Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

DEĞERLER VE SAVUNMA

İnsan seçtiklerini; seçerek değerli kıldıklarını savunma ihtiyacı hisseder. Seçerek değerli kılınan değerler ve bu değerleri temsil eden yapılar; insanların benliklerinin bir parçası ve aynı zamanda içinde hissettiklerinin bir dışavurumudur. Bu seçim bilinçli yapılmış olabilir veya içinde bulunulan durumu kabullenip içselleştirilerek yapılmış bilinçsiz bir tercih olabilir. İki durumda da savunulan değerler vardır fakat yarattıkları bağlama göre bambaşka özelliktedirler. Bilinçsiz tercih durumunda kişi savunduğu değerin zihinsel ve ruhsal boyutunu tam olarak kavrayamamakta ve tamamen bilinçdışı dürtülerinin ve ihtiyaçlarının teslimi olmaktadır. Korunma ihtiyacı, karnını doyurma ihtiyacı, yuva kurma ihtiyacı, bir topluluğun parçası olma ihtiyacı gibi doğal ihtiyaçlar kişinin seçimlerine yön vermekte fakat kişi bu etkilerin farkında olmamaktadır. Örneğin; herhangi bir ülkenin herhangi bir vatandaşı, kendi ülkesini savunmak ister(mi?). Bunu neden ister? Ailesi, arkadaşları, evi, yatırımları oradadır. Anılarını geçirdiği sokaklar ve mekanlar oradadır. Konuştuğu dil ile konuşan insanlar ve kendisiyle benzer “büyük tarihe” sahip olan insanlar ile beraber yaşamaktadır. Bütün seçimler olumlu olarak nitelendirilebilir olsa da bu seçimlere “bilinçli seçimler” diyebilir miyiz? Bütün bu sayılan nedenlerde esasen kişinin temel ihtiyaçlarına cevap verdiği için ülkeyi savunma olgusu öne çıkmaktadır. Elbette bu ihtiyaçları kutsal bir niteliğe atıf yaparak örtmeye çalışabilir bir kişi (ki bu genellikle bilinçdışı yapılır, kişi bunu yaptığının farkında olmaz; bunu yaptığının farkındaysa da bu başka bir ihtiyacını karşılamaya çalıştığını gösterir) ama bu yine de gerçeği değiştirmeyecektir.

Peki; bu durumun bizi getirdiği nokta nedir? Bu durumun bizi getirdiği nokta büyük bir “güvenlik açığı” olacaktır. Bu güvenlik açığı o kadar büyük ve ciddi bir açıktır ki tarih boyunca hiçbir örgütsel yapı bunu kullanmaktan çekinmemiştir. Bu açık; bizi görülmeyen tuzaklara sürükler ve daha da kötüsü kişi bunu “benim isteğim” kalıbı ile savunabilir. Bu güvenlik açığı, ihtiyaçlarımızın kontrol edilebilir ve yönlendirilebilir olmasıdır. Bu ihtiyaçların farkında olmayan, neyi niye istediğini bilmeyen bir kişi; başlı başına bir güvenlik sorunudur. Böyle bir kişiye; ihtiyaçlarının tamamının karşılanması vaadiyle istediğiniz her şeyi yaptırabilirsiniz. Hatta tamamını bile değil; kişinin kendisi ile ilgili acil/birincil gördüğü ihtiyacın karşılanması vaadi bile, yönlendirmek isteyen için büyük bir güçtür.

Örneğin; herhangi bir ülkede herhangi bir terörist oluşumu ele alalım. Terörist oluşumun amacı da çok para kazanmak olduğunu var sayalım(kendi ideolojisini yaymak ve kendi egemenliğini sağlamak için kaynak arayışı amacı). Bu oluşumun hedef alabileceği bir sürü ihtiyaç vardır. Diyelim ki hedef olarak aldığı ihtiyaç “aidiyet”, bir gruba ait hissetme ihtiyacı olsun. Bu ihtiyacı karşılamak için öncelikle hedef ülke içerisinde bu ihtiyaçtan mahrum olan bireylere yönelecektir. Bu bireyler de toplum içerisinde “marjinal” (ya da Türkçesi ile sınırda olan, ortalamada olmayan) gruplardan kişiler olacaktır. Bu kişilerin ihtiyaçlarını arttırmak için, söz konusu terörist oluşum bu kişilerden biri veya birkaçına karşı toplum içerisine yerleştirdiği; toplumdan biri gibi davranan fakat aslında terörist oluşumun amacını gerçekleştirmek isteyen kişiler aracılığıyla terör eylemlerinde bulunacaktır. Daha sonra bu kişilere kendi hesabına çalışan (yani taşeron) başka bir alt kuruluş ile bu ihtiyaçlarını bu kuruluşta karşılayabilecekleri vaadi ile gelecektir (bu kuruluşun ölçeğini hayal gücünüze bırakıyorum. Uluslararası bir kuruluş da olabilir, bir mühendislik firması da olabilir, bir dernek de olabilir). Bu kişiler de eğer kendi ihtiyaçlarının yönlendirilebilir olduğunun farkında değillerse (ki farkında olsalar bile başlangıçta bu kuruluşun aslında kendilerine karşı yapılan terör eyleminin failinin taşeronu olduğundan haberdar olmayabilirler, olduklarında da çıkacaklardır zaten) farkında olmadan bu örgütün istediği şekilde aidiyet ihtiyacı içerisinde olan bireyleri kendilerine çekeceklerdir. Daha sonra terörist oluşum, taşeronun içine yerleştirdiği insanları ile bu bireylerden “uygun” ya da “ihtiyacını saptayıp kontrol edebileceği” kişileri kendi asli bünyesine katacaktır. Elbette bu olana kadar bu kişiler “toplumda zaten bulamadıkları” aidiyeti sonunda bulduklarını düşünerek artık “kendi istekleri” ile terörist oluşumun içerisinde yer alacaklardır.

Burada bahsedilen ihtiyaç bir örnektir, bunun yerine “beslenme ihtiyacı”, “barınma ihtiyacı” gibi ihtiyaçları da koyabiliriz. Anlamamız gereken şudur: Toplumda ihtiyaçlarının “yönlendirilebilir ve kontrol edilebilir” olduğunu bilmeyen bireylerinin sayısının artması, o toplum için ciddi bir tehdittir. Bu farkındalık ise sadece kitaplardan okuyarak öğrenilebilen bir şey değildir; içe bakış ve sorgulama gerektirir ki bu da felsefenin ve psikolojinin ilgi alanına girer. İhtiyaçlarımızı karşılamak tabii ki hayatımızı devam ettirmemiz için önemlidir fakat bunların yönlendirilebilir olduğunun farkında olmamak; toplumsal ve bireysel ihtiyacımız olan “güvenlik ihtiyacına” gereğince önem vermemekle ve en sonunda da yok oluşla sonuçlanacaktır.

Bu bağlamda, geniş kitlelerde ciddi bir güvenlik açığının olduğunu söylemek mümkündür; öyleyse bunu nasıl kapatabiliriz? Öncelikle ihtiyaçlarımızın farkında olmak gerekir. Yukarıda saydığımız ihtiyaçlar olabilecek ihtiyaçlardan sadece bazılarıdır ve zaman içerisinde değişkenlik gösterebilirler. Sonra bu ihtiyaçların seçimlerimizi nasıl etkilediğine bakmak gerekir. Başta da değindiğim üzere, değerli bularak seçtiklerimizi savunuruz. Bilinçli bir seçim durumunda, hangi ihtiyacımızın olduğunu, bu ihtiyacın nasıl yönlendirilebileceğini biliyoruzdur ve seçimlerimizi bu farkındalıkla yaparız. Bunu bilinçli olarak yaptığımız için de yönlendirilme ihtimalimizi en aza indirmiş; yani hem kendi güvenliğimizi hem de seçtiğimiz değerin güvenliğini sağlamış oluruz. Peki öyleyse değerler ihtiyaçlara göre mi seçilmelidir? Değerlerin ihtiyaçlara göre belirlendiği durumların, bir güvenlik açığına neden olduğunu “terörist oluşum” örneğinde göstermiştim. Demek ki ihtiyaçların farkında olmak, yönlendirilebileceklerinin farkında olmak da yetmiyor; başka bir şey daha lazım. Bize lazım olan şey sorular, daha da doğrusu o sorulara vereceğimiz olabildiğince dürüst ve özgün yanıtlardır. Biz neyi değerli buluyoruz? Ne bizim için savunulmaya değerdir? Savunmaya karar verdiğimiz şey, neden bu kadar değerlidir? Gelecekte de aynı değerde olmaya devam edecek midir?

Şimdi ulus devletlerden ve küreselleşmeden; dağılmalardan ve internet sayesinde, teknoloji sayesinde yeniden birleşmelerden bahsedilen bir çağda yaşıyoruz. Bu durumun yarattığı krizin fısıltıları; üçüncü dünya savaşının ayak seslerine dönüşmüş durumdadır. İnsanoğlunun hırsları ve birlikte yaşama arzusu arasındaki çatışma bütün dünyayı bu noktaya sürüklemiştir. Bütün bu çatışma ve kriz ortamı aslında bize acilen sorulması ve cesaretle, olabildiğince dürüst ve net bir şekilde cevaplanması gereken soruların olduğunu göstermektedir. Bize göre değerli olan nedir? Bütün bu bilgi selinde boğulduğumuz ve bir anlam sisi içerisinde krizlerden daha da büyük krizlere sürüklendiğimiz dünyada; yeni bir anlamı inşa edecek, yeni değerler ortaya koyacak gücümüz var mıdır? Buna cesaret edebilir miyiz? Eski yol haritalarını arşivleyip yenisini çizmeye başlayabilir miyiz? Hangi ilkeleri değerli bulup hangilerini tarihe yolcu edeceğimize karar verebilir miyiz?

Önümüzdeki ciddi güvenlik krizleri, şiddetlenerek artan çatışma ortamı, gıda ve enerji krizleri; aslında bu soruların bizim için ne kadar hayati olduğunu da göstermektedir. Ancak ve ancak bu sorulara dürüst ve içten cevaplar verdiğimizde; bütün bir dünya ve bütün bir ülke olarak yeni çağın bize verdiği hediyelerden gereğince faydalanabiliriz. Cumhuriyet’in kurucu değerleri bu konuda hem bizim ulusumuz hem de dünya ulusları için bir yol gösterici olabilir veyahut; eğer ki çağın gereği olarak yapılması gereken değişiklikler var ise ve bu, bizim ulusumuza ve dünyaya faydalı olacaksa; o zaman Türk ulusu belki de “çok kötü bir kriz” postuna bürünmüş olarak sunulan bu tarihi fırsatı değerlendirir ve yüz yıl önce yapmış olduğu gibi tekrar dünya uluslarına, bu sorulara vermiş olduğu yanıtlar sonucu yaptığı seçimlerle bir yol gösterici olabilir.

Umutsuzluğun en derin olduğu bir zifiri karanlıkta yakılmış bir ateştir Cumhuriyet ve karanlığa bir meydan okuyuştur. İşte bu yüzdendir ülkece yaşanılan bunca kriz. Olaylara sadece jeopolitik olarak yaklaşırsak; sadece ülkenin madenleri, kıta sahanlığı, adalar, sahip olduğumuz sınır komşuları ve onlarla olan ilişkilerimiz, ne kadar tarım arazisi olduğu, sınırların ne olduğu şeklinde yaklaşırsak, sadece ekonomik ya da sadece politik düşünerek yaklaşırsak; krizin özünde yatan noktayı kaçırırız. Elbette bunlar da ülkemizi değerli yapan unsurlardır; fakat özünde Cumhuriyet Devrimi’ni değerli yapan şey; kör karanlığa bir başkaldırı oluşudur. Bizim savaşımız özünde hiçbir zaman diğer ülkelere ya da uluslara karşı olmamıştır. Bizim savaşımız bütün bu savaşlardan daha zordur. Kör karanlığa ve ruhumuzda da bulunan karanlığa karşı verdiğimiz bir savaştır. Türk ulusu olmak demek, işte bu karanlığa karşı duran bir ulusun bireyi olmak demektir. Bazılarının iddia ettiği gibi herhangi bir biyolojik ırkla alakası yoktur. Türk olmak demek Bilgeliğin ve Bilgeliğin içinde yeşerdiği Bağımsızlığın yanında olmak demektir. Yurtta barışı sağlayıp böylece cihana barışı nasıl sağlaması gerektiğini örnek olarak göstermektir. Uluslara ve dünyaya yaptığı seçimler ile örnek olmak demektir. Bu değerleri benimseyen ve bu değerler için mücadele vermiş ve veren, bunun tarihsel birlikteliğini yaşamış ve yaşamakta olan ulusa da “Türk ulusu” denir. Bu değerler evrenseldir ve “Türk ulusu” bu değerleri ilke edinerek bir ülke kurmuştur. Bu ülke de “Türkiye”dir. Dolayısıyla evrensel değerlere dayanan “Türkiye Cumhuriyeti” sonsuza dek yaşayacaktır ve her yeni çağda kendisini çağa göre güncelleyecektir. Artık “başka türlü” düşünmek zamanıdır. Karanlığın üstüne Güneş gibi doğmakla kalmayıp; dünya için Kutup Yıldızı olmak zamanıdır.

Ne mutlu Türk’üm diyene! Ne onurlu Türk hissedene!