Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN KURULUŞ DEĞERLERİ

Yeter MENGEŞ

Osmanlı Devleti’nin müttefikleri ile Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup olarak çıkması ve imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında meydana gelen gelişmeler bütün olumsuzluklarına karşılık yeni bir Türk devletinin kurulması için elverişli koşulların ortaya çıkmasına da neden olmuştur. Arap topraklarının kaybedilmesiyle doğal-milli sınırlar olan Anadolu’ya çekilmek zorunda kalınması, bundan sonra da anayurdun bile savaşın galipleri tarafından parçalanmaya çalışılması karşısında; Osmanlıcılık, Turancılık, Panislamizm, Panturanizm ve mandacılık gibi çağdışı ve teslimiyetçi fikir akımlarının geçerliliğinin kaybetmiş olduğu iyice anlaşılmıştır. Bundan sonra Anadolu topraklarında milli ve bağımsız bir devletin kurulması zorunluluğu ortaya çıkacak ve bunun ideolojik ifadesi “milliyetçilik” bu süreci tamamlayacak ana unsurlar ise “siyasallaşma ve demokratikleşme” olacaktır.

30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında İtilaf Devletleri tarafından işgal altına alınmış olan İstanbul’da kaldığı süre zarfında siyasal meşru zeminlerde çeşitli çalışmalar yapmış olan Mustafa Kemal Paşa bu girişimlerinden bir sonuç çıkmayacağına kanaat getirerek, işgal güçlerini “geldikleri gibi göndermek” için Anadolu’ya geçmeye ve gerçekleri Türk Milletine anlatarak bir kurtuluş mücadelesi başlatmaya karar vermiştir. 19 Mayıs 1919 tarihinde 9. Ordu Müfettişi unvanı ile Samsun’a gelen ve Türk Halkı’ndan beklediği desteği alabileceğini gören Mustafa Kemal, Nutuk’ta; “Milli egemenliğe dayanan, kayıtsız ve şartsız, bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak” kararını vermiş olduğunu ve bunu “milli bir sır olarak vicdanında taşıdığını” ifade etmektedir[1].

Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gelmesiyle başlayan Millî Mücadele sürecinde 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu sürecin en başından sonuna kadar yürütülmesinde ana “siyasal meşru” güç olarak, milletin kaderini eline alacak ve “milli egemenlik” düsturunu esas alarak tarihsel görevini yerine getirecektir. Mustafa Kemal Paşa Millî Mücadele’nin en başından itibaren organizasyonunu “siyasal meşruiyet” üzerine kurmuş ve bu prensipten hiçbir şekilde ayrılmamıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın bu politikası TBMM’nin de kuruluş değerlerini belirleyecektir.

TBMM’nin kuruluş değerlerinin anlaşılması için Millî Mücadelenin başlangıcından itibaren önemli dönüm noktalarında yayımlanan resmi bildirgelerin incelenmesine ihtiyaç bulunmaktadır. 21-22 Haziran 1919 tarihli Amasya Tamiminin 3. maddesinde “milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” hükmü bulunmaktadır. 23 Temmuz 1919 tarihinde toplanan Erzurum Kongresinin bildirgesinin 4.maddesinde “milli iradeyi hâkim kılmak esastır”, 6.maddesinde ise “manda ve himaye kabul olunamaz” hükümleri mevcuttur. Bu hükümler “milli egemenlik” ilkesini açıkça beyan eden ifadeler içermektedir. Bundan başka Erzurum Kongresi’nin sonuçlandığı akşam, Mustafa Kemal Paşa, Mazhar Müfit (Kansu) Bey’e şöyle söylemektedir: “En mühimi irade-i milliye prensibinin kavranması ve benimsenmesidir. İrade-i milliyeyi millet işlerinde hâkim kılmak birinci gayemizdir.” Mustafa Kemal, Mazhar Müfit Bey’e ayrıca şu hususları da not ettirmektedir: “Zaferden sonra hükümet şekli ‘Cumhuriyet’ olacaktır. Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır.”[2]

Samsun’a çıktığı ve Amasya Genelgesi’ni yayınladığı ilk günlerden itibaren, Mustafa Kemal’in eldeki askeri birlikleri toparlayarak Yunan ordularına karşı çıkacağını ve bunun en kestirme yol olduğunu düşünenler pek çoktur. Bunlardan birisi de Yunus Nadi Bey’dir. TBMM’nin açılmasından önce İstanbul’daki matbaasını Ankara’ya taşıyarak Millî Mücadele’ye katılmak üzere Anadolu’ya gelen Yunus Nadi Bey, burada ordu ulunmadığını gördükten sonra huzursuz olmuş ve konuyu Mustafa Kemal Paşa ile yaptığı görüşme esnasında açarak; nazari bir çalışma olarak değerlendirdiği meclisi toplamaktan vazgeçip, öncelikle ordu kurmasını önermiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın Yunus Nadi’ye vermiş cevap ise şöyledir: “Ben bilakis her kerameti meclisten bekleyenlerdenim… Öyle bir devre yetiştik ki onda her iş meşru olmalıdır. Millet işlerinde meşruiyet ancak milli kararlara isnat etmekle, milletin genel temayüllerine tercüman olmakla meydana gelir… Bence Meclis nazariye değil, hakikattir ve hakikatlerin en büyüğüdür. Evvela Meclis, sonra ordu Nadi Bey… Orduyu yapacak olan millet ve ona niyabeten Meclis’tir. Ordu demek yüz binlerce insan ve milyonlarca servet ve sâman demektir. Bunlara iki üç şahış karar veremez. Bunu ancak milletin karar ve kabulü ortaya çıkarabilir[3]

Mustafa Kemal bu dönemde bir an önce Sivas’a giderek, Anadolu ve Rumeli’de mevcut olan Müdafaa-i Hukuk[4] örgütlerini bir araya getirecek kongreyi gerçekleştirmek ve sonrasında Milli Mücadeleyi yürütecek Meclis’i toplamak için acele etmekte, “Önce Meclis, sonra Ordu; ben kerameti Meclis’ten bekleyenlerdenim.” diyerek düşüncesini ortaya koymaktadır[5]. Mustafa Kemal Paşa, burada milletin iradesi olmadan ordunun meydana getirilemeyeceğini vurgulamakta, “önce Meclis” ve “ona dayanarak ordu” diyerek “meşru” temelin esasını belirtmektedir. Çünkü bu koşullarda siyasi bir iradeden yoksun bir askerî harekâtın başarı kazanması mümkün değildir. Ülkeyi işgal etmekte olan emperyalistlerin karşısında başarılı olabilmek için öncelikle halkın siyasal iradesini örgütleyebilecek bir harekete ihtiyaç vardır. Mustafa Kemal için en önemli ve asıl kuvvet kaynağı, asıl mücadelenin dayanacağı kudret, Meclis, yani Türk milletinin sönmez yaşama gücünün sembolü olan “milli egemenlik” kavramıdır. Bu kavram, Kurtuluş Savaşının yapılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve sonrasında devrimlerin gerçekleştirilmesinde sürekli olarak önceliğini koruyacaktır.

Türk tarihinde başlı başına bir dönüm noktası olan Sivas Kongresi 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Amerikan mandası meselesinin de görüşüldüğü “manda ve himaye kabul olunamaz” ifadesiyle reddedildiği Sivas Kongresinde alınan kararlarla işgal bölgeleri haricindeki yurttaki tüm direniş Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (ARMHC) adı altında birleştirilmiştir. Sivas Kongresi’nde alınmış olan kararlar arasında bulunan “Millî sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz”, “Kuvayi Milliyeyi etken ve İrade-i Milliyeyi egemen kılmak esastır” maddeleri konumuz bakımından önemlidir. Kongrede teşkil edilen ve TBMM kuruluncaya kadar hükümet görevini yerine getirecek olan Heyeti Temsiliye’nin başkanlığına Mustafa Kemal Paşa getirilmiştir. Anadolu’yu işgal ve istila hareketlerine karşı direniş için başlangıçta elde düzenli ordu olmadığından mevcut olan Kuvâyi Milliye kullanılacağından bunun başına Ali Fuat Paşa Kuvâyi Milliye komutanı olarak görevlendirilmiştir. Bundan sonra ARMHC, seçimlerin yapılarak Mebusan Meclisi’nin toplanmasını temin için gerekli çalışmalarını yoğunlaştıracaktır[6].

Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi sırasında Osmanlı Mebusan Meclisi’nin toplanmasını istemesi, 1909 Anayasası (Kanun-ı Esasî)’nı yeniden yürürlüğe koydurmak çabası ile Sivas’ta yayına başlattığı gazeteye “İrade-i Milliye” adını vermesi, milletin kendi geleceğini, hak ve hukukunu meşru yönden belirleme hakkı demek olan “Millî İrade”yi ortaya koymasını sağlamak çabasının işaretleri olarak değerlendirilmelidir.

Mustafa Kemal’in Sivas Kongresi’nin tamamlanmasından sonra 20 Eylül 1919 tarihinde görüştüğü Amerikalı General J. G. HARBORD’un ABD makamlarına gönderdiği raporunda, Mustafa Kemal Paşa’nın bir Cumhuriyet kurmakta olduğunu bildirmesi oldukça önemli bir tespit olarak ortaya çıkmaktadır. Mustafa Kemal’in bir cumhuriyet kurmakta olduğuna dair bir haber The Times gazetesinde de yer almaktadır[7].

Mustafa Kemal, Meclis-i Mebusan’ın işgal altında bulunan İstanbul’da değil Anadolu’da bir şehirde toplanmasını istemesine karşılık, bu talebi İstanbul Hükümeti ve Padişah’ın karşı çıkması neticesinde gerçekleşmemiş ve Meclis-i Mebusan 12 Ocak 1920 tarihinden itibaren İstanbul’da toplanarak çalışmaya başlamıştır. Mustafa Kemal Paşa bunun üzerine Meclis-i Mebusan çalışmalarına katılacak milletvekillerini Ankara’ya çağırarak “Müdafaa-i Hukuk” grubu adı altında Sivas ve Erzurum kongrelerinde alınan kararlarının savunulmasını ve kendisinin Meclis-i Mebusan Başkanı olarak seçilmesini telkin etmesine rağmen Meclis-i Mebusan’da bu dilekleri Padişahla ters düşmek kaygıları ile hareket eden milletvekilleri tarafından gerçekleştirilemeyecektir.

Bu olumsuzluklara karşılık, Mustafa Kemal Paşa tarafından esasları daha önce ilan edilmiş olan ve milliyetçi milletvekilleri tarafından gündeme getirilen “Misak-ı Millî” belgesi birkaç değişiklik dışında 28 Ocak 1920 tarihinde Meclis-i Mebusan’da oy birliği ile kabul edilmiş ve 17 Şubat 1920’de ilan edilmiştir[8]. Türk Milleti’nin demokratik-milliyetçi hak ve isteklerini dünyaya açıklayan Misak-ı Milli belgesi, Arnold TOYNBEE tarafından bir “Bağımsızlık Bildirgesi” olarak nitelendirilmektedir. Toynbee, bu belge ile Batı modelinde canlı ve güçlü yeni bir Türkiye’nin üstyapısının kurulduğunu ve daha sonra imzalanacak Lozan Barış Antlaşması’na bir temel meydana getirilmiş olduğunu ve bu belgenin milliyetçiler için bir zafer olduğunu ifade etmektedir[9].

Aradan çok geçmeden 16 Mart 1920 tarihinde General Milne komutasındaki çoğunlukla İngiliz askerlerinden oluşan İtilaf devletleri müfrezeleri baskın tarzında ve bir gövde gösterisi şeklindeki bir darbe ile İstanbul’u yeniden işgal etmeye başlamışlardır. Bu işgalin hedefi bu eylemin sorumluluğunu Kuvayı Milliye’ye ait olduğunu göstermek, Misak-ı Milli’yi protesto etmek, Anadolu’da başlayan harekete ağır bir darbe indirmek ve Türkleri sindirerek koşulları ağır bir barış antlaşmasını kabule zorlamaktır. İşgal kuvvetleri Meclis-i Mebusan binasını da basarak burada bulunan Rauf Bey (Orbay) ve bazı milletvekillerini tutuklayarak Limni ve Malta’ya göndermişlerdir[10]. Bundan sonra Meclis-i Mebusan 18 Mart 1920’de faaliyetlerini süresiz olarak durdurma kararı verecek ve Padişah Vahdettin tarafından 12 Nisan 1920 tarihinde yayımlanan bir irade ile Meclis-i Mebusan dört ay içinde yeni seçimler yapılmak üzere feshedilecektir[11].

Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’un İtilaf devletleri tarafından yeniden işgal edilmesi ve Meclis-i Mebusan’ın fiili saldırıya uğraması ve faaliyetlerine son verilmesi üzerine bu durumu derhal tüm Türkiye’ye bildirerek halkı bilgilendirmiş, ayrıca bu olayı İtilaf devletleri ve tarafsız devletler nezdinde protesto ederek, İstanbul ile derhal telgraf ve telefon görüşmelerinin kesilmesini ve Anadolu’da görevleri gereği bulunan İtilaf devletleri subaylarının tutuklanmalarını emretmiştir[12].

Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’un işgal haberinden hemen sonra Ankara’da Türk Milleti tarafından “olağanüstü yetkiler” verilecek “meclis-i müessisan (kurucu meclis)”in toplanmasını ilk siyasal tedbir olarak değerlendirmiştir. Ankara’da toplanacak yeni meclisin Meclis-i Mebusan’ın devamı olduğu ve kurucu niteliklere sahip olmaması konusunda eğilimler olmakla birlikte, Mustafa Kemal Paşa’nın kafasında daha başlangıçtan itibaren ileride yapmayı planladığı devrimleri bu meclise dayanarak gerçekleştirmek düşüncesi vardır. “Kurucu” kavramının Fransız Devrimi’ni hatırlatması ve olumsuz yansımaları olabileceği endişesinin Kazım Paşa (Karabekir) gibi bazı ileri gelen şahısların dile getirmesi sebebiyle bu kavram o safhada kullanılmayacaktır[13].

Mustafa Kemal Paşa “Heyet-i Temsiliye” namına, 19 Mart 1920 tarihinde Kolordulara, Vilâyetlere ve Müstakil Livalara yayımladığı seçim bildirgesi ile “salâhiyeti fevkalâdeyi haiz (olağanüstü yetkilere sahip)” bir meclisin Ankara’da toplanacağını, bu meclise katılmak üzere yeni bir genel seçim yapılmasını ve dağıtılan Meclis-i Mebusan üyelerinin de yeni meclise katılmasını bildirmektedir[14]. Bildirgeye göre Ankara’da toplanacak mecliste görev yapmak ve kutsal savaşıma fiili olarak katılabilmek üzere her sancaktan beşer üye seçilecek, seçilecek üyeler her görüşten ve partiden veya bağımsız olabilecektir. Seçimler 15 gün içinde tamamlanacaktır[15].

Bu bildirge, Birinci Meclis üyelerinin gerçek bir demokrasi anlayışı içinde seçim biçimini gösteren ve meşruiyet anlayışını yansıtması bakımından önemli olan bir belgedir. Diğer yandan, yeni toplanacak olan meclisin hem 1909 ve hem de 1920 seçimleriyle seçilmiş olan milletvekilleri tarafından meydana getirilecek olması, dünya anayasa tarihinde ender rastlanan bir olaydır ve bu olay Türk inkılâbının organı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gerçek bir özellik vermiştir[16].

Bu koşullar altında yeni seçilen ve aralarında kapatılan Meclis-i Mebusan’ın son başkanı Celalettin Arif Bey’in de bulunduğu milletvekillerinden meydana gelen Büyük Millet Meclisi (BMM) 23 Nisan 1920 tarihinde açılışta 115 milletvekili ile Ankara’da toplanmıştır[17]. Bu sayı daha sonra Ağustos 1920’de 337’ye kadar çıkacaktır. Meclisin açılış günü bilinçli olarak Cuma gününe denk getirilmiş, önceden planlanan dinsel törenler (Hacı Bayram Camii’nde Cuma namazı kılınması, Mevlit ve Buhari şerif okutulması, Meclis’in açılışında da dualar edilmesi gibi) uygulanarak meclisin kutsiyeti vurgulanmıştır. BMM, Misak-ı Milli’ye bağlılığını ilan ederek ve Sultan-Halife’yi ve ülkeyi kurtarmak üzere yemin etmiştir[18].

23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da toplanan meclisin adı başlangıçta Türk asıllı olmayanların ve İslamcıların tepkisi de göze alındığından Büyük Millet Meclisi’dir. Buradaki “büyük” kelimesi “kurucu” özelliklere sahip olarak anlaşılmaktadır. Meclisin adının ilk kez olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak kaydedilmesi ise 8 Şubat 1921 tarihli TBMM Zabıt Ceridesinde görülecektir[19].

TBMM’nin kurulmasıyla Mustafa Kemal Paşa, çok genç bir subayken düşünü kurduğu “Yeni Bir Türk Devleti” ülküsünü gerçekleştirmek üzere büyük bir adım atmış oluyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın içinde “Millî bir sır” olarak saklamakta olduğu hedefi “lâik ve demokratik bir Cumhuriyet” kurmaktır ancak bunu en yakınlarına bile henüz açıklamamıştır. Bunu sadece Erzurum Kongresi esnasında 7-8 Temmuz 1919 gecesi görüştüğü Mazhar Müfit Kansu’ya gizli tutmak şartıyla kaydettirmiştir[20].

TBMM’nin 23 Nisan 1920 tarihinde toplanmasıyla egemenlik Sultan’dan halka geçmekte, insan haklarına dayanan egemenliğin kaynağı dinsel ve geleneksel olmaktan çıkarak, yeni Türkiye Devleti çağdaş normlar üzerinde inşa edilmeye başlanmaktadır. “Egemenlik kayıtsız-şartsız milletindir” hükmü yeni Türk Devleti’nin egemenliğinin kaynağını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu görevin yerine getirilmesinde TBMM tarihi bir sorumluluk yüklenmektedir. Mustafa Kemal Paşa yeni meclisi milli iradenin bir yansıması olarak değerlendirmekte ve bunu 23 Nisan 1922 tarihinde Yeni Gün gazetesi muhabirine şöyle ifade etmektedir: “23 Nisan Türkiye milli tarihinin başlangıcı yeni bir dönüm noktasıdır. Bütün bir husumet dünyasına karşı ayaklanan Türkiye halkının, Türkiye Büyük Millet Meclisini meydana hususunda gösterdiği harikayı ifade eder.” [21]

Mustafa Kemal Paşa, 24 Nisan 1920 tarihinde TBMM’nde yapılan oturumda Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra meydana gelen siyasî gelişmeleri anlattığı uzun bir konuşma yapmış ve hükümetin kurulmasına ilişkin bir önerge vermiştir. Bu önergede hükümet kurmanın zorunlu olduğu, geçici bir hükümet kurulmasının veya bir Padişah vekilinin atanmasının uygun olmadığı, yasama ve yürütme erklerini kendinde toplayan TBMM üzerinde “herhangi bir iradenin bulunmadığı”, TBMM’den seçilecek bir kurulun hükümet işlerine bakacağı, Meclis Başkanının bu hükümetin de başı olacağı hususları yer almaktadır. Bu önergenin TBMM tarafından kabul edilmesiyle birlikte TBMM Hükümeti kurulmasına karar verilmiştir. Bu oturumda TBMM tarafından Mustafa Kemal Paşa Meclis Başkanı olarak seçilmiştir[22].

Mustafa Kemal Paşa ayrıca, yeni Türkiye’nin Osmanlı Devleti’nin izlediği siyaseti izlemeyeceğini, “milli bir siyaset” izleyeceğini izah etmekte ve bu siyaseti şöyle tanımlamaktadır: “Millî sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak varlığımızı koruyup, milletin ve yurdun gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak, gelişigüzel, ulaşılamayacak istekler peşinde milleti uğraştırmamak ve zarara sokmamak, uygarlık dünyasının uygarca insanca davranışını ve karşılıklı dostluğunu beklemektir.”[23] Mustafa Kemal Paşa, “milli siyaset” anlayışını Panislamizm ve Panturanizm karşıtı olarak kullanmakta ve her türlü serüvenciliği reddetmektedir[24].

TBMM’nin kurulması süreci, Türk tarihinde ilk defa olarak, millî egemenlik prensibinin temel olarak kabul edilmesi ve bu sistemin Cumhuriyet döneminde de devam etmesi sebebiyle devrimci bir karakter taşımaktadır. Bu dönemde millî egemenliğin temsilî bir demokrasi şeklinde kullanılması kararlaştırılmış, devletin teşkilât ve işleyişinin “Meclis Hükümeti” tarzında olması kabul edilmiştir. Bu şekilde temsili demokrasinin diğer iki usulü olan parlamenter (yasama-yürütme dengesine dayanan) veya başkanlık (icranın üstünlüğüne dayanan) hükümet sistemleri kabul edilmemiştir.

TBMM normal bir parlamenter sistemin ötesinde; yasama, yürütme ve yargı erklerini bünyesinde toplayan bir Meclis Hükümeti sistemini benimsemiştir. Bu sistem Fransız ihtilalinin ünlü meclisi olan “Convention” benzeri bir ihtilâl ve inkılâp rejimidir. Seçimle belirlenmiş tek organ olan Büyük Millet Meclisi; yasama, yürütme ve yargı erklerinden meydana gelen kuvvetler birliği sistemi içinde bu erkleri birer idari organ haline getirmiştir. Bu kuvvetler birliği sistemi Mustafa Kemal Paşa tarafından temsil ve kontrol edilmektedir[25]. Bir bağımsızlık savaşının bir halk meclisiyle gerçekleştirilmesi tarihte ilk örnektir. Meclis, milli egemenliğin ve meşruluğun tek kaynağıdır ve her türlü yetkiyi elinde tutmaktadır[26]. Bundan sonra TBMM’nin ele aldığı ilk konulardan birisi de 29 Nisan 1920 tarihinde kabul edilen “Hıyaneti Vataniye” kanunu olacaktır. Bu kanun ile İstiklal mahkemelerinin kurulması için gereken yasal altyapı hazırlanmış olmaktadır[27].

3 Mayıs 1920 tarihinde “İcra Vekilleri Heyeti” adıyla yeni hükümet seçilerek işbaşına gelmiştir. İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu)’nin başkanı aynı zamanda TBMM başkanı da olan Mustafa Kemal Paşa’dır[28].

TBMM, İstanbul Hükümeti’nin otoritesini tanımamakta, Türk Devleti’nde milli egemenliğe dayanan tek meşru otorite olarak kendisini kabul etmektedir. Millî Mücadele’nin oturacağı meşru temel olan TBMM’nin aldığı kararlar ve çıkardığı yasalar itibarıyla ihtilalci bir karakter taşımakta olduğu görülmektedir. Bu özellikleri dikkate alındığında yeni yönetimin karar alma ve yürütmede monarşinin rolünün sıfıra indirildiği görülmektedir. Nitekim 7 Haziran 1920 tarihinde, İstanbul Hükümetinin İstanbul’un işgal tarihi olan 16 Mart 1920 tarihinden itibaren aldığı tüm kararlar geçersiz olduğuna dair bir kanun kabul edilecektir[29].

Millî Mücadelenin başından beri ortaya koyulmuş olan milli egemenlikten başka bir iradenin olmadığının ve TBMM’nin üzerinde herhangi bir iradenin olmadığının ifade edilmesi ve yeni bir hükümetin teşekkül etmesi ile adı konmamış olsa bile halkın iradesine dayanan bir rejim, bir “cumhuriyet” kurulmuş oluyordu[30]. Cumhuriyetin resmi olarak ilanı ise savaşın kazanılmasından ve Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasından sonra gerçekleştirilecektir.

“Milli Egemenlik” ve “meşruiyet” kavramlarının 20 Ocak 1921 tarihinde TBMM’nde kabul edilen ilk anayasa olan Teşkilatı Esasiye Kanunu (TEK)’nun 1.maddesinde “Hakimiyet bila kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilffil idare etmesi esasına müstenittir.” hükmüyle yer almakta olduğu görülmektedir. Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun 2. maddesi ile 3. maddesi ise “Milletin kendi kaderinin tayin ve fiilen idaresinin TBMM aracılığı ile üstlendiğini” belirtmektedir. Bu ifadeler egemenlik hakkının Sultan’dan alınarak kayıtsız ve şartsız bir şekilde millete verilmekte olduğunu ve Türk Milleti’nin “milli egemenliğini” TBMM eliyle kullanacağını net bir şekilde belirtmektedir. Bu gelişme Osmanlı-Türk anayasacılık tarihinde doğrudan bir devrim niteliğindedir[31]. Böylece “milli egemenlik” kavramı ve bunun ne şekilde kullanılacağı hususu anayasada da yer almış olmaktadır.

Sonuç olarak; “milli iradeyi hâkim kılmak” için Amasya Tamimi ile başlayan yolculuk, Erzurum-Sivas Kongreleri ve Ankara’ya intikal mihverinde ilerleyerek 23 Nisan 1920 tarihinde TBMM’nin açılması ile sonuçlanmış oluyor, egemenlik Sultan’dan Türk Milleti’ne geçiyor, dinsel ve geleneksel Osmanlı egemenliği yerine millet egemenliği gücü ele alıyordu. Osmanlı Devleti’nin karşısında bütün siyasi ve hukuksal yetkileri elinde toplayan ve “meşruiyetini milli egemenlikten” alan TBMM”, bir “inkılâp meclisi” olarak tarihsel bir sorumluluk yükleniyor, “milli egemenlik” temelinde “meşruluk ve yasallık” niteliklerine sıkıca sahip çıkmış oluyordu. Bu özellik, Türk Kurtuluş hareketini 20.yüzyılda başka yerlerde görülen kurtuluş hareketlerindeki sadece eylemcilik olgusundan (çete ve partizan savaşları gibi) ayıran en önemli özelliklerden birisi olacaktır.

 

KAYNAKÇA :

Akşin, Sina, Türkiye Tarihi C.IV, 12.Baskı, Cem Tarih yay., İstanbul, 2013.

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.III,1918-1937, 5. Baskı, ATAM yay., Ankara, 1997.

Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, ATAM yay., Ankara, 2006.

Aybars, Ergun, İstiklal Mahkemeleri, C.I-II, İleri Kitabevi yay., İzmir, 1995.

Aybars, Ergün, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, C.I, 4.Baskı, DEÜ Hukuk Fak.yay., Ankara, 1995.

Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam, C.II, 26.Baskı, Remzi Kitabevi yay.,İstanbul, 2011.

Jaschke, Gotthard,(Çev. Aytunç Ülker),”İsim Değişikliğine Dair Bir Mesele:Osmanlı Devletinden Türkiye Cumhuriyetine”, Tarih Okulu, Yaz 2009, Sayı IV, ss.119-126.

Kansu, Mazhar Müfit, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.I, TTK yay., Ankara, 2009.

Kili, Suna, Gözübüyük, A.Şeref, Türk Anayasa Metinleri, İş Bankası yay., İstanbul, 1985.

Kongar, Emre, Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından Atatürk, 17. Baskı, Remzi Kitabevi yay., İstanbul, 2016.

Kurtuluş Savaşımız, 1919-1922, Dışişleri Bakanlığı yay., Ankara, 1973.

Nadi, Yunus, Ankara’nın İlk Günleri, Sel Yayınları, İstanbul, 1955.

Nutuk, TDK yay., Ankara,1981.

Selçuk, İlhan, Atatürkçülüğün Alfabesi, Çağdaş yay., İstanbul, 1981.

Tanör, Bülent, Osmanlı Türk Anayasal Gelişmeleri, 27. Baskı, Yapı Kredi yay., İstanbul, 2016.

TBMM ZC

The Times

Toynbee, Arnold, Türkiye, Bir Devletin Yeniden Doğuşu, (Çev. Kasım Yargıcı), Milliyet yay., İstanbul, 1971.

Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasi Partiler, C.II, Hürriyet Vakfı yay., İstanbul 1952.

Tunaya, Tarık Zafer, “TBMM Hükümeti’nin Kuruluşu ve Siyasi Karakteri”, İÜHFM, C.XXIII, S.3-4, 1958, ss.230.

Uran, Hilmi, Meşrutiyet, Tek Parti, Çok Parti Hatıralarım, 2. Baskı, İş Bankası yay., İstanbul, 2017.

*ymenges@yahoo.com

[1] Nutuk, TDK yay., Ankara,1981, s.9, 12.

[2] Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.I, TTK yay., Ankara, 2009, s. 129-131.

[3] Yunus Nadi, Ankara’nın İlk Günleri, Sel Yayınları, İstanbul, 1955, s.98-100.

[4] Müdafaa-i Hukuk: Osmanlı Devletinin asırlık hatalarından sorumlu tutulan, Mondros Mütarekesi’nin haksız uygulamaları ile zulüm ve adaletsizlik baskısı altında ezilmek, müstemleke halinde yaşatılmak suretiyle cezalandırılmak istenen Türklerin, millet olarak ve bu topluluğun siyasi ifadesi olan “milli müstakil bir devlet kurarak yaşamak hakkını” Osmanlı Hükümeti’ne, imparatorluğun diğer unsurlarına ve bu hakkı tanımayan Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletlerine karşı fiilî bir mücadele sonunda elde etmesidir. Bkz. Tarık Zafer Tunaya: Türkiye’de Siyasi Partiler ,İstanbul 1952, s. 472-539.

[5] Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C.II, 26.Baskı, Remzi Kitabevi yay.,İstanbul,2011,s.217.

[6] Sina Akşin, Türkiye Tarihi C.IV, 12.Baskı, Cem Tarih yay., İstanbul, 2013, s.81-84.

[7] “An Anatolian Republic”, The Times, 22 Eylül 1919, s.9.

[8] Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, C.I, 4.Baskı, DEÜ Hukuk Fak.yay.,Ankara,1995,s.330.

[9]Arnold Toynbee, Türkiye, Bir Devletin Yeniden Doğuşu, (Çev. Kasım Yargıcı), Milliyet yay., İstanbul, 1971, s.104-108.

[10] Hilmi Uran, Meşrutiyet, Tek Parti, Çok Parti Hatıralarım, 2. Baskı, İş Bankası yay., İstanbul, 2017, s.117.

[11] “Turkish Chamber Dissolves”, The Times, 14 Nisan 1920, s.13.

[12] Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, ATAM yay., Ankara, 2006, s.273-276.

[13] Nutuk, s.305. Mustafa Kemal, Türk Devriminin gerçekleştirilmesi hususundaki fikir kaynağını büyük ölçüde Fransız İnkılâbından edindiğini belirtmiştir. Ancak bununla birlikte, Türk İnkılâbı’nı gerçekleştirirken, Türk Halkının millî yapısına uygun olmasına da gereken hassasiyeti göstermiştir. İnkılâbı meydana getirirken meşruiyet (yasallık) kavramına büyük bir önem atfetmiş ve tüm faaliyetlerinde meşruiyeti ön plana almıştır.

[14] Kurtuluş Savaşımız, 1919-1922, Dışişleri Bakanlığı yay., Ankara, 1973, s.56-57.

[15] Uran, a.g.e, s.121-123.

[16] Tarık Zafer Tunaya, “TBMM Hükümeti’nin Kuruluşu ve Siyasi Karakteri”, İÜHFM, C.XXIII, S.3-4, 1958, ss.230.

[17] TBMM ZC, Devre.1, Cilt.1, 23 Nisan 1920. Birinci Meclis, 23 Nisan 1920-16 Nisan 1923 tarihleri arasında görev yapacaktır.

[18] Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, 27. Baskı, Yapı Kredi yay., İstanbul, 2016, s.231. TBMM’ni teşkil eden milletvekilleri üç grupta toplanabilir: 1.İstanbul’dan, Meclis-i Mebusan’dan gelen 92 milletvekili 2.Birisi Yunanistan’dan, diğerleri Malta’dan gelen 14 milletvekili; 3.19 Mart tebliğine göre seçilmiş 232 milletvekili. Bu suretle Türkiye Büyük Millet Meclisinin Birinci Dönemi toplam 337 milletvekilinden meydana gelmiştir. Bu milletvekilleri 66 farklı seçim çevresinden seçilerek gelmişlerdir. Ancak, Meclis’in açıldığı gün mebusların tamamı Meclis’te hazır değildir. Bkz. Tarık Zafer Tunaya, a.g.m., s.230.

[19] Meclis ilk kurulduğu günde 1 nolu kararında “Türkiye Büyük Millet Meclisi” adı geçmekte ancak resmi olarak Büyük Millet Meclisi adı kullanılmaktadır. Bkz. Suna Kili, A.Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 1985, s.87. Ayrıca değerlendirme için bkz. Tanör, a.g.e, s.233. Resmî yasama toplantılarında “Türkiye Büyük Millet Meclisi” (Karar No:1, 23 Nisan 1920) ifadesi yer almakta, fakat o günlere ait basılmış zabıt ceridelerinde konuyla ilgili bir karar veya Türkiye kelimesi göze çarpmamaktadır. Bu ifade ilk kez 13 Eylül 1920 tarihinde hükümetin yasa tasarısı hazırlıklarında kullanılacaktır. Mustafa Kemal Paşa, 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun kabul edilişine kadar hükümete dair belgeleri “Büyük Millet Meclisi Reisi” ibaresiyle, bu tarihten sonra ise “Türkiye” kelimesini de kullanarak imzalamıştır. Diplomatik ilişkilerde ise “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti” ve “Türk Devleti” ifadeleri Türkiye-Sovyetler Birliği, Türkiye-Afganistan Antlaşmalarında kullanılmaya başlanmıştır. Bkz. Gotthard Jaschke, (Çev. Aytunç Ülker),”İsim Değişikliğine Dair Bir Mesele: Osmanlı Devletinden Türkiye Cumhuriyetine”, Tarih Okulu, Yaz 2009, Sayı IV, ss.119-126. Bu çalışmada TBMM adı kullanılmıştır.

[20] Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.I, TTK yay.,5. Baskı, Ankara, 2009, s.131.

[21] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.III,1918-1937, 5. Baskı, ATAM yay., Ankara, 1997, s.53.

[22] TBMM ZC, 24 Nisan 1920.

[23] Nutuk, TDK yay., Ankara, 1981, s.321-323.

[24] Emre Kongar, Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından Atatürk, 17. Baskı, Remzi Kitabevi yay., İstanbul, 2016, s.261.

[25] Ergun Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, C.I, s.353.

[26] İlhan Selçuk, Atatürkçülüğün Alfabesi, Çağdaş yay., İstanbul, 1981, s.55.

[27] Ergun Aybars, İstiklal Mahkemeleri, C.I-II, İleri Kitabevi yay., İzmir, 1995, s.27.

[28] TBMM ZC, 3 Mayıs 1920.

[29] TBMM ZC, 7 Haziran 1920.

[30] Nutuk , s.325.

[31] Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, s.255-258.