Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Neredeyse bir aydan bu yana Karadeniz’in kuzeyinde kanlı bir savaş sürüyor. Komşumuz Rusya diğer bir komşumuz Ukrayna’ya karşı, bazılarına göre beklenen ama mantığa vurulursa sürpriz sayılabilecek geniş çaplı bir saldırı başlattı. Ukrayna’nın ağır bombardıman altında kalan birçok yerleşim biriminde adeta can pazarı yaşanıyor. Milyonlarca Ukraynalı savaştan kaçmak için ülkesini terk etti.

ATLANTİKÇİ YA DA AVRASYACI OLMAK ZORUNDA DEĞİLİZ

Ülkemiz aydınlarının büyük çoğunluğu her zaman olduğu gibi bu olayda da ikiye ayrıldılar. Bir tarafta A.B.D ve Batı’yı dolayısıyla Ukrayna’yı destekleyenler, diğer tarafta Batı’yı suçlayıp Rusya’yı haklı bulanlar. Anlamakta güçlük çektiğimiz bu ayrışma, jeopolitik literatürde Atlantikçilik ve Avrasyacılık diye adlandırılıyor.

Böylesine önemli bir sıcak çatışma ve insanlık trajedisine Türkiye’nin çıkarları ve bölgesel barış açısından bakmamız ve Soğuk Savaş modeli ideolojik kamplaşmalardan artık kurtulmamız gerekiyor. Sorgusuz sualsiz Atlantikçi ya da Avrasyacı olmak yerine, Ankaracı olmamız gerekiyor.

Ne A.B.D. ve Rusya eskisi kadar güçlü ne de ülkemiz 70 yıl önceki Türkiye’dir. Hiçbir ülkenin peşine kayıtsız şartsız takılmak zorunda değiliz. Kategorik olarak küresel bir gücün yanında veya karşısında olmak zorunda değiliz. Her somut olayı kendi koşulları içinde ve çıkarlarımız çerçevesinde değerlendirip; doğrunun ve haklının yanında, zulmün ve adaletsizliğin karşısında durmalıyız. Yurttaşlarımız özgür, ülkemiz tam bağımsız olduğu sürece daha güçlü oluruz. Tam bağımsızlık bize büyük önder Atatürk’ün bıraktığı siyasi mirastır.

UKRAYNA SAVAŞI JEOPOLİTİK BİR ÇATIŞMADIR

Ukrayna Savaşı’nın bir jeopolitik çatışma olduğunun altını başlangıçta çizelim. Dünya adası dediğimiz coğrafya, ekonomi temelli hegemonik ihtiraslar nedeniyle ikiye ayrılmıştır. Bir tarafta A.B.D.’nin hâkimiyeti altındaki Avrupa-Atlantik sistemi yani Batı Dünyası, diğer tarafta Putin’in iktidarıyla görece güçlenen ve Sovyetler Birliği’nin mirasını geri isteyen Rusya vardır. Çin, Avrasya Bloku’nda yer almasına rağmen, bu oyunda henüz kartlarını tam olarak açmış değildir.

Avrupa-Atlantik Bloku doğuya doğru, Avrasya Bloku batıya doğru büyümek ve ilerlemek istemektedir. Birbirine doğru hareket eden iki blok arasındaki fay hattı Balkanlar ve Doğu Avrupa’dır. Dolayısıyla Soğuk Savaş sonrasındaki sıcak çatışmaların bu bölgede çıkmış olması tesadüf değildir.

NATO’NUN GENİŞLEMESİ JEOPOLİTİK GERİLİMİ ARTIRMIŞTIR

Avrupa-Atlantik Bloku doğu yönündeki ilerlemesini NATO’nun genişlemesi yoluyla yapmıştır. Doğu Bloku çöktüğünde NATO’nun 16 olan üye sayısı günümüzde 30’a çıkmıştır. NATO’nun genişlemesinin arkasındaki temel düşünce, görüntüde de olsa barış ve istikrarı tüm kıtaya yayarak “bütünleşmiş ve özgür” Avrupa fikrini hayata geçirmektir. Oysa konuyla ilgili olan herkes bilir ki, genişlemenin perde arkasındaki gerekçelerinden biri de, nükleer yetenekleri, geniş insan gücü ve doğal kaynakları ve stratejik derinliğiyle halen büyük bir kara gücü olan Rusya liderliğinde birleşik bir cephe oluşmasını engellemektir. Böylece Rusya’nın güçlenmesi ve bir başka Avrasya gücü olan Çin ile ittifak ilişkisine girmesi önlenmek istenmiştir.

Doğu Bloku’nun dağılmasından sonra NATO-Rusya arasında da NATO-Rusya Konseyi adı altında özel bir ortaklık kurulmuştur. Bu oluşum Rusya’ya verilen önemin bir göstergesi ve biraz da eski bir süper gücün gururunun okşanmasıdır. NATO-Rusya Konseyi vasıtasıyla Rusya’nın İttifak’ın genişlemesine göstereceği tepkinin absorbe edilmesi amaçlanmıştır. Rusya’nın bu ilişkiden kazancı ise sürekli Avrupa güvenlik gündemini takip ve kısmen kontrol edebilmesiydi. Ancak NATO’nun genişleme çabalarının Rusya sınırına dayanması bu güven ortamını dinamitlemiştir. 2019 yılından itibaren NATO-Rusya Konseyi tüm fonksiyonlarını askıya almıştır.

 

“BÜYÜK ORTADOĞU”, “GENİŞLEMİŞ AVRUPA” VE “YAKIN ÇEVRE”DEKİ NÜFUZ MÜCADELELERİ ÇATIŞMAYI TETİKLEMİŞTİR

 

Ukrayna Savaşı’nın “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” ile de yakından bağlantısı vardır. Sözde demokrasi ve barış getirmeyi amaçlayan ama gerçekte bölgeyi kaosa sürükleyen BOP, Kuzey Afrika, Yakın Doğu ve Kuzey Kuşak (İran-Afganistan-Pakistan) bölgelerini hatta Orta Asya’yı kapsamaktadır. Bütün bu bölgenin A.B.D. Merkezi Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM)’nın sorumluluk alanına dâhil edilmesi boşuna değildir.

AB de benzer şekilde “Genişlemiş Avrupa (Wider Europe)” ve “Avrupa Çevresi veya Komşuluğu (European Neighborhood)” projelerini hayata geçirmiştir. “Genişlemiş Avrupa” tüm Avrupa Konseyi ülkelerini kapsarken,  Avrupa Çevresi NATO ve AB dışındaki OSCE ülkelerini kapsamaktadır.

Öte yandan Putin Rusyası da “Yakın Çevre (Near Abroad)” diye bir jeopolitik kavramı yürürlüğe koymuştur. Yakın Çevre denilen bölge eski Sovyetler Birliği sınırları içinde kalan bölgedir ve Rusya yönetimi bu bölgeye kendisinden başka bir gücün girmesini istememektedir.

Şimdi bu “Büyük Ortadoğu”, “Genişlemiş Avrupa” ve “Yakın Çevre” haritalarını üst üste koyarsanız, kesişme bölgeleri Baltık ülkeleri, Moldova, Ukrayna, Güney Kafkasya ve Orta Asya’dır. Gürcistan olayları, Azerbaycan-Ermenistan çatışması, Kazakistan’daki son karışıklıklar ve Ukrayna Savaşı’na bu perspektiften bakmak gerekir. Bir tarafta ısrarla bu bölgelere nüfuz etmeye çalışan A.B.D. liderliğindeki Batı, diğer tarafta anılan bölgeleri kendi arka bahçesi olarak gören Rusya var.

Rusya’nın başlangıçtaki Büyük Ortadoğu politikası “uzağa karışma, yakına karıştırma” şeklindedir. Ancak Putin Federasyon’u güçlendirdikten sonra uzağa da karışmaya başlamıştır. Dahası Yakın Doğu ve Kuzey Afrika alanlarına etkili askeri müdahalelerde bulunmuştur. Yakın Çevre’de Gürcistan’a Güney Osetya ve Abhazya hamleleri ile ağır darbeler vurmuş ve Gürcü hedeflerini bombalayarak ülkeyi istikrarsızlaştırmıştır. Kırım’ı Ukrayna’dan cebren koparmış, Ukrayna’nın iç karışıklıklarında taraf olmuştur. Suriye ve Libya’daki iç çatışmalarda ana aktörlerden biri haline gelmiştir. Şu halde Rusya’nın da Büyük Ortadoğu coğrafyasında yeniden at oynatmakta olduğunu görmemiz gerekir.

DIŞARDAN KIŞKIRTMA VE TARAFLARIN KARŞILIKLI HATALARI İKİ ÜLKEYİ ANLAMSIZ BİR SAVAŞA SÜRÜKLEMİŞTİR

Ukrayna yönetimleri A.B.D. liderliğindeki Batı ile Rusya arasındaki bu tehlikeli rekabeti ve ülkelerinin bu oyundaki hassas konumunu iyi okuyamamışlardır. Böylesine gergin bir ortamda ısrarla NATO üyeliği için bastırmak ve Moskova karşıtı bir diskur tutturmak, Putin ve ekibini kışkırtmaktan başka bir işe yaramamıştır. Eğer doğruysa, 2’nci Dünya Savaşı’nda Nazi zulmüne uğramış bir ülkede Neo-Nazi oluşumlara alan açılması ayrıca ironiktir.

A.B.D. ve NATO, Doğu Avrupa ülkelerinde tatbikatlar yapmak, bölgeye kalıcı silah sistemleri yerleştirmek ve kışkırtıcı söylemlerde bulunmak suretiyle ortamı olabildiğince germiştir.

Şunu kabul etmek gerekir ki, Rusya yönetimi bu tuzağa düşmüştür. Her ne kadar “başka seçeneğimiz kalmamıştı” deseler de; Rusya’nın Ukrayna’ya bu denli ağır bir askeri şiddet kullanmasının ne hukuki ne de politik açıdan makul bir gerekçesi yoktur. Moskova hükümeti Ukrayna’nın Donbass bölgesindeki hukuk dışı eylemlerini durdurmak, nükleer yetenek kazanmasını önlemek vb. gerekçeler ileri sürmektedir. Ancak girişilen harekâtın çapı siyasi hedefin çok ötesindedir.

Hatta bu harekâtın bir topyekün işgal mi yoksa bir uyarı ya da cezalandırma harekâtı mı olduğu halen anlaşılamamıştır. Cezalandırma desek; birçok şehir yerle bir edilmiştir. İşgal desek; Rus kuvvetleri halen önemli merkezler ve ulaşım hatlarını ele geçirememiştir. Anlaşılan, Rusya askeri ve sivil altyapıyı hava bombardımanı yoluyla felce uğratarak Kiev yönetimini çökertmeyi düşünmektedir. Ayrıca sahada Kırım ve Donbass bölgelerini birleştirmeye, Ukrayna’nın Azak Denizi ve Karadeniz’e çıkışını kısıtlamaya, Moldova’daki ayrılıkçı Trans-Dinyester ile temas sağlamaya yönelik hamleler görüyoruz.

BU SAVAŞTAN ALINACAK BASİT DERSLER VARDIR

Ukrayna savaşı ile ilgili bazı noktaları özellikle vurgulamak gerekmektedir. Bunlardan ilki deniz hâkimiyeti ile ilgilidir. Küresel bir güç olmak dünya ticaretini kontrol etmeyi, dünya ticaretine hâkim olmak ise denizlerin kontrolünü gerektirir. A.B.D. bu amaçla Karadeniz’e çıkma ve orada belli düzeyde bir kontrol sağlama peşindedir. Rusya ve Ukrayna’daki kitlesel tarım üretimi, doğal kaynaklar ve boru hatları ile bölge ülkelerinin Batı teknolojisi için bakir pazarlar olması, Karadeniz havzasının önemini artırmıştır.

Sahildar ülkelerin ortak kontrolünde bir barış ve istikrar denizi olan Karadeniz’in uluslararası rekabet alanı haline gelmesi olağanüstü riskler taşımaktadır. Bu olasılığı devre dışı tutmanın yegâne yolu Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin kurduğu rejimi ısrarla korumaktan geçer.

Diğer taraftan ulusal savunmasını başkalarına ihale eden, dost ve müttefiklere bel bağlayan ülkeler hüsranla karşılaşabilirler. Mesele vatan savunması ise kendi göbeğini kendin keseceksin.

Bir diğer alınacak ders, meskûn mahaller düzenli askeri birlikler için her zaman riskli muharebe sahalarıdır. Örgütlenmiş yerel halkın direniş iradesi ve gücü asla hafife alınmamalıdır.

Harp denilen şey gözünü karartıp karşı tarafa saldırma eylemi değildir; kendine özgü hukuk kuralları ve ahlâkı vardır. Bunlara uymadan icra edilen askeri eylemler günümüzün iletişim çağında uluslararası toplumdan yoğun tepki almakta ve ağır yaptırımlara yol açmaktadır. Nitekim basın haberleri takip edildiğinde, asıl savaşın propaganda alanında yaşandığını açıkça görüyoruz. Diğer yandan uluslararası ekonomiye eklemlenmiş olmak, savaşan taraflar için bazen güç bazen de zafiyete yol açmaktadır.

Ukrayna Savaşı’nın siber mücadele boyutu da çok ama çok önemlidir. Dünya çapında 30 bin kadar “hacker”ın Rusya’ya karşı mücadele ettiği ve birçok siteyi çökerttikleri yönünde haberler dolaşıyor.

Ukrayna Savaşı nükleer caydırıcılığın halen işe yaradığını da gösterdi. Rusya Batı’nın olaya müdahil olmasını önlemek için çekinmeden nükleer tehdit sopasını kullandı. Bu tutum yeni nükleer güçlerin ortaya çıkmasını teşvik edecektir.

Bir başka dikkat edilmesi gereken konu da yabancı savaşçılar konusudur. Ukrayna yanında savaşmak üzere 30 bin kadar yabancı gönüllünün geldiği, Rusya’nın da 20 bin kadar savaşçıyı Suriye ve diğer Ortadoğu ülkelerinden davet ettiği kaydediliyor. Bunların birçoğu hak hukuk tanımayan kriminal kişilerdir, savaşta yarardan fazla zarar verirler. Ancak bu olgunun günümüz savaşlarının bir gerçeği haline geldiğini de kabul etmek durumundayız.

TARAFLARIN TALEPLERİNİ MAKUL DÜZEYE İNDİRMELERİ HALİNDE ATEŞKES SAĞLANABİLİR

Rusya savaşı sona erdirmek için bazı koşullar ileri sürdü. Bunlar Ukrayna’nın silahsızlandırılması ve tarafsızlığı, Kırım’ın ilhakının Kiev tarafından resmen tanınması ve Luhansk ile Donetsk bölgelerinin statüsünün kabulüdür. Kanaatimce bu talepler Rusya’nın çıkarları açısından makul gözükebilir; ancak bağımsız bir ülkenin egemenliğini kesinlikle kısıtlayan taleplerdir. Ukrayna NATO’ya üye olmayabilir; ayrılıkçı bölgelerde bazı hukuki düzenlemeleri kabul edebilir. Ancak silahsızlanmayı kabul etmesi ve Kırım’ın ilhakını tanıması kolay verilecek kararlar değildir.

Son tahlilde Ukrayna’nın Rusya’nın askeri gücü karşısında sonsuza kadar dayanması olanaksızdır. Kaldı ki ülkenin fiziki altyapısı adeta harabeye dönmüş durumda. Rusya son olarak Kindzhal (Hançer) hipersonik füzelerini Ukrayna üzerinde deniyor. Uçak ve füzelerle havadan yapılan ağır bombardıman devam ediyor. Fakat bu durum Ukrayna’nın kolay bir lokma olmadığı gerçeğini değiştirmiyor.

Savaşı kim kazanırsa kazansın, kaybeden Ukrayna halkı ve barıştır. Bu savaş Ukrayna’nın uluslaşma sürecini hızlandıracak ve bölgede Rusya karşıtı hareketleri besleyecektir.

Öte yandan Rusya’da savaş karşıtı önemli bir kamuoyu mevcut. Rus ekonomisi ağırlıkla doğal gaz ve petrol gelirlerine dayandığı için kırılgan. Ekonomik yaptırımlar ilerdeki günlerde halk üzerindeki etkisini artıracak. Bu açıdan bakıldığında, iki tarafın da onurlarını koruyan bir ateşkese hayır demeyecekleri bir noktaya gelineceğini düşünüyorum.

ULUSAL ÇIKARLARIMIZ VE BARIŞIN KORUNMASI ÖNCELİĞİMİZ OLMALIDIR

Sonuç olarak bu savaş bizim savaşımız değil; ama komşularımız arasında cereyan eden ve bizi her halükarda olumsuz etkileyecek bir savaştır. Savaşın ana nedeni emperyal politikaların Ukrayna coğrafyası üzerinde çatışmasıdır. Anti-emperyalist olmak emperyalizmin her rengine karşı olmayı gerektirir. Savaşta taraf olmaktan kaçınmak, uluslararası hukuk ve ulusal çıkarlarımız dairesinde tavır belirlemek ve Karadeniz havzasının barış ve istikrarına hizmet etmek zorundayız. Çatışmanın adil ve kalıcı bir barışla sona erdirilmesi hem bölgesel hem de küresel açıdan elzemdir.

Değerlendirmemizi Atatürk’ün “Harp hayati ve zaruri olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye girmedikçe harp bir cinayettir.” sözüyle bitirelim.