitki ve hayvan çeşitliliği ile yaşam için fevkalade ideal bir bölge oluşturmuştu. İlk insanlar, daha önce karşılaşmadıkları bu fevkalade çeşitlilikteki bölgeye yerleşerek ve doğal kaynakların sağladığı imkânlarla bu bölgeyi uzun süre mesken tutarak hızla çoğaldılar. Öyle ki bulundukları bölgeyi dolduran insanlar, zaman içerisinde göç etme ihtiyacı hissederek Arap yarımadasının sahillerinden doğuya doğru yeni göç hareketleri başlattılar.

İlkel insandan medeniyete bir yol gider…

İnsanlığın Afrika kıtasından yayılmaya başladığı tezine dayanarak, çok uzun zamanlar içerisinde merak eden, risk alıp keşfeden, çalışkan, cesur, göçebe yaşamaya adapte olan ve Güney Amerika’nın en uç noktalarına kadar ulaşabilen atalarımız ile, risk almayı sevmeyen, meraksız, yerel ve sabit yaşamı tercih eden tembel atalarımız dünyanın ve toplumların gelişimini belirlemede en önemli etmen olmuştur.

Afrika’dan çıkamayan topluluk orada yaşam kurmuş, ihtiyacı karşılayacak tüm kaynakların ellerinin altında olmasından dolayı daha az çaba ile daha kolay yaşama adapte olmuş ama zaman içerisinde, gelişmeyen öngörüleri, karşı koymada kullanmaları için önemli olan ama gelişmeyen birlik beraberlik duyguları ve her şeyi kabul etmeye yönelmiş genleri ile zaman içerisinde köle olmaya, aç kalmaya, ezilmeye mahkum bir toplum olmuşlardır.

Biraz öteye Arap Yarımadası’na gidebilmeyi göze almış, ama sonrasında daha ileriye gitmeye cesaret edememiş olup kalanlar, Afrika’daki akrabalarına göre biraz daha iyi ama daha ilerilere gitmeyi başaranlara göre hala daha kötü durumda kalmışlardır. Tembellik, razı gelme, fakirlik ve bilimde ilerleyememeye kadar sürmüştür. Kaldı ki Antik Mısırlılar, Babilliler bilimde o kadar ileriye gitmelerine rağmen, bu sınırlı ve üst zekâ yok olduktan sonra mevcut durumlarında sadece şanslı bir zümre petrol geliri ile iyi ama üretmeyen bir topluluk olarak yaşamaya devam etmektedir.

Asya kıtasına yayılanlar bu büyük kıtada birçok öğreti kazanmış, alışkın olmadıkları yeni coğrafyadan etkilenmiş, yeni bitkileri, yeni yaşam kaynaklarını keşfetmiş, yaşamlarını mistik bir yapıda yeniden şekillendirmişler ve hızla yeni medeniyetler kurmuşlardır.

Asya ile Avrupa arasında Anadolu yarımadasına gelip yerleşenler, iklim ve coğrafyanın uygunluğundan dolayı uzun yıllar burada yaşamış ve Akdeniz medeniyetlerini oluşturmuşlardır.

Avrupa kıtasına doğru yol alanlar, çıkmaz sokakta sıkışmış gibi bu küçük kıtada kendi aralarında birçok çekişmeye girmişler, bu çıkmaz sokak coğrafyasında denizleri kullanmayı öğrenmişler ve genlerindeki kaşif ve meraklı tarafları onların yeni keşifler yaparak, ticaretle gelişmelerine yön vermiştir.

Bütün bunlar bize yetmez, daha da ilerlemeliyiz diye düşünen gerçek kaşif topluluklar Sibirya üzerinden Amerika kıtasına ulaşmış, burada yeni ve verimli alanlarda yaşam kurmuşlar. Daha da aşağıya devam edenler Orta Amerika kıtasına kadar erişmişler, burada Aztek ve Maya Medeniyetlerini kurmuşlar, daha da aşağılara inenler Güney Amerika’da uzayla, bilimle uğraşan İnka Medeniyetini oluşturmuşlardır.

Bütün bunlara baktığımızda, risk alabilen, meraklı, kâşif yönleri ağır basan, korkusuz, savaşçı insanların oluşturduğu topluluklar her ilerleyişlerinde, ilerledikleri coğrafyanın öğretilerini yaşam koşulları ile birleştirerek gelecek kuşaklara bilgi birikimi olarak aktarmış ve düşünen, araştıran, bilimle sorgulayan gelişmiş toplumları oluşturmuşlardır.

Tam tersine davranan topluluklar, korkularının esiri olarak düşünmelerine gerek kalmadan kendilerine dayatılan, hazır bilgileri analiz etmeden yaşamaya alışmış ve gelişmeden kalmışlardır.

Tabi ki, medeniyetle içerisinde farklılık yaratan bireyler ortaya çıkmış, bunlar olumlu ya da olumsuz olarak toplumları etkilemiştir. Bu durum insanlık var oldukça devam da edecektir.

Yakın zamanda Amerika kıtasının aldığı göçlerde de benzer durum oluşmuş, yeni kıtaya akın eden göçmen gemilerinde, hastalıklara dayanabilen, güçlü, sağlıklı bireyler Amerika kıtasına varabildiler ve orada yeni bir toplum oluşturdular. Bunlar cesur, risk almayı seven, çalışkan, sağlıklı insanların oluşturduğu bir toplum oldular ve çeşitlilikleri ile de kültürlerini bezediler ve yeni bir medeniyet kurup dünyaya hükmetmeye başladılar.

Toplumların ilerleme çabalarında görüldüğü gibi, genetik faktörler oldukça önemli olmasına rağmen, değiştirilebilecek faktörler de medeniyetlerin gelişmesinde büyük önem kazanmaktadır.

Yenilikçi ve araştırmacı toplulukların kökenleri göçebe, meraklı, cesur ve savaşçı toplumlara uzanır. Orta Asya’dan Anadolu’ya, buradan Avrupa’nın içlerine, hatta Amerika kıtasına kadar erişen Türk boyları yerleşik yaşama da uyum sağlayıp, yeni medeniyetlerin oluşmasında temel taşları olmuşlardır. Bugün modern bilimin DNA ile kanıtlayabildiği kökenler ile bunlar kanıtlanabilir duruma gelmiştir.

Görüldüğü gibi geri kalmış toplumlar, gelişmekte olan toplumlar, gelişmiş toplumlar olarak baktığımızda, çıkış noktasından kalanlar, yakına gidebilenler ve uzaklara erişebilenler diye bunları birbirleri ile genelde eşleyebiliriz.

Sonuç olarak düşünebilmek, risk almak, çaba sarf etmek, bilgi birikimi ve bunları hayata geçirebilmek için cesaret edebilmek bireysel gelişmişliğimiz için çok önemlidir. Bu şekilde gelişmiş bireylerin oluşturduğu toplumlar, gelişmiş medeniyetleri ortaya çıkartacaktır. İlerleyebilmemiz için gerekenler her şey modern insanda mevcut olmasına rağmen, en önemlisi bunları kullanmayı bilmektir.

Atalarımız “çok gezen mi bilir, çok okuyan mı” demişler… ne de güzel demişler. Çok okuyan, sadece yazanların gözüyle teorik olarak olayların aktarımı ile bilgiye ulaşır. Oysa ki çok gezen görerek, yaşayarak ve kendi düşünce süzgeci ile bilgiye ulaşır. Okumaktan değil, doğruyu okumaktan yana olmalıyız.

Ulaştığımız teknoloji çağında dünya iyice küçüldü ve her yer daha da ulaşılabilir oldu, sadece ulaşmak için çaba sarf etmeyi bilmeli ve bilmeyenlere bunu öğretmeliyiz…

Çocuklarımızın yaz tatilinin başladığı günlerde, internet oyunları yerine faydalı siteler, belgeseller, yabancı dil kursları, yurtiçi ve yurtdışı gezileri, bilimsel sohbetler geleceğimizi kuracak nesillerin alışkanlıklarını düzenlemek için bulunmaz boş zamanlar olacak kanısındayım, ne dersiniz..?

 

Kaynak: http://www.turktarihim.com/%C4%B0nsanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1n_Varolu%C5%9Fu_ve_%C4%B0lk_%C4%B0nsanlar.html