Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Tahterevalli, Arapça kökenden gelen bir kelime olarak, Osmanlı döneminde Türkçe’ye girmiş ve daha sonra da Türk dilinde yerleşmiş bir kavramdır. Türkçe sözlüklere bakıldığında, ortadaki dayanak üzerinde bir tarafı, diğer tarafı yukarıya kalkacak biçimde hareket ettirilerek oynanan bir tahta parçası ya da kalas anlamına gelmektedir. Bu uzun tahtanın iki ayrı ucuna iki kişi ya da çocuklar oturunca, karşılıklı olarak aşağı inen ya da yukarı çıkan bir oyuncak haline dönüşmektedir. Daha çok, çocuk bahçeleri ya da eğlence merkezlerinde görülen bu oyuncak türünün en büyük özelliği iki kişiyle oynanabilmesidir. Eşit ölçülerde kesilmiş olan bir tahta parçasının, tam ortadan temel bir dayanak noktasına oturtulması, ya da yere köklü bir biçimde bağlanması sayesinde tahtanın iki ucuna oturmuş olan çocuklar ya da kişiler, sırasıyla bir aşağı inerek, bir yukarı çıkarak karşılıklı bir oyun içerisine girebilmektedirler. Bu yüzden, bu Arapça kökenli kavram, kalın tahtalar ya da demir parçalarından yapılan oyuncaklar ve hem küçükler hem de büyükler tarafından oynanan bir oyun olarak, zevkli bir zaman geçirten eğlence vasıtasının adı olmaktadır. Tahterevalli bu hali ile hem oyuncağın hem de bu oyuncak aracılığı ile oynanan oyunun adı olarak günlük dilde kullanılmaktadır. Son yıllarda belediyeler ve çeşitli kuruluşlar tarafından açılan çocuk bahçelerinin ya da eğlence merkezlerinin en önde gelen oyuncaklarından birisi olarak tahterevalli Türkiye’de günlük yaşamda fazlasıyla kullanılan bir oyuncak ya da oyundur.

İlkokul çocukları tahterevalliye binince “tahterevalli ya vali” diyerek bu Arapça kökenli oyuncağa bir de kafiye uydurarak zamanlarını eğlenceli bir biçimde bu oyuncağın üzerinde geçirebilmektedirler. Her Türk insanının çocukluk döneminde yer alan tatlı anıları arasında tahterevalli maceralarının da yer aldığı söylenebilir. Böylesine eğlence ve zevkli zaman geçirme uğraşları ile bağlı olan, neredeyse çocuklar için eğlencenin başlıca kaynaklarından birisi olarak tahterevalli, son zamanlarda bu masum görünüşünün ötesinde kullanılarak bazı siyasal plan ya da projeler ile beraber anılmağa başlanmış, çocuklara ve insanlara zevkli zaman geçirmelerine katkı sağlayan bu oyun, günlük yaşamın ötesinde ele alınarak bazı siyasal oyunların adı olarak kullanılmağa başlanmıştır. Tahterevalli bir oyuncak olarak nasıl ki iki kişi arasında oynanıyorsa, aynı oyunun bu çocuk oyuncağının kullanılışına uygun bir biçimde büyük siyasal güçler ya da süper devletler arasında da oynanabileceği ifade edilmeğe başlanmıştır. Bu masum kavramı siyasal hesaplar doğrultusunda kullanmağa başlayan güç merkezleri, yeni dönemin koşullarına uygun düşecek biçimde siyaset değişikliğine yöneldiklerinde, yeni ortaya çıkan koşullara uygun düşebilecek yepyeni siyasal oyunlar ya da stratejiler geliştirmeğe başladıklarında, tahterevalli gibi bir oyun adını siyaset sahnesinin başköşelerine taşıyabilmektedirler. Devletlerarası rekabet düzeninde ve uluslar arası alanda her devlet ya da büyük güçler farklı stratejiler geliştirerek daha iyi bir duruma gelmek ya da daha etkin bir konuma ulaşabilmek üzere yeni yaklaşımları ya da politikaları belirlemektedirler. İşte bu gibi durumlarda: şemsiye, tramplen, köprü, iskele, tampon, karakol, garnizon, merkez, uydu gibi günlük dilde kullanılan bazı masum kavramların izlenen stratejilerin adları olarak devreye sokuldukları görülebilmekte ve devletlerin ya da güç merkezlerinin izledikleri politikalar bu gibi günlük dilin masum kavramları ile ifade edilebilmektedirler. İşte bugün gelinen aşamada, tahterevalli de günlük dildeki anlamının ötesinde yeni bir stratejik kavram olarak gündeme getirilmekte ve yeni dünya düzeninin kilit stratejisinin adı olarak kamuoyuna lanse edilmektedir.

Türkiye’nin tanınmış bir yazarı, eski bir istihbaratçı ve aynı zamanda bir ekonomi profesörü olarak, yeni dünya düzeninin bir tahterevalli modeli üzerine oturacağını, iki kutuplu soğuk savaş döneminin sona ermesinden sonra ortaya çıkan tek kutuplu dünya düzeninin yürüyememesi yüzünden yeniden iki kutuplu bir dünya düzeninin oluşturulacağını son zamanlarda açıkça yazmakta ve savunmaktadır. Bu görüşünü öne sürürken, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra yaşanmakta olan kaotik gidişin durdurulamadığını, iki kutuplu siyasal düzenden tek kutuplu yeni bir dünya düzenine geçilemediğini, iki kutuplu düzenden tek kutuplu bir yapılanmaya geçilmesi için çaba sarf edilirken tamamen tersi bir doğrultuda ortaya çok kutuplu bir yeni  düzenin çıktığını ve bu durumun da beraberinde yeni karışıklıklar getirdiğini  dile getirmiş ve  çok kutuplu bir dünya düzeninin ortaya çıkarabileceği kaotik  gidişin önlenebilmesi için, yeniden soğuk savaş yıllarındaki gibi iki kutuplu bir dünya düzenine  geçilmesinin  gerekli olduğunu  zaman zaman  yazılarında  belirtmiştir. Bu eski istihbaratçı, Türkiye’nin batı dünyası ile birlikte olması gibi bir duruma alıştığı için, batı merkezli yeni stratejilere açık bir yaklaşımla hareket ederek, ABD merkezli bugünkü batı hegemonyasının gelecekte de sürdürülebilmesi doğrultusunda  bu önerisini geliştirmiştir, çünkü  iki kutuplu bir dünya düzeninde  merkezi coğrafyada  karşılıklı olarak  oynanacak bir  tahterevalli oyununda  batı blokunu temsilen ABD tahtarevallinin bir ucunda oturacak, karşı uçta ise  geçmişte iki kutuplu dünya düzeninin karşı  merkezi gücü olan Rusya yer alacaktır. İki dünya savaşı sonrasında batı kapitalizminin süper gücü olarak ortaya çıkan Amerika Birleşik Devletlerine karşı, soğuk savaş döneminin iki  kutuplu  dünya düzeninin karşı  doğu bloku olan sosyalist sistemin ağa babası olarak Rusya yer alıyordu. Küreselleşme öncesi bu  ikili yapılanmanın, geleceğe dönük oluşturulan yeni dünya düzeninde, küreselleşme ile beraber bütün dünya ülkelerine zorla empoze edilen ABD merkezli tek  kutuplu dünya düzeni tutmayınca, tekrar devreye sokulmağa çalışıldığı  anlaşılmaktadır.

İki büyük dünya savaşı sonrasında oluşturulan  Birleşmiş Milletler merkezli  dünya düzeni çatısı altında  her ülke kendi geleceğini çizmeğe çalışırken, iki ayrı kutup arasında bir soğuk savaş düzeni oluşturulmuş ve  bu doğrultuda yaratılan gerginlik ortamı çerçevesinde  dünya yönetilmeğe çalışılmıştır. Amerika Birleşik Devletleri, ikinci dünya savaşı sonrasında bir Mac Chartizm rüzgarı estirerek her sol düşünceyi peşinen komünizm olarak ilan ederek, hem kendi ülkesini hem de batı blokuna dahil olan diğer batılı ülkeleri baskı altına alarak mum üzerinde tutmuştur. Sovyet devrimi sonrasında Rusya merkezli olarak kurulmuş olan  komünist   blokun  patronu durumundaki Rusya ve kömünist sistem öcü olarak ilan edilmiş, Türkiye gibi batı sisteminin kontrolü altındaki ülkelerde  sosis  sos’u bile sosyalizmi çağrıştırdığı için komünist olmakla suçlanmıştır. Komünizm propagandası gibi bir suç icat edilerek, her türlü sol düşünce ya da benzeri sosyalist akımlar  komünistlikle suçlanarak siyaset sahnesinden   silinmeğe   çalışılmışlardır. Bir tarafta  Rusya merkezli sosyalist düzen ve komünist sistem oluşturulurken, diğer yandan beş yüz yıllık Avrupa merkezli dünya sistemine son verilerek ABD merkezli bir  batı hegemonya düzeni kurulmağa çalışılmıştır. Böylesine bir yeni düzen eski Avrupa sömürgeleri üzerinden bütün dünyaya yönelik oluşturulurken, batının dışında kalan doğu yarıküredeki  geçmiş dönemlerden kalan  eski ülkelerde bir sosyalist yapılanma içerisine girerek  karşı kutup olan Rusya’nın hegemonyası altına giriyorlardı. Eski sömürgeler ya da diğer dünya devletleri açısından böylesine iki kutuplu dünyanın dışında kalmak mümkün olamıyor ve  kutup merkezleri harita üzerindeki bütün ülkelerde siyasal hegemonya çekişmesine girerek bir soğuk savaş gerginliği dönemi yaratıyorlardı. Askeri darbeler, dışa bağımlı diktatörlükler ile beraber demokrasi görünümlü siyasal yapılanmaların tamamı iki kutup merkezi tarafından yönlendiriliyor ve böylece bütün dünya  ülkeleri iki kutuplu  yapılanmanın baskısı altına alınıyordu. Bazı Asya ve Afrika ülkelerinin bir araya gelerek üçüncü bir dünya yaratma girişimleri de, batı ve doğu blok merkezleri tarafından önleniyordu.

İki kutuplu sistem hem üçüncü bir kutba izin vermiyor hem de bütün  yeryüzü ülkelerinde  doğudan ya da batıdan girerek, bir  kenetlenme sağlıyordu. Bu durumda, dünyanın merkezinde yer alan bir ülke olarak kutup tercihi yapmak gibi bir zorunluluk ortaya çıkıyordu. Birinci dünya savaşı sonrası koşullarda  üç dünya arasında merkezi bir model olarak devletleşen Türkiye Cumhuriyeti, hem batı hem doğu bloklarına karşı mesafeli davranırken, aynı zamanda laik devlet yapılanması ile  İslam dünyasının  da dışında hareket ediyordu. Avrupa üzerinden batı bloku, Rusya üzerinden doğu bloku ile komşu bir konumda  kurulmuş bir devlet olarak, Türkiye  doğu ve güney sınırları üzerinden komşusu olan Müslüman ülkelerle de arasına bir mesafe koyuyordu. Dünyanın jeopolitik merkezinde yer almanın getirmiş olduğu özel koşullar nedeniyle, Türkiye cumhuriyeti üç dünya  arasında bir merkezi model olarak gündeme geliyor ve kurucusu Atatürk’ün oluşturduğu özgün  sentezci devlet  modeliyle her türlü taklitçiliğe ya da uyduluğa karşı çıkarak, dünya uluslar ailesinin onurlu bir üyesi görünümünde  yeniden  dünya atlasındaki yerini alıyordu. Atatürk’ün  oluşturduğu tam bağımsız ve belirli bir ulusal  senteze dayanan  apayrı  devlet modeli  ile Türkiye Cumhuriyeti soğuk savaşın belirli dengelere   dayanan koşullarında  ortaya çıkıyordu. Birinci savaş sürecinde kurulan bu yapı, ikinci dünya savaşı sonrasında ayakta kalmakta zorlanıyor, bu büyük savaşın galibi olarak Amerika Birleşik Devletleri dünyanın merkezine gelerek yerleşince, iki bin yıllık  proje olan  Yahudi devletini  kutsal ilan edilen topraklarda kurarak  merkezi coğrafyanın  birinci savaş sonrası oluşan yeni düzenini bozuyordu. ABD ve İsrail ikilisinin merkeze gelmesi sonrasında Türkiye eski bağımsız yapılanmasını korumakta zorlanıyordu. Bir yandan Sovyetler Birliği Osmanlı döneminde olduğu gibi Kars-Ardahan ve Batum üçgenindeki toprakları tekrar talep ediyor, buna karşılık batı blokunun patronu olan ABD’de  on bin kilometre öteden gelerek merkezi bölgeye Türkiye üzerinden yerleşiyordu. Kurulduğu yıllarda, dünyanın merkezinde bağımsız bir kale olarak kurulmuş olan Türk devleti, ikinci savaş sonrasında bu statüsünü koruyamıyor ve Sovyet tehdidi yüzünden Nato üyesi olunca, ABD Atatürk’ün ülkesine girerek bu ülkeyi  hızla bir yarı sömürge konumuna getiriyordu.

Kuruluşu itibarıyla  merkezi coğrafyanın bağımsız  kalesi durumundaki Türk devletinin  Amerika Birleşik Devletleri ya da Sovyetler Birliği gibi iki dev arasında kalması noktasında her iki devin bastırması yüzünden bağımsızlığını koruyamadığı ve sınır komşusu olan Sovyetler Birliğinin istilasına uğramamak için  karşı kutup olan batı bloku içerisinde yer almağa yöneldiği görülmektedir. Böylece, jeopolitik konumuyla merkezi kale  durumunu koruyamayan Türkiye Cumhuriyeti, Amerikan ordusunun Nato  görünümü altında  Türk topraklarına gelerek yerleşmesiyle, bir anlamda ABD merkezli dünyada bir uzak karakol ya da  sınır karakolu  konumuna istemeden sürüklenmiştir. Türkiye Sovyet tehdidi yüzünden  ABD’nin kucağına düşerken, batı dünyasının sınır karakolu durumuna düşmüş, Sovyet tehdidini Türklere karşı bir öcü olarak kullanan Amerikan emperyalizmi de bu durumdan iyice  yararlanarak  Türkiye’ye yerleşmiştir. Girdikleri yerden bir daha  hiç çıkmayan Amerikalılar Türkiye’yi kısa zamanda  okyanus ötesi yeni eyaletleri gibi görmeğe başlamışlar ve bu doğrultuda Türkiye’nin yönetimini Türklere bırakmayarak sürekli olarak  Türkiye Cumhuriyetinin hem işlerine hem de yönetimine karışmışlardır. Soğuk savaşın son döneminde Türkiye cumhuriyeti  dışa karşı bağımsız görünmesine rağmen, ikinci dünya savaşı sonrasında gelen bütün yönetimler  ABD merkezli batı  bloku tarafından belirlenmiştir. Sovyet tehdidi devam ettiği sürece, Nato destekli askeri rejimler devreye girmiş, batılı istihbarat servislerinin güdümünde çeşitli terör olayları yapay olarak yaratılarak Türkiye’nin güvenliği ciddi olarak  batı tarafından da tehdit edilmiş ve bu duruma çare olarak da Nato darbeleri her on yılda bir devreye sokulmuştur. Nato baskısıyla bir  Amerikan uydusu  sürüklenme Türk  siyasetinde  öne geçince böylesine bir çıkmaza karşı  Türkiye’de çeşitli tepkiler gündeme gelmiş ve her defasında bu tepkilere karşı emperyal çözümler ile  önlemler alınarak Türkiye’nin ABD’nin güdümü altında kalması sağlanmıştır. Türkiye bu güdümden kurtulmak üzere her başını  kaldırdığında ya terör belası, ya ekonomik kriz ya da askeri darbeler ile karşı karşıya bırakılarak  Atatürk’ün kurduğu gibi yeniden bağımsız bir  yapılanmaya dönmesine izin verilmemiştir.

Batı blokuna  Nato üzerinden dahil olmakla Türkiye  hem bir sınır karakolu olmuş hem de  Nato ve ABD güçlerinin merkezi coğrafyadaki ana askeri üssü konumuna  gelmiştir. İkinci savaş sonrasında Türkiye’nin güneyinde kurulmuş olan İncirlik üssü  sayesinde İsrail’in güvenliği Türkiye üzerinden sağlanmış, Türkiye’deki Nato üsleri üzerinden ülkenin  doğusunda yer alan Demirperde sınırı gözetlenmiş, Rusya’nın  sınır içi bölgeleri Türkiye’deki askeri üsler aracılığı ile gözetim altına alınmıştır. Batı  dünyasının hegemonyasını korumak doğrultusunda  Türkiye dev sınır komşusu için  bir tehdit merkezi haline gelirken, batının güvenliği uğruna Türkiye kendi güvenliğini  tehlikeye atmıştır. ABD kendi hegemonyası için Türkiye’de mevzilenirken, Türkiye ile Rusya’nın karşı karşıya gelmesine neden olmuş, Sovyetler Birliği Türkiye’yi  artık eskisi gibi tarafsız bir ülke değil ama doğrudan doğruya Amerikan emperyalizminin  merkezi coğrafyaya uzanan bir  karakolu ya da  üssü olarak görmeğe başlamıştır. Böylece Türkiye  batı emperyalizminin doğu blokunun merkezine yönelik bir kolu ya çıkıntısı konumuna getirilmiştir. Türkiye bu yüzden soğuk savaş yıllarında çok büyük gerginlikler yaşamış ve  Küba’da yerleşik olan  Sovyet füzelerinin karşılığının Anadolu’ya yerleştirildiği  ortaya çıkmıştır. Türk halkından izin alınmadan, Türk parlamentosundan karar alınmadan Türkiye batının güvenliği uğruna Sovyet füzelerinin hedefi konumuna düşürülmüştür. Uzak karakol, sınır karakolu ya da  merkezi askeri üs  statüsü Türkiye’nin kendi güvenliğini ortadan kaldırmış, batı bloku uğruna Türkiye’nin güvenliği tehdit altına sürülmüştür. Stalin’in toprak talebi yüzünden batının kucağına sürüklenen Türkiye, tarafsız konumu ile beraber bağımsızlığını da yitirmiş, ve merkezi alanda  Demirperde sınırına yönelen bir  ok  konumuna getirilmiştir.

Demirperdenin sökülmesi  ve Berlin duvarının yıkılmasıyla beraber  doğu bloku ülkeleri dünyaya açılmış ve  batı kapitalizmi  eski sosyalist ülkelere de girmeğe başlamıştır. Dünya savaşları sonrasında  ortaya çıkan  Türkiye’nin sınır karakolu konumu değişiklik göstermiş ve Türkiye’nin ülkesi gene eskisi gibi merkezi bir konuma gelmiştir. Türkiye sınır karakolu olmaktan çıkarak yeniden merkezi bir konuma gelirken, batı emperyalizminin ağa babası olan Amerika Birleşik Devletleri bu durumdan kendi üstünlüğünü sürdürmek açısından yararlanmağa çalışmış, ve çaktırmadan yavaş yavaş ve her türlü dolaylı yolları deneyerek gizlice Türkiye’ye her yönü ile yerleşmeğe başlamıştır. Onbin kilometre öteden dünyanın merkezi coğrafyasını yönetemeyeceğini iyi bilen ABD emperyalizmi, gerek Nato üzerinden gerekse uluslararası tekelci şirketler üzerinden Türkiye’ye gelerek yerleşmesini tamamlamağa çalışmıştır. Konya ovasını  merkezi alan güvenliği açısından askeri alana çeviren, Nato kara kuvvetlerini, Orta Doğu savaşları için Türkiye’ye taşımağa yönelen, bu doğrultuda Türkiye’yi  sürekli olarak Müslüman komşularıyla karşı karşıya getiren ABD emperyalizmi İstanbul’u dünya ticaret merkezi ilan ederken, Ankara’yı da ana kale konumunda yeniden yapılanmasına yönlendiriyordu. Ne var ki, batı hegemonyası uğruna kendi bağımsızlığını yitiren Türkiye Cumhuriyeti, batının doğuya doğru açabileceği bir üçüncü dünya savaşının cephe ülkesi konumuna getirildiğini gördükçe bu duruma  tepki gösteriyor ve Türk halkı da bu doğrultuda bilinçlenerek batı emperyalizminin Türkiye’yi bütün doğu dünyasına yönelik olarak bir cephe  ülkesine  dönüştürülmesine  karşı çıkıyordu. Türk ulusu, kendisinin olmayan bir haksız savaşa hiçbir zaman alet olmayacağını ortaya koyarken, her türlü emperyal ve Siyonist  maceraya da  tüm dünya ülkeleri ve Müslüman komşularıyla işbirliği yaparak karşı çıkıyordu.

Amerikan emperyalizminin İsrail’in güvenliği, kendi emperyal çıkarları ve küresel şirketlerin Hazar bölgesindeki planları uğruna Türkiye’yi  dünyanın ana askeri kalesi durumuna dönüştürmesine, Türk ulusu ve Türk devleti karşı çıkarken, Amerikan devleti Türkiye’yi ve Türkleri kaybetmemek üzere yeni bir alternatif stratejiyi devreye sokuyor ve bu doğrultuda Türkiye için düşündüğü dünyanın ana askeri ve ticaret merkezi konumunu değiştirerek, Rusya ile eskisi gibi paslaşmayı gündeme getirecek bir yeni açılımı tahterevalli stratejisi ile öne çıkarıyordu. Türkiye’deki  Amerikan ve İsrail etkisinin giderek artmasına karşılık İngiliz tepkisi olarak gündeme gelen bir askeri müdahaleyi deşifre eden bir eski istihbaratçı  aracılığı ile de yeni dönemin stratejisi tahterevalli kavramı ile kamuoyuna açıklanıyordu. Küreselleşmenin yirmi ikinci yılında yetkili bir ağız tarafından açıklanan bu yeni stratejiye göre, dünya gene ABD hegemonyası altında kalacak ama Amerika dünyayı tek başına yönetirken zorlanırsa o zaman Rusya devreye girerek, Türkiye üzerinden tahterevalli oynayacaklardı. ABD batı hegemonyası adına Türkiye’yi istediği gibi merkezden kullanacak ama bu duruma diğer büyük güçler ve doğunun dev ülkelerinden karşı tepki gelirse o zaman da Rusya devreye girerek tahterevallinin karşı ucundaki süper oyuncu olarak, ABD’nin yarım kalan hegemonyasını tamamlayacaktı. Bir elmanın iki yarısını Rusya ve Amerika temsil edecekler ama diğer büyük devletlere ya da  güçlere dünya sahnesinde hegemonya  fırsatı tanınmayacaktı. Böylece, ABD soğuk savaş döneminde olduğu gibi en üst düzeyde sadece Rusya ile muhatap olacak ama diğer büyük güçlere aynı düzeyde şans tanınmayacaktı. Rusya ve Amerika görünürde birbirleriyle çekişecekler, kavga edecekler ama sonunda anlaşarak dünya düzeninin ikili bir hegemonya yapılanması çerçevesinde yürüteceklerdi.

Tahterevallinin kurulacağı yer, Amerikan planına göre Türkiye olacaktı. Yarım yüzyılı aşkın bir süre içinde Türkiye’ye yerleşmiş olan ABD emperyalizmi, Türkiye’yi komşularına ya da doğu ülkelerine karşı bir Truva atı ya da taşeron gibi kullanamayınca, devreye Rusya girecek ve Türkiye üzerinde kurulu bulunan tahterevalli üzerinden iki süper güç birbirlerini tamamlayacaklardı. ABD Türkiye’yi istediği gibi ve istediği kadar kendi plan ve projeleri doğrultusunda kullanacak ama kullanamaz hale gelirse o zaman Rusya devreye girerek, ABD’nin bıraktığı yerden devreye girerek dünya kapitalizmi adına yeni kapitalist güç merkezi konumuyla başlayan süreçlerin tamamlanmasında etkili olacaktı. Böylece bir tahterevalli düzeni Türkiye üzerinden kurulmuş olacak, Türkiye’de kurulu bulunan bu oyuncağı ABD istediği gibi ve gidebildiği kadar kullanacak ama işler sarpa sarınca Rusya  tahterevallinin  karşı ucundaki ülke olarak devreye girerek siyasal oyunların tamamlanmasını tıpkı tahterevalli oyununda olduğu gibi  sağlayacaktı. Böylece bir Amerika bir de Rusya sırasıyla öne çıkarak  dünya politikalarının ayarlanmasında soğuk savaş yıllarında olduğu gibi paslaşacaklardı. İkiyüzden fazla devletin bulunduğu dünya haritası üzerinde merkezi bir gücün egemen olması, merkezi konumuyla Türkiye üzerinden kurulacak olan tahterevalli düzeni sayesinde mümkün olabilecekti. Türk ülkesi merkezi konumuyla tahterevallinin kurulması için son derece elverişli görünüyordu. O yüzden  ABD’nin yarım asırdır  içeriden  yerleştiği Türk ülkesi  Rusya’ya olan sınır komşuluğu konumuyla, bir küresel tahterevalli  düzeninin oluşumu açısından elverişli görünüyordu. Amerika ve Rusya Türk toprakları üzerinde beraberce oluşturacakları tahterevalli düzeni ile dünya işlerini beraberce götürecekler ve diğer büyük devletler ile büyük güçlerin önünü ortaklaşa bir dayanışma düzeni içerisinde keseceklerdi. Geçmişten gelen paslaşma alışkanlığı Türkiye üzerinden kurulacak tahterevalli yapılanması döneminde de devam ettirilecek ve başka bir gücün küresel hegemonyaya soyunmasına izin verilmeyecekti. Türkiye merkezi konumu ile tahterevallinin ayaklarının sağlam yapılandırılması açısından elverişli bir  konumda olduğu için  Amerika –Rusya  ortaklığı bu merkezi ülke üzerinden uygulama alanına geçirilecekti.

İki büyük süper güç olarak Amerika ve Rusya’nın bir araya gelmesinin arkasında yatan esas konu, dünyanın gerçekte çok kutuplu bir yapılanma aşamasına gelmesidir. Birleşmiş Milletleri dinlemeyen ABD-İsrail ittifakı bütün dünya düzenini alt üst ederken, Dünya Ticaret Örgütü çatısı altında  Rusya, Çin, Brezilya ve Hindistan dörtlüsü ortak hareket ederek, gelecekte ABD merkezli bir dünya düzenini kabul etmediklerini ve batı hegemonyasının  küresel bir düzene dönüşmesine karşı çıkacaklarını resmen  açıklamışlardır. Avrupa ülkeleri bir türlü ortak hareket edemedikleri için  Avrupa Birliği Sovyetler Birliği gibi ABD’nin karşısında dengeleyici bir güç olamamış, İngiltere ve Fransa eski sömürgelerine geri dönünce  Avrupa Birliği süreci kesilmiş, Almanya doğu politikasına İtalya da Fransa ile beraber Akdeniz politikalarına soyunmuşlardır. Öbür taraftan Brezilya, Rusya, Çin ve Hindistan’ın çok büyük ülkeler ve milyarlık nüfuslarıyla öne çıkmaları karşısında, dünyanın geleceği açısından bir kaotik durum ihtimali belirmiş ve bu durum karşısında, Amerika birleşik Devletleri kendi başına tek kutuplu bir dünya düzeni kuramayınca, buna tepki olarak gündeme gelen çok kutuplu dünya düzenine esir olmak istememiştir. Önce, BRİC ülkeleri denilen dört büyük ülkeye karşı, Avrupa ülkeleri ve Türkiye gibi batıya yakın duran  orta boy ülkeleri içine alan bir Grup-20 bloku oluşturulmak istenmiş ama BRİC ülkeleri batı karşıtlığında ısrarlı olunca bu kez  ABD politika değişikliğine giderek, Afrika kıtasının temsilcisi konumunda Güney Afrika’yı da bu  grubun içine  sokarak BRİC  yapılanmasını BRİCS oluşumuna yönlendirmiştir . Güney Afrika böylece batı blokuna karşı çıkan doğulu güçlerin içine bir batı ajanı ülke olarak dahil edilmiştir. Brezilya  ile beraber Güney Afrika güneyin temsilcileri olarak lanse edilmiş ve bu yoldan batı ittifakına karşı güçlü bir doğu ittifakının çıkışı önlenmiştir. Doğu tepkisi güneyin eklenmesiyle yumuşatılırken, G-20 grubu ile de ABD’nin yeni küresel açılımları bütün dünya ülkelerine kabul ettirilmeğe çalışılmıştır.

Obama’nın ABD başkanı olmasıyla başlayan G-20 açılımı sonuç sağlamayınca, ABD eski alışkanlığı ile yeniden Rusya ile  paslaşma arayışı içerisine girmiş ve böylece Rusya’yı Çin ve Hindistan ile girmiş olduğu doğu ittifakından  kurtararak  yanına almağa çalışmıştır. Ne var ki, Putin ve  Medvedev ikilisinin tekeli altına girmiş olan  Rusya’nın geçmişten gelen doğulu güç ve patron ülke alışkanlığı yüzünden Amerika istediği gibi Rusya’yı yönlendirememiş, Sovyetler Birliği döneminden kalma alışkanlıklar ile Rusya ABD ve batı blokuna karşı meydan okudukça, bu kez ABD  Türkiye üzerinden oluşturulacak bir merkezi tahterevalli düzeni üzerinden Rusya ile yeni bir paslaşma düzeninin hem arayışı hem de hazırlığı içine girmiştir. Tam bu aşamada, İngiliz darbesini deşifre eden eski istihbaratçı yazar tahterevalli hikayelerini yazmağa başlamış ve Türk kamuoyuna da böylesine yeni bir Atlantikçi yaklaşımı benimsetmeğe çalışmıştır. ABD Türkiye’ye yerleştiği için tahterevallinin ayaklarını sıkı kontrol edecek ve böylece tahterevalli oyununu güvence altına alacak, Türkiye üzerinden oynanacak tahterevalli oyunu üzerinden de Rusya’nın diğer doğu ülkelerine karşı ABD’nin yanında yer alması sağlanacaktır. Türk toprakları üzerinde ABD’nin kurduğu tahterevalli düzeninin Rusya’ya kabül ettirilmesiyle, Rusya’nın Çin ve İran gibi Asya ülkeleriyle ittifakı önlenecek, Türkiye üzerinden önce Hazar bölgesine daha sonra da bütün Asya kıtasına yönlendirilecek batı çıkartmasında Türkiye tahterevallinin konuşlandığı merkezi üs, Rusya’da tahterevalli oyununun  karşı tarafı olarak  batı merkezli planların içinde kendilerine verilen görevleri yapacaklardır. ABD Türkiye olmadan merkezi bölgeyi kontrol edemeyeceği gibi, Rusya’yı da yanına çekmeden Asya kıtasını ele geçiremeyeceğini iyi bildiği için, çok kutuplu yeni güçler dengesi sürecinde Türkiye üzerinden Rusya ile beraber doğu bölgesine doğru açılmak istemektedir. Tahterevalli  stratejisinin arkasında yatan hesapların, giderek zorlanmakta olan ABD ve küresel şirketler hegemonyasının sürdürülmesi olduğu artık iyice anlaşılmaktadır. Bu uğurda Türkiye harcanırken, Rusya yeni ortak olarak öne çıkarılmaktadır.

ABD’nin Avrasya uzmanı ve  başkanlık danışmanı  Zbgnew Brzezinsky, BBC televizyonunda çıkmış olduğu bir programda, ABD merkezli batı ittifakının doğuya doğru açılımını tamamlayarak  küresel anlamda yeni bir dünya düzeni oluşturmakta kararlı olduğunu  açıkça söylemiştir. Bu süreçte kesinlikle Türkiye’yi yanlarına alacaklarını ve Türkiye ile birlikte doğuya açılacaklarını da resmen ilan etmiştir. Amerika’nın en üst düzeydeki uzmanı ve yetkili kişisi olarak konuşan Brzezinsky bir anlamda ABD’nin doğuya açılırken Türkiye’yi kullanacağını dile getirmektedir. Ayrıca gelecekte Rusya ile de birlikte olacaklarını ama şimdilik bunu tam olarak sağlayamadıklarını çünkü Rusya’nın demokrasi meselesini tam olarak çözüme kavuşturamadıklarını ifade etmekten çekinmemiştir. Rusya ile gelecekte beraber olacaklarını açıklamaktan çekinmeyen Amerikalıların son seçimlerde Putin’e karşı 100 milyon doların üzerinde bir parayı Rusya’da dağıtması, Türkiye’de olduğu gibi Rus demokrasisinde de ABD hegemonyasının para gücüyle tesis edilmeğe çalışıldığını göstermektedir. Putin’in resmen açıkladığı dağıtılan para miktarı ABD’nin seçmenler üzerinden Rus halkının iradesini teslim alma çabası olarak görülebilir. Brzezinsky Türkiye’yi kesin olarak yanlarına aldıklarını söylerken bir anlamda Türkiye’nin tahterevalli stratejisi üzerinden uydulaştırıldığını, gelecekte yeni bir doğu hegemonyası hamlesi için Rusya ile ortak hareketin Türkiye üzerinden merkezi bölgeye yayılabileceğini ifade etmektedir. Avrasya stratejisinde Çin ve Hindistan’ın önü kesilirken, Avrupa’nın eski devleri olan İngiltere, Almanya ve Fransa’nın merkezi coğrafyaya eskisi gibi girmeleri önlenirken, ABD açıkça Türkiye üzerinden bir Rusya işbirliğini hedeflediğini Brzezinsky’nin ağzından dünya kamuoyuna açıklamaktadır.

Atatürk’ün merkez kale stratejisi ile tam bağımsız bir devlet olarak kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyetinin, şimdiye kadar Avrupa tarafından bir Avrasya köprüsü, İsrail tarafından İslam dünyasına dönük bir laiklik şemsiyesi, ABD tarafından bir Asya giriş kapısı ya da sınır karakolu olarak kullanıldığı dönemlerin geride kaldığı yeni bir aşamada küresel sermaye ve Siyonist lobilerin zorlamalarıyla Türkiye Amerikan-Rus ortaklığına dayalı bir tahterevalli stratejisinin uygulanacağı bir merkezi çocuk bahçesi konumuna sürüklenmek istenmektedir. Karakol, köprü, şemsiye, tramplen ya da askeri üs gibi stratejiler yüzünden son yarım yüzyıldır sürekli olarak çeşitli baskı ve yönlendirmelere maruz kalan Türkiye Cumhuriyetinin önümüzdeki dönemde, Amerikan- Rus tahterevalli oyunları yüzünden hem komşu ülkelere, hem de doğunun Asyalı devletlerine karşı son derece güç durumlara hatta çeşitli savaş senaryolarına alet olabileceği gibi ihtimaller ufukta görünmektedir. Türk ulusunun düveli muazzama denilen batının büyük devletlerine karşı vermiş olduğu büyük bir kurtuluş savaşı sonrasında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetinin, stratejik konumunun artık daha fazla emperyal ülkelerin çıkarları ya da keyifleri doğrultusunda değiştirilmesine Türk halkının izin vermemesi gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti artık hiçbir emperyal devletin köprüsü, çıkış kapısı, trampleni, sınır karakolu, askeri üssü ya da şemsiyesi olmayacağı gibi, yeni geliştirilen ABD stratejisi olan tahterevalli oyunun merkezi çocuk bahçesi olmayacaktır. Türklerin vatanı olan Misakı milli sınırları, merkezi coğrafyada emperyal planların savaş alanı değil ama dünya ülkelerinin ve halklarının dayanışma içerisinde olacağı merkezi bir barış alanı olacaktır. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk daha o günlerden bugünleri görerek “Yurtta barış, dünyada barış “ diyerek Türk devletini barışın güvencesi ilan etmiştir. Bu nedenle, Türk devleti, emperyal tahterevalli oyunlarının çocuk bahçesi değil ama merkezi alanın barış kalesi olarak varlığını Türk ulusunun sahip çıkmasıyla sürdürecektir.