…
TERÖRLE MÜCADELEDE KIRILMA ANLARI
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu günden beri haysiyetli ve şerefli bir millet olarak dünya sahnesinde yer almasını ve gelişip güçlenmesini, bununla birlikte bölgesinde jeopolitik bir aktör olarak yükselmesini önlemek maksadıyla, emperyal bir proje olarak 1978 de kurulan PKK Bölücü Terör Örgütü (BTÖ), geçtiğimiz hafta cumhuriyet tarihimizi hedef alan zelil bir tavırla bildiri yayınlayarak sözde kendini feshettiğini açıkladı.
Hâl böyle olunca bize de siyasi ve askeri tarihe ışık tutması amacıyla, kronolojik olarak bu onurlu mücadelenin nereden nereye geldiğini, ne gibi hatalar yapıldığını ve bundan sonra neler yapılması gerektiğini sorgulamak düştü.
Örgüt nasıl kuruldu? Neden kuruldu? Nerede kuruldu? Amacı ve stratejisi neydi?
27 Ekim 1978 de Diyarbakır’ın Lice İlçesinin Fis köyünde örgütün başkanlığını yapan Abdullah ÖCALAN ve arkadaşları tarafından, PKK (Partiya Karkerên Kurdistanê, Türkçe: Kürdistan İşçi Partisi) adıyla kuruldu.[1]
Örgütün merkez komitesi tarafından belirlenen kuruluş amacı, kuruluş manifestosunda da ifade edildiği gibi, Marksist-Leninist ilkeler doğrultusunda Türkiye’de yaşayan Kürtlerin önderliğinde “Bağımsız Birleşik Kürdistan” kurulması olarak belirlendi.
Başlangıç manifestosunda, “Kürt proleter devrimci hareketi ve ulusal kurtuluş mücadelesi” olarak tanımlandı.
İdeolojisi, “reel sosyalizm” dedikleri Marksizm-Leninizm damgalı hareketlerdir. Bunun gelişmiş demokrasilerdeki sosyalist veya sosyal demokrat hareketlerle ilgisi yoktur. Hedefledikleri siyasi yapı, “Demokratik Toplum Sosyalizmi” ya da “Komünal toplum” diye adlandırdıkları, bireysel özgürlük kavramının tam zıddı olan kabile tarzı totaliter bir rejimdir. [2]
Örgütlenme modeli olarak, “parti-cephe-ordu” tipi bir yapıyı esas alan PKK’nın stratejisi, uzun süreli halk savaşı sonunda, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda kuzey Kürdistanı kurmaktır.
Örgüt bu stratejiyi dört safhada gerçekleştirmeyi plânlamıştır.
Birinci safhada, sosyal ve kültürel hakların elde edilmesi,
İkinci safhada, özerk ve bağımsız bir yönetim sisteminin tesis edilmesi,
Üçüncü safhada, ülke topraklarında kuzey Kürdistan’ın kurulması,
Dördüncü ve son safhada da dört parçalı (Irak, Suriye, Türkiye ve İran) Kürdistan’ın kurulmasıdır. [3]
Eyleme başlamaları
Maddi olarak yeterli desteği aldığını ve yeterli kapasitede militanı olduğunu düşünen örgüt, yukarda açıklanan amacı ve stratejisi doğrultusunda, 1984’te gerçekleştirdiği Eruh ve Şemdinli baskınları ile, fiilen silahlı mücadelesini başlatmıştır.
Bundan sonra köy ve mezra katliamları başlar. Bu dönemde 91’i çocuk, 23’ü kadın olmak üzere toplamda 292 silahsız, savunmasız ve masum Kürt vatandaşımız acımasızca ve alçakça katledilmiştir. [4]
O tarihte bölgedeki güvenlik zafiyetinden de yararlanan örgüt, 1993 yılına kadar giderek artan bir ivme ve tüm acımasızlığıyla güneydoğuda terör ve şiddet estirerek zirveye ulaşır.
Bilhassa 1990-1993 dönemi Güneydoğu’da terörün patladığı ve zirve yaptığı yıllar olarak tarihe geçer. Örneğin 21 Ağustos 1992’de Şırnak’ta şehir merkezindeki ayaklanma dört gün sürer ve 14 vatandaşın hayatını kaybetmesi ile sonuçlanır.
Birinci Körfez Savaşı
2 Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle başlayan krizin sonucunda, sözde Kuzey Irak’taki Kürtleri Saddam HÜSEYİN’in saldırılarından korumak amacıyla, ABD tarafından Türkiye’nin aleyhine ve ilerde çok zararını göreceği 36. paralelin kuzeyinde “Çekiç Güç” (Provide Comfort) adı altında askeri birlik kurulur. Bu birlik sayesinde Kuzey Irak’da Kürt bölgesi oluşumunun temelleri atılmış olur.
1993 yılında ne oldu?
1993 yılına gelindiğinde, bölgede devlet otoritesi tamamen kaybolmuş ve asayişsizlik her yerde kol gezmeye başlamıştır.
Bu dönem, örgütün amacına ulaşmak maksadıyla, stratejisini zorbalıkla karşı tarafa kabul ettirmek için her türlü şiddeti denediği yıllardır.
O yıl yaşanan vahamet Ocak ayında peş peşe iki olayla başlar. Önce Gazeteci Uğur MUMCU 24 Ocak 1993 de evinin önünde katledilir. Ardından 17 Şubat 1993 de J.Gn.K.Org. Eşref BİTLİS’in uçağı esrarengiz bir biçimde düşer.
Aynı yılın 24 Mayıs’ında Elazığ-Bingöl karayolunda 33 askerimiz taranarak şehit edilir. Bu olayla birlikte üç öğretmende aynı gün kurşuna dizilir.
Yine aynı yılın Temmuz ayında Erzincan’ın Kemaliye İlçesine bağlı Başbağlar köyünde 31 sivil vatandaşımız topluca katledilir.
Terör ve şiddet olanca hızıyla can almaya devam eder. Yine aynı yıl Midyat’a bağlı Kayalıpınar Köyünde, teröristlerin mayınlı saldırısında 8’i çocuk 26 vatandaşımız hayatını kaybeder.
Bu asayiş olayları kayıtlara geçen olaylardır.
Bunun haricinde bölgede kayıtlara geçmeyen onlarca, hatta yüzlerce ölümle sonuçlanan olay yaşanır.
Devlet ne yaptı?
Ülkenin güvenliği, bekası ve toprak bütünlüğünün korunması ile ilgili anayasal sorumluluk ülkeyi yöneten siyasi iktidardadır. İktidar bu sorumluluğu, güvenlikten sorumlu makamlarla yani Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile paylaşır.
1993 yılına gelindiğinde, bölgede artan terör ve şiddetin vahim boyutları, o sırada işbaşında 50. Cumhuriyet Hükümeti tarafından dikkate alınır. Bu mesele devletin zirvesinde enine boyuna masaya yatırılır ve ciddiyetle ele alınarak üzerine gidilir.
Yürütmenin başı dönemin Başbakanı ve Genelkurmay Başkanı tarafından Millî Güvenlik Kurulunda, birinci öncelikli olarak iç tehdidin güneydoğuda yaşanan terör ve şiddet olduğu vurgulanarak akan kanın durması ve bacayı saran yangının söndürülmesi için bir dizi askeri tedbire başvurulması kararı alınır.
Bunun üzerine güvenlikten sorumlu makamlar tarafından 1993’ün sonbaharında yayınlanan direktifle, 1994’ün ilkbaharından itibaren bölgeye büyük bir askeri yığınak yapılır. Amaç bölgede alan hâkimiyetini sağlamak ve terörün belini kırmaktır.
Alan hâkimiyeti
Terör ve şiddetin fiilen başladığı 1984 yılından itibaren 1994 yılına kadar 10 yıllık zaman dilimini kapsayan dönem içerisinde, sınırlı imkânlarla ve sınırlı sayıdaki güvenlik gücü ile 1987 yılında OHAL ilan edilen bölgede yoğun olarak terörle mücadele edilmiş ve fakat arzu edilen sonuca ulaşılamamış, ivme kazanan terör ve şiddetin boyutu önlenememiştir.
Ancak bundan sonra devlet ve hükümet politikası olarak stratejik seviyede geliştirilen “Alan Hâkimiyeti Konsepti” ile birlikte OHAL Bölgesinde önemli ve yeterli ölçüde yapılan yığınak sayesinde 1994 yılından itibaren üstün kuvvetlerle alan kontrolü sağlanmış ve inisiyatif güvenlik güçlerine geçmiştir.[5]
1994-1999 arası
Her şeyden önce söz konu tarihlerde T.C. Devleti bu aziz memleketi terör belâsından kurtarmak için üzerine düşen yasal vazifeyi hakkıyla yerine getirmiştir.
İktidarı muhalefeti ve millî gücünün en önemli unsurunu teşkil eden askeri gücünü topyekûn bir kararlılıkla yerinde ve zamanında kullanarak, ülkenin millî bütünlüğü ve üniter yapısına halel gelecek oluşumlara mâni olunmuştur. 1994 yılı ortalarından itibaren inisiyatifin ele geçirilmesine paralel olarak, bölgede icra edilen yoğun operasyonlar sayesinde kısmi bir rahatlama sağlanmıştır.
Alan hâkimiyetine dayalı olarak elde edilen alan kontrolü sayesinde bölgede kanun hâkimiyeti sağlanarak devletin etkinliği ve varlığı hissedilmeye başlanmıştır. BTÖ’nün Kürt halkını temsilcisi olamayacağı gerçeği ilk kez o tarihlerde ortaya çıkmıştır.
Yurt içinde icra edilen operasyonlardan arzu edilen sonuçların alınması ve terörün makul bir seviyeye indirilmesi üzerine, gözler bu defa Kuzey Irak’a çevrilmiş ve buradaki terör yuvaları mercek altına alınmıştır.
1994-1999 yılları arasında icra edilen sınır ötesi harekâtlarda bölücü örgütün mebzul miktardaki militanı etkisiz hale getirilerek örgüte büyük darbe vurulmuştur.
Gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında yoğun olarak icra edilen tüm bu operasyonlar ve bunun tabi neticesi olarak örgüt üzerinde oluşan baskı, terörist başı Abdullah ÖCALAN’ın 1998 yılında, önce Suriye’den sınır dışı edilmesi ve ardından Kenya’da yakalanarak 1999 yılının Şubat ayında Türkiye’ye getirilmesi sürecinin başlangıcını teşkil etmiştir.
1999-2004 arası
Bebek katili terörist başı 1999 Şubat ayında Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirilmiştir. Bu tarihten itibaren OHAL Bölgesinde 15 yıldır yoğun bir şekilde devam eden terör ve şiddet olayları adeta bıçak gibi kesilmiştir.
Terörist başı yakalandıktan sonra, “Türk Milletinin emrindeyim” ifadesi ile birlikte, bir kısım teröristlerin de Türkiye sınırları dışına çıkması, bu durum bölgede terör ve şiddetin sona erdiği algısına neden olmuştur.
Konunun evveliyatı ile birlikte önü arkası incelenmeden terör bitti zannedilerek siyaseten alınan acele bir kararla, büyük bir hata yapılarak 30 Kasım 2002 de OHAL uygulamasına son verilmiş, daha önce Şırnak bölgesine intikal ettirilen bir kısım askeri birlikler barış garnizonlarına geri gönderilmiştir.
Böylelikle Türkiye ne yazık ki tarihi bir fırsattan daha yararlanamamıştır. Bu tarihi fırsat, bebek katili terörist başından, örgütüne silah bıraktırması ve tasfiyesi konusunda yeterince istifade edilememesi, kullanılamaması ve bu durumun ülke lehine değerlendirilememesidir.
Teröristbaşının yakalandığı 1999 yılı ile terörün tekrar alevlendiği 2004 yılları arasında geçen koskoca beş yıl heba edilmiştir.
1 Mart tezkeresi
ABD 3 Mart 2003 de Irak’ı işgal amacıyla ikinci körfez harekâtını başlatmıştır.
ABD’nin Irak’ı işgalinin bizi yakından ilgilendiren önemli siyasi meselesi ‘’1 Mart Tezkeresi”dir.
Söz konusu tezkerenin reddedilerek meclisten geçmemesi ülkede büyük yankılar uyandırdığı kadar okyanus ötesinde de adeta deprem etkisi yaratmıştır.
Dönemin ABD Başkanı George W. BUSH, 1 Mart tezkeresinin TBMM’de reddedilmesine, “NATO müttefikimiz Türkiye, Amerika’yı yarı yolda bıraktı” diyerek, ilerde bunun intikamının alınacağı yönünde bir yaklaşım göstermiş ve adeta Türkiye’ye göz dağı vermiştir.
Nitekim anılan tezkerenin reddi bize göre, ilerde Türkiye’ye çok büyük zarar verecek olan ‘’Fetullah Gülen terör örgütü’’ (FETÖ)’nün ortaya çıkmasına vesile olmuştur. ABD, PKK’nın yanında FETÖ’yü de kullanarak ülkenin başına belâ etmiştir.
Diğer yandan söz konusu tezkerenin reddi bölücü terör örgütünün elini güçlendirmiştir. Mevcut durumdan geniş ölçüde lehine olacak şekilde yararlanmış, bölgedeki boşluktan istifade ile Kuzey Irak’ta cirit atmaya başlamış, silah sayısını önemli ölçüde artırmış, tam da istedikleri ortama sahip olmaları morallerinin yükselmesine neden olmuş, yeniden derlenip toparlanarak 1999’da terörist başının yakalanmasıyla bölgede kısmen sağlanan sükûnetli ortam bozularak yeniden çatışma ortamına geçilmiştir.
Hâlbuki o tarihte şayet Türk askeri Kuzey Irak’ta olsaydı, daha önceki yıllarda defalarca girip-çıktığı ve avucunun içi gibi bildiği bölge teröristlere teslim edilmeyecekti.
Bununla birlikte tezkerenin reddi, ABD’nin PKK’ya bilinen sempatik tutumunu daha da artmış, Türk askerinin başına çuval geçirilerek derdest edilmiş, Erbil ve Süleymaniye’de Türk bayrağı yakılma cüreti gösterilmiştir.
Böylelikle bölgede terör, şiddet ve çatışma ortamı kaldığı yerden yeniden başlamış, terör örgütü bu kez yoğun olarak uzaktan kumanda ile patlattıkları mayınlar sayesinde kendini göstermiş, çok sayıda cana mal olan mayın ve bombalama eylemleri ile birlikte, güvenlik güçleri terörle mücadeleye sil baştan yeniden başlamıştır.
2004-2009 arası
Terörist başının yakalanmasıyla sadece %30’luk bir kısmı sınır dışına çekilen örgüt, sanılanın aksine çözülme sürecine girmemiş, tam tersi toparlanıp güçlenerek daha büyük hedefler doğrultusunda faaliyet göstermeye başlamıştır.
BTÖ, 2004’ten itibaren ise tek taraflı ateşkesi sona erdirdiğini beyan ederek bu kez şehirleri de hedef alan şiddet eylemlerine geri dönmüştür. Ankara’daki Avrupa Birliği (AB) temsilcisi bile 2004’te terörün yeniden başlayabileceğini, sanki daha önceden haberi varmış gibi bir açıklama yapmıştır.
Bununla da yetinilmemiş, 1 Mart tezkeresinin reddinin acı sonuçları çok geçmeden “Ergenekon ve Balyoz” davaları ile kendini göstermiş ve TSK’leri büyük bir kumpasa maruz bırakılmıştır.
Bu dönemde örgüt, ABD işgalinin Irak’ta yol açtığını otorite boşluğundan istifade ederek güçlenmiş, Ortadoğu’da dört parçalı konfederal bir Kürdistan hedefiyle 2007’de Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) yapılanmasını oluşturarak, alternatif bir devlet kurmaya çalıştığını, silahlı varlığını farklı yapılar üzerinden şehirlere taşımayı hedeflediğini açıklamıştır. 2007’den itibaren kendini aynı zamanda KCK’nın bir parçası olarak tanımlayan terör örgütü, gerek şehirlerde gerekse kırsalda güçlenme fırsatı yakalamıştır.
Ne yazık ki, terörün yeniden başlaması ile birlikte, sözde çözüm ve demokratikleşme süreci olarak adlandırılan sürecin başladığı 2009 dan, 2015’e kadar geçen altı senelik süre içerisinde yüzlerce vatan evlâdı şehit verilmiştir.
2009-2015 arası
Terörle mücadele döneminde yaşanan kırılma anlarının en önemlisi bu dönemde meydana gelmiştir. Anılan dönemde iş başında olan siyaset kurumunun İçişleri Bakanı tarafından, sözde “Demokratik açılım süreci” adıyla geliştirilen bir proje, 2009 yılının Temmuz ayında başlatılmıştır. Amaç, demokratik yollarla terör sorununa son vermektir.
Dönemin Cumhurbaşkanı, “Türkiye’de yakında güzel şeyler olacak” demiş, ama ne hazindir ki tam tersi olmuştur. TBMM ve devletin diğer kurumları arasında gerekli istişare, koordinasyon ve hazırlık yapılmadan girişilen bu proje, kısa süre sonra aynı yılın Ekim ayında yaşanan Habur rezaleti ile örgüt tarafından istismar edilmiş ve durdurulmuştur.
Ne var ki, terör örgünün başı ile İmralı’da yapılan bir dizi görüşmelerden sonra, siyaset kurumu 2012 yılının Eylül’ünde yeniden sözde açılım veya çözüm sürecine devam kararı almıştır.
2013 yılının Nevruz kutlamalarında teröristbaşının mektubu Diyarbakır’da okunmuş, bahse konu mektup her ne kadar örgütün Türkiye topraklarını terk ederek barışın esas alınmasını öngörmekte ise de bu çağrının da fiyasko ile sonuçlandığı sonradan görülmüştür.
Akabinde 2014 ve 2015 yılları bölgede onlarca hatta yüzlerce terör olayına sahne olmuş, özellikle 45 kişinin hayatına mal olan 6-7 Ekim olayları, bölgede yaşanan vahametin boyutlarını bir kez daha gözler önüne sermiştir.
2015 genel seçimleri ve hendek operasyonları
Haziran 2015 ülke genel seçimlerinde hiçbir siyasi parti tek başına hükümeti kuracak çoğunluğu elde edememiştir. Bunun üzerine ülkede genel anlamda bir belirsizlik ve boşluk meydana gelmiş, bu durumu fırsat bilen örgüt asayişsizlik gösterilerine başlamıştır.
Örgüt bu dönemde militanları marifetiyle sık sık yol kesip araç yakma ve şantiyeleri basma eylemlerinde bulunmuş, il ve ilçelerde barikat ve hendekler açarak bölgeyi adeta bir iç savaş alanı haline çevirmiştir.
Bununla birlikte çözüm süreci döneminde bölge genelindeki yerleşim yerlerinin hemen hemen tamamının, bölücü örgüt tarafından silah ve mühimmat deposu haline getirildiği görülmüştür.
Bununla da kalınmamış, 20 Temmuz 2015 günü Urfa’nın Suruç ilçesinde canlı bir bomba saldırısında 33 insan yaşamını yitirmiş, 100’den fazla insanımız da yaralanmıştır.
Son olarak Şanlıurfa’da örgüt militanlarınca 2 polisin öldürülmesinin akabinde kamuoyunda “hendek operasyonları” olarak bilinen çatışmalar, Diyarbakır-Sur, Cizre ve Nusaybin merkezli olarak başlatılmış, bilahare bölgenin tamamına yayılmıştır.
Yaklaşık 7 ay süren çatışmaların sonunda 249 şehit verilmiş, 465 güvenlik mensubumuz da yaralanmıştır. Ayrıca söz konusu operasyonlarda birçok sivil vatandaşın da hayatını kaybettiği açıklanmıştır. [6]
Sonuç olarak, 1994-1999 yılları arasında ülkenin elden çıkan bir kısım toprakları ve kurtarılmış bölgeler yüzlerce şehit verilerek tekrar geri alınmış ve alan hâkimiyeti sağlanmıştı, aradan 20 yıl geçtikten sonra 2015’e gelindiğinde ne yazık ki, Güneydoğu’da alan hâkimiyeti sırf sözde çözüm sürecinin bir eseri olarak tekrar bölücü örgütün kontrolüne geçmiştir.
2015-2025 arası
Hendek operasyonları, bölücü örgüt ile güvenlik güçlerinin ülke sınırları içesinde karşı karşıya geldikleri son büyük çatışma ortamıdır. Bundan sonraki çatışmalar, “Pençe” ön adını taşıyan bir seri operasyonlarla sınır ötesinde devam etmiştir.
15 Temmuz 2016’daki FETÖ hain darbe girişiminin ardından, ABD’nin yönlendirmesiyle, Ortadoğu’da İsrail’in güvenliği için tüm gözler ve dikkatler Suriye’nin kuzeyine çevrilmiştir. Suriye’nin kuzeyi ayrı bir inceleme konusudur.
Örgütün gerçekleştirdiği son katliamı, 13 Şubat 2021’de Kuzey Irak’ta Gara bölgesinde, 5 yıldır rehin tuttukları 10 güvenlik görevlisi ve 3 sivilin öldürülmesi olayıdır. [7]
Bölücü terör örgütü nihayet 12 Mayıs 2025 de, etrafa zehir saçan bir dil kullanarak sözde kendini feshettiğini açıklayan bir bildiri yayınlamıştır.
Değerlendirme
Halihazırda önümüzde örgütün silah bıraktığını ve müteakip süreçte ne olacağını, net ve açık bir dille ortaya koymadığı ve cumhuriyet tarihimize ağır saldırı içeren bir üslûpla kaleme alınmış, çelişkilerle dolu sözde bir bildiri var.
Ulusal ve uluslararası yasal zeminde hukuki varlığı olmayan yasa dışı bir terör örgütünü muhatap kabul ederek, bu örgütle birtakım aracılar vasıtasıyla yapılan karşılıklı görüşme, anlaşma ve açıklamaların hiçbir yasal dayanağı yoktur ve geçersizdir. Sırf bu nedenle Türkiye açısından kabul edilemez ve reddedilmesi gereklidir.
Diğer yandan karşınızda verdiği hiçbir söze uyma eğilimi göstermeyen, hiçbir hâl ve şartta güven duyulmayan, uluslararası terör örgütü olarak tanınan bir kitle ve bu kitle ile (sözde birinci çözüm süreci 2009-2015) yaşanılan acı ve hazin dolu bir tecrübe vardır.
Siyasetin başlangıçta ortaya koyduğu politik hedef, Türkiye’nin 40 yılı aşkın bir süredir sürdürdüğü terörle mücadelenin doğasına ve ruhuna uygun olmalıdır. Ülkenin bir kısmının karşı çıktığı, içini acıtan, yüreğini yakan, vicdanını sızlatan stratejik kararların, toplumun maşeri vicdanında karşılık bulmayacağı çok açıktır.
Terörle mücadele konusunda alınan stratejik kararların, toplumun kahir ekseriyeti tarafından benimsenmesi, ortak değerler bütünü olarak değerlendirilip tasvip edilmesi elzemdir. Bu konudaki toplumsal mutabakat ön koşuldur. Şayet bu olmazsa, ulaşılmak istenen hedefe ulaşmada izlenen süreç akamete mahkûm edilerek başarısız olur ve sonu hüsranla biter.
Sonuç
Türkiye’nin 40 yıllık terörle mücadelesinde belli dönemleri kapsayan kırılma anları yukarıda özet olarak ortaya konulmuştur. Bize göre bu gidişin asıl kırıldığı iki nokta vardır. Birincisi, terörist başının yakalandığı ve terörün kesildiği 1999-2004 arasındaki dönem, ikincisi ise, 2009-2015 yılları arasında uygulanan sözde birinci çözüm süreci dönemidir.
Düşmanlık bu tip örgütler için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır.
Örgütün 12 Mayıs’ta yayınladığı bildiriden önce, üst düzey teröristleri tarafından, “yeni döneme uygun bir örgütlenmeye gidiyoruz, bu halk örgütsüz kalamaz’’ şeklindeki, aynı zamanda tehdit içeren söz ve beyanları başlı başına güvensizlik ifadesidir.
Bu halk örgütsüz kalamaz demek, terör ve şiddetten kopamaz anlamı taşır. Nitekim silah ve şiddeti varlıklarının bir parçası olarak gören bu tip örgütler, en küçük bir tereddüde düştüklerinde veya kendi açılarından işlerin iyi gitmediğini gördüklerinde, derhal tekrar silaha sarılırlar.
PKK gibi kanlı ve katı disiplinli, aynı zamanda acımasız hiyerarşik yapıya sahip örgütler, ancak düşmanlık ortamında varlıklarını sürdürebilirler, düşmanlıktan beslenirler ve günün sonunda mutlaka tutunacak yeni bir dal bulurlar.
Türkiye’nin sinesine saplanan bu hain terör hançeri, 40 yılı aşan bir süreden beri binlerce vatan evlâdının hayatını kaybetmesine ve ülkenin milyarlarca lirasının heba edilmesine sebep olduğunu biliyoruz.
Eldeki verilere göre, 15 Ağustos 1984-15 Ağustos 2024 tarihleri arasında geçen 40 yıllık sürede, 6387’si TSK personeli, 1512 Güvenlik Korucusu, 587’i polis, 6416’sı sivil vatandaşımız olmak üzere toplam 14902 değerimiz şehit edildi. Bir de Gazilerimiz var. 16140’ı TSK mensubu, 2301’i Güvenlik Korucusu, 2626’sı polis ve 600’ü sivil vatandaş olmak üzere toplam 21667 değerimiz yaralandı.[8]
Bu tabloya bakarak devletin bundan sonra atacağı adımların daha da önem kazandığı değerlendirilmektedir.
Türkiye’nin her şeyden önce iyi yetişmiş, önüne koyulan tuzakları fark eden ve buna önlem alan devlet adamlarına mutlak surette ihtiyacı vardır.
İyi yetişmiş bir devlet adamı, siyasetçi, diplomat, bürokrat, asker, polis kim olursa olsun tuzağa düşmez, düşmemelidir.
Tuzağa düşmemenin olmazsa olmaz koşulu yakın tarihimizi, bilhassa Türkiye Cumhuriyeti tarihini ve Türk siyasi tarihini iyi bilmekten geçer.
KAYNAKLAR:
[1]https://tr.wikipedia.org/wiki/PKK
[2] https://www.karar.com/yazarlar/taha-akyol/kurt-hareketi-ve-demokrasi-1603879
[3]PKK VE TÜRKİYE- Osman Ararat-Andaç Yayınları,2015
[4] https://www.sozcu.com.tr/14-bin-902-sehit-21-bin-667-gazi-ve-yakinlarini-unutmayalim-p147047
[5] PKK VE TÜRKİYE- Osman Ararat-Andaç Yayınları,2015
[6]https://tr.wikipedia.org/wiki/Hendek_operasyonlar%C4%B1
[7] https://tr.wikipedia.org/wiki/Gara_Katliamı
[8]https://www.sozcu.com.tr/14-bin-902-sehit-21-bin-667-gazi-ve-yakinlarini-unutmayalim-p147047
- TERÖRLE MÜCADELEDE KIRILMA ANLARI - 20 Mayıs 2025
- BÖLÜCÜ TERÖR ÖRGÜTÜ KONGRESİ TOPLANACAK MI? - 5 Mayıs 2025
- ATATÜRK’ÜN JEOPOLİTİK BAKIŞI - 1 Mayıs 2025
- JEOPOLİTİK VE ÖNEMİ - 17 Nisan 2025
- BİTMEYEN PARÇALAMA VE BÖLME ÇABALARI - 22 Şubat 2025
- TÜRKİYE’NİN ÜNİTER YAPISINA KURULAN TUZAKLAR - 8 Ocak 2025
- ESAD REJİMİ SONRASI SURİYE ÇIKMAZI - 9 Aralık 2024
- SORUNUN ADI - 6 Kasım 2024
- BÖLGE YENİDEN YAPILANDIRILIYOR - 24 Ekim 2024
- DEVENİN KİNİ VE MÜLTECİ SORUNU ÜZERİNE - 25 Eylül 2024