Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

TERÖRLE MÜCADELEDE YENİ  KONSEPT NASIL OLMALIDIR?

 

7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinin üzerinden bir yıl geçti. Anılan tarihin, ülkenin halen bir numaralı sorunu olan güvenlik sorununun akıbeti bakımından oldukça önemli bir tarih olduğunu söylemek mümkün.

 

Türk halkı geçen yıl 7 Haziran’da 13 yıldır ülkeyi tek başına yöneten AKP’ye bu kez aynı yetkiyi vermedi ve ülkede şu veya bu şekilde beş aylık bir yönetim boşluğu yaşandı. Bu durum, zaten kırılgan vaziyette olan ülke güvenliğini olumsuz yönde etkiledi. En başta terör örgütlerinin (PPK-DAEŞ) işine yaradı. Özellikle BTÖ (Bölücü Terör Örgütü) PKK bu fırsattan istifade ederek, son birkaç yıldır yaptığı hazırlığı eyleme dönüştürme fırsatı yakaladı.

 

O tarihe kadar aslında ülkede işlerin her bakımdan iyi gitmediğini gören Türk Halkı, 7 Haziran’da iktidar ve muhalefet partilerine bir uzlaşma ve koalisyon mesajı verdi. Ne var ki, her iki kanat tarafından da bu mesaj olumlu yönde değerlendirilmedi. Neticede seçmen,  -her şey bir tarafa-  kendi ordusuna kumpas kuranları 1 Kasım 2015 tarihinde tekrar tek başına iktidara getirdi.

 

Türkiye’de terörle mücadelede Anayasal sorumluluk siyasi iktidardadır.  Terörle mücadelenin olmazsa olmaz şartı, devletin tüm kurum ve kuruluşları ile uyumlu bir biçimde sürdürülmesidir. Siyasi iktidar, başta ülkenin güvenlik ve bekasından sorumlu makamlar olmak üzere devletin diğer ilgili kurum ve kuruluşları ile koordine ederek terörle mücadelenin yol haritasını ve belirlenen konsept ışığında uygulanacak stratejiyi tespit eder.

Yeni konsept belirlenirken, mevcut tehdidin boyutu, teröre neden olan unsurların tespiti, bölücü terör örgütünün imkân ve kabiliyetleri, politik-askeri durum ve dış tehdit değerlendirmesi, ülkenin bekası ve milli menfaatleri, uluslar arası ilişkiler, terörle mücadele edecek güvenlik güçlerinin durumu, elindeki imkân ve kabiliyetleri, terörle mücadele edilecek bölgenin coğrafi yapısı, halkın demografik durumu gibi daha pek çok faktör stratejik seviyede göz önüne alınarak değerlendirilir.

 

Türkiye’de son 30 yıldır işbaşına gelen siyasi iktidarlardan pek azı yukardaki faktörleri göz önünde bulundurarak terörle mücadelede yol haritası çizmiş ve  buna göre strateji ortaya koymuştur. 1993-1995 yılları arasında iktidarda olan 1. Tansu Çiller Hükümeti hariç, diğer hükümetlerin teröre bakış açılarında önemli farklılıklar görülmüş ve her iktidarın terörle mücadele için hazırladığı yol haritası birbirinden bağımsız ve uzakta seyretmiştir. Bir siyasi iktidarın hazırladığı yol haritasında yollar ve köprüler kırmızıyla, dağlar kahverengiyle, ormanlık alanlar yeşil ile, akarsular ve nehirler mavi renkle gösterilirken, daha sonra iş başına gelen bir başka siyasi partinin hazırladığı yol haritasında farklı renklerin kullanıldığı görülmüştür.

Halbuki terörle mücadelede en önemli husus, devlette devamlılık esasıdır. Bu prensibe hemen hemen hiç uyulmamıştır. Siyasi iktidarlar işbaşından gidebilir, ancak terörle mücadele gibi devletin çok önemli bir güvenlik sorunu için ortaya konulan ilke ve prensipler değişmemeli, işbaşına yeni gelen her iktidar aynı kararlılıkla, bir önceki hükümetin devamı niteliğinde mücadeleye aynı esas ve usullerle devam etmelidir.

 

Mevcut politik kadronun geliştirdiği yeni konsept

Geçen hafta içerisinde bölücü terörle mücadele konseptinin değiştiği  ve yeni bir konsept belirlendiği basına yansıdı. Bu kapsamda, anılan yeni konseptin esasını “Terörü önleyici operasyonlar” oluşturacağı, PKK saldırılarını önlemeye dönük savunmacı yaklaşımdan ziyade, devletin operasyonel olacağı, “Önleyici vuruş” stratejisine geçileceği vurgulanarak,  devletin en yetkili ağızları tarafından , “Şehirden sonra kırsalın da temizleneceği” telâffuz edildi.

 

Devletin zirvesinden gelen yukarıdaki açıklama, ilk bakışta terör ve terörle mücadeleye yeni ve kararlı bir yol haritası ile yola çıkılacağı ve böylece yeni bir safhaya geçileceği izlenimi vermekle birlikte,   bugünkü siyasi iradenin anılan mücadelede daha önce iş başında olduğu dönemlerde kararlı, tutarlı ve istikrarlı bir mücadele örneği gösteremediğini, bu nedenle terörle mücadelede önceki yıllardaki başarısızlığını örtme ve telâfi etme çabasından ibaret olduğu şeklinde bir değerlendirme yapmak mümkün.

 

Söz konusu başarısızlığın temelinde, stratejik öngörüsüzlük, geleceği şekillendirememe ve iyi analiz edememe, yani stratejik akıl ve istihbarat üretememe, ya da eksik üretme ile birlikte, pro-aktif siyasi tedbirlerden yoksun olarak uygulamaya konulan ve hatalı olarak tespit edilen güvenlik politikaları yatmaktadır.

 

Bununla birlikte, geçtiğimiz hafta, “Önleyici vuruş” stratejisine geçileceği yönünde yapılan kısa açıklama, devletin izleyeceği terörle mücadele usul, esas ve yönteminin, önümüzdeki dönemde ‘’Ne olacağı’’ yönünde fikir vermekte, fakat ‘’Nasıl’’  yapılacağına dair herhangi bir ifade de bulunulmaması dikkat çekmektedir.  Oysa  burada  asıl önemli olan hususun anılan mücadelenin nasıl yapılacağıdır. ‘’Nasıl?’’ Sorusunun cevabının önemi, BTÖ’nün Kandil’deki halihazır varlığından ileri gelmektedir.  Bu önemli soruyu cevaplamak maksadıyla  tahayyül edilen strateji ve taktikten, yapılacak  çalışmadan,  uygulama  ve eylem plânlamalarından henüz haberimiz yok, bilmiyoruz.

 

Ancak şunu biliyoruz ki, son dönemde giderek tırmanış gösteren terör ve şiddet olaylarını önlemenin, bölgede bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmenin kısa vadede gerçekleştirilmesi mümkün görülmemektedir. Her ne kadar yeni bir konsept belirlenmiş ve atılacak adımlar tespit edilmişse de, çözüm süreci olarak adlandırılan geçmiş dönemde bölgedeki taşlar öylesine yerinden oynatılmıştır ki, bunun düzeltilmesi, devlet otoritesinin ve kamu düzeninin yeniden sağlanması ve alana hâkim olunması, halihazır bugünkü mevcut tabloya bakılacak olursa epeyce bir zaman alacaktır.

 

Türkiye, terörle mücadelede terörün sona erdirilmesini sağlayacak, zamanında ve doğru politikalar üretememiştir. Terörle mücadelenin genel karakteri teröristle mücadele şeklinde gerçekleşmiştir. Bölücü hareket Türkiye’nin enerjisini teröristle mücadeleye yönlendirmiştir. Terör üzerinden sorunların tartışılmasına yol açmıştır. Terörün önlenmesinin, sadece teröristlerin yok edilmesiyle sağlanamayacağı göz ardı edilmiştir.

 

Bölgede uzunca süren bir sessizliğin ardından, 7 Haziran genel seçimlerinden sonra başlayan hareketlilik, patlayan silah ve bombalar,  verilen ve halen verilmeye devam edilen şehitler, siyasi otoritenin önceki yıllarda sözde açılım/çözüm süreci altında sürdürdüğü faaliyetler  ve çatışmasızlık ortamının getirdiği rehavet BTÖ’nün işine yaramış, örgüte çeşitli  tavizler verilmiş, örgütün bölgedeki eylemleri görmemezlikten gelinmiş ve neticede anılan sürecin  aldatıcı olmaktan öteye gidemediği anlaşılmıştır.

 

Bu durum,  siyasi karar alıcıları yeni askeri ve güvenlik tedbirleri almaya yöneltmiş, ülkenin güvenliğinden Anayasal sorumluluk taşıyan siyasi irade işin vahametini  7 Haziran-1 Kasım 2015 tarihleri arasındaki dönemde daha yeni idrak etmeye başlamış, adeta terörle mücadele esaslarını ve nasıl yapılacağını yeni yeni öğrenmeye başlamıştır. Bu nedenle, mevcut politik kadro tarafından  yeni geliştirilen ‘’Önleyici vuruş stratejisinin’’ ne ölçüde başarılı olacağı da kuşkusuz kafalarda soru işareti yaratmaktadır.

 

Terörle mücadelede uygulanacak yeni strateji nasıl bir konsepte dayandırılmalıdır?

 

Metropoll  Araştırma Şirketinin geçen yıl 1 Kasım 2015 genel seçimlerinden hemen önce yaptığı çalışma sonucu, ülkenin en önemli sorununun %47.2 ile birinci sırada ‘’Terör’’ sorunu olduğu, ikinci sırayı ise %17.8 ile ‘’Ekonomi’’ aldığı tespit edilmiştir.

 

Jeopolitik açıdan Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu’nun merkezinde kritik coğrafyada bulunan Türkiye’nin güvenlik politikalarındaki yanlış tespit ve uygulamalardan dönülmesi ve yukarda zikredilen, ‘’Terörle mücadelenin nasıl bir konsepte dayandırılması’’ gerektiği sorusunun cevabının, aşağıda sıralanan bir dizi tedbirlerin alınmasıyla mümkün olabileceği kıymetlendirilmektedir.

 

1.Her şeyden önce terörle mücadelenin uzun soluklu bir mücadele olduğu bilinmelidir. Devlet bu soruna topyekûn olarak yaklaşmalıdır. Esasen Türkiye’de terörle mücadele konusunda milli bir mutabakata ihtiyaç vardır. Onun yeri de TBMM olmalıdır.  TBMM dışında toplumsal sözleşme ve uzlaşıdan uzakta belirlenen yol haritalarının başarılı olması mümkün değildir. Bunun acı örneği daha önce halen iş başındaki  politik kadro tarafından uygulamaya konulan, çözüm/açılım süreci olarak adlandırılan süreçte görülmüştür.

 

2.Bir ülkenin bel kemiğini oluşturan yasama, yürütme ve yargı erkinin tamamı, siyaset kurumunu içine alan organları, sivil toplum örgütleri, sanatçıları, aydınları, yazarları, araştırmacıları, tarihçileri gibi ülkenin önde gelen kişi ve kurumları, ülkenin karşı karşıya kaldığı bu ağır sorunun farkında olmalıdır. Mevcut sorunun bir ‘’Terör sorunu’’ olduğu bilinciyle hareket edilmeli ve bu şekilde  kabul edilmelidir. Sorunun temelinde etnik bölücülüğe dayalı siyasi bir projenin olduğu konusunda hemfikir olunmalıdır.

 

3.Asayişsizliğin kol gezdiği, kamu düzeninin yok olduğu, güvenliğin kaybolduğu bir bölgede ve silahların gölgesinde  -güvenlik dışında-  çizilecek yol haritalarından hangi ölçülerde ve nasıl bir fayda temin edileceği, bölge yararına ne gibi bir sonuçlara ulaşılacağı bugün için hâlâ soru işareti olmaya devam etmektedir. Güvenliğin sağlanmadan yapılacak her türlü girişimden hiçbir sonuç alınamayacağı aşikârdır. Zira terör sorununun çözümü güvenlik konusu ile doğrudan bağlantılıdır. Bölge halkının demokratik hak ve özgürlüklerini kullanabilmesi, bölgenin gelişmişlik ve kalkınmışlık düzeyinin yükseltilmesi, refah seviyesinin artırılması, ancak BTÖ’nün tasfiye edilmesi ile mümkün olabilecektir.

 

4.Diğer yandan sırf askeri güç kullanarak terörle mücadelede kesin sonuç alınamayacağı çok açık bir şekilde anlaşılmıştır. Ancak geçmiş dönemde uygulanan, sadece demokratikleşme paketleri ile bölgede istenilen neticenin elde edilemeyeceği de görülmüştür. Sadece demokratikleşmeye yönelik çalışmaların yürütüldüğü, örgütle silahlı mücadelenin ikinci plâna itildiği geçtiğimiz  dönemde terör örgütü tekrar güçlenmeye başlamış ve bölgede alan kontrolünü eline geçirmiştir. BTÖ silah bırakmamış ve sorun çözülmemiştir. Bütün bunlar Türkiye’nin halen terörle mücadelenin sürdürüldüğü bu bölgede birinci öncelikle güçlü ve kuvvetli güvenlik tedbirlerinin alınmasını dikte ettirmektedir.

 

5.Türkiye gibi kritik bir coğrafyada, psikolojik ve asimetrik psikolojik saldırıların odağında bulunan bir ülkenin, ilk önce bu saldırıları önleyecek ve kıracak çapta yeniden geliştirilmiş bir istihbarat yapılanmasına ihtiyacı vardır. Açılım/çözüm süresince bölgede tasfiye edilen istihbarat teşkilleri yeniden tesis edilmelidir. Terörle mücadelede insiyatifin ele geçirilmesi, mütecavizin mücadele azminin kırılması, alanda yeni baştan hâkimiyetin sağlanması, bozulan güvenliğin ve kamu düzeninin yeniden inşası ancak geniş hacimli, bir merkezden idare edilen güçlü ve yeterli bir istihbarat ağının tesis edilmesi ile mümkündür.

 

6.Terörle mücadele azim ve kararlılığında olan bir devlet, bekasını idame ettirmek ve milli menfaatlerini gözetmek için karşı karşıya bulunduğu tehdit ve risklerin bertaraf edilmesini sağlayan, insiyatifi elinde bulundurarak kendi iradesini hasım tarafa kabul ettiren, caydırıcı nitelikteki bir istihbarat sistemine sahip olmalıdır.

 

7.Türkiye’nin terörle mücadelede uygulayacağı usul ve yöntemler için, yeni konsept, yeni yol haritaları ve buna bağlı eylem plânları yapılırken,  bu konuda geçmiş yıllardaki tecrübesinden istifade edilmelidir. Bu kapsamda Türkiye’nin kendi toprakları üzerinde, milli güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yönelik tehditlerin bertaraf edilmesinde,  ve bölgede alan hâkimiyeti ve kontrolünün yeniden tesis edilmesinde, ülkeye yönelik mevcut  tehdit ve risklerin önlenmesi, milli güvenliğin sağlanması ve bekası için,  Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da  terörle mücadele edebilecek seviyedeki bir gücün kalıcı varlığına ihtiyaç duyulmaktadır.

 

8.Bunun için,  1993 yılında devlet ve hükümet politikası olarak stratejik seviyede  geliştirilen ‘‘Alan Hâkimiyeti Konsepti’’ ve bu konsept çerçevesinde yayımlanan ‘’Pençe İç Güvenlik Direktifi’’ ile birlikte, Güneydoğu Anadolu Bölgemizde önemli ve yeterli ölçüde yapılan askeri yığınak sayesinde üstün kuvvetlerle ‘‘Alanın Kontrolü’’ tesis edilerek insiyatifin güvenlik güçlerine geçmesi sağlanmıştır. Bölgede bozulan kamu düzeninin ve kaybolan devlet otoritesinin sağlanması, alana mutlak surette hâkim olmakla ve insiyatifin tekrar güvenlik güçlerine geçmesi ile mümkündür. Bu maksatla, alan hakimiyetine dayalı ve alanın tamamının  kontrolünü öngörecek yeni bir konsept geliştirilmelidir.

 

9.Bu kapsamda, Özel Kuvvetlerin yapısı yeniden ele alınmalı ve  güçlendirilmesi sağlanmalıdır. BTÖ’nün asıl muhatabı TSK değildir ve olmamalıdır. Asıl muhatap, terörle mücadele için teşkil edilecek yeterli sayıda nitelikli ve özel  birliklerden oluşan, sadece iç güvenlikten sorumlu makamlar olmalıdır. Bölgedeki iç tehdide karşı yeniden bir değerlendirme yapılarak çapı, terkibi ve tertibi belirlenen, profesyonel birliklerden oluşturulacak gruplarla,  -bölgede konuşlu jandarma unsurlarını da bünyesine alarak-  terörle mücadeleye geçmiş yıllarda olduğu gibi kararlılıkla devam edilmelidir.

 

10.Terörle mücadelenin güvenlik boyutunu ilgilendiren önemli unsurlarından biri de mücadelenin psikolojik boyutudur. Türkiye’de anarşi, terör ve şiddet ortamının hiç bitmemesi, ülkenin derin ve köklü psikolojik harekâta maruz kalması sonucu mağlup olduğuna delâlet eder. Mücadelenin psikolojik boyutu, bölücü örgütün en çok önem verdiği ve değer atfettiği güç kaynaklarından biridir.  Örneğin medya onlar için paha biçilmez bir propaganda kaynağıdır.  Bunun için medya gücü bir silah olarak kullanılır.

 

11Güneydoğu’da yıllardır yaşanan ve sorunun temel niteliğini teşkil eden mağduriyet psikolojisi, örgütlenmiş toplulukları silahlı propagandaya yöneltmiştir. Zira psikolojik savaş ile propaganda her zaman iç içedir. Bu sayede mevcut tehdit bir süre sonra asimetrik tehdide dönüşerek, terör ve şiddet olarak karşımıza çıkmıştır.

 

12.Psikolojik harekât plânlayıcıları doğrudan insanla, insan davranışlarıyla ve bu davranışlarda yapılacak tutum değişiklikleriyle uğraşır. Bu nedenle psikolojik savaşla mücadelede önemli olan, bu mücadeleyi usulüne ve ruhuna uygun yürütecek, sürdürecek teşkilât ve yapılanmaların varlığıdır. Türkiye’yi halihazırda maruz kaldığı psikolojik saldırılardan koruyacak, karşı psikolojik harekât tedbirleri alacak ve psikolojik savaşla ilgili faaliyet gösteren, yöneten ve yönlendiren bir teşkilât veya kuruluş ne yazık ki bulunmamaktadır. Bu zafiyetin giderilmesi maksadıyla, psikolojik savaşla ile ilgili teşkillerin bir an önce tesis edilerek,  bundan sonra girişilecek olan yeni mücadele döneminde psikolojik savaş  faaliyetlerine ve karşı propaganda  tedbirlerine yer verilmelidir.

 

13.Diğer taraftan, son on aylık dönemde Türk toplumunun gözü önünde cereyan eden ve asker-polis-sivil yüzlerce insanın şehit verilmesine sebep olan terör ve şiddet olaylarına karşı kullanılan dil ve söylemler ile gösterilen reaksiyon dikkat çekici olmuştur.  Son bir yıl içerisinde, özellikle 22 Temmuz 2015 tarihinden sonra artan terör olayları karşısında,  ’’Terörün belini kırdık. Bölücü örgütü  tarihinde görmediği  ve yaşamadığı ağır bir yenilgiye uğrattık. Şu kadar teröristi imha  ettik,  yok ettik. Son terörist etkisiz hale getirilinceye kadar mücadele devam edilecek’’ şeklindeki söylem ve kavramlar terk edilmelidir. Zira modern askeri stratejide bu tür söylemler artık geçerliliğini yitirdiği gibi, hasım taraf üzerinde terör ve şiddeti daha da artırıcı ve hasmı motive edici yönde rol oynadığı elde edilen tecrübelerle görülmüştür.  Kaldı ki BTÖ, en ağır yenilgiyi ve darbeyi asıl 1993-2000  döneminde almıştır. Rezil ve perişan hale düşürülerek dağılma noktasına getirilmiştir. Söz konusu yukarıdaki söylemlerin dile getirilmesi, Türkiye’nin terörle mücadele tarihinin bilinmediğini, işin içine tam olarak  girilmediğini, ya da yeni girildiğini, dolayısıyla olaya hâkim olunmadığını göstermektedir.

 

14.Terörle mücadelede önümüzdeki safhada yapılacak olan şey, bölge halkının kazanılması, Güneydoğu Anadolu Bölgemizin yaralarını sarmak, bölgede halen var olan yangını söndürmek maksadıyla, taraflarını Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Kürt kökenli vatandaşların oluşturduğu geniş kapsamlı bir katılım zemini oluşturulmak suretiyle milli bir uzlaşma ve bütünleşmenin gerçekleştirebilmenin rasyonel yolları aranmalıdır.

 

15.Yine bu safhada bir yandan tespit edilen yeni sürece ilişkin alınan demokratik, sosyal, ekonomik ve hukuki tedbirler uygulanırken, diğer yandan bölücü örgüt ile sürdürülen mücadeleye kararlılıkla devam edilmelidir. Geçmiş dönemlerde olduğu gibi tek taraflı taviz verilerek, bölgede terör örgütünün faaliyetlerine kayıtsız kalınarak ve örgütün  bu sürece ortak olmasını görmemezlikten gelerek sürdürülen bir süreçten, öncelikle bölge halkının, bilahare Türkiye Cumhuriyeti  Devletinin zarar göreceği bilinmelidir.

 

Sonuç

 

Terörle mücadele azim ve kararlılığında olan bir devlet, bir taraftan bölücü örgütle mücadeleye devam ederek onun bertaraf edilmesini ve tasfiyesini sağlayan, diğer taraftan da, ortaya koyduğu çözüm projesini tespit edilen hedeflere başarıyla ulaştıran devlettir.

 

Uzun yıllar süregelen bir silahlı mücadelede, kan ve gözyaşının eksik olmadığı bir yerde kin, nefret ve husumetin gelişmesi kaçınılmazdır. Bu siyasal, ideolojik karanlık ve bilinmezlik içinde yapılması gereken şey, Türkiye’de tüm etnik toplulukları kucaklayan ‘‘Yurttaşlık bilinci’’ nin geliştirilmesi ve bu bilincin yerleştirilmesi olmalıdır.