Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

EMPERYALİZMİN GERÇEK YÜZÜ VE GEÇMİŞTEN BUGÜNE KIBRIS’TA YAŞANILANLAR (1)

Kıbrıs konusunda bugünlerde, Türkiye’nin güvenliğini, Doğu Akdeniz’deki hak ve çıkarlarını yakından ilgilendiren ilginç ve aynı zamanda önemli gelişmeler yaşanıyor;

  • Cenevre’de yeniden görüşmeler yapılıyor,
  • Bazı Türk devletleri, KKTC’yi yok sayarak tanımadığımız Rum kesiminde büyükelçi görevlendiriyor,
  • Rumlar, bölge ülkeleri (Yunanistan, Mısır, İsrail, Suriye, Lübnan) ile hidrokarbon yataklarının paylaşımı konusunda anlaşmalar yapıyor,
  • Anlaşmalara aykırı olarak, emperyalist ülkeler Rum belgesinde üsler kuruyor ve Rum askerleri ile ortak askeri tatbikatlar icra ediyor,
  • Yunanistan’da ve Rum kesiminde EOKA kutlamaları yapılıyor ve kutlamalar sırasında Türklere kin kusuluyor,
  • Rum kesiminde, EOKA’nın devamı niteliğinde yeni terör örgütü (Devrimci Özgürlük Savaşçıları Hareketi) kuruluyor,
  • Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Yeorgios, yayımladığı paskalya mesajında; Ada’da tam egemenlik için harekete geçme vaktinin geldiğini, toprakların Türk işgali altında olmasından ötürü Paskalya bayramını doyasıya kutlayamadıklarını, zalim Türklerin 51 yıldır vatanımızı çarmıha germiş durumda olduğunu, geldiğimiz noktada onlara (Türklere) daha fazla taviz vermenin imkânının olmadığını, atalarımızın topraklarından koparılma tehlikesinin artık açıkça önümüzde durduğunu, üstelik şimdi eylemsiz bekleme hakkımızın olmadığı, çünkü güçlülerin bize başka bir seçenek sunmadığını, Yunanistan, Kıbrıs ve tüm Helenizmin, Türk işgalcisini kovmak ve vatanımızı kurtarmak için ortak çaba sarf etmesi gerektiğini” belirtiyor.

Meydana gelen gelişmelerin listesini uzatmak mümkündür. Ancak geçmişte yaşanılanları ve tarihi bilmeden Kıbrıs konusundaki bütün bu gelişmeleri, sorunları analiz etmek ve doğru sonuçlara ulaşmak oldukça zordur. Söz konusu Türkiye ve Türkler olduğunda, emperyalist devletlerin ve onların maşalarının sinsi oyunları aynıdır; benzer oyunlar, hedef değiştirmeden devam edecektir. Tarih, günümüze ayna, geleceğe rehberdir. Bu nedenle, Kıbrıs’ın tarihini ve süreç içinde meydana gelen olayları bilmek ve anlamakta fayda vardır.

Kıbrıs adası, Akdeniz’deki konumu nedeniyle stratejik bir öneme sahiptir. Bu yönüyle her zaman dünya güç çatışmalarında merkezlerden biri haline gelmiştir.

Osmanlıların Kıbrıs’ı fethinden önce Ada; Mısırlılar, Hititler, bazı kolonilere sahip olmak üzere Yunanlılar, Fenikeliler, Büyük İskender, Romalılar, Bizanslılar, İngilizler, Şövalyeler, Cenevizliler, Memlükler ve Venedikliler tarafından idare edilmiştir.[1] Fakat bir bütün olarak hiçbir zaman Yunan idaresinde bulunmamış, Helen adası olmamıştır.[2] Bu tarihi gerçeğe rağmen Yunanistan, ada üzerinde hak iddia etmekte ve bu nedenle enosis çabasını yıllardır sürdürmektedir. Hedefi, kurguladığı tarihe dayanan hak ve gerçeklikten uzak olarak tamamen yayılmacılık amaçlıdır.

Emperyalist güçlerin Kıbrıs ile yakından ilgilenmelerinin başlıca nedeni ise, adanın jeostratejik öneminden kaynaklanmaktadır. Kıbrıs adası, Süveyş Kanalına en yakın adadır ve burayı kontrol edecek konumdadır. Deniz yoluyla dünya hâkimiyeti kurmak isteyen İngiltere için Süveyş Kanalı; Kızıldeniz, Asya ve Hint Okyanusu yolunun kontrol altına alınması başlıca hedef sayılmıştır.[3] Osmanlı, kendi güvenliği için, 1571 yılında Kıbrıs’ı fethetmiş ancak, 1878 yılında, Osmanlının gücündeki zafiyetinden faydalanan İngiltere, Ada’yı ele geçirmiştir. Bölgedeki hâkimiyetini, günümüzde de Ada’da bulundurduğu üsleri vasıtasıyla devam ettirmektedir.

Doğu Akdeniz’de egemenlik kurmak isteyen devletler, Kıbrıs’ı ele geçirmeden bu egemenliğini tam ve dört başı mamur olarak kuramamışlardır. Kıbrıs, İngiliz eski başbakanlarından Disraeli’nin[4] dediği gibi “Kıbrıs, Ortadoğu’nun anahtarı, bir atlama taşı ve kıymetli bir üstür. Buraya egemen olan Doğu Akdeniz’i ve Ortadoğu’yu tamamen kontrol etme olanağına sahip olur. Ada, uygun deniz ve hava üssü imkanlarına da sahiptir. Bu nedenle Doğu Akdeniz’de deniz ve hava üstünlüğünü kurmak isteyen güçler için bulunmaz bir yerdir.[5]

Kıbrıs adası, coğrafi konumundan ötürü tarih boyunca hangi güç Doğu Akdeniz’e egemense o gücün kontrolü altına girmiş, bu egemenliğin tam olarak kurulamadığı devirlerde ise değişik güçlerin çekişmelerine sahne olmuştur.[6]

Yunan-Rum ikilisinin ve onların arkasındaki emperyalist güçlerin, uluslararası hukuk ilkeleri ve anlaşmalara aykırı olarak önce Osmanlı ve akabinde Türkiye’ye karşı Doğu Akdeniz’de yürüttükleri saldırı ve yayılmacılık temelli politikanın nedeni de jeostratejik açıdan bölgenin önemli bir değere sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, emperyalist devletlerin emellerinin önündeki tek engeli daima Türkler teşkil etmiştir.

Ada, Türkiye için neden önemlidir? Kısaca açıklayalım:

  • Ada, İskenderun limanı ile körfezine ve dolayısıyla Anadolu’nun güney sahillerine hâkim durumdadır.
  • Türkiye için tarihi yönden de çok önemlidir. Atalarımız Kıbrıs’ı 1571 yılında 80.000 şehit pahasına almışlardır.[7]Günümüzde, Kıbrıs’ta yaşayan soydaşlarımızın can ve mal güvenliği ile gelecekleri, Türkiye için her şeyden önce gelmektedir. Bu nedenle, bizim için bir “milli dava” olmuştur.
  • Kıbrıs’ın başka bir ülkenin hâkimiyetine geçmesi halinde, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatleri büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalacaktır.
  • Coğrafi açıdan Türkiye’ye yakın olan bir adanın, Türkiye’nin kontrolünde bulunmaması, güney yan emniyeti ve bekası açısından tehdit teşkil edebilir.
  • Kıbrıs, Akdeniz’den gelen bütün istikametlere Ortadoğu’yu kapatmakta veya açmaktadır.[8] Bu konumu nedeniyle, Türkiye’nin kontrolünde kaldığı durumda hem Ortadoğu’da hem de Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerimizin elde edilmesinde ve korunmasında olumlu katkı sağlar.
  • Kıbrıs, Ege Denizi’ni güneyden kontrol etmesi nedeniyle, sadece Doğu Akdeniz’deki değil aynı zamanda Ege’deki hak ve menfaatlerimiz için de stratejik açıdan önemli bir konuma sahiptir.
  • Türkiye’nin Afrika ve Ortadoğu ile ilişkilerini sağlıklı sürdürebilmesi de KKTC’nin varlığına ve Kıbrıs’ın kontrolünün başka ülkelerin eline geçmemesine bağlıdır.
  • Asya ekonomik pazarının batı kapısı Türkiye’dir. Asya, dünya ile deniz bağlantısını batıda Türkiye’nin Akdeniz kapısı üzerinden sağlayacaktır.
  • Türkiye’nin ortasında bulunduğu bölge, dünyanın en istikrarsız ve çatışmalara gebe bölgesidir. Ortadoğu, Kafkasya ve Balkanlar ile Afrika’nın kuzeyi tam olarak oturmamış, önümüzdeki dönemde de sıcak çatışmaların beklendiği bölgelerdir. Bu durum, Türkiye’nin güvenliği ve dış bağlantıları açısından Kıbrıs’ın önemini daha da artırmaktadır. Kıbrıs’ta KKTC’nin ve Türk varlığının devamı Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından büyük önem taşımaktadır.[9]
  • Doğu Akdeniz, sahip olduğu doğal kaynakları nedeniyle son zamanlarda oldukça gündemde bulunmaktadır. Söz konusu kaynaklar üzerinde Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk halkının hakları mevcuttur. Bu yönden bölgenin emniyet ve kontrolü için Kıbrıs’ın önemi daha da artmıştır.

Özet olarak Kıbrıs; elde bulunduran ya da kontrol eden tarafa Doğu Akdeniz’de, siyasi, ekonomik ve askerî açıdan stratejik bir avantaj unsurudur. Türkiye açısından bakıldığında ise aynı zamanda bir “güvenlik ve beka” boyutu bulunmaktadır. Doğu Akdeniz ile Ege Bölgesi’ndeki hak ve menfaatlerimizin korunması ve devamlılığı için Kıbrıs’ın Türkiye’nin kontrolü altında bulunmasına ihtiyaç vardır. Türkiye; Kıbrıs’a, kendi güvenliğinin yanında Ada’da yaşayan soydaşlarımızın can güvenliği ve geleceği açısından da bakmak zorundadır.

Ada’da insan yerleşimi ile ilgili ilk kesin bilgiler, yaklaşık M.Ö. 7000 yılında Türkiye’nin güneyinden, Suriye ve Filistin’den gelenlere aittir. M.Ö. 2500 yılı dolaylarındaki savaşlar ve baskı nedeniyle, komşu kara parçalarından, insanlar göçerek yerleşmişlerdir. Daha sonra Ada, Asurlular, Mısırlılar ve Perslere haraç ödeyen birkaç krallık arasında taksim edilmiştir. Büyük İskender’in, M.Ö. 333 yılında Persler’i bozguna uğratması sonucunda, on yıl süreyle Mekadonların egemenliği altında kalmış ve on yılın sonunda 250 yıl için Mısır Krallığının bir parçası haline gelmiştir. Müteakiben, Roma İmparatorluğu (M.Ö. 58-M.S.395), Bizans İmparatorluğu (M.S.395-1191), Luzinyan’lar (300 yıl), Venedikliler (1489-1571) hüküm sürmüş ve 1571 yılında Osmanlı tarafından alınmıştır.[10]

16’ncı yüzyılın son çeyreğine girilirken, Kıbrıs, Osmanlı İmparatorluğu’nun üç kıtada uzanan sınırları içerisinde, adeta devletin yumuşak karnının en hassas noktasında bir çıban başı olarak, devrin en güçlü deniz kuvveti olan Venedik’in elinde bulunuyordu.[11] Ada’nın bu durumda kalmasını kendileri için sakıncalı bulan Osmanlı, 1570 yılının son baharında fetih harekâtını başlatmış, 1571 Ağustos’unda Mağusa’nın düşmesiyle, Kıbrıs adası, bütünüyle Osmanlı Devleti’nin egemenliği altına girmiştir.

Osmanlı yönetimi, fetihten sonra büyük çoğunluğu Ortodokslardan oluşan Ada halkını hoşnut kılmıştır. Latin baskısının ortadan kalkması, Venediklilerin acımasız sömürüye ve dinsel baskıya dayalı düzeninin yıkılması, bunda rol oynayan başlıca etmendir. Osmanlı yönetimi, Kıbrıs’ın Ortodoks Hristiyan halkına, 300 yıldır Latin Katolik baskısı altına konmuş bulunan “Ortodoks kilisesine sahip çıkma hakkını ve ibadet özgürlüğünü” tanımıştır.[12] Ortodoks Rum Kilisesi, Osmanlı yönetimi döneminde Kıbrıs Rum halkı üzerinde hak ve yetkilerle donatılmış; Ada’nın Hıristiyan halkının dinî başkanlığı, Ortodoks Başpiskoposluğa verilmiş; Başpiskopos böylece, “yalnız din adamlarının değil, Rum öğretmenlerin de atanmasından ve yönetilmesinden sorumlu” kılınmıştır. En önemlisi, Rum Ortodoks Kilisesi, Osmanlı yönetimi altında yalnızca Kıbrıs Rum halkının temsilcisi niteliğini kazanmakla kalmamış; aynı zamanda, “Rum halktan serbestçe yardım toplayarak, iktisadî açıdan da Ada’nın en önemli merkezi” durumuna gelmiştir.[13]

Osmanlı yönetimince, yetkilerle donatılan Rum cemaatinin lideri, temsilcisi olan özerk bir dinî kurum diye tanınan kilise, toplumsal ve ekonomik gücünü giderek artırmıştır. Adanın İngiliz yönetimi altına girmesinden sonra İngilizlerin bütün çabalarına rağmen, kilisenin bu gücünü kıramadıkları görülecektir.[14] Osmanlı döneminde, Latinlerin Katolik kilisesinin yasaklanması, Rum Ortodoksların teşvik edilmesi[15] anlayışı, Kıbrıs’ta, Osmanlı’dan günümüze kadar olan tarihi süreç içinde, Türklerin karşısına “kilisenin bir siyasi güç” olarak çıkmasına yol açmıştır.

Osmanlı Devleti, 1570-1571’de, Kıbrıs’ı Venedik’ten on binlerce şehit vererek aldıktan Ortodoks Kilisesini ihya etmiş, topraklarını geri vermiş ve pareikos denilen toprak kölelerine özgürlüklerini bağışlamıştır. Rumlardan cizye vergisini toplayıp Osmanlı hazinesine yatırma yetkisi başpiskoposa verilmiştir. Kısacası, 1571’de Kıbrıs’ta bir Rum devleti yoktu ve Türkler kurtarıcı gibi karşılanmışlardı. Başpiskopos Makarios’un devlet reisliği, işte bu Osmanlı geleneğinin bir devamıdır.[16] Verilen bu yetki ile liderlik; tarihi süreç içinde kalıcı ve kabul edilir hale dönüşecek, gücü egemenliğe çevirecek ve günümüzde, GKRY’nin mevcut anlaşmalara aykırı olarak Avrupa Birliği’ne üye olmasına kadar etkili olacaktır.

Kıbrıs adası, 1878’de İngiltere’ye geçici devredildiğinde Ada’da, kendilerini Yunan kabul eden Rumlar, Karaman Beyliği zamanından beri ve 1571’den sonra padişah fermanı ile Anadolu’dan gönderilenlerle takviye edilen Türkler, Suriye’den zamanla gelip yerleşen Maronitler ile kendilerini bazen Müslüman, bazen de Hristiyan kabul eden Lienobambakiler[17] yaşıyordu. Bunların hepsinin kökenlerinin geliş yeri Anadolu’ydu. Diğer bir anlatımla Kıbrıs’ın ilk yerli halkı Anadolu’dan gelmişti.[18]

Roma İmparatorluğu’nun egemenliğinde, (M.S.46) da St. Paul’un[19] etkisiyle halk Hristiyanlığı kabul etmişti. Bizans döneminde ise Bizans’ın; yerli halka resmi dil olarak Yunancayı, resmi din olarak Hristiyanlığı zorla kabul ettirmesi yerli halkın kendisini zamanla Yunanlı olarak görmesi” sonucunu doğurmuştur.[20] Ada’da yaşayan Yunanlı ya da Rum olarak tanıtılmaya çalışılan halk, aslında “Kıbrıslı Ortodokslar”dır;[21] Yunan değildir.

İngiliz devlet adamlarından Winston CHURCHİLL, 1907 yılında verdiği demeçte Kıbrıs Rumlarının Yunan olmadıklarını açıkça söylemiş “Ada’nın Yunanistan ile tarihi ve coğrafi münasebetleri olduğu iddiası hayal mahsulüdür”[22] demiştir.

Kıbrıs’ta bulunan Türkler ise, 1571 yılında Ada’nın fethini takiben Anadolu’dan gönderilen halk[23] olarak bilinmektedir. Gerçekte ise Türkler, 1571 yılından önce de Ada’da yaşamaktaydı.

Fetihten önce, Ada’da Türk nüfusun bulunduğu İtalyan kaynaklarına dayanılarak kanıtlanmıştır.[24] Bu durum, Kıbrıs’ın tarihini ve demografik yapısını incelerken göz ardı edilmemesi gereken önemli bir konudur.

Kıbrıs’ın nüfusu;

  • Türk egemenliği zamanında (1571-1878) Türklerin nüfusu Rumlardan fazladır.
  • 1745 yılında İngiliz Konsolosu Alexander DRUMOND’a göre 150.000 Türk, 50.000 Rum; 1777 yılında Kıbrıs Rum Başpiskopos’u Kiprianos’a göre 60.000 Türk, 20.000 Rum; 1790 yılında İngiliz Konsolos Michael DEVEZ’e göre 60.000 Türk, 20.000 Rum şeklindedir.
  • İngiliz egemenliğinden itibaren Türk nüfusu devamlı olarak azalmış ve bugünkü durumuna gelmiştir. (Kıbrıs Türklerinin ana vatan Türkiye’ye göçleri 1939 yılına kadar yoğun bir şekilde sürecektir).
  • İngiliz yönetimi kaynaklarına göre; 1888 yılında Rumların nüfusu 137.631, Türklerin 45.458 iken 1931 yılında Rumların 275.572 Türklerin ise 64.242 olmuştur.[25]

Halen Türkiye’de bir milyona yakın, İngiltere’de 300.0000 ve Avustralya’da 100.000’den fazla Kıbrıslı Türk yaşamaktadır.[26] Kıbrıs’ın demografik yapısı, tarihi süreç içinde, Türklerin aleyhine olacak şekilde planlı olarak değiştirilmiş ve hâkim unsur olmaktan çıkarılmıştır. Yunanistan’ın megali ideası çerçevesinde, millet olarak Türklerin; her türlü açıdan gelişimi çeşitli yöntemlerle engellenmiş ve katliamlara maruz bırakılarak sindirilmiş, yıldırılmış, adadan göç etmeye zorlanmış, bazen de göçü teşvik edilmiştir. Yunan-Rum tarafınca adanın kontrolü ve egemenliğini ele geçirmede bir yöntem olarakdemografik değişim stratejisi” kullanılmıştır.

307 yıl Kıbrıs’ta egemen olan Osmanlı ise, adayı adalet içinde yönetmiş, Hıristiyan halka başta yönetme yetkisi olmak üzere, Türklerden daha fazla imkânlar vermiştir. Ancak Rumlar, enosis fikrini daima canlı tutmuşlar, gerçekleştirmek için de isyan başta olmak üzere çeşitli yöntem ve eylemlere başvurmaktan geri durmamışlardır.

Osmanlı Devleti, Kıbrıs’ta bir Türk çoğunluk kurmayı denemediği gibi, ekonomik yönden de hâkim bir sınıf kurmaya çalışmamıştır. Kıbrıs, 1960 yılında bağımsızlığını ilan ettiğinde, Ada’da nüfus 442.521 Rum, 104.350 Türk, 3.628 Ermeni, 2.708 Maruni ve 3.453 kişi çeşitli etnik kökenli idi. Görülüyor ki nüfusun ancak %18,7’si Türk[27] kalmıştır. Tarihi süreç içinde Türk nüfus gittikçe erimiş, demografik yapı Rumlar lehinde değiştirilmiştir.

Ada’nın elden çıkışı, emperyalist devletlerin güç mücadelesinin ve Osmanlının Kıbrıs’ta egemen olunduğu dönemin gerilediği ve zayıfladığı tarihi bir sürece denk gelmesinin bir sonucudur.

Tarihimizde 93 Harbi diye bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbinde, Osmanlı yenilgiye uğramış, Ruslar doğuda Erzurum, batıda ise İstanbul önlerine kadar gelmişlerdi. Bu savaş sonucunda imzalanan Ayastefanos Antlaşması (3 Mart 1878) ile;

“Rusya’nın uzun süredir Avrupa’yı meşgul etmekte olan “Doğu Sorunu”nu tek başına çözümlemeye kalkışmasına karşılık İngiltere, Mart 1878’den itibaren, Akdeniz ve genel olarak Doğu çıkarlarının tehlikeye düştüğünü görmesi ve bölgede artan Rus gelişme ve baskısına aktif olarak karşı çıkmak üzere harekete geçmesi neticesinde Kıbrıs’ı almak istemiştir.”[28]

Bunun üzerine İngiltere, İstanbul Elçisi, Sir Henry LAYARD vasıtasıyla, 25 Mayıs 1878’de, Osmanlı Padişahı II. Abdulhamit’e resmen başvurarak, Kıbrıs’ın geçici olarak, üs yapılmak üzere kendisine verilmesini ve iki devlet arasında bir savunma antlaşması yapılmasını istedi. Ayrıca, adanın gelirleri karşılığında bir miktar borç verebileceğini bildirdi.[29] İngiliz Elçisi, önerileri yaptıktan sonra, bu konuları kapsayan bir antlaşma taslağını da Osmanlı Hükümetine verdi. Elçi, antlaşmayı istekleri doğrultusunda yapabilmek için tehdit eder şekilde Osmanlı Dışişleri Bakanı Saffet Paşa’ya şöyle söylemişti:

“Eğer Osmanlı Devleti bu karara karşı çıkarsa, kongrede (Berlin Kongresi) barış koşullarını değiştirmeye İngiliz temsilcilerinin çalışmayacakları gibi, İngiltere Devleti’nin donanma gücüyle zorla Kıbrıs’ı istila edeceği dahi bilinmelidir.”[30]

İngiltere’nin, Berlin Kongresi’nin toplanmasını engelleyeceğini ve bunun ise Osmanlı Devleti’nin parçalanması demek olacağını bildirmesi ve yaptığı diğer baskılar sonucunda, İstanbul Hükümeti, anlaşmayı kabul etmek zorunda kalmıştır. II. Abdülhamit, 15 Temmuz 1878’de antlaşmayı onaylamış ve aynı gün Osmanlı Hükümeti, İngiliz Elçisi H. LAYARD’dan “Kıbrıs üzerindeki haklarının devam ettiğini belirten bir senet” almıştır. Böylece Osmanlı Devleti, Kıbrıs’ın yönetimini, “toprak mülkiyeti kendisinde kalmak kaydıyla”, görünürde, Berlin Kongresi’nde yapacağı yardımlara karşılık, “geçici olarak” İngiltere’ye devretmiş oldu.[31]

Yapılan antlaşmaya ek olarak konulan anlaşma maddelerine göre;

  • Ada’da şer-î mahkemelerin kurulması,
  • Evkaf yönetiminin Osmanlı Devleti’nin ve İngiliz Hükümeti’nin atadığı birer temsilcisi eliyle yürütülmesi,
  • Son beş yılın gelir ortalaması esas alınarak, Ada gelirinin İngiltere tarafından Osmanlı Devleti’ne verilmesi,
  • Kıbrıs’ta devlete ve Padişaha ait malların Osmanlı Devleti tasarrufu altına konması,
  • Ada’nın yönetimini bıraktıktan sonra İngiltere’nin Osmanlı Devleti’nden Ada’ya yaptığı masraflarla ilgili olarak tazminat istemeyeceği,
  • Eğer Rusya Kars ve Doğu Anadolu’da ele geçirdiği öteki toprakları Osmanlı Devleti’ne geri verecek olursa anlaşmanın sona ereceği kabul edilmiştir.[32]

Yapılan bu gizli anlaşmada belirtilen hükümlere;

  • İngiltere’nin riayet etmediği,
  • 1’inci Dünya Savaşı ile Ada’yı tamamen işgal ettiği,
  • Ada’daki Türklerin arazilerine ve vakıf mallarına zamanla el koyduğu,
  • Türklerin ticaretinin ve mesleki gelişimlerini engellediği,
  • Dolaylı yollarla Türklerin göçe teşvik edilerek demografik yapının değiştirildiği,
  • Bütün bu uygulamaların günümüz sorunlarının temelini oluşturduğu görülecektir.

Ada’yı, 12 Temmuz 1878’de, Amiral Hay, İngiltere adına teslim almış, bayrak çektikten sonra, ilk İngiliz yöneticisi olarak Sir Garnet WOLSELEY, 22 Temmuz’da Ada’daki görevine başlamıştır.[33] Osmanlının zayıflamasını fırsat bilen İngiltere, sadece Kıbrıs’a yerleşmekle kalmıyor aynı zamanda Doğu Akdeniz’e de hâkim hale geliyordu.

Bununla birlikte 1878 yılı, Türk toprak haklarının gasp edildiği yeni bir sürecin başlangıcıdır. Özellikle Kıbrıs Türklerine ait taşınmaz mal varlığı, hile ve entrika ile ele geçirilmeğe başlanmıştır. Yapılan haksızlıklar sonucu Ada Türkleri, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1960 ve daha ileriki yıllara dek azınlık statüsüne düşürülmüş; topraktan kaynaklanan gücünü ve mal varlığını büyük ölçüde yitirmiş bir hale getirilmiştir. Bu konuda yönetici ve yönlendirici unsur Ortodoks Kilisesi olmuş, İngiliz Yönetimi ile Rum-Yunan iş birliği yaparak Türk toprakları gasp edilmiştir.[34] Rum Kilisesi, Rumlara sürekli “Terazinin bir kefesine altını, öbür kefesine Türk’ün toprağını koyunuz. Altın ağır gelse bile altını verip toprağı alınız. Çünkü Türkleri Ada’dan çıkarmanın tek yolu budur” biçiminde telkinlerde bulunmuştur.[35]

Türklere ait taşınmaz malları “yitirilmiş topraklar” olarak kabul eden ve bu eğilimi bir dava haline getiren Kıbrıs Kilisesi, kısa zamanda binlerce dönüm vakıf (Gazimağusa’nın Maraş bölgesi gibi.) ve Türk taşınmaz mallarını (İngiliz yönetiminin de desteği ile) gasp ederek mali potansiyelini ve gücünü artırmış; siyasi emelleri uğruna kullanmıştır. Bununla birlikte Rum Ortodoks Kilisesi, Türk köylüsüne kendi ana dili olan Türkçeyi unutturmak üzere her türlü imkânını seferber ederek, Türk insanının konuşma dilini Rumcaya dönüştürmek için Yunanistan’dan özel şekilde getirilmiş papazlar vasıtasıyla Türk köylerinin Hristiyanlaştırılmasına çalışılmıştır.[36]

İngiliz yönetiminin başlamasıyla birlikte, Ada’nın “demografik yapısı” da değişecek, Rum nüfus sürekli artış kaydedecektir. İngiliz yönetiminin ilk anlarından itibaren, Malta’dan ve Mısır’dan çok sayıda Rum adaya gelmeye başlayacaktır. İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisinin 1878’de bildirdiği Ada nüfusu 144.000’dir. 1881 yılındaki nüfus sayımına göre ise adadaki toplam nüfus 186.084 olarak tespit edilmiştir. Aradaki fark, adaya yeni gelen Rumların sayısıyla oluşmuştur.[37] Planlı bir demografik yapı değişimi söz konusudur.

İngiliz yönetiminde, Ada’da Türk kimliğinin silinmesi konusunda sistematik bir çaba ile;

  • Türk kimliği yok edilmeye çalışılırken İngiliz ve Rum kimliği öne çıkarılmış,
  • Türkler üzerinde kültürel baskı uygulanmıştır. Bu baskı, eğitim ve din alanlarında da görülmüştür.[38]

Kıbrıs Adası’nın egemenlik hakkı, 1878 yılında, Osmanlı’da kalmak üzere İngiltere’ye verilme süreci 1’inci Dünya Savaşına kadar sürmüştür. 29 Ekim 1914’te, Osmanlı Devleti savaşa katılınca, İngiltere bunu fırsat sayarak, 5 Kasım 1914’te, Kıbrıs’ı İmparatorluğuna kattığını açıklamıştır. İngiltere’nin bu tek yanlı ilhakı da 1923’e kadar sürmüş ve bu durum, Türkiye tarafından ancak Lozan Antlaşması ile kabul edilmiştir. Böylece Kıbrıs’ta 1960 yılına kadar İngiliz egemenliği dönemi devam etmiştir.[39]

İki dünya savaşı arası dönemde içinde, Akdeniz dengesinde oluşan yeni gelişmeler, özellikle İtalya’nın bu bölgedeki saldırgan tutumu, Yunanistan’ın dış politikasında İngiltere’nin konumunu pekiştirmiştir. Yunanistan, Akdeniz dengesinin ve kendi varlığının korunması için bu dönemde statükocu bir politika benimserken, bir yandan İngiltere, öte yandan ise Türkiye ile yakınlaşma ve dayanışma içine girmiştir. Yunanistan böylece, Kıbrıs konusunda da eski tutumuna dönerek bu konuda bir sorun yaratmamaya özen gösterirken, enosis akımını ancak üstü kapalı yöntemlerle özendirmeyi sürdürmüştür.[40]

1947 yılından başlayarak, Yunanistan, dış politikasında İngiltere yerine ABD’ne dayanmaya başlamıştır. 2’nci Dünya Savaşından sonra Yunanistan, savaş yaralarını bile saramadan 1949 yılına kadar yaşadığı iç savaş dönemi geçirmiştir. [41] Bu dönemde, Kıbrıs konusu, dolayısıyla enosise yönelik bir girişim ve eylem içinde bulunamamıştır.

1950’de CHP’li Dışişleri Bakanı Necmettin SADAK, 1954’te DP’li Dışişleri Bakanı Fuat KÖPRÜLÜ hemen hemen aynı sözcüklerle “Türkiye’nin Kıbrıs diye bir meselesi yoktur” demişlerdi. Yunanlılar ve Kıbrıs Rumları da bu iddiaları duyduktan sonra ve gerektikçe bunu kanıt yerine kullanarak, “Türkiye’nin aslında Kıbrıs’la hiçbir ilişkisinin olmadığını ve olmaması gerektiğini, bu soruna İngiltere’nin kışkırtmasıyla bulaştığını” ileri sürmüşlerdir.[42]

Diğer yandan, 1951 yılından itibaren konuyu resmen benimseyen Yunan hükümeti; İngiltere ile ikili görüşmeler yaparak Kıbrıs’ın egemenliğini kazanma peşinde olmuştur. Böyle bir düzenleme içinde Yunanistan’ın İngiltere’ye önerdiği çözüm “egemenliğin Yunanistan’a ait olması karşılığında İngiltere’ye Kıbrıs’ta ve Yunanistan’da üsler verilmesi” yönündedir. İngiltere, buna olumlu yanıt vermeyince Yunanistan, Kıbrıs’ı bir uluslararası sorun durumuna yükseltmek yolunu seçmiştir.[43] Bu döneme kadar Türkiye’nin, Kıbrıs konusunda doğrudan müdahil bulunduğu bir durum söz konusu değildir.

Bu tarihten itibaren Yunan-Rum ikilisi Kıbrıs’ta enosis faaliyetlerine hız vererek Türklere yönelik katliamlara varan süreci başlatmıştır. Yunanistan’ın da desteği ile Rumlar; enosisi silah zoruyla gerçekleştirmek için ilk kanlı eylemini, Rum terör örgütü EOKA[44] ile 1 Nisan 1955 tarihinde, İngiliz yönetimine karşı yapmıştır.

1959-1960 yılları görüşme-anlaşma sürecine kadar, Rum tarafı enosis maksatlı saldırı ve faaliyetlerini artırırken, adada sorunu çözmeye yönelik girişimler de hız kazanmıştır. Bu maksatla yapılan bazı çalışma ve görüşmeler;[45]

  • Jackson Planı (1947,1948),
  • Londra Konferansı (1955), (Türkiye’nin Kıbrıs konusunda açıkça taraf olduğu ilk toplantıdır),
  • Mac Millan Planları (1955, 1958),
  • Harding Planları (1955,1956),
  • Rad Cliffe Planı (1956),
  • Spark Planı (1958).

Söz konusu görüşmelerden bir sonuç alınamamış, daha sonra Yunanistan’ın 1958 yılı sonlarında konuyu BM’ye götürmesi ve Genel Kurulun 5 Aralık 1958’de, “anlaşmazlığın taraflar arasında görüşmelerle çözümlenmesini” tavsiye etmesi sonucunda, Yunanistan ve Rum kesiminin mecbur kalması ile Zürih ve Londra görüşmelerinin yolu açılmıştır.

Yunanistan, 16 Ağustos 1954 tarihinde “Eşit haklar ve self-determination ilkelerinin, B.M. koruyuculuğu altında, Kıbrıs adasında yaşayan nüfusa uygulanması” talebiyle, B.M. başvuruda bulundu. Ancak Yunanistan’ın isteği doğrultusunda bir karar çıkmadı. Bununla birlikte Kıbrıs, uluslararası alana taşınmış oluyordu.

BM’de “Kıbrıs sorununun varlığının kabulü” ile Yunanistan hükümetinin ve Kıbrıslı Rumların bundan sonra girişecekleri silahlı hareketleri hem haklı hem de sonuca götürücü bir yöntem olarak görmelerine yol açmıştır. İngiltere, Kıbrıs’ta olayların bir bunalım haline dönüşmesi nedeniyle, sorunun üç devlet (Türkiye, Yunanistan, İngiltere) arasında çözümlenmesini sağlamak üzere Londra’da toplanan konferansla (1955) Türkiye, İngiltere tarafından Kıbrıs sorunu içine resmen çekilmiş oluyordu. Böylece İngiltere, Yunanistan karşısında yalnız kalmamak için, Türkiye’yi de Yunanistan’ın karşısına çıkarıyordu. Türkiye de kendisinin tarihi bağları bulunduğu Kıbrıs’a Yunanistan’ın ilgisini ve Kıbrıs sorunun çözümünde taraf olmasını ilk defa resmen tanımış oluyordu. [46] Söz konusu tanıma ile; Kıbrıs’ta egemenliği tarihte hiçbir zaman bulunmayan Yunanlıların Ada’da hak ve menfaatlerinin olduğu kabul edilmiş ve uluslararası alanda taraf ülke olarak yerini almıştır. Aslında, tarihi bir gerçek olarak; adanın egemenliği, İngiltere açısından sona erdiği taktirde, egemenliğin geçeceği ülke Türkiye’dir. Yunanistan ve Rum tarafı, tarihi açıdan bir hak talep edecek durumda değildir.

Üç devlet arasında, 29 Ağustos 1955’te, Londra’da, “Doğu Akdeniz ve Kıbrıs Hakkında Üçlü Konferans” toplanmış ve konferans 7 Eylül 1955’te sona ermiştir. Bu konferansta, tarafların görüşleri çok farklı olduğundan bir sonuç alınamamıştır. 1956 yılında, İngiltere, büyük ödünlerle Kıbrıs’ta uygulamak istediği özerkliğin Rum lideri Başpiskopos Makarios tarafından engellendiğini ve aynı zamanda onu, EOKA örgütünün yöneticileri arasında gördüğünden; 9 Mart 1956’da tutuklayarak Hint Okyanusu’ndaki Seychelles adalarına sürmüştür. 1956 yılı başlarından itibaren, Yunanistan’ın yardımı ve kışkırtmasıyla terör hareketi şiddetlenmiştir. Türkiye de ise “ya taksim ya ölüm” tezi gündeme gelmiş, toplumsal gösteri ve yürüyüşler ile tansiyon oldukça yükselmiştir. Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerginlik, terör olaylarının İngiliz-Yunan ilişkilerini gölgelemesi, NATO’nun Doğu Akdeniz’deki sağ kanadının durumunu sarsmış, bundan dolayı bir yandan ABD, diğer yandan da NATO’nun baskısı ve aracılığı ile Türkiye ve Yunanistan arasında ikili görüşmelere girişilmiştir.[47]  

Bu maksatla, tarafların katılımı ile 5-11 Şubat 1959 tarihleri arasında Zürih, 19 Şubat 1959’da ise Londra’da görüşmeler yapılarak Kıbrıs konusunda anlaşmaya varılmıştır.

1959 Zürih ve Londra görüşmeleri esas alınarak hazırlanan anlaşma metinleri, 16 Ağustos 1960 günü Lefkoşa’da, Türkiye’yi temsilen Başkonsolos, Yunanistan temsilcisi, İngiltere adına Vali, Türk toplumu lideri Dr. Fazıl KÜÇÜK, Rum toplumu lideri Makarios tarafından imzalanmıştır. Aynı gün, Kıbrıs Devleti Anayasası da yürürlüğe girmiştir. İttifak Anlaşması gereğince, aynı tarihte, Türk ve Yunan askeri birlikleri Kıbrıs’a çıkmış, İngiliz kuvvetleri de kendilerine bırakılan ve İngiliz ülkesi kabul edilen üslere çekilmiştir.[48]

1960 yılından sonra gelişmeleri makalenin ikinci bölümünde ayrıntılarıyla inceleyeceğiz.

Sonuç olarak, anlaşmalarla Kıbrıs Cumhuriyeti kurulacak, ancak Yunanistan ve Rum tarafı yeni devlete geçici gözle bakacak, üç yıl içinde Ada’da tekrar Rum terörü başlayacak, Türklerin can ve mallarına saldırılar devam edecektir. Hedefleri, Türklerin olmayacağı bir Kıbrıs’tır; Ada’nın Yunanistan’a katılmasıdır.

Bu nedenle, sorunun çözümüne yönelik taraflar arasında günümüze kadar yapılan görüşmeler, Yunan-Rum açısından bir oyalamadan ibarettir. Tek amaçları, süreci uzatarak, uzun vadeye yayarak “megali idea” hedeflerinden birini daha gerçekleştirmektir. Asla anlaşmaya dönük bir çabaları yoktur ve olmayacaktır. Günümüze kadar yapılan toplantı ve görüşmeler ile son zamanlarda Yunan-Rum yetkililerin açıklamaları da bunu kanıtlamaktadır.

Kıbrıs’ta yaşayan soydaşlarımız, yaklaşık 150 yıldır (İngiltere’nin işgalinden sonra), bütün baskı ve katliamlara rağmen benliklerini günümüze kadar koruyarak Ada’da varlıklarını sürdürmüş, üstelik bağımsız bir Türk devletini KKTC’yi kurmayı başarmışlardır. Türk askeri, 1878 yılında terk ettiği Kıbrıs’a, 82 yıl sonra 1960’ta tekrar ayak basabilmiştir. Türkiye ve Kıbrıs Türkleri bu döneme kadar büyük bedeller ödemiş, baskılara katlanmış, acılar yaşamıştır.

Türkiye ve KKTC; yukarıda belirttiğimiz gerçekleri dikkate almalı, “bir an önce anlaşma yapacağız, sorunu çözeceğiz” yaklaşımını bir tarafa bırakarak, ödün vermeden, Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerimizin korunması, Türkiye’nin Ada’da garantörlüğü, Türk askerinin varlığını devam ettirilmesi, Kıbrıs Türklerinin can ve mal güvenliğini sağlayarak bekasını temin edecek KKTC’nin yaşatılması hedefinden asla vazgeçmemelidir.

Türkiye ve Kıbrıs’ta yaşayan soydaşlarımızın hak ve menfaatleri için;

  • Türkiye’nin tam ve devamlı garantörlüğü,
  • Ada’da Türk askerinin varlığı,
  • Kıbrıs’taki Türk toplumunun eşitliği prensibi

vazgeçilemez temel esaslardır. Bu esasları sağlamayan ve garanti etmeyen anlaşma/çözümler, Türkiye ve Kıbrıs Türkleri için yok hükmünde olmalıdır. Kıbrıs tarihi göstermiştir; emperyalizmin esas hedefi, varılması istenilen son nokta Türklerin olmadığı bir Kıbrıs’tır. Buna da izin verilemez, verilmemelidir.

Kaynaklar:

  1. Ali Fuat Türkgeldi, Mesâil-i Mühimme-i Siyâsiyye, c. II., Ankara, 1957
  2. Erol Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık, 2000
  3. Halil İnalcık, Osmanlı, Timaş, İstanbul, 2011
  4. Harry Scott Gibbons, Kıbrıs’ta Soykırım, Near East Publishing, Lefkoşa, 2003
  5. Halil Aytekin, Kıbrıs’ta Monarga (Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kampı, Türk Tarih Kurumu,           Ankara, 2000
  6. H. Fikret Alasya, Osmanlı Hükümeti Tarafından Ortodoks Kilisesine Verilen İmtiyazlar, Milletlerarası Birinci Kıbrıs Tetkikleri Kongresi (MBKTK), 14-19 Nisan 1969, Türk Heyeti Tebliğleri, Türk Kültürünü Araştırma Ens. Yay. No. 36, Ankara, 1971
  7. Kemal Akmaral, Akritas Plânı ve Kıbrıs, Bilge Karınca Yay., İstanbul, 2004
  8. Kıbrıs Gerçeğinin Bilinmeyen Yönleri, Uluslararası İlişkiler Ajansı, İstanbul, 1992
  9. Mustafa Haşim Altan, Kıbrıs’ta Türk Malları-I, Yeni Avrasya Yayınları, Ankara, 2003
  10. Nazım Güvenç, Kıbrıs Sorunu Yunanistan ve Türkiye, Çağdaş Politika Yayınları, İstanbul, 1984
  11. Oğuz Kalelioğlu, Tarih Boyunca Türk-Yunan İlişkileri ve Megali-İdea, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 2009
  12. Pierre Oberling, Bellapais’e Giden Yol, Çev. M. Erdoğan, Gnkur. ATASE Yayınları, Ankara, 1988
  13. Rifat Uçarol, 1878 Kıbrıs Sorunu ve Osmanlı-İngiliz Anlaşması (Adanın İngiltere’ye Devri), Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1978Rifat Uçarol, Siyasi Tarih, İki Cilt, 11. Basım, Der Yayınları, İstanbul, 2019
  14. Şükrü S. Gürel, Kıbrıs Tarihi-I-II, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1984
  15. Şükrü Torun, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan Arasında Kıbrıs’ın Politik Durumu, Gazeteciler Matbaası, İstanbul, 1956
  16. Vehbi Zeki Serter, Kıbrıs’ta Rum Yunan Saldırıları ve Soykırım, ATESE Yayınları, Ankara, 2008

Dipnotlar:

[1] Oğuz Kalelioğlu, Tarih Boyunca Türk-Yunan İlişkileri ve Megali-İdea, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 2009, s. 110; Şükrü Torun, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan Arasında Kıbrıs’ın Politik Durumu, Gazeteciler Matbaası, İstanbul, 1956, s. 11-17

[2] H. Fikret Alasya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Tarihi, TKAE Yay., Ankara, 1987, s. 1

[3] Oğuz Kalelioğlu, a.g.e, s. 110

[4] Benjamin Disraeli (21 Aralık 1804–19 Nisan 1881), Britanyalı politikacı ve 19’uncu yüzyılda birçok kez Birleşik Krallık Başbakanı olmuş devlet adamı.

[5] Vehbi Zeki Serter, Kıbrıs’ta Rum Yunan Saldırıları ve Soykırım, ATESE Yayınları, Ankara, 2008, s. 4

[6] Nazım Güvenç, Kıbrıs Sorunu Yunanistan ve Türkiye, Çağdaş Politika Yayınları, İstanbul, 1984, s. 23

[7] Vehbi Zeki Serter, a.g.e, s. 4-5

[8] Oğuz Kalelioğlu, a.g.e, s. 111

[9] Erol Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık, 2000, s. 35-36

[10] Harry Scott Gibbons, Kıbrıs’ta Soykırım, Near East Publishing, Lefkoşa, 2003, s. 19-20

[11] Rifat Uçarol, 1878 Kıbrıs Sorunu ve Osmanlı-İngiliz Anlaşması (Adanın İngiltere’ye Devri), Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1978, s. 11

[12] Şükrü S. Gürel, Kıbrıs Tarihi-I-II, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1984, s. 12-13; George Hill, A. History of Cyprus, London, 1940-1948, vol. IV, s. 25

[13] H. Fikret Alasya, Osmanlı Hükümeti Tarafından Ortodoks Kilisesine Verilen İmtiyazlar, Milletlerarası Birinci Kıbrıs Tetkikleri Kongresi (MBKTK), 14-19 Nisan 1969, Türk Heyeti Tebliğleri, Türk Kültürünü Araştırma Ens. Yay. No. 36, Ankara, 1971, s. 131-134

[14] Şükrü S. Gürel, a.g.e, s. 13

[15] Harry Scott Gibbons, a.g.e, s. 20

[16] Halil İnalcık, Osmanlı, Timaş, İstanbul, 2011, s.205-206

[17] Lienobambaki: Kıbrıs’ta yaşayan gizli Hristiyanlar için kullanılan bir kelimedir.

[18] Halil Aytekin, Kıbrıs’ta Monarga (Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kampı, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2000, s. 46

[19] St.Paul: M.S. 45 yılında, Kıbrıs’ta, St. Barnabas ile Hıristiyanlığı yayan kişidir.

[20] Halil Aytekin, a. g.e. s. 46-47

[21] Kıbrıs Gerçeğinin Bilinmeyen Yönleri, Uluslararası İlişkiler Ajansı, İstanbul, 1992, s. 116

[22] Vehbi Zeki Serter, a.g.e, s. 6

[23] Oğuz Kalelioğlu, a. g.e. s. 116

[24] Halil Aytekin, a.g.e, s. 46

[25] Vehbi Zeki Serter, a.g.e, s. 3

[26] Vehbi Zeki Serter, a.g.e. s. 4

[27] Pierre Oberling, Bellapais’e Giden Yol, Çev. M. Erdoğan, Gnkur. ATASE Yayınları, Ankara, s. 5

[28] Rifat Uçarol, a.g.e. s. 419-421

[29] Rifat Uçarol, a.g.e. s. 423; Ali Fuat Türkgeldi, Mesâil-i Mühimme-i Siyâsiyye, c. II., Ankara, 1957, s. 94-95

[30] Rifat Uçarol, a.g.e. s. 423

[31] Rifat Uçarol, a.g.e. s. 425-427

[32] Şükrü S. Gürel, a.g.e, s. 23-24

[33] Şükrü S. Gürel, a.g.e. s. 35

[34] Mustafa Haşim Altan, Kıbrıs’ta Türk Malları-I, Yeni Avrasya Yayınları, Ankara, 2003, s. V

[35] Nazım Güvenç, age, s. 71

[36] Mustafa Haşim Altan, a.g.e, s. 256-259

[37] Şükrü S. Gürel, a.g.e. s. 39-40

[38] Erol Manisalı, age, s. 5

[39]Rifat Uçarol, Siyasi Tarih, İkinci Cilt, 11. Basım, Der Yayınları, İstanbul, 2019, s. 461

[40] Şükrü S. Gürel, a.g.e. s. 173

[41] Şükrü S. Gürel, a.g.e. s. 173-174

[42] Nazım Güvenç, age, s. 22

[43] Şükrü S. Gürel, a.g.e. s. 174

[44] EOKA (Ethniki Organosis Kipriaoü Agönos), (Kıbrıs Mücadelesi Ulusal Örgütü)

[45] Kemal Akmaral, Akritas Plânı ve Kıbrıs, Bilge Karınca Yay., İstanbul, 2004, s. 79-87

[46] Şükrü S. Gürel, age, s. 101

[47] Rifat Uçarol, a.g.e, s. 465-469

[48] Rifat Uçarol, a.g.e, s. 473