Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

DEMOKRATİK ATATÜRKÇÜLÜK

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

Atatürk’ün eseri olan Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü yılına yaklaşırken, eskiden olduğu gibi gene Atatürkçülük tartışmaları ile uğraşmakta ve her geçen gün ortaya çıkan yeni durumlarda Atatürk yaşasaydı şöyle davranırdı, ya da Atatürk böyle yapardı gibi ahkâm kesmeler sürüp gitmekte, Türk toplumunun bütün fertleri bir türlü ortak bir Atatürkçülük üzerinde anlaşmaya varamamaktadır. Büyük Atatürk’ün söylev ve demeçleri tek tek incelendiği zaman, hemen hemen her konuda bir devlet adamı olarak duygu ve düşüncelerini ifade ettiği görülmekte, bir ulus devlet kurucusu önder olarak, Türk ulusuna her alanda gerçekleri söyleyerek yön göstermeye çalışmıştır. Durum ve koşullara göre değişen ortamlarda farklı görüşlerini dile getirmekten çekinmeyen Mustafa Kemal, bir siyaset ve devlet adamı olarak görüşlerini her fırsatta ifade ederek, Türkiye’de bir ulusal bilincin üst düzeyde oluşmasına çaba göstermiştir. Bu nedenle, düşüncelerini ifade etmekten çekinmeyerek, dünyaya Türkiye’den, ya da başkent Ankara’dan bakışın yansımalarını kendi ulusu ile paylaşmaya çalışmıştır. Çok okuyan bir siyasetçi olarak, çeşitli kaynaklardan öğrendiklerini ve bilgilerini, Türk kamuoyu ile paylaşmaya öncelik vermiştir.

Atatürk’ün söylev ve demeçleri incelendiği zaman birbiriyle çelişmeyen ama birbirini tamamlayan görüşler geliştirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Siyasetin tam göbeğinde her gün çeşitli olaylar ile boğuşurken bile genel doğrularını ve yönlerini korumaya çalışmış, hiçbir zaman bunları geride bırakarak farklı çizgilerde yaklaşımlar ortaya koymamıştır. Yaşanan anın ve içinde bulunulan koşulların getirmiş olduğu farklı durumlarda bile, Atatürk’ün kendisiyle çelişmediği görülmekte ve bu doğrultuda inançlı ve kararlı bir tutum ile gerçeklerle yüz yüze gelerek söylev ve demeçlerini sürdürmüştür. Atatürk ile ilgili bütün kayıtlar, belgeler ve dokümanların yayınlanmış olduğu bu aşamada, Türk devletinin kurucusunun bütün sözleri yeniden didik didik edilerek, Atatürk’e saldırı için bazı karşıt merkezler ellerinden geleni yapacaktır. Ne var ki, aradan uzun yıllar geçmesine rağmen, Atatürk’ün söz ve yazılarının belirli bir bütünlük oluşturduğu gözlemlenmekte ve bu bütünlük içinde de ortaya izlenen çizginin tutarlılığı çıkmaktadır. İmparatorluğun yıkılma döneminde asker olarak orduda görev yapan bu büyük önder, cihan savaşı sonrasında bir de ulusal kurtuluş savaşı vererek bütün dünyayı şaşırtmış ve batının büyük emperyalistlerine meydan okuyarak, geleceğe dönük genç bir cumhuriyet rejimi kurmuştur. Yaşamının her döneminde çeşitli yazıları ve sözleri ile geriye büyük bir malzeme bırakmış olan Mustafa Kemal’in bıraktıkları, yeni nesiller için büyük bir miras olarak Türk gençliğine yön göstermektedir. Devletin kuruluşunda, kurucu önder tarafından oluşturulan ulusal çizgi; hem Türk gençliği, hem de Türk ulusu için büyük bir anlam taşımakta, ülkenin birliği ve bütünlüğünün korunabilmesi, devletin güçlü bir biçimde varlığını sürdürerek yoluna devam edebilmesi açısından, uyulması gereken tutum ve davranışlar ile çeşitli hukuk ve ahlak kurallarının büyük önderin büyük bir mirası olarak her geçen gün daha fazla anlam kazanmaktadır.

Atatürk’ün söylev ve demeçleri, Atatürk’ten sonraki dönemlerde izlenecek yol ve yöntemlerin belirlenebilmesi açısından önem kazanmıştır. Atatürk yaşarken, onun yönetimi altında bir araya gelebilen Türk ulusu, Ata’sını yitirdiği zaman öksüz kalmış, büyük bir boşluğa sürüklenmiş ama daha sonra toparlanarak, büyük önderin izinden yürümeye karar vermiştir. Atatürk varken, Atatürkçülük diye bir akım ya da düşünce biçimi yoktu, Atatürkçülük Ata’nın yitirilmesinden sonra bir ulusal akım olarak çıkmıştır.   Türk ulusu, devletini kuran Atatürk’ü yitirdiği andan itibaren, O’nun izinden gitmeye başlamış, Atatürk’ten geri kalan yazılı malzeme ve belgeler Atatürk ile ilgili arşiv kaynakları olarak, ülkenin önde gelen kamu kurumları tarafından incelenerek ve üzerlerinde bilimsel çalışmalar yapılarak, gelecek kuşaklara daha sistemli bir Atatürk birikiminin yansımasına çalışılmıştır. Başta Türk Tarih Kurumu olmak üzere, Türk Dil Kurumu, Ankara ve İstanbul Üniversiteleri ve diğer bilimsel kuruluşlar Atatürk’ten Türk ulusuna kalan tarihsel birikimin iyi bir değerlendirmesini yaparak, Türk ulusunun gelecekte de Ata’sının izinden gitmesi için çaba göstermişlerdir. Böylece, devletin resmi kurumları ile ülkenin önde gelen kamu kurumları, devlet kurucusu öndere sahip çıkarak, O’nun bıraktığı yerde O’nun izinden gidilmesini sağlayacak bir Atatürkçülük görüşü oluşturmuşlardır. Her devletin kuruluş aşamasında görülen geçiş dönemlerinde, devletlerin kurucu önderlerine bağlı kalarak O’nun izinden gidilmesini sağlayacak kurumsal adımlar attığı ve daha sonraki aşamada da kurucu önderden kalan her türlü mirasın kurumlaştırılması için yeni yapılanmalara gidildiği görülmüştür. Türkiye Cumhuriyeti de yeni kurulmuş olan genç bir devlet olarak, geleceğe dönük bir kurumlaşma aşamasına geçtiği noktada, devletler arası rekabet düzeni içinde ayakta kalabilmek ve varlığını gelecek dönemlere taşıyabilmek amacıyla, kurucu önderden kalan söz ve yazılı malzemeler doğrultusunda bir resmi görüşün oluşturulması için girişimlerde bulunmuş ve çalışmalar yürütmüştür.

Atatürk bir kurucu önder olarak devletin öncüsü olduğu gibi, bir de ulusal kurtuluş savaşı kazanmış komutan olarak aynı zamanda ulusun da kahraman lideri idi.  Türkiye Cumhuriyeti devleti kurucusunun izinden giderek kendine göre resmi bir Atatürkçülük görüşü geliştirirken, Türk ulusu da kendisini var eden ulusal kurtuluş savaşının muzaffer başkomutanının izinden gitmeye karar veriyor ve bu doğrultuda çeşitli örgütlenmelere yönelerek, Atatürk’ten kalan birikim doğrultusunda O’nun izinden gidilmesini sağlayacak bir ulusal yolu gene Atatürkçülük olarak benimsiyordu. Bir tarafta devlet kurucusundan sonrası için O’nun yolunda örgütlenirken, ulusal toplum da kendisini var eden kahramanın çizgisinde yoluna devam edebilmek üzere yeniden yapılanarak uygar dünya içerisindeki yerini alıyordu. Birinci dünya savaşı sonrasının soğuk savaş yıllarında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti, hem iki siyasal kutup arasında kalıyor hem de dünyanın merkezi coğrafyasının tam ortalarında Müslüman bir bölgenin içinden laik bir devlet olarak dünya sahnesine çıkıyordu. Böylesine kritik bir bölgede ve tarihin en zor dönemlerinden birisinde Türkiye Cumhuriyeti gibi ulusal, üniter ve merkezi bir laik devletin oluşturulabilmesi, ancak Atatürk gibi güçlü bir komutan ve devlet adamının dehası ile mümkün olabiliyordu. Kapitalist ve sosyalist devlet modellerini reddederek yola çıkan Kemalist hareket aynı zamanda İslam dünyasının tam ortasında bir de laik devlet oluşturarak diğer devletlerden apayrı bir yol izliyordu. Kapitalizm ya da sosyalizm felsefe olarak ret edilirken, İslam dini toplumsal bir gerçek olarak kabul ediliyor ama devlet yapılanması, ülkenin içinde bulunduğu jeopolitik koşullar dikkate alınarak laik bir model olarak tamamlanıyordu. Hiçbir modele ya da ideolojiye dayanmayan bu farklı yapılanma, Türklerin dünyanın ortalarında kendine özgü bir yol izleyerek bağımsızlık düzenine kavuşmasını gündeme getiriyordu. İşte bu tavır, yeni Türk devletinin kendine özgü bir yoldan ilerlemesinin önünü açıyor ve kurucu önderin ortaya koymuş olduğu çizginin geleceğe dönük bir süreç içinde süreklilik kazanmasına giden yolu açıyordu. Sosyalizm ve Kapitalizmin ret edildiği ülkede izlenen farklı yol zaman içerisinde batılılar tarafından Kemalizm olarak adlandırılıyordu. Atatürk sonrasında O’nun yolundan gitmenin adı da Atatürkçülük olarak belirleniyordu. Atatürk sonrası dönemlerde böylece, hem devlet hem de ulus kurucu önderlerinin izinden giderek Atatürkçü bir çizgi içinde geleceğe dönük bir biçimde ilerliyorlardı. Bugün çok tartışılan Atatürkçülük tarihsel anlamda böylece gün yüzüne çıkıyordu.

Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk sonrası zaman dilimi içinde çeşitli dönemlerle karşı karşıya kalıyor ve yılların ilerlemesi karşısında ayakta kalabilmek amacıyla bir var olma mücadelesi içine giriyordu. Bu nedenle de her dönemin farklı koşullarına göre uyum sağlayabilen bir Atatürkçülük anlayışı geliştirildiği için, Atatürkçülük denilen siyasal akım ya da düşünce çizgisi giderek birbirinden farklılıklar arz eden değişik tutum ve davranışların adı olmak durumunda kalıyordu. Değişen dönemlerin kendine özgü koşullarında, devletin resmi kurumları ya da toplumun önde gelen ulusal kuruluşları çalışmalarını sürdürürken, gene Atatürkçülük adına hareket ediyorlar ve büyük önderden kalan birikimi değerlendirmeye çalışırlarken çok farklı eylemlere kalkışabiliyorlar, ya da yepyeni bir yaklaşımı Atatürkçülük adına gündeme getirerek uygulama alanında eylemlere girişebiliyorlardı. Tek parti döneminde Milli Şef Atatürkçülüğü, Demokrat Parti döneminde liberal bir Atatürkçülük, dinci kesimlere ödünler verilmesini gündeme getirince laik kesimlerde tepkisel bir Atatürkçülük gelişiyordu. Bunu izleyen yıllarda ortaya çıkan 27 Mayıs döneminde de, bu kez askeri bir içerik kazanan yepyeni bir Atatürkçülük anlayışı ileri sürülüyordu. . Yeni bir anayasaya kavuşan Türkiye’de bu durumdan yararlanmak isteyen sol akımlar çok etkili çalışmalar yapınca ve bu gibi etkinlikler sokağa dökülünce ülkede anarşi ve terör olayları birbirini izliyor ve bu duruma tepki olarak daha tutucu bir çizgide merkez sağda yer alan daha katı bir Atatürkçülük anlayışı ortaya çıkıyordu. Soğuk savaşın son dönemlerinde, Sovyetler Birliği Türkiye üzerinde etkisini artırmaya başlayınca, bu kez batılı ülkeler sol hareketleri terörize ederek, Türkiye’nin kamp değiştirmesini önlemeye çalışıyorlar ve bu durumda Atatürkçülük daha katı ve askeri bir siyasal çizgi haline getiriliyordu.

İki kutuplu dünya koşullarından yararlanarak Türkiye’ye yerleşen batılı emperyalist ülkeler, sistemin bekçisi olan NATO’yu çok etkili bir biçimde Türkiye’de örgütleyince, artık Atatürkçülük NATO’nun eline geçiyor ve Türk ordusunu bütünüyle Atlantik emperyalizmine bağımlı kılma sürecinde Natoculuk Atatürkçülük olarak ifade edilmeye başlanıyordu. Atatürk’ün anti-emperyalist kimliği göz ardı edilerek, komünizm düşmanı ve sol karşıtı bir çizgide Nato’cu Atatürkçülük örgütleniyor ve bu doğrultuda iki ara dönem askeri müdahaleler ile gündeme getirilince, Nato’cu olmayan Atatürkçüler devletten ve toplumdan tasfiye ediliyorlardı. Sovyetler Birliğinin dağıtılması sürecinde, Türkiye tam anlamıyla bir NATO darbesi ile askeri rejime kaydırılınca gerçek Atatürkçüler devlet, üniversite ve basın gibi ülke yaşamını birinci derecede etkileyen merkezlerden uzaklaştırılıyorlardı. Natoculuk Atatürkçülük haline getirilince, ülkedeki bütün anti-emperyalist kadrolar işten atılıyor ya da emekliye sevk ediliyorlardı. 27 Mayıs müdahalesi sırasında ordudaki bütün Atatürkçü subayların Eminsu adıyla tasfiye edilmesinden sonra, Türk Silahlı Kuvvetleri Atatürkçülük adına bütünüyle NATO’nun güdümü altına giriyordu. İşte bu aşamadan sonra sırayla gündeme gelen 12 Mart ve 12 Eylül müdahalelerinin ikisi de Atatürkçülük adına devreye giriyor ve Türkiye’nin daha fazla NATO ile ABD kontrolü altına girmesine giden yol açılıyordu. Emperyalizm karşıtı bir çizginin temsilcisi olan Atatürk adına geliştirilmiş olan Atatürkçülük akımı sonunda NATO ve ABD üzerinden emperyalizme teslimiyetin ideolojisi haline getiriliyordu. Anti-emperyal çizgi emperyalizm işbirlikçiliğine dönüştürülürken, gene bunun Atatürkçülük adına sahneye sürülmesi toplumda çok büyük tepkilere yol açıyordu. Tümüyle bir NATO manevrası olan! 2 Eylül rejimi devam ederken, buna tepki olarak ülkenin laik ve çağdaş kesimlerinde bir Avrupacılık akımı gündeme getiriliyor ve bu Avrupacılık da gene Atatürkçülük adına Türk toplumuna benimsetilmeye çalışılıyordu. ABD baskısı altına giriş NATO üzerinden Atatürkçülük olarak lanse edilirken, bu kez de Avrupa sömürgesi olmak doğrultusunda bir Avrupacılık akımı gene Atatürkçülük olarak Türk ulusuna empoze ediliyordu. Avrupa Birliği’ne üyelik hayalleri altında Atatürk Cumhuriyeti dağılmaya doğru zorlanıyor ve Atatürk’ün eserini ortadan kaldıracak bu durum gene Atatürkçülük adına öne sürülüyordu. Bu kadar büyük çelişkilerin ve farklı tutumların Atatürkçülük adına sürekli olarak kamuoyunda canlı tutulması Türk halkı üzerinde çok olumsuz yansımalara neden oluyor ve halk kitleleri bu gibi saptırmalara karşı giderek artan tepkisini seçimlerde gündeme getirerek, her genel seçimde bir başka partiye en fazla desteği veriyordu.

Türkiye sahip olduğu özel konumu ve son derece kritik jeopolitik durumu nedeniyle sürekli olarak emperyal güçlerin çekişme alanı haline getirildiği için, Osmanlı İmparatorluğu sonrasında onun yerini alan Türkiye Cumhuriyetinin durumu her değişiklik gösterdiği aşamada bir başka Atatürkçülük yorumu öne çıkarılmıştır. Atatürk’ün söz ve demeçlerinden yapılan çeşitli derlemeler ile hem orta sağ da hem orta solda, hem de merkezde yer alan birbirinden çok farklı Atatürkçülük anlayışları geliştirilmiştir. Bu yüzden Türk halkının kafası karışmış, düzenli ve istikrarlı bir Atatürkçülük çizgisi sürekli olarak gündemde tutulamadığı için her döneme uygun bir Atatürkçülüğü iç ve dış çıkar çevreleri kendi kontrolleri altındaki basın ve medya organları aracılığı ile kamuoyuna taşıyarak, değişen koşullarda çıkarlarını en iyi koruyacak bir esnekliği göstermişler ama her defasında başka bir tür Atatürkçülüğü öne sürmeleri nedeniyle hem Atatürk’e hem de Atatürkçülüğe fazlasıyla zarar vermişlerdir. Atatürk’ün büyüklüğü her geçen yıl yaşanan olaylar karşısında daha da genişlemesine rağmen, iç ve dış çıkar çevrelerinin oportünist yaklaşımlarının Atatürkçülük olarak yansıtılması nedeniyle, Türk ulusunun kurucu önderinden kalan miras ve siyasal çizgi fazlasıyla zarar görmüştür. Kendi çıkarları doğrultusunda sahte bir Atatürkçülük imal eden iç ve dış çıkar çevreleri, ülke ve devlet yönetimine ekonomik güçleriyle el koyabilmişler ve Türk halkının ulusal çıkarlarına ters düşecek bir yolda kendi hegemonya düzenlerini oluşturmuşlardır. Türk ulusunu var eden siyasal birikim zamanla iç ve dış çıkar çevrelerinin siyasal çizgisi haline gelmiş ve bu çevrelerin hegemonya düzenini kurma yolunda Atatürkçülük çok ciddi boyutlarda istismar edilerek Türk ulusu ve halk kitleleri karşıya alınmıştır. Türk halkını Atatürk’ten uzaklaştırmak için her türlü atraksiyon yapılmış, neredeyse Atatürk ve Atatürkçülük halk düşmanı olarak ilan edilen bir aşamaya gelinmiştir. Türk ulusunu ve Türkiye Cumhuriyetini var eden bir ulusal önderin halk ile karşı karşıya getirilmesi emperyalizmin bir oyunu olarak tezgâhlanmış, işbirlikçi cemaatler üzerinden din siyasal bir silah olarak kullanılarak Atatürk bazı çevrelerce açıkça din düşmanı gibi ilan edilebilmiştir. Aşırı dinci çevreler, Atatürk heykellerine saldırıda bulunmaları için kışkırtılabilmişlerdir.

Soğuk savaşın bitmesi üzerine kendiliğinden yeni bir dönem başlarken, dünyanın merkezini Asya ve Avrupa güçlerine kaptırmak istemeyen Atlantikçi ve Siyonist güçler, Atatürk’ün ülkesini ele geçirerek bu ülke üzerinden geliştirdikleri siyasal senaryoları devreye sokmaya başlamışlar ve bu gibi girişimlerin sonucunda Türkiye’de devlet ve toplum düzeni ile beraber toplumun önde gelen kesimlerinin birçoğu alt üst olma süreçlerine zorlanmışlardır. Sosyalist dünyaya karşı önceden Türkiye’yi soğuk savaş stratejileri içinde kullanmaya alışan Atlantik emperyalistleri, Siyonistleri de yanlarına alarak merkezi coğrafya fethine çıktıkları aşamada artık Atatürkçülüğe gereksinimleri kalmamış, bu kez daha geniş kitleleri yönlendirmek ve daha büyük coğrafyalara egemen olabilmek doğrultusunda açıkça dini kullanan strateji ve politikalara angaje olmuşlardır. Soğuk savaş dönemin Atatürkçülüğü bin bir çeşidiyle kullanmaya kalkışan emperyalizmin artık Atatürk ve Atatürkçülük’ten vazgeçerek Türkiye’ye anti Atatürkçü politikaları empoze etmeye başlamaları üzerine, Türk halkında bu ters gidişe karşı ciddi bir gerçek Atatürkçülük duygusu uyanmaya ve zamanla gelişerek toplumun çeşitli katmanlarında yaygınlık kazanmaya başladığı görülmektedir. Böylesine bir ulusal tepki doğal olarak gelişirken, bu durumun siyasal alana yansımasını önleyebilme doğrultusunda başka mekanizmaların devreye sokulduğu görülmekte toplum üzerinde baskı ve korku salan sert politikalar birbiri ardı sıra öne çıkarılarak toplumsal muhalefetin önü kesilmeye çalışılmaktadır. Muhalefetteki başlıca partilerin ele geçirilmesi ve bağımlı politikalara angaje olmaları yüzünden halk kitlelerinin beklentilerine karşılık veremedikleri görülmekte ve Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü yılına yaklaşırken, tıpkı kuruluş yıllarında olduğu gibi yeniden tek partili bir rejime mahkûm edilmektedir. Sürekli olarak demokrasi adına yürütülen girişimlerin sonucunda Türkiye’nin ileri demokrasi adına tek partili rejime mahkûm edilmesi çok ciddi bir çelişki olarak öne çıkmıştır.

Atatürk’ün devlet modeli ortadan kaldırılırken, Atatürk’ün partisinin bu duruma seyirci kaldığı görülmekte, ulus devlet ortadan kaldırılırken, milliyetçi olduğunu söyleyen parti bir emperyal proje olan Büyük Orta Doğu projesi doğrultusunda atılan adımları meclis grubu ile açıktan destek olmaktadır. Meclisteki iki muhalefet partisinin pasif ve teslimiyetçi politikalara iç ve dış baskılar sonucunda angaje olmaları nedeniyle, Türk halkı bu partileri siyasal alternatif olarak görememekte, tek tek bağımsızlar ile meclise giren bölücü partiyi ise hiçbir biçimde seçenek görmediği için sürekli olarak barajın altında bırakmaktadır.  Küresel emperyalizmin. Türkiye’ye dayatmış olduğu yeni plana göre, Türklerin ulusal, üniter, merkezi ve laik devlet modellerini yitirmeleri söz konusudur. Böylesine olumsuz gidişe karşı Türk ulusunun izlemesi gereken yol gerçek bir Atatürkçülük çizgisidir. Ne var ki, Atlantikçi güçlerin emperyal çıkarları yüzünden ara rejimlerin ve askeri yönetimlerin Atatürkçülük adına getirilmesi Türk halkında çok büyük bir güven bunalımı yaratmıştır. Bu yüzden yıpranmamış lider ve kadroların öncülüğünde yeni bir Atatürkçü harekete gereksinme duyulmakta ve bu duygu her geçen gün daha da yükselmektedir. Atatürk’ün Türk halkının gerçek temsilcileriyle kurmuş olduğu bir siyasal partinin Atatürkçülüğü Türkiye’den silmek isteyen emperyalizm işbirlikçisi kadroların eline geçmesi son derece düşündürücüdür. Ulus devlet tasfiye edilirken bazı bölgesel plan ve projelere milliyetçi olduğunu söyleyen bir partinin alet olması da fazlasıyla üzücü bir durumdur. Eskiden Atatürkçülüğü kullanan kesimlerin, günümüzde bütünüyle bir Atatürk ve Atatürkçülük tasfiyesine yöneldiği bir aşamada, gerçek anlamda bir Atatürkçü partiye olan gereksinme giderek büyümektedir. Ayrıca, uçlarda ya da kenarlarda keskin politikalar yapan bazı marjinal partilerin de sadece devrimcilik ilkesini öne çıkaran bir Atatürkçülüğü Marksist kimliği koruyarak savunması da hem kafa karıştırmakta hem de, gerçek bir Atatürkçü alternatifin gündeme gelmesi sürecinin önünü kesmektedir. Adı var kendi yok birçok küçük partinin kendisini ulusalcı göstermesi ya da Atatürkçülük adına hareket etmeleri de herhangi bir sonuç sağlamamaktadır.

Bugün gelinen noktada, Türkiye’nin gerçek anlamda bir Atatürkçü partiye gereksinmesi vardır. Bu durum her geçen gün daha da önem kazanmakta ve Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet payidar olması açısından acil önem taşımaktadır. Atatürk’ün partisi neo-liberal işgal altındayken, milliyetçi parti bölgesel projelere destek olurken, başka hiçbir parti Türkiye Cumhuriyetini kurmuş olan kurucu iradeye bağlı bir biçimde politika yapmazken Türk devletinin geleceğe dönük yoluna devam edemeyeceği ve yolun sonuna geldiği açıkça yazılıp çizilmekte ve tartışılmaktadır. İktidar partisinin on yıllık iktidar sonrasında yıpranmış olması, kendini yenileyerek Atatürk Cumhuriyetinin geleceğini kucaklayamaması Atatürkçü bir iktidar alternatifine Türkiye’nin gereksinmesi olduğunu doğal olarak ortaya koymaktadır. Ulusal, üniter, merkezi ve laik bir sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetini bütün değerleri ile koruyacak ve geleceğe taşıyacak ulusal politikalara gerek olduğu artık inkâr edilemeyecek bir düzeye gelmiştir. Neo-liberal kesimlere teslim olmuş, ya da onlarla çeşitli pazarlıklar doğrultusunda siyasal ilişkilere girişmiş olan muhalefet partilerinin yapamayacağı düzeyde ciddi bir ulusal karşıtlığı gerçek bir Atatürkçü partinin yapması gerekmektedir. İşte bu aşamada Atatürk’ün partisinin Beykoz konakları üzerinden işgal edilmesi gerçeği dikkate alınarak, ciddi ve gerçek bir Atatürkçü partinin halk kitlelerinin özlemi doğrultusunda kurulması gerekmektedir. Atatürk Cumhuriyeti ile beraber, Atatürk’ün tarih sahnesine çıkarmış olduğu Türk ulusu da böylesine gerçek bir Atatürkçü partinin siyaset sahnesine çıkışını beklemektedir.

Türkiye seçimler dönemine doğru giderken, ülkenin birliğini ve bütünlüğünü koruyacak, eyalet sistemi ya da federasyon gibi sapmalara karşı üniter yapıyı koruyacak, Atlantikçiler ile Siyonistlerin İslam coğrafyasını kontrol edebilmeleri doğrultusunda Türkiye’de ortadan kaldırılmak istenen laik devlet modelini kapitalist sistemin kucağına sürüklenmiş olan işbirlikçi cemaatlere karşı savunacak gerçek bir Atatürkçü parti eksikliği her geçen gün daha fazla hissedilmektedir. Bugünün Atatürkçülerine böylesine gerçekçi bir Atatürkçü partiyi kurmak ya da oluşturmak görevi düşmekte ve böylesine bir siyasal oluşum ile de, Atatürkçülük her türlü ara rejim senaryolarından ya da askeri müdahale planlarından uzaklaştırılmalıdır. Son yıllarda yaşanmış olan çeşitli siyasal gelişmeler ve birçok tartışmalı hukuki yargılamaların yaratmış olduğu tepkiler de bugünün koşullarında ciddi bir Atatürkçü parti iktidarının siyasal ortamı için elverişli koşullar yaratmaktadır. Son yıllarda ortaya atılan geçmişle hesaplaşma girişimleri ve bu doğrultuda geliştirilen çeşitli siyasal senaryolar ile Türkiye bir yerlere doğru çekilmeye çalışılırken, bu gidişe dur diyebilecek bir ulusal refleksin öne çıkması gerekmektedir. Emperyalizm Atatürk Cumhuriyetini tasfiye ederken, Türk ulusu da bu yıkım senaryosuna karşı ikinci bir ulusal kurtuluş mücadelesi verebilecek gerçek Atatürkçü bir partiyi iktidara getirebilmelidir. Atatürkçülüğün bir askeri ideoloji olmadığını gösterecek, batılı emperyalist devletlerin çıkarları doğrultusunda geliştirilen darbe senaryolarına Atatürkçülük adı verilmesini önleyebilecek bir demokratik Atatürkçülüğün zamanı gelmiştir. Soğuk savaş döneminde yaşanan ara rejimlerin, açık toplum döneminde geride kalması gerekmekte, Türk toplumu içindeki Atatürkçü taban yeniden bir Atatürkçü dönem yaşayabilmek uğruna askeri darbe ve müdahalelerden umutlanmak zorunda kalmamalıdır. Çıkar çevrelerinin rant hesapları uğruna, Türk ordusu hiçbir zaman müdahaleye zorlanmamalı, tarih boyu sürüp gitmiş olan dinler savaşı sürecinde gayrimüslim kesimler ise laik düzen için darbelerden medet umarak Müslüman kesimleri karşılarına almamalıdırlar. Günümüzde yaşanmakta olan bazı olaylar serisinin geçmişten gelen bu gibi çarpıklıklara karşı bir rövanşist tepki yansıttığı göze çarpmakta ve bu nedenle de artık demokratik bir Atatürkçülük dönemine Türkiye zorunlu olarak gereksinme duymaktadır.

Atatürkçülüğü ara rejimlerde ya da askeri dönemlerde gizlice kendi çıkarları doğrultusunda kullanmakta olan iç ve dış çıkar çevrelerinin, ciddi bir demokratik Atatürkçülük denemesine karşı çıkacağı çok açıktır. Onlar şimdi olduğu gibi emperyal ülkelerden aldıkları dış destekler ile liberal görünümlü küresel politikaları empoze etmeye devam edecekler, bu doğrultuda ulusal ekonomileri tasfiye etmekte kullandıkları işbirlikçi cemadatları da devreye sokarak onlar ile ülkenin nimetlerini yeniden paylaşabilmenin hazırlıklarını yapmaya devam edeceklerdir. Ne var ki, şimdiye kadar soğuk savaş döneminden yararlanılarak sürdürülmüş olan bu ters duruma artık bir son verilmesi gerekmektedir. Atatürk’ün halk kitlerine yeniden sevdirilebilmesi için gerçek Atatürk ilkelerine dayanan ve onları sonuna kadar savunan bir Atatürkçü partiye ve iktidara gerek vardır. Var olan partiler içinden böyle birisi çıkmıyor ise, o zaman yeni bir Atatürkçü partinin kurulmasını gündeme getirmek gerekmektedir. Ülkede hala gerçek anlamıyla Atatürkçü olarak kalmış toplum kesimleri içinden seçilecek bilgili ve etkili temsilciler ile oluşturulacak, yeni Atatürkçü parti Türk toplumuna demokratik Atatürkçülüğü tanıtabilmeli ve zaman içerisinde sevdirerek, geniş halk kitlelerinin destekleriyle bütünleşerek iktidar olabilmenin arayışı içine girebilmelidir. Atatürkçülük bir ilkeler bütünü ve düşünce sistemi olarak, yeni kurulacak bir partinin siyasal programında yer alabilir ve iktidara gelindiğinde de hükümet programı olarak Türkiye Cumhuriyetinin yeniden kurucu iradenin çizgisinde güçlendirilmesini sağlayabilir. Yeni Atatürkçü parti bu aşamada hızlı bir örgütlenme ile seçimlere girme koşullarını tamamlayabilir ve ilk seçimlere girerek hem yerel hem de genel yönetim içerisinde alması gereken yere sahip olabilir. Ülkede var olan ve geçmişten gelen Atatürkçü birikimin devlet yönetimine yansıtılması, Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet payidar kalmasını sağlayacak bir güvence oluşturacaktır.

Bütün siyasal akımlar gibi Atatürkçülük de ancak serbest genel seçimlere girerek kazanan bir partinin iktidarı sayesinde yeniden Türkiye Cumhuriyetinin resmi siyaseti konumuna gelebilecektir. Son zamanlarda sürekli olarak yapılmakta olan kamuoyu yoklamalarında seçmen çoğunluğunun var olan hiçbir partiyi beğenmediği ve yeni bir partinin kurulmasını beklediği sonucu ortaya çıkmaktadır. Seçmen çoğunluğunun neredeyse üçte iki oranındaki bir çoğunluğun yepyeni bir partinin siyaset sahnesine çıkışını beklemesinin ana nedeni, yıkılmakta olan Atatürk Cumhuriyetine var olan siyasal partilerin hiç birisinin sahip çıkmamasıdır. Özellikle Atatürk’ün partisinin neo-liberal işgal altında ele geçirilmesi ve meclis kadrosunun parti merkezine uğramadan milletvekili olmaları facianın büyüklüğünü gözler önüne sermektedir. Kurulacak olan yeni Atatürkçü parti, ülkenin bölünmez bütünlüğü ile beraber devletin ve ulusun birliği, laik devletin yıkılmazlığı ile başkent Ankara’nın merkezi konumunu sonuna kadar savunması gerekmekte, küresel sermaye ile beraber emperyalizmin yeniden Konstantinopolis maceralarına karşı sonuna kadar karşı çıkabilmelidir. İşte o zaman halk kitlelerinden ciddi oylar alarak iktidar olma şansını yakalayabilecektir. Yoksul ve işsiz halk kitlelerinin istek ve taleplerini karşılayabilecek halkçı bir iktidar ancak yeni bir Atatürkçü parti iktidarı zamanında oluşturulabilecektir. Atatürkçülüğü çıkarcı biçimde kullananlar ile yozlaştıranlardan uzakta kalacak bir örgütlenme ile böyle bir siyasal parti kurulabilirse o zaman Türkiye Cumhuriyetinin yeniden Atatürkçü bir çizgide geleceğe dönük ilerleyebilmesi gerçekleştirilebilecektir.

Yirmi birinci yüzyılda, Atatürk Cumhuriyeti yoluna güvenli bir biçimde devam ederken artık demokratik Atatürkçülük dönemi başlatılmalıdır. Yeni kurulacak bir Atatürkçü parti kısa zamanda halkın ayağına giderek halkçı bir yaklaşımı başarabilmeli, genel seçimleri kazanarak tıpkı diğer partiler gibi iktidara gelebilmelidir. Sürekli kapitalist ve liberal çevrelerin işgali altında kalan Atatürk’ün partisinin gerçek anlamda halkçı politikaları savunamaması yüzünden, Atatürk’ün partisi hep muhalefette kalmış ve bir türlü seçim kazanarak iktidar olamamıştır. Ancak bazı ara dönemler ya da geçiş süreçleri içinde koalisyonlar aracılığı yarım iktidar olabilmiş ama bu fırsatları değerlendirerek halktan yana hiçbir girişimi başaramamıştır. Halk kitlelerinin gözündeki bu olumsuz durumun düzeltilebilmesi için, halktan yana ve halkın ulusal çıkarlarını programında esas alacak gerçek bir Atatürkçü partinin kurularak seçimlere girmesiyle beraber, Türkiye’de demokratik Atatürkçülük dönemi başlayacak, artık Atatürk’ün partisi üzerinden geliştirilecek çeşitli çıkarcı senaryolar önlenebilecek, halk kitlerine uzak duran bu göstermelik parti yerine gerçek Atatürkçü parti halkın içine girerek kitleler ile bütünleşecek, böylece demokratik Atatürkçülük dönemi başlatılabilecektir. Atatürkçülüğün devletten, ordudan ve Atatürk’ün partisinden kovulduğu bir aşamada, Türkiye Cumhuriyetini var eden siyasal birikim yeni Atatürkçü parti ile kamuoyuna taşınacak ve halk kitlelerinin desteği ile de genel seçimler aracılığı ile iktidara gelebilecektir. İşte o zaman, küresel emperyalizm adına Türk devletini tasfiye eden uygulamalara son verilebilecek ve yeniden Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün çizgisine dönerek güçlü bir biçimde yoluna devam edebilecektir. Türk halkı böylece bütün dünyaya Atatürkçülüğün darbecilik ya da tepeden inmecilik olmadığını gösterecek ve demokratik yoldan iktidara gelecek bir Atatürkçü parti aracılığı ile de çağdaş uygarlık dünyasında hak ettiği onurlu yerini alabilecektir. Demokrasinin küresel emperyalizmin çıkarları doğrulusunda daha fazla yozlaştırılmaması için, gerçek Atatürkçü bir partinin Türkiye’de bir an önce siyasal iktidara gelmesi öncelikli bir mesele olarak Türk ulusunun önünde durmaktadır.