Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Eski adı ile Levant olan Doğu Akdeniz bölgesinde doğalgaz krizi bayağı ciddi boyutlara ulaşmaya başladı.

Kıbrıs Rum tarafı, Kıbrıs Adası’nın Kuzey yarısında yaşamlarını sürdüren Kıbrıslı Türkler ve Türkiye’yi yok sayarak tek taraflı ilan ettikleri egemenlikleriyle, tek başlarına anlaşmalar yapmakta, ittifaklar imzalamakta. Tabi burada önemli olan Rumların ne yaptığı değil, üst akılların bölgedeki girişimleri.

Rum lider Anastasiadis’in yaptığı açıklamada, “Türkiye ve Kıbrıs Türk liderliğinin isteksizliği nedeniyle Kıbrıs müzakerelerinin yeniden başlaması imkânsız.” demesinin nedeni güvencesinin ABD ve AB olması. İstediği ise, asırlardır yaptıkları gibi, Batılı devletlerin Türkiye’ye yapacakları baskılar ile Kıbrıs Adası’na tamamen hâkim ve egemen olmak…

Rusya’nın asırlardır süregelen arzusu da, Doğu Akdeniz’de güvenli bir yerinin olması. Aslında adının ne olduğu çok önemli değil; istediği, Kıbrıs’taki Ağrotur (Akrotiri) ve Dikelya gibi tamamen kendine ait toprağının bulunması.

Gelelim komşumuz Suriye’ye. Suriye’nin petrol üretimi bilinenden çok daha fazla ve zengin. Petrol yerin sadece 250 metre altında olduğundan çıkarması çok kolay. Toplam olarak 14 petrol kuyusu var ve üretimi de 6-7 milyar varil civarında. Kıyaslama yapmak gerekirse; dünyanın en zengin petrol yataklarına sahip olduğu iddia edilen Suudi Arabistan’ın petrol üretimi 12 milyar varil düzeyinde. Sadece bu bilgi bile niye Rusya’nın ve ABD’nin Suriye’de olduklarını açıklamakta. Doğu Akdeniz’deki doğalgaz yatakları da üç aşağı, beş yukarı aynı konumda.

Rusya’nın dünyanın en zengin doğalgaz yataklarına sahip olduğu iddia ediliyor ancak 2009 verilerine göre İsrail’in Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) içinde yer alan Tamar’da 260 milyar metre küp (m3) ve Leviatan’da da 450 milyar m3 doğalgaz rezervi bulunmakta. 2012 verilerine göre de Afrodit bölgesinde 200 milyar m3 doğalgaz rezervi mevcutken, bölgedeki toplam doğalgaz rezervi yaklaşık 900 milyar m3 civarında. Bu rakam ise Rusya’daki rezervin yarısına denk geliyor.

Bölgedeki petrol ve doğalgaz kaynaklarının varlığı ve büyüklüğü Suriye ve Kıbrıs’ta mevcut sorununun niye çözülemediğinin yanıtını veriyor. Sorunun kökeninde yatan üst akıl ise Avrupa Birliği (AB).

AB’nin yumuşak karnı enerji. Kara kıtada artık herhangi bir yeraltı zenginliği kalmadığı için enerji gereksinimlerini de Rusya’dan petrol ve doğalgaz alarak karşılayabiliyorlar. Diğer üretici ülkelerden tedarik edilen petrol ve doğalgaz taşımacılık ve depolama nedeni ile Rusya’nınkinden daha pahalı. Avrupa an itibarı ile Rusya’ya bağımlı, hem de fena halde bağımlı. AB bu olasılığı bertaraf edebilmek adına Rusya’yı devre dışı bırakmak istediği için de gözünü Suriye’ye ve Doğu Akdeniz’deki enerji yataklarına dikti.

Bu amaca ulaşmak için, “Suriye’de PYD ve PKK’yı silah ve para desteği ile güçlendirmek, Kuzey Irak’tan başlamak üzere Doğu Akdeniz’e kadar ulaşan güvenli ve PYD-PKK kontrolünde bir bölge oluşturmak ve bu bölgeye petrol boru hattını döşeyerek Kerkük petrolünü kendi kontrolündeki bu bölgedeki bir limana akıtmak ve Avrupa’ya göndermek” şeklindeki planlarını devreye koydular, şahit olduğumuz gibi.

Doğalgaz konusunda da AB’nin hedefi Doğu Akdeniz’den çıkarılacak doğalgazı İsrail, Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan arasında yapılacak bir anlaşma ile Avrupa’ya taşımak. Bu nedenle de Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan ve İsrail liderleri belirli aralıklarla toplanarak 2018 sonunda East Med doğalgaz boru hattı projesinin mutabakatını yaptılar.

Bu kapsamda İsrail, Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan arasında yapılan işbirliği görüşmeleri ticari önem kazanmakta ve Doğu Akdeniz’deki politik krizi de tetikleyici hale gelmekte. Özellikle Exxon-Mobil grubunun yetkilileri ile Atina’da yapılan görüşme ve Exxon-Mobil grubunun Katar Petrol Şirketi ile arama ve sondaj yapmasına karar verilmesi bölgede bir takım sıkıntıların çıkacağının habercisi.

Güney Kıbrıs-Fransa İlişkileri

2018 yılının başında Kıbrıs Rum Yönetimi ile Fransa arasında imzalanan yeni askeri işbirliği anlaşması ile AB Yapılandırılmış Daimi İşbirliğinin (PESCO) iki ülke arasındaki ilişkiler ve özellikle denizcilik alanındaki ilişkilerin daha da derinleştirilmesi için yeni bir çerçeve oluşturdu ve ilk adım atıldı.

Akdeniz bölgesinde deniz ve enerji güvenliğinin sağlanması ve özellikle Rumların Türkiye’den geldiğini iddia ettikleri tehditleri ve Türkiye’nin zorluk yarattığı şeklindeki asılsız argümanları “stratejik önem taşıyan konular” olarak Avrupa Birliğinin önüne koymaları nedeni ile Fransa ile yapılan bu işbirliği ve askeri anlaşmalarla, Rumlar Doğu Akdeniz’de kendilerinin, direkt olarak Fransa’nın endirekt olarak da AB’nin koruması altına girdiklerini düşünüyorlar.

Doğu Akdeniz’i tek yanlı olarak parselleyen ve doğalgaz sondajlarına hız veren Kıbrıs Rum Yönetimi, Türkiye ve KKTC’nin olası müdahalesini engellemek amacıyla Fransa’yla 1 yıl önce 4 Nisan 2017 tarihinde Paris’te imzaladığı askeri işbirliği anlaşmasını 24 Ocak 2018 tarihinde kapsamını genişleterek yeniledi ve 6 Temmuz 2018 tarihinde de Resmi Gazetesinde yayınlayarak 10 yıllığına uzattı.

Söz konusu anlaşma, iki ülke arasında enerji ve deniz güvenliği, korsanlığın önlenmesi, kriz yönetimi ve erken uyarı alanlarında işbirliği yapılmasını öngörmekte ve Güney Kıbrıs’ın Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde (MEB) olası Türk tehditlerine karşı Fransa ile birlikte karşı koymayı hedeflemekte.

10 yıl uzatılan bu anlaşma ile Güney Kıbrıs’taki hava ve deniz üslerini daimi kullanma hakkını da elde eden Fransa,  Doğu Akdeniz’de Rumların tek taraflı ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölge’de sondaj ve deniz trafiğinin güvenliğini de üstlenmiş oldu.

Bu anlaşmadan sonra Fransız kökenli enerji devi Total, İtalyan ENI ile ortak kiraladıkları Kıbrıs Adası’nın batısında, bir başka ifadeyle Antalya açıklarındaki 6 numaralı parselde, sondaj çalışmalarını 2018 yılı kış aylarında başlatmayı hedefliyor.

4 Nisan 2017 tarihinde Paris’te imzalanan,  24 Ocak 2018 tarihinde kapsamının genişleterek yenilenen ve 6 Temmuz 2018 tarihinde de Resmi Gazetesinde yayınlayarak 10 yıllığına uzatılan “Askeri İşbirliği Anlaşması”nın ek maddeleri şunlar:

  1. Fransız Silahlı Kuvvetleri, Kıbrıs Cumhuriyeti toprakları içindeki hava ve deniz üslerini sürekli kullanmak ve Doğu Akdeniz’deki enerji sondajlarıyla deniz trafiğinin güvenliğini Kıbrıs Cumhuriyeti donanması ile birlikte sağlama hakkına sahiptir.
  2. Fransız Silahlı Kuvvetleri, Larnaka’da bulunan Mari deniz üssünün modernleştirilmesi, askeri teçhizat transferi ve Rum askerlerinin Fransız askeri okullarında eğitimine katkıda bulunacaktır.
  3. Kıbrıs sorunu çözülür ve Türklerle Federal bir devlet kurulması durumunda anlaşma kendiliğinden iptal olmuş addedilecektir. Tarafların talepleri durumunda yeniden onaylanabilecektir.
  4. Anlaşma 10 yılda bir yeniden gözden geçirilecektir.

ABD-Suriye ilişkileri

ABD’nin niyeti tüm Orta Doğu’daki petrole hâkim olmak. Bu nedenle de hedefi Suriye’deki Rus varlığına son vermek ve Suriye’deki petrol üzerinde de söz sahibi olmak. Bu amaçla, Esad hükümetini yıpratmak ve Suriye’de askeri varlıklarını sürdüren Rusya ile İran’ın askeri güçlerini zayıflatmak için vekâlet savaşlarına hız vermiş durumda.

Geçmişte olduğu gibi Türkiye’yi, yerel tabirle “Çantada Keklik” sanan ABD’nin, Irak petrolünü Kerkük’ten başlayan ve Türkiye’nin güney sınırları boyunca gidip, Yayladağı’nın güneyindeki Alassawiyah kasabasından Akdeniz’e ulaşan boru hattı ile taşımak projesi, Türkiye’nin karşı çıkması nedeni ile bozuldu. Boru hattını korumak için oluşturulacak yapay Kürt Yönetiminin güney sınırları boyunca uzanacak olmasını tehlike olarak gören Türkiye’nin “Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı” harekâtları bu projeyi akamete uğratınca, ABD yeni bir hat oluşturmak zorunda kaldı. Türkiye tarafından projesi değiştirilmek zorunda bırakılan boru hattının yeni güzergâhı, şimdilik Kerkük, Musul, Deyrizor, El Tanf ve Hayfa olarak belirlenmiş gözüküyor.

ABD, Rusya’nın Suriye’de hava, deniz ve kara üssü kurmasını bahane edip kendisi de İngiltere ile birlikte El Tanf ve Rakka yakınındaki Tabka’da birer askeri üs oluşturdu. El Tanf üssü gerçekte çok stratejik bir konumda. Suriye’nin Güney kara sınırında, Irak ve Ürdün sınırlarının kesiştiği noktada.  ABD, El Tanf’da para ile tuttuğu teröristleri eğitiyor ve IŞİD ile mücadeleyi bahane edip Suriye’de kalıcılaşma nedenlerine yasal boyut kazandırmaya çalışıyor.  ABD, terör örgütü YPG’ye silah, personel ve lojistik desteği verebilmek için Suriye’deki yerleşimini kalıcılaştırmak için bir adım daha attı ve ikisi hava üssü olmak üzere 10 askeri yerleşim noktası daha kurdu. (Anadolu Ajansı 27.7.2017)

ABD’de faaliyet gösteren ve ABD’nin dış siyasetinde etkili olan “Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi”nin (Centre for Strategic & International Studies-CSIS) 2018 yılı ilkbaharında yayınladığı raporda;

  • Türkiye artık ABD’nin, Soğuk Savaş Dönemi’ndeki gibi bir müttefiki değil,
  • ABD’nin Türkiye’deki askeri üslerini gerek gördüğü zaman daha güvenilir olan Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi topraklarına taşıması gerektiği,
  • Güney Kıbrıs Rum Yönetimi topraklarının askeri yığınak için çok uygun bir konumda olduğu,
  • NATO’nun Güney Kıbrıs Rum Yönetimi topraklarına yapacağı yığınağın önünde en büyük engelin Türkiye ve Rusya olduğu,
  • NATO’nun Güney Kıbrıs Rum Yönetimi toprakları üzerinde kalıcılaşmasının önündeki engelin KKTC ve KKTC’de konuşlanmış Türk Silahlı Kuvvetleri’nin olduğu,
  • Türkiye’nin Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de etkisinin ve belirleyici siyasi gücünün azaltılabilmesi için Akdeniz’den izole edilmesi gerektiği, ifadeleri yer aldı.

Bu raporun sonrasında ABD, Fransa ve İngiltere Suriye’nin kuzeyinde, içinde NATO güçlerinin de yer alacağı ortak kullanımlı bir koridor oluşturdular. Bu gücün verdiği güvenle, Fransız petrol şirketi TOTAL, İngiliz petrol şirketi British Petroleum ve ABD’li petrol şirketi Exxon-Mobil bölgede faaliyete başladı. NATO, ABD, Fransa, İngiltere ve bu ülkelere ait petrol şirketleri sayesinde Suriye’nin kuzeyinde yer alan söz konusu bölge de uluslararası nitelik kazanmış oldu.

Suriye-Rusya İlişkileri

Rusya’nın da Suriye’de, İngiltere’nin Kıbrıs’ta bulunan Akrotiri ve Dikelya üslerinin benzeri üsleri bulunmakta. Rusya’nın, Suriye’nin güneyinde, Akdeniz kıyısındaki Tartus ilindeki Tartus Limanı’nda bir Donanma üssü, Hmeymim’de de Hava Üssü mevcut. (Defence News) Rusya,  ABD’nin işgal mantığı ile kurduğu askeri üslerin aksine askeri üslerini Suriye yönetimiyle yapılan anlaşmaya istinaden, yasalara ve kurallara uygun olarak kurmayı tercih etti. (Defence News) Rusya’nın bu üsler üzerindeki yasal imtiyazlarının ABD ve AB’yi kabus boyutlarında rahatsız ettiği biliniyor.

Rusya’nın Ermenistan, Azerbaycan, İran ve Suriye’den oluşan hilal içinde toplamda sekiz adet hava, kara ve deniz üssü bulunmakta. Rusya bu askeri gücü ile ABD’nin günümüzde özellikle Doğu Akdeniz’de konuşlandırdığı “6’cı Filo’yu” vuracak, paralize edecek veya da çalışmaz hale getirecek konumda. 2011’de başlayan Suriye iç savaşından sonra Rusya, ABD’nin Suriye’ye, Irak benzeri askeri müdahalesini önlemek amacı ile 10’dan fazla ileri teknoloji donanımlı gemisini bölgede konuşlandırdı ve askeri tatbikatlar yaptı. Bu askeri tatbikatlardan bir tanesini de, “Rus ve Çin savaş gemileri arasında Doğu Akdeniz’de koordinasyon ve operasyonel uyum seviyesini artırmak” amaçlı olarak Çin Donanması’na ait gemilerle birlikte yaptı. Bu tatbikattan sonra da Çin savaş gemilerinin Doğu Akdeniz’deki varlığı ile Çin’in bölgeye olan stratejik ilgisi net bir şekilde ortaya çıktı.

Günümüzde Rusya’nın Doğu Akdeniz’e yönelik stratejisi, Karadeniz’deki donanmasından aktarmalar yaparak Akdeniz Donanması’nı oluşturmak ve mevcuda ilaveten 36 adet son sistem teknoloji ve silajlarla donanmış savaş gemisini de Akdeniz donanmasına katmak. 2020 yılına kadar Rusya’nın Akdeniz Filosu, diğer donanmalara karşı bölgedeki etkin denge unsurlarından bir tanesi ve caydırıcı güç olacak.

Tüm bunların yanında Suriye hükümeti Rusya ile Doğu Akdeniz’de yer alan Münhasır Ekonomik Bölgesindeki petrol ve doğalgaz arama ve çıkarma anlaşmasını yaparak tüm haklarını Rusya’ya devretti. Rusya’da devlet adına doğalgaz arama ve ihracatını yapan Gazprom şirketinin, imtiyaz alınan bölgede arama faaliyetlerine başlaması ile Rusya bölgede askeri varlığına ilaveten doğalgaz ve petrol konusunda da söz sahibi konumuna yükselmiş oldu. Zaten bu anlaşma, kendiliğinden Rusya’yı Suriye’nin kıyı şeridinin ve Münhasır Ekonomik Bölgesinin güvenliğinden de sorumlu hale getirmişti. Suriye’nin iç savaş sonrasında bölünmesi durumunda da Rusya’nın bölgedeki varlığının yasal kalıcılık statüsüne yükseleceği öngörü olmaktan öte, beklenen bir durum.

Güney Kıbrıs-Rusya ilişkileri

Rusya, Suriye’nin Tartus Limanı’nda deniz üssü, Hmeymin’de de hava üssü kurarken, alternatif olarak da -esasen ABD’nin Kıbrıs Adası’na yerleşmesini önlemek amaçlı- Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Kıbrıs adası içinde kalıcı üs kurmak girişimleri başlatmış durumda. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Rusya’nın Akdeniz Donanması’nın güney kıyılarında, Larnaka şehrinin batısındaki Mari (Tatlısu) köyündeki limanı askeri amaçlarla, Limasol Limanı’nı lojistik destek amaçlı kullanma amacıyla işbirliği anlaşmasını yapan Rusya, bundan sonra, Baf yöresindeki, (adını 1964 yılında Kıbrıs’a bir tümen Yunan askeri gönderen dönemin Yunanistan Başbakanı Andreas Papandreu’dan alan) Andreas Papandreu havaalanını da askeri ve sivil amaçlı kullanmak üzere bir anlaşma yaptı.

Rusya, Suriye ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile yapmış olduğu işbirliği anlaşmalarından sonra Rus Donanması Suriye’nin Tartus Limanı ile Güney Kıbrıs’ın Mari ve Limasol Limanları’nı resmi anlaşmalarla kullanma hakkına sahip oldu.

Buna karşın Rusya, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne Rusya’da yatırım yapmak imtiyazını verdi. An itibarı ile Kıbrıslı Rum şirket ve işadamlarının Rusya’ya yaptıkları yatırım 260 milyar dolar civarında. Bu nedenle de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Rusya’ya en fazla yatırım yapan ilk beş ülke arasında, beşinci sırada. Rusya ise Güney Kıbrıs’ta yapılan yatırımların yüzde 80’ine sahip. An itibarı ile karşılıklı ticaret hacmi 600 milyon civarında.

Kıbrıs’ta KKTC’nin sahibi Kıbrıslı Türkler ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (sözde Kıbrıs Cumhuriyeti) sahibi Kıbrıslı Rumlar arasında müzakerelerin başlatılmasının ve 2004 yılında alelacele Annan Planı’nın her iki kesimde eşzamanlı olarak referanduma konarak “Birleşik Kıbrıs Devleti”nin kurulmasının istenmesinin nedeni, gerçekte Kıbrıs adasını Rusya’nın etkinlik alanı dışına çıkarmak projesi idi. Günümüz itibarı ile Kıbrıs Adası’nın tümü ile ilgili Batı Bloku’nun hedefi her ne kadar önem yitirmeye başlamışsa da şimdi ana hedefi Rusya’nın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni limanlarında konuşlanmamasına ve kalıcı hale gelmemesine dönüşmesi ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Rusya ile olan stratejik ve ekonomik bağlarının zayıflatılması ve uzun vadede sona erdirilmesi oldu.

Suriye-Çin ilişkileri

Dünyanın günümüzdeki dört aktöründen birisi olan Çin, Ortadoğu konusunda aleni bir faaliyet göstermese de ABD’nin dünya petrol rezervlerinin yüzde altmışını yönetmesine seyirci kalacak gibi gözükmüyor zira Çin’in de Akdeniz’e yerleşmek niyeti var. Bu nedenle de AB üyesi bir devlet olan Yunanistan ile yıllarca önce yaptığı ticari anlaşma sonrasında Girit Adası’nda tamamen Çin’in kontrolü altında bir ticari üsse sahip oldu. Bu imtiyazın devamı olarak da imzaladığı stratejik anlaşma ile Pire Limanı’nın büyük bir kısmını kendi kontrolü altına aldı.

Girit Adası’ndaki ticari üssünde AB’nin geçerli yasalarına göre imal ettiği Çin menşeli ticari eşyalar, Yunanistan kökenli olarak AB’ye sıfır gümrük ile girmekte.

Çin’in enerji açlığı kendisini Doğu Akdeniz, Hazar Denizi ve Ortadoğu’ya ister istemez yönelmiş durumda. Bu nedenle de tarihi “İpek Yolu”na çok önem veriyor. Kıtalar arası bir ulaşım projesi olan İpek Yolu, Çin’den başlayarak, Orta Asya, Rusya ve Avrupa kıtası üzerinden geçerek İngiltere’de son bulan mega bir ulaşım projesi olarak nitelendiriliyor. Proje hayata geçtiği vakit Çin, Pasifik’ten Atlantik Okyanusu’na kadar ekonomik ve dolaylı olarak da siyasi etkisini genişletmiş olacak.

Batı Bloku-Türkiye İlişkileri

Batı bloku, Türkiye’nin Kıbrıs’tan ve Doğu Akdeniz’den çıkarılarak, bölgesel egemenliğine son verilmesi için üç aşamalı ve beş maddeli bir strateji planı yapmış durumda. Planın amacı önümüzdeki 10 yıl içinde Türkiye’nin zayıflatılması ve bölgede pasif hale getirilmesi. Türkiye, bu planın karşıtı olarak ve de bölgede varlığını sürdürebilmek için enerjiye ve bölgesel hâkimiyetine yönelik kendi strateji planını yapmak zorunda.

Batı Blokunun ileriye dönük hazırladığı Stratejik Planın en önemli kısmını oluşturan Üç Aşama özetle şu maddelerden oluşuyor:

–   Türkiye’de önümüzdeki 10 sene içinde iç savaş çıkarılması,

–   İsrail ile Suudi Arabistan’ın bölgede stratejik ortak ve müttefik haline getirilmesi,

–   PKK-PYD terör örgütünün, hukuk dışı olmaktan çıkarılarak yasal hale getirilmesi.

Stratejik Plandaki üç aşamanın gerçekleşmesini sağlayacak olan beş madde özetle şunlar; (Atun, 2018)

1-  Türkiye’nin Kıbrıs Adası’ndan ve Doğu Akdeniz’den çıkarılarak bölgesel egemenliğine son verilmesi,

2-  İsrail ile Suudi Arabistan’ın bölgede stratejik ortak ve müttefik haline getirilmesi,

3-  Irak ve Suriye’nin parçalanması,

4- İkinci Dünya Savaşı sonrası belirlenen Irak ve Suriye sınırları içindeki Batı blokunun mutlak denetiminde yeni devletlerin oluşturulması,

5-  PKK / PYD terör örgütünün, hukuk dışı olmaktan çıkarılarak yasal hale getirilmesi.

Doğu Akdeniz

Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ın güneyi, İsral’in batısı ve Mısır’ın kuzeyi arasındaki Leviathan Off Shore bölgesinden çıkartılacak olan doğalgazın, Kıbrıs-Girit-Yunanistan-Arnavutluk-Adriyatik Denizi-İtalya üzerinden geçecek olan bir boru hattı ile AB’ye ulaştırılması projesi 2013 tarihinde yapıldı. Projenin yapılabilirlik / olabilirlik (fizibilite) aşamasına gelinince, deniz derinliğinin 860 metre olması, derin deniz geçişine (Deep Sea Passage) gerek duyulması ve deniz tabanının tektonik olması buna ilaveten de maliyetin Leviathan-Mersin hattına kıyasla neredeyse 3 misli (tam olarak 2,8 misli) olması nedeni ile uygulanamaya konamayacağı ortaya çıktı. Bu aşamada İsrail hükümeti Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ile 2016 yılının Ekim ayında bir ön protokol imzalayarak “Leviathan-Mersin Doğalgaz Boru hattı Anlaşması”nın çalışması başlatıldı.

Bu hattın tamamlanması ve Doğu Akdeniz’den çıkarılacak doğalgazın Mersin’e ulaşması sonrasında, Mersin Limanı’ndaki Doğalgaz özel limanı, mesleki tabirle “hub”, yani ana dağıtım merkez üssü haline gelecek. Buradan da Türk Akımı 1 hattı ve Türk Akımı 2 hattına ilaveten Marmara Denizi’nin güneyinden, Çanakkale Boğazı’ndan geçerek Yunanistan, Arnavutluk ve İtalya üzerinden AB’nin ana dağıtım merkezi olan Viyana’ya ulaşacak.

Öte yandan, ABD ile Türkiye arasındaki siyasi ve ekonomik kriz, tarafların politik geri adımlar atmaması ve olumlu bir mutabakat sağlanmaması durumunda ABD’nin Ortadoğu’yu kaybetmek ile yüz yüze kalması aşamasına gelmesi ile sonuçlanacak.

Nasıl mı? Türkiye’nin NATO’dan çıkması veya NATO ile bağlarını inceltmesi, Rusya’nın Ortadoğu’da üstünlük sağlamasına yol açacak. ABD’nin bir daha geçmişteki bölgesel üstünlüğü ve kendi lehine olan dengeyi kuramaması durumunda Ortadoğu’da, özellikle de Suriye, Irak ve İsrail’de gerginlik ve iç çatışmalar artacak, Doğu Akdeniz’deki doğalgaz ve petrol çıkarımı ise asgari düzeyde kalacak.

İsrail’in Türkiye ile yan yana olmak yerine karşı karşıya olması İsrail için bölgesel bir kayıp. İsrail’in gerçekte bölgede Türkiye’den başka güvenebileceği kalıcı ve istikrarlı bir ülke yok. An itibarı ile Leviathan ve Delek bölgelerinden çıkarılan doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa Birliği’ne gönderilmesi anlaşması yapılmış durumdayken, Türkiye’nin dışlandığı göstermelik Leviathan-Kıbrıs-Yunanistan boru hattı projesi, maliyet ve deniz dibi koşulları nedeni ile rafa kaldırılmıştır.

Batı Bloku’nun günümüz itibarı ile belirlediği hedeflerine de bir göz atacak olursak, ABD, Ortadoğu, Kıbrıs, Türkiye ekseninde bugün yaşananları yerlerine oturtmamız daha kolay olacak;

  • Batı Bloku’nun varlığının, ekonomik ve askeri etkinliğinin Doğu Akdeniz’de arttırılması,
  • Mevcut ve eski bölgesel ittifakların sağlamlaştırılması ve genişletilmesi,
  • Doğu Akdeniz’den çıkarılacak doğalgaz ve petrolün Batı Bloku’nun denetiminde ve güvenli bir şekilde Avrupa’ya ulaştırılması,
  • Rusya’nın bölgedeki ekonomik ve askeri varlığı ile etkinliğinin olası en asgari düzeye indirilmesi,
  • Türkiye’nin Kıbrıs Adası’ndan çıkarılarak Doğu Akdeniz ile ilişkisinin kesilmesi,
  • Birleştirilmiş Kıbrıs’ın savunmasının ve güvenliğinin AB tarafından üstlenilmesi,
  • Birleştirilmiş Kıbrıs’ın NATO üyesi yapılarak Batı Bloku sistemi içine alınması,
  • Rusya’nın ada ile olan tüm ekonomik ve askeri bağlarının koparılması, stratejik ilişkisinin kesilerek adadan tamamen çıkarılması,
  • Birleştirilmiş Kıbrıs’ın AB üyesi olması nedeni ile Münhasır Ekonomik Bölgesi içinde AB’nin ve ABD’nin tek söz sahibi olmasının gerçekleştirilmesi.