Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Kıbrıs ve Doğu Akdeniz Neden Önemli?

Son yıllarda Doğu Akdeniz’de gerçekleştirilen bir dizi doğal gaz sahası keşfinin ardından, büyük güçlerin ve bölgesel oyuncuların, Doğu Akdeniz bölgesine ve Kıbrıs’a yönelik stratejileri ve taktik atakları ivme kazandı. Öncelikle vurgulamakta yarar gördüğüm husus, Doğu Akdeniz’in ve özellikle Kıbrıs’ın sadece ya da ağırlıklı olarak doğal gaz keşifleri ve projeleri üzerinden değerlendirilmesinin, önemli olsa da eksik ve dolayısıyla yanıltıcı olacağı hususudur.

Doğu Akdeniz, dünya ispatlanmış petrol rezervlerinin % 47’sini, doğal gaz rezervlerinin % 43’ünü barındıran Orta Doğu coğrafyasının; Akdeniz’e, Ege’ye, Karadeniz’e, Kızıldeniz’e ve Atlantik’e açılan kapısıdır. Benzer biçimde, Afrika’nın da adı sıralanan denizlere ve Türkiye’ye Akdeniz üzerinden erişim coğrafyasıdır.  “Stratejik konumuna bağlı olarak, Türkiye’nin güvenliğinde en hassas dengelerinden birisini oluşturan Kıbrıs adası ise başta İngiltere, (Rusya, Çin, İsrail[1]) ve ABD olmak üzere Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve Avrupa Birliği ülkeleri açısından da stratejik ve askeri önemini korumaktadır.[2]

Adsız1

“Dünya ticaretinin yaklaşık olarak yüzde 30’u Akdeniz havzasından geçmektedir. Her gün ortalama 4 bin kargo ve ticaret gemisi Akdeniz’de seyir halindedir. Her yıl yaklaşık olarak 40 bin Rus ticaret gemisi, Türk Boğazları’ndan Akdeniz’e geçiş yapmaktadır…” “…Kıbrıs ise bu jeostratejik önem içerisinde; (petrol ve) doğalgaz kaynaklarına ve Akdeniz’e giriş-çıkışı sağlayan üç kapıdan biri olan Süveyş kanalına yakınlığı nedeniyle, bölgede enerji ve uluslararası ticaret güvenliğini ‘denetlemek için’ yerleştirilmiş olan İngiliz üslerinin ve Amerikalıların da birlikte kullandığı erken müdahale ile dinleme istasyonlarının konuşlandığı bir noktada bulunmaktadır. Kıbrıs adası, ABD ve İngiltere’ye, ‘istikrarsızlık odaklarına yakınlığı ve olası krizlere erken müdahale ve ikmal olanakları verme olanağı’ taşımaktadır.[3]

Prof. İlber Ortaylı’nın kendine has üslubuyla dile getirdiği şu gerçekler, Kıbrıs’ın ve Doğu Akdeniz’in önemini yeterince değerlendiremeyenler için uyandırıcı olabilir: “Rusya, sizin burnunuzun dibindeki Suriye’ye yerleşiyorsa, biraz uyanmanızı rica ederim. Rusya bir kara devletidir, denizcilik tarihi üç asrı geçmez. … Ama unutmayalım; nükleer bir deniz gücüdür. İngiltere gelip de Doğu Akdeniz’de birtakım yerlere yerleşmiş, en başta Kıbrıs’ta üsler almışken, Amerika koca donanmasını oralarda gezdirirken, Almanlar bile nereden akıllarına geldiyse, oralara yerleşmek istiyorlarsa, Rusya da tabii kendine bir yer arayacak. Bizim de orada olmamız lazım, çünkü evimizin girişidir.[4]

Gelelim İşin Doğal Gaz Boyutuna

Doğal gazın dünya enerji tüketimindeki payı, verimliliğine ve diğer fosil yakıtlardan daha az sera gazı salmasına bağlı olarak artıyor.  Halen, dünya enerji tüketiminde doğal gazın payı yaklaşık % 24. Uluslararası Enerji Ajansı’na göre, önümüzdeki yıllarda, enerji tüketiminde petrol ve kömürün payı azalırken, doğal gazın payının artması bekleniyor. Tükettiği enerjinin % 31’ini, elektriğin % 40 ile 50’sini[5] doğal gazla karşılarken, bu kaynağın teminini, neredeyse tamamen (% 99) ithalatla karşılayan Türkiye için, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs çevresindeki gelişmeler, doğal olarak yaşamsal önemdedir. Doğal gaz halen Türkiye enerji tüketiminin en kritik ve stratejik kaynağı konumundadır. Doğal gaz ithalatımızın  % 53’ünü[6] Rusya’dan, % 17’sini İran’dan yaparken, dış politikamızdaki mevcut tercihlerimizin, enerji arz güvenliğimizi riskli konuma getirdiğini de dikkate alırsak; Doğu Akdeniz doğal gaz keşiflerinin[7], ithal kaynaklarımızı çeşitlendirmek açısından da önemli bir seçenek sunduğunu söyleyebiliriz.

Adsız2

Doğu Akdeniz’de Son Dönemlerdeki Doğal Gaz Keşifleri

Doğu Akdeniz havzasında son yıllardaki en önemli keşifler, İsrail ve Mısır denizel alanlarında olmuştur. Kıbrıs’ın güneyindeki Afrodit sahasındaki keşif ise Kıbrıs adasındaki iki toplum açısından önemli olmakla birlikte, Rum kesiminin müzakerelerde “havuç ve sopa” taktiği ile kullanmasına alt yapı sağlayamayacak kadar sınırlı bir rezervdir. Kaldı ki söz konusu sahada, KKTC’nin de Birleşmiş Milletler tarafından tescil edilmiş; siyasi eşitlik, eşit egemenlik ve iki kesimlik ilkelerini çerçevesinde, bu kaynaklarda eşit hakkı vardır. Bu hak sadece “paylaşım” hakkı değil, kaynakların aranması ve geliştirilmesi sürecinde de birlikte hareket edilmesini gerekli kalan eşitliktir.

İsrail’in denizel alanında, başta Leviathan ve Tamar sahaları olmak üzere, bugüne kadar keşfedilen ispatlanmış doğal gaz rezervleri toplamı yaklaşık 1 trilyon metreküptür. Bu miktarın % 60’ının İsrail’in gereksinimi için kullanılması ve kalanının ihracı planlanmaktadır. Ekonomik değerlendirmeler, mevcut koşullarda, İsrail ve sahanın hissedarı şirketler açısından tartışmasız en uygun “pazarın”, Türkiye olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, İsrail ile yeniden geliştirilmeye çalışılan ilişkiler sürecinde, “üstten alması” gereken taraf İsrail değil, Türkiye’dir. Ancak kimi özel şirketlerin çıkarları temelinde, bu üstün konumun, gereğince kullanılamaması riski mevcuttur.  İsrail tarafı, elini güçlü göstermek için, diğer Pazar olanakları arasında Ürdün ve Mısır’ı da saymaktadır. Ne var ki Ürdün piyasası son derece sınırlıdır. Mısır ise son dönemde çok ciddi gaz keşifleri yaptığı için, İsrail gazına gereksinim duymamaktadır.

İsrail, doğal gazının Türkiye’ye taşınması için hevesli Türk şirketler nezdinde, çok yönlü çalışmalarını hızlandırmıştır. Aslında bu tür çabalar, kriz döneminde de kesilmemişti. İsrail, Akdeniz’in altından geçecek bir boru hattı ile gazın önce Türkiye’ye ve sonra da Avrupa’ya taşımayı, en uygun seçenek olarak değerlendirmektedir. Bu projede “GKRY’den ya da kıyıdaş diğer ülkelerin Münhasır Ekonomik Bölgeleri’nden (MEB) geçiş için onaya gerek olmadığı” da İsrail tezleri arasındadır. Bu tez, GKRY’nin böylesi “rakip bir proje”yi, “MEB’imizden geçemezsiniz” diyerek engelleme riskini de zayıflatmaktadır.

Mısır ise başta Zohr sahası olmak üzere, son yıllardaki doğal gaz keşifleriyle, “gaz ihracı için uygun bir ülke” konumundan çıkmıştır. İsrail gazının ihracında bir diğer temel sorun, sahaları işleten şirketlerin, İsrail iç piyasasında elde ettikleri satış fiyatını, ihraç etmeyi umdukları ülkelerde sağlayabilmelerinin hayli zor olmasıdır.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ise Afrodit sahasında gerçekleştirdiği gaz keşfini, KKTC ile sürmekte olan müzakerelerde, bir silah olarak kullanmaktadır. “Eğer bizim dikte ettiğimiz koşullarla anlaşmayı kabul ederseniz, o zaman bu ‘zenginlikten’ size de pay veririz” diye özetlenebilecek; deyim yerindeyse, hukuksuz ve küstah bir tavır içindedir. Bu rahatlığının ardında da AB’nin çok açık, ABD’nin biraz daha örtülü desteği vardır. Hatta “ikinci bir bahar yaşanmaya çalışılan” Rusya da son tahlilde, GKRY’yi destekleyen bir politika izlemektedir. Ancak belirttiğimiz gibi, mevcut koşullarda, Afrodit sahası rezervleri, ne doğrudan Yunanistan’a gidecek bir boru hattına, ne de LNG terminali inşası ile LNG pazarlamasına yetecek miktarda gaz içermemektedir. Ve bu sahada KKTC’nin de eşit hakları vardır. Mısır’da Zohr sahası ve onun ardından yapılan yeni keşiflerle (Nooros, Baltim, vb.), Afrodit gazının Mısır’a ihracı da pek mümkün görünmemektedir. Afrodit sahasının öncelikle her iki toplumun gereksinimine yönlendirilmesi ve geliştirilmesinin de KKTC ve GKRY tarafından birlikte planlanması gerekli görülmektedir.

Ne Yapmalı?

GKRY, bahsi geçen aktörlerin de etkin desteğiyle, bu oyunu KKTC’ye göre çok daha profesyonel biçimde oynamaktadır. Yerel ve uluslararası medyayı etkin kullanarak, KKTC üzerinde psikolojik üstünlük sağlamaktadır. Dünyada Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’e yönelik yapılan uluslararası toplantıların büyük bölümü Yunanlı/Rum düşünce kuruluşları tarafından organize edilmektedir. Afrodit sahası rezerv miktarının şişirilmesi, bu oyunun bir diğer ayağını oluşturmaktadır. Başlangıçta 198 milyar metreküp olarak ilan edilen rezerv, bir yıllık süre içinde, (bağımsız analizlerin de katkısıyla) nereyse yarı yarıya düşerek, 103 milyar metreküpe inmiştir[8]. Ada halkının gereksinimi için yıllarca yeterli olabilecek bu miktar, Rum tarafının tek başına ve Türkiye’yi “by-pass” ederek ihraç etmesine olanak verecek kapasitenin çok altındadır. Buna karşın Rum tarafı, sanki ekonomik olarak yapılabilirmiş gibi, Akdeniz’in 2000 metreyi aşan su derinliklerinden binlerce kilometrelik boru hattı ile Yunanistan’a ihracat, ya da LNG terminalleri inşa ederek, sıvılaştırılmış gaz ihracı gibi fantezileri, “havuç” olarak sallandırmaktadır! Oysa ancak 250 milyar metreküpün altındaki bir hacmin tek bir LNG terminali için ekonomik alt sınır olduğunu, bu tür projelerde ise en az iki adet üniteye gereksinim olduğu bilinmektedir. Ancak eksiğimiz, KKTC (hatta Türkiye) tarafında, bu konuları profesyonelce ve tüm boyutlarıyla (teknik, ekonomik, hukuki, siyasi, vb.) takip eden bir yapının, yıllardır yapılan tüm önerilere karşın hayata geçirilememiş olmasıdır.

Kıbrıs’ta sürdürülmekte olan müzakerelerde öncelik, “atın önüne araba konması” örneğindeki gibi, “toprak tavizi/pazarlığı” konusunda düğümlenmiş görünmektedir[9]. Oysa Türk tarafı için yukarıda değinilen stratejik önemdeki konular; Kıbrıs Türk toplumu ve Türkiye’nin güvenliği için yaşamsal önemdeki hakların (garantörlük, egemenliğe sahip iki kesimli devletin var olması, Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın veto yetkisini taşıması, iki meclisli yapı, vb.) öncelikli olarak sağlanmasını yaşamsal kılmaktadır. Rum tarafının doğal gaz konusunda yarattığı fiili durum da  aynı biçimde, “atın önüne arabanın konulması” yaklaşımıdır. Burada da, eğer gerçekten çözüm isteniyorsa, yapılması gereken, her iki toplumun, hidrokarbon arama, saha geliştirme, üretme ve pazarlama süreçlerini, eşit biçimde birlikte planlaması ve projelendirmesidir. Böylesi bir yaklaşım, hukuka ve hakkaniyete çok daha uygun olacağı gibi, birlikte çalışma pratiği, çözümün önünü açabilecek işlevsel bir anahtar görevi yapabilir.

KKTC ve Türkiye’ye düşen görev, her iki devletin bu konuda yetkin kadrolarını bir araya getirerek; işin teknik boyutunun yanı sıra ekonomik, hukuki, siyasi ve diğer boyutlarını bütünleşik bir şekilde ve sürekli değerlendirecek ve doğal kaynaklar stratejisine yön gösterecek yeni bir yapılanmaya gidilmelidir. Bu yapılanma, KKTC ve Türkiye’den belirlenecek ikişer üniversitenin katkıları, kamu ve özel sektörden konunun uzmanı isimlerin de katılımı ile KKTC’de yerleşik bir Enerji Politikası Merkezi biçiminde oluşturulabilir. Görüşlerimizin en geniş biçimde KKTC ve Türkiye’nin yanı sıra, uluslararası planda da yayılması için etkin bir iletişim alt yapısı da kurulmalıdır.

[1] Yazarın ilavesi

[2] Doğu Akdeniz’deki Gelişmeler: Postmodern Dönemde Realizmin Yeni Bir Tezahürü mü; Eyyub Kandemir, A. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013

[3] KIBRIS’TA SON SÖZ SÖYLENMEDİ Paneli, Türkiye Barolar Birliği, Ergün OLGUN (KKTC Cumhurbaşkanlığı E. Müsteşarı ve Görüşmecisi), Türkiye Barolar Birliği Yayınları : 327, Eylül 2016, Ankara

[4] “KIBRIS’ta SON SÖZ! KİM SÖYLEYECEK? (Panel konuşmaları)” 05.01.2017, İstanbul

[5] Özellikle, hidroelektrik santrallarını besleyen barajların doluluk oranına bağlı olarak

[6] 2016 geçici verisi (EPDK). Bu oran, 2015’te % 55’di.

[7] Bölgede son dönemdeki keşifler, petrolden ziyade doğal gaz ağırlıklı olduğundan, analizimiz doğal gaz üzerinden yapılmaktadır.

[8] Kıyaslama yönünden bir fikir vermesi bakımından, Türkiye’nin bir yılda tükettiği gaz miktarı (2016’da) yaklaşık 48 milyar metreküptür.

[9] “Kıbrıs müzakereleri: ‘Türk tarafına yüzde 29 civarında toprak’”, http://www.bbc.com/turkce/38792672, 30 Ocak 2017;