Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

 

Türkiye Cumhuriyeti, bütün dünya beklenmedik gelişmeler ile sallanırken ve küresel alanda çok ciddi hegemonya kaymaları yaşanırken, yerel seçimler üzerinden şehir devletlerine doğru bir yeni yönelişin içine girmiştir. Ulus devletlerin parçalanmasına, federasyonların dağılmasına ve ülke devletlerinin de şehirler üzerinden küçük yönetim birimlerine sürüklenmesine yol açacak kadar ciddi boyutlarda bir şehir devletleri olgusu, uluslararası konjonktürün bugünün dünyasına dayattığı bir yeni gelişme olarak öne çıkmaktadır. İnsanlığın gelecekte ulus, ülke ya da bölge devletleri yerine şehir devletlerinde yaşayacak bir duruma gelmesi, dünya düzeni üzerinde çok ciddi derecede değişimi gündeme getirmektedir. Yeryüzü kıtalarının üzerinde var olan devlet düzenleri çerçevesinde yayılmış bir doğrultuda yaşamakta olan insanların, gelecekte kentlerde toplanması ya da şehir devletleri yapılanması içinde yaşamaya zorunlu kılınması, uluslararası alanda önümüzdeki dönemde hem büyük sorunlara hem de beklenmedik değişimlere yol açacak gibi görünmektedir.

İki kutuplu dünyadan uzaklaşmakta olan eski dünya düzeni çeyrek yüzyıllık bir zaman dilimi sonrasında tek kutuplu bir dünya için dönüştürülmeye çalışılırken, bu durumun tamamen aksi bir yönde çok kutuplu yeni bir yapılanma süreci ile karşı karşıya kalmıştır. Tek kutup yönünde dünyanın yeniden yapılandırılması için devletleri ve halkları baskı altına alan küresel sermayenin dayatmalarına önceleri ses çıkartmayan uluslararası kamuoyu, çeyrek asırlık bir zaman sonucunda birden çok kutuplu yeni bir yapılanma oluşumu ile karşılaşmıştır. İki kutuptan tek kutba dönüştürülmek istenen yeni dünya düzeni aşamasında birden çok kutuplu bir durumun ortaya çıkması, küresel sermayenin oyunlarını bozmuş ve bu durumda dünya tek merkezci yönelişten ayrılarak çok merkezli bir oluşumun içine girmiştir. İkiden teke geçiş olamayınca çokluk olgusu öne çıkmış ama bu çokluğun ölçüsünün ne olacağı zaman içinde kaç merkezin ortaya çıkacağı belirsiz kalmıştır. Büyük devletlerin sayısının artması devletler arası çekişme ve rekabeti artırırken, orta boy devletler de yarışa aktif bir biçimde girerek ve sahip oldukları jeopolitik konumlarından yararlanarak, büyük devletler ile yarışa kalkmışlardır.

Büyük devletlerin sayılarının artmasıyla birlikte çokluk öne geçince, devletler arası siyasal mücadeleler çok daha değişik yönlere doğru gitmiş ve her devlet daha büyük olmaya çalışırken, diğer devletleri küçültmek doğrultusunda parçalayabilmenin çabası içine girmiştir. Bu nedenle, küreselleşme döneminde var olan devletlerin bazı bölgelerinde bağımsızlık hareketleri dışarıdan desteklenmiştir. Büyük bölgelerin imparatorluklardan kopması ile ulus devletler, küçük bölgelerin devletleşmesi ile eyalet yapılanmaları ve de eyaletlerin içindeki şehirlerden birisinin büyüyerek merkez olarak öne geçmesiyle de şehir devletleri oluşumu devreye girmiştir. Günümüz koşullarında geçmişten gelen bir değişim sürecinin, devletlerin yapısını ve sayısını değiştirdiği yaşanan siyasal gelişmelerin ortaya çıkardığı tablo ile belli olmuştur. Orta çağın şehir devletleri yapılanması beş yüzyıl sonra yeniden gündeme gelirken, dünya tarihinin iyi okunması ve tarihsel süreç içinde de her yönü ile insanlığın gelişimi değerlendirilmek durumuna gelmiştir. Orta çağ sonrasında öncelikle derebeylik, sonra krallık, daha sonra imparatorluk ve sonraki aşamada ise ulus devlet modelleri dış konjonktürde öne çıkarak değişimin yönünü belirlerken, şimdi de belirli bölgelerin sınırları içinde bulundukları ülkelerden koparak devletleşmeye yönelmeleri ile insanlık yeni dönemde bir eyalet devleti modeline doğru bir kayma içerisine girmektedir.

Yirminci yüzyıla girerken imparatorluklar dönemi sürmekte ve bu doğrultuda yeryüzünde 20 devlet bulunmaktaydı. Birinci ve ikinci dünya savaşlarının getirmiş olduğu yıkıntılar ve imparatorlukların dağılmasıyla dünya haritasındaki devlet sayısı giderek artmıştır. İmparatorlukların parçalanması sürecini destekleyen bir başka gelişme de Avrupa devletlerine bağlı bulunan sömürgelerin bağımsızlık savaşlarını kazanarak, ayrı devletler haline dönüşmesi ile var olan devlet sayısı hızla artmıştır. Dünya savaşları sonrasındaki devlet oluşumlarını sonraki aşamada sömürgelerin devletleşmesi izlemiştir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısındaki sömürgelerin bağımsızlığı, sonraki aşamada bazı büyük federasyonların da dağılmasına giden yolu açmıştır. Özellikle sosyalist sistemin çöküşü üzerine yirmiden fazla yeni devlet dünya sahnesinde yerini alınca, bu kez devlet sayısı 200’ü bulmuştur. Yirminci yüzyıla girerken 20 olan devlet sayısı bu yüzyıldan çıkarken 200’e ulaşarak, bugünkü siyasal haritanın ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Bir anlamda insanlık yüz yıllık bir zaman dilimi içinde, var olan devlet yapılarının dağıtılması üzerine 180 devlet daha kazanmıştır. Ulus devletlerin tarih sahnesine çıktığı bir aşamada, parçalanan imparatorlukların bölgeleri ile eski sömürgelerin teker teker uluslaşarak devlet modeli değiştirmesiyle birlikte, bir asırlık dönem içinde devlet sayısının 20 den 200 e çıktığı görülmektedir. Birleşmiş Milletler örgütünün tarih sahnesine çıkması üzerine, yeni kurulan devletlerin hepsi bu büyük uluslararası örgütün çatısı altında yer alarak insanlık dünyasının birer parçası haline gelmişlerdir.

Yirminci yüzyıl biterken sosyalist sistemin dağılması devlet sayısını birden 200 e çıkarırken, var olan devlet yapılarının bölünmesi ya da parçalanması süreçleri öne çıkmış ve bütün dünya ülkeleri bu durumdan etkilenerek yeni bölünme senaryoları ile karşı karşıya bırakılmışlardır. İmparatorluklardan ulus devletlere geçerken devlet sayısı 20 den 200 e geçmiş, yirmi birinci yüzyıla girerken yeryüzü kıtaları 200 civarındaki ulus devlet ile yirmi birinci yüzyıla doğru giriş yapmıştır. Bugün var olan dünya haritası üzerinde 200 civarında ulus devlet yer almakta ve dünya yirminci yüzyıla 20 devlet ile girerken, yirmi birinci yüzyıla ise 200 devlet ile girmek durumunda kalmıştır. İlk ve orta çağ dönemlerinde devlet biçimleri şehir devleti olarak devam ederken, yeni çağda imparatorluk olarak sürmüş ve yakın çağa gelince modernleşmenin yaratmış olduğu ulus devletler modeli ile devlet sayısı 200 e ulaşmıştır. 5 büyük kıtada 8 milyar insan yaşarken, üç yüz yılda oluşan uluslaşma olgusu ile 200 civarında ulus devlet 20. Yüzyılın siyasal modeli olarak insanlık tarihinde yerini almıştır. Yüz yılda devlet sayısının 20’den 200’e çıkması yaşam biçimlerini değiştirmiş ve sonraki dönemlere geçişi hızlandırmıştır. Üç asırlık bir oluşum süreci sonrasında ulus devletler dünya haritasının merkezi konumuna gelmişlerdir. Bilimsel devrimler, coğrafi keşifler ve ilerleyen teknolojinin getirdikleri ile, ulus devletler çağdaş uygarlığın önde gelen temsilcileri olarak insanlığın yaşam düzenlerinin belirlenmesinde etkin olmuşlardır. Çağdaşlık yolunda meydana gelen değişiklikler, insan toplumlarının zamanla uluslaşmasına yardımcı olmuş ve uluslaşan toplumlar da kendi ulus devletlerini oluşturmaya doğru yönlendirilmişlerdir.

Küreselleşme süreci ile birlikte siyasal egemenlik yavaş yavaş tekelci şirketlerin eline geçmesiyle birlikte, siyasal güçler arasındaki savaş da büyük şirketler öne geçmiştir. Ekonomi üzerinden bütün dünyayı kontrol etmeye yönelen küresel sermayenin şirketleri devletler ile karşı karşıya kalınca, üzerlerinde devlet kontrolü istemedikleri ve vergi ödemekten kaçındıkları için ulus devletleri parçalanmaya doğru sürüklemişlerdir. İmparatorlukların parçalanmasıyla ulus devletler tarih sahnesine çıktığı gibi, egemen güçler bu kez yirmi birinci yüzyılda da benzeri bir geleceği ulus devletler için hazırlayarak, bu devletlerin içinde yer alan belirli bölgeleri eyalet devletler biçiminde ortaya çıkarmaya çalışmışlardır. Bugünkü aşamada 200 devletin bölünerek eyaletlerin ortaya çıkartılması yolundan devlet sayısını yüzyılın sonuna doğru 2000 e çıkarma gibi bir eğilim içine girmektedirler. Yeni yüzyılın koşullarında 5 kıtada 2000 eyalet devletinin yer alabilmesi için küresel şirketlerin elbirliği içinde ulus devletlerin siyasal ve hukuksal yapıları ile oynadıkları görülmektedir. Bu nedenle küreselleşme akımının başlamasıyla birlikte bütün dünya savaş ve iç çatışma alanlarına dönüştürülmüştür. Bütün etnik gruplar, dini cemaatlar ve kültürel toplulukların küresel şirketlerin desteği ve yönlendirmesiyle yaşadıkları bölgede kendi eyalet devletlerini oluşturmaya doğru yönlendirildikleri ve bu amaçla batı kapitalist sistemi tarafından desteklendikleri çeşitli olaylar ile doğrulanmaktadır. Devletler var olan düzenleri içerisinde geleceğe dönük yeni siyasal ve yönetsel yapılanmalara reform programları içinde giderek güçlenmeye çalışırken, küresel şirketler güçlenen devletlerin denetimi altına girmemek için onları bölerek devre dışı bırakabilmenin yollarını aramaktadırlar. Eyaletleşme aşamasının tamamlanmasıyla birlikte iki yüz ulus devlet parçalanacak ve ortaya iki bin eyalet devleti çıkacaktır. Böylece, yirmi birinci yüzyıla 200 ulus devlet ile giren dünya, bu yüzyıldan çıkarken 2000 devlete sahip olarak yirmi ikinci yüzyıla girecektir. Böylece devlet sayısı önce 20’den 200’e ve daha sonra da 2000 sayısına ulaşacaktır. Orta çağ sonrasında dünyayı yönlendirme gücüne erişen küresel merkezler, kendi hegemonyalarını koruma çizgisinde model değişiklikleri üzerinden devlet sayısının artmasını her zaman desteklemişlerdir.

Küresel güçlerin planları doğrultusunda yirmi ikinci yüzyıla 2000 eyalet devleti ile girecek olan insanlık, bölünme ve parçalanmanın giderek hızla artması sonucunda eyaletlerin dağılması sürecini de yaşayacaktır. Bu doğrultuda her eyalet bölgesinde var olan şehirler arası rekabet öne çıkacak ve tıpkı krallıkların savaşarak imparatorlukları yaratması gibi eyaletlerdeki kentler de çatışma ve çekişme içinde büyüyerek ve güçlenerek şehir devletlerinin ortaya çıkmasına giden yolu açacaklardır. Böylece, 22.yüzyıla 2000 eyalet devleti ile girecek olan insanlık, giderek artan nüfusun yarattığı baskılar doğrultusunda eyaletlerin şehir devletlerine bölünmesiyle, bütün dünya kıtalarının üzerinde var olan kentlerin kendi alanlarında devletleşmeleri oluşumunu yaşayacaktır. Ulus devletlerin sınırları içindeki bölgelerin kendilerini yönetme hakkını ellerine geçirmesiyle, ortaya çıkan  eyalet devletlerinin içinde yer alan kentlerin zamanla büyümeleri ve bağımsız yönetim birimleri aşamasına gelmeleri üzerine eyalet devletlerinin de iç karışıklıklar üzerinden bölünme aşamasına doğru sürüklenecekleri görülmektedir. Özellikle giderek artan nüfusun zorlamasıyla eyaletler içinde barındırdığı toplumsal yapıyı yönetemez bir aşamaya geldiği noktada, kentlerin kendi yollarına giderek devletleşmeye yöneldikleri görülecektir. Siyasal gelişmeler giderek artan nüfusu yönetebilme doğrultusunda yeni ortamlar yaratacak ve böylece ulusal toplum yapılarının çözülmesinde ve parçalanmasında etkili olacaklardır.

22’nci yüzyıla 2000 devlet ile girecek olan insanlık yüz yıl daha sonra 23. Yüzyıla girerken de 5000 devletin çatısı altında yaşayabilecektir. Giderek artan nüfusun dünya kentlerini fazlasıyla genişletmesi üzerine şehir devletleri olgusu gelecek yüzyılın siyasal sürecinin ana çizgisini oluşturacaktır. İnsanlığın evrimi sürecinde devlet sayısı giderek artarken, devletlerin her dönemde farklı modeller ile ortaya çıktığı görülmektedir. Krallıklar imparatorluklara doğru dönüşünce, sonraki aşamalarda ulus devletler ile eyalet devletler birbirini izlemiş ve bu sürecin son noktası olarak da, orta çağın şehir devletleri modelinin yeniden gündeme gelmesiyle insanlığın gelecekteki yaşam biçimi bu doğrultuda yönlendirilme noktasına gelinmiştir. Önceden planlanan gelecek projeleri doğrultusunda 23’üncü yüzyılda dünya haritasında 5000 şehir devleti yer alacak ve bunlar arasında elektronik devrimin sonucunda gündeme getirilen bir elektronik bağlantı zinciri kurulmasıyla, yeryüzü haritası üzerinde şehirler küresel sistemin istasyon devletlerine dönüşebilecektir. Gelinen noktada insanlığın elektronik sisteme hapsedilmesiyle bu süreç başlamış ve geleceğe doğru yoluna devam etmektedir. Kentlerin ön planda olduğu ve insan toplumlarının buna göre yeniden yapılandırıldığı eskisinden çok farklı bir yaşam düzeni şehir devletleri uygulaması ile gündeme gelmektedir. İnsanların kimliği ve ülkeler ile var olan kişisel bağlantıları yeni dönemde artık kentler üzerinden belirlenecektir. Her kent bulunduğu bölgenin özellikleri ile devletleşerek öne çıkarken, insanlar da buna göre yeni bir yaşam düzenine sahip olacaklardır.

Ulus devletlerin dağılmamak ve eyaletlere bölünmemek korkusu yüzünden uygarlığın beşiği olan Avrupa kıtasında, ABD ve SSCB gibi iki büyük bölgesel devlete karşı üçüncü büyük bölgesel devlet Avrupa Birliği yapılanması çerçevesinde yaratılmaya çalışılırken, ulus devletlerin bu doğrultuda direnmelerini kırmak üzere var olan kentlerin içinde bulundukları devletin merkezini oluşturan başkentler ile arasını açmak amacıyla, yerel yönetimler özerklik şartı getirilerek bütün üye devletlere baskı ile kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Bu belgeye göre geleceğin dünyasında yerel yönetimler özerk olacak ve kesinlikle eskisi gibi içinde yer aldıkları devletin başkentine bağlı olmayacaklardır. Ulus devletlerin bütün kentleri eskiden başkente bağlı bir statüde varlıklarının koruyorlardı ve bu nedenle de bütün ülke kentleri başkentten yönetiliyordu. Başkentte yer alan parlamentoda kent temsilcileri eşit olarak yer alıyor ve başkentte kurulmuş olan devletin bütün kurumları aynı devletin çatısı altında birbirine hiyerarşik bir düzen çatısı altında bağlı olarak hareket ediyorlardı. Başkent statüsündeki kent ulus devletin merkezi olarak kendisine bağlı bulunan ülke kentlerini merkezi bir yönetim çatısı altında yönetme hakkını ve statüsünü ele geçiriyordu. Böyle bir düzen içinde kentler bağımsız hareket edemiyor ve başkentten gelecek egemenlik gücü doğrultusunda merkezi bir yönetimin parçası konumuna geliyorlardı. Avrupa kıtası üzerinde bir kıtasal birlik oluşturmak üzere gündeme getirilmiş olan Avrupa Birliği oluşumu sürecinde ulus devletlerin merkezi gücünü kırmak ve milli sınırları aşarak sınır ötesi bir bölgesel birlikteliği oluşturabilme doğrultusunda, başkentlerin ülkeden soyutlanarak devlete bağlı kentler üzerindeki yönetme gücü elinden alınmaya çalışılıyordu. Küresel şirketlerin yeni dünya düzeni planları doğrultusunda özerklik görünümü altında kentler başkentlerin yönetiminden çıkartılarak, ekonomi ve piyasalar üzerinden tekelci şirketlerin hegemonya alanlarına çekiliyordu. Demokratiklik görüntüsünü özerklik statüsü ile koruyarak geleceğin şehir devletlerine giden yol özerklik statüsü ile kentlere kazandırılmaya çalışılıyordu. Böylece devlet sayısını fazlasıyla artıran bir yeni yapılanma devreye sokuluyordu. Başkentlerin kentleri yönetme yetkisi elinden alınarak halk kitleleri şirketlerin inisiyatifine bırakılıyordu.

Çağdaş demokrasilerin ikili yapılanması çerçevesinde hem genel hem de yerel olarak yapılan seçimlerde değişen koşullarda halk kitlelerinin daha gelişmiş bir yaşam düzenine sahip olabilmeleri amacıyla yeni yapılanmalar devreye sokulmaktadır. Bugünün ulus devletlerini yönetmek durumunda olan merkezi iktidarlar çağdaş demokrasilerin yerelci yaklaşımlarından uzak kalmamak için yeni yeni yaklaşımlar geliştirmektedirler. Güncel sorunların aşılabilmesi doğrultusunda geliştirilen yeni politik girişimler, aynı zamanda devlet sayısını 2000 e çıkartacak çizgide şehir devletlerini yaratabilecek oluşumları da beraberinde getirmektedir. Bir ulus devletin başkentinde yer alan merkezi devlet kurumları varken, bu duruma aykırı bir biçimde ekonomik kalkınma ajansları kurularak faaliyete geçirilebilmektedir. Bütün devlet kurumları başkentte birleşik olarak varken, aynı zamanda bir kent olan başkentin geleceği diğer kentlerde olduğu gibi ekonomik kalkınma ajansları gibi yerelci örgütlenmeler aracılığı ile belirlenmeye çalışılmaktadır. Başkentler bütün ülkede yer alan diğer kentler için çözüm üretmek durumunda kalırlarken, aynı zamanda devletin bakanlıklarını devre dışı bırakan bir yerelci uygulama olarak ekonomik kalkınma ajansları devreye konarak ve kentin geleceği merkezi devletin elinden alınarak, ekonomik alan piyasa oluşumları üzerinden küresel şirketlerin inisiyatiflerine terk edilmeye çalışılmaktadır. Başkentin içinde barındırdığı ekonomi bakanlığı devre dışı bırakılırken, kentsel oluşumlar çerçevesinde ekonomik kalkınma ajansları ile kentlerin geleceği belirlenerek şehir devletleri dönemine geçiş hedeflenmektedir.

Yerel yönetimcilik görüntüsü altında kentlerin şehir devletlerine dönüşmesi planı gerçekleştirilirken, aynı zamanda var olan devletlerin birimleri yeni döneme geçiş aşamasında, hem ulus devletin tasfiyesinde hem de bunun yerini alacak eyaletler ile şehir devletleri yapılanmalarının kurulması doğrultusunda kullanılmaktadırlar. Bir anlamda kamu kurumları devlet modellerinin değiştirilmesi sürecinde eyaletleşme üzerinden şehir devletlerine giden yolda kullanılmaya çalışılmaktadır. Kentsel dönüşüm planları doğrultusunda kentler yeni baştan ele alınırken, kentleri çevreleyen tarımsal alanlardaki nüfusun kent merkezlerinde toplanmalarına dikkat edilmektedir. Tarımsal üretimin kısıtlanmasıyla düzeni bozulan kırsal kesim insanları kent varoşlarına doluşturulurken, bunların gereksinmeleri yerel yönetimler aracılığı ile karşılanarak, merkezi devletin bu alandan geri çekilmesi istenmektedir. Bu doğrultuda merkezi alandaki eski yapıların yıkılmalarına öncelik verilmekte, boşalan yerlere ise yeni rant tesisleri yapılarak kentsel alanlar hızla kazanç bölgelerine dönüştürülmektedir. Bir anlamda kentsel dönüşüm adı altında eski kentler yıkılarak yerlerine batılıların deyimi ile kazanç kentleri biçiminde profitopolis yapılanmaları gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Kırsal kesim nüfusu kent merkezlerinde bir araya getirilirken, merkezi alandaki eski yapıların yıkılarak toplu konut alanlarına, gökdelen yapılanmalarına, geleneksel çarşıları devre dışı bırakacak doğrultuda yeni alış veriş merkezlerine önde gelen bir biçimde yer verildiği görülmektedir. Geleceğin şehir devletlerinin gereksinmelerini karşılayacak düzeyde bir yeni yaklaşım ulus devletlerin yeni yönetimlerine dışarıdan empoze edilmekte ve bu doğrultuda küresel şirketlerin çıkarlarına öncelik verilerek, kentsel kamu alanları yeni şehir devletlerinin etkinlik sahaları olarak yeniden düzenlenmektedir. Dönüşüm programları aracılığı ile kentler şehir devletlerine doğru dönüştürülürken ulus devletler dönemi kapanmakta ve bunlar tarihe mal olurken, geleceğin şehir devletleri küresel alanda öne çıkmaktadırlar. Uluslararası tekelci şirketler sahip oldukları zenginliği ve satın aldıkları teknolojiyi kullanarak ve siyaseti finanse ederek kentler üzerinden ulus devletleri parçalamaktadırlar.

Yerel seçimler dönemlerinde kentlerin yönetimi sorunu öne çıkınca, kentlilerin oylarını alarak yerel yönetimleri yönetme hakkını elde etmeye çalışan siyasal kadrolar seçim programlarında nasıl bir kent yapılanması ve yönetimi istediklerini açıkça ortaya koymak durumunda kalmaktadırlar. Nasıl bir kent ve nasıl bir kent yönetimi sorularına verilmek istenen yanıtlar, aslında geleceğin şehir devletleri oluşumunun önünü de açarak insanlığı 5000 şehir devleti üzerinden yönetecek yepyeni bir yapılanmayı halkın gözleri önüne sermektedir. Tek bir dünya devleti çatısı altında insanlığı bir araya getirmeye yönelen küreselleşme olgusunun getirdikleri, yerel yönetimlerin yeniden yapılandırılması aşamasında öne çıkartılmaktadır. Bu doğrultuda yapılan kent planları geleceğin şehir devletlerinin meydana getirilmesinde esas alınırken, var olan teknolojinin olanaklarından yararlanılarak kentsel devletleşmesinin altyapıları öncelikli olarak tamamlanmaya çalışılmaktadır. Kentsel dönüşüm tam anlamıyla başkente bağımlı kentler olmaktan çıkarak geleceğin özerk ve bağımsız şehir devletlerine giden yolda tamamlanmaya çalışılmaktadır. Çağdaş teknolojilerin verilerinden yararlanılarak geliştirilmiş olan projeler, kentler arasındaki rekabet ve yarışmaları özendirecek bir biçimde uygulama alanına aktarılmaktadır. Merkezi bir yapıyı dışlayan bu tür yerelci bir gelişim süreci içinde, yaratılmaya çalışılan akıllı kentler bir anlamda devlet aklını kullanamayan ulus devletlerin sonrasını da belirlemektedir. Devlet ya da siyasal aklın kentsel ölçekte kullanılmaları, var olan devletlerin kendilerini yenileyerek güçlendirecek bir çizgide yeni bir devlet aklı geliştirilmelerine fırsat bırakmamaktadır.

Küresel sermayenin güdümündeki tekelci şirketler kendi çıkarları doğrultusunda geleceğe dönük projeleri finanse ederken insan gerçeği geride bırakılmakta ve varoşlarda toplanan büyük kalabalıkların gereksinmeleri üzerinden kentlerde maddi bir yeni ekonomik düzen oluşturulmaya çalışılmaktadır. İnsanı ihmal eden ve sürekli olarak maddi gereksinmeleri öne çıkartan yeni kentleşme süreçleri ne karşı halk kitleleri karşı çıkarken insanların doğal gereksinmelerine öncelik verecek insan merkezli kentlerin kurulması kendiliğinden gündeme gelmektedir. Vatandaşlık bilincine sahip olan her insanın anayasal hukuk devleti çatısı altında her türlü gereksinmesi karşılanması gerekirken, küresel sermayenin pazarları ile satın alınmaya çalışılan yeni kentsel dönüşüm planlarına dikkat etmek gerekmektedir. Çağın gerçekleri doğrultusunda öne çıkan yeni kamusal süreçte sorumluluk sahibi olan herkesin, kamu düzenine sahip çıkarak kamu yararını gerçekleştirmek gibi bir asli görevi yerine getirmesi giderek zorunluluk kazanmaktadır. Her kentin nüfusunu dikkate alan yerel yönetimlerin kitlesel beklentileri öncelikle karşılaması gerekmektedir. Küresel sermaye değer üreten kentler yaratıyoruz reklamı ile şehir devletlerini geleceğe doğru yönlendirirken, kent nüfusunun çoğunluğunu oluşturan vatandaşların toplumsal bir adalet düzeni doğrultusunda gelişmeleri yönlendirmeye çalışmasında yarar bulunmaktadır.

Halk kitleleri yerel seçimlere girerek ve kent yönetimine katılacak düzeyde bir halk yönetimi oluşturma doğrultusunda aktif vatandaşlık anlayışını geliştirerek, kentlerin çıkarcı emperyalist plan ve projelere alet olmalarını önlemek durumundadırlar. Sermayenin kontrolünde tek bir dünya devleti isteyenlerin kentleri kullanarak ulus devletleri yıkıma götürmesine, halk kitleleri daha fazla ezilmemek için artık izin vermemelidir. Kent hukuku kentsel haksızlıkları önlemek için kullanılmalı, kentsel haklar görünümünde ulusları ve halk kitlelerini devre dışı bırakan yanlış bir kent bağnazlığına teslim olunmamalıdır. Kentler artık ulusal başkentler ile birlik olarak ülkelerinin geleceğini arayan politikaları öne çıkarmalıdır.

Geleceğin dünyasına hazırlık olsun diye, bazı adaları devlet konumuna dönüştürerek Malta ya da Singapur gibi kent büyüklüğündeki kara parçalarını bağımsız devlet olarak tanımak, ya da Büyük Okyanusun çeşitli bölgelerine dağılmış olan küçücük adacıkları Birleşmiş Milletlere tam üye olarak bağlı bulunan devlet statüsü vermek, küçük güzeldir yaklaşımı çerçevesinde bütün dünya kamuoyuna karşı küçücük adalar ile birlikte onların küçüklüğünde kentleri de devletleştirerek sahneye çıkarmanın ön hazırlığı olarak göze çarpmaktadır. Rusya, Çin, Kanada, Avustralya ve de Hindistan gibi çok büyük kıtasal ülkeler ile uluslararası hukuka göre eşit devlet statüsü konumunu adacıklara ya da kentlere vermek yeryüzü haritasında çok büyük dengesiz durumlara yol açmaktadır. Bu yüzden de ABD gibi batının önde gelen emperyalist güçleri, bir süper devlet olarak kentleri ve adaların bağımsız devlet statüsünü tanımayarak bunları bir gecede işgal edebilmekte, ya da tamamen tersi bir doğrultuda  bazı büyük devletleri parçalayarak küçültmek doğrultusunda ya da askeri hegemonya planları çizgisinde Okinawa gibi adaları askeri üslere dönüştürerek, yeni bir kentsel oluşum örneğini dünya haritası üzerinde öne çıkarmaktadır. Singapur gibi bir ada devletini gelecek yüzyılların örnek şehir devleti olarak insanlığa empoze eden küresel güçler, önümüzdeki yıllarda bütün adaları ve kentleri yerel yönetimler görünümü altında şehir devletleri yapılanmasına doğru sürüklemektedir. Bu durumda parçalanma riski taşıyan bütün büyük devletler, kendilerine bağlı bulunan kentlerin ve adaların gelecekte, kendi ülkelerinden koparak ayrı bir devlet statüsüne kavuşmalarına pek de olumlu bakmamaktadırlar.

Önümüzdeki dönemde dünya nüfusu on milyara doğru tırmanırken ve bütün ülkelerde nüfus yoğunluğu giderek artarken, başkentlerde örgütlenmiş olan merkezi devletler giderek artan bu yükü taşımakta fazlasıyla zorlanmaktadırlar. Gelinen noktada bütün devletlerin idari yapılanmalarında ciddi sarsıntılar yaşanmakta ve bu yüzden yönetim reformları kaçınılmaz bir biçimde gündeme gelmektedir. Artan nüfusun ortaya çıkardığı baskılar emperyal projeler doğrultusunda küresel merkezler tarafından yönlendirilmeye başlandığında, bütün ulus devletleri tehdit eden bölünme ve parçalanma senaryoları devreye girerek ulus devletleri tarihin arka planına doğru itmektedir. Türkiye bu açıdan hem çok kritik bir coğrafyada bulunmaktadır hem de toplumsal ve jeopolitik konumu gereği de birçok açıdan dağılma riski ile karşılaşmaktadır. Küresel sermayenin tekelci şirketleri bütün ulus devletlere yönelik bölücü girişimlerini tırmandırdıkça, ulus devletlerin kenar ve kıyı bölgelerinden yeni parçalanma senaryoları ortaya çıkacak ve bu doğrultuda yeni eyalet ya da kent merkezli yapılanmalar, şehir devletleri olarak yeni dünya haritası üzerinde kimlik kazanacaktır. Bu doğrultuda bütün devletlerin önümüzdeki dönemde merkezci güçler ile yerelci güçler arasında giderek tırmanan bir siyasal çekişme sürecine gideceği artık açıkça görülmektedir.

Bu aşamada yapılması gereken, dünya barışı ve var olan devletlerin ulusal çıkarları doğrultusunda merkezci ve yerelci güçlerin bir araya gelerek yeni bir model zeminin de geliştirilecek ortak plan çerçevesinde anlaşmaya varmalarıdır. Yapılacak olan öncelikle artan nüfusun gereksinmelerini karşılayabilmek için yerel yönetimlerin güçlendirilmesidir. Ama aynı zamanda sayıları çok artan yerel yönetimleri izleyecek, denetleyecek ve merkezden uyumlu bir biçimde yönetecek düzeyde güçlendirilmiş bir merkezi yönetimin de milli idari reform programları ile bir an önce kurulması gerekmektedir. Güçlü merkezi yönetimler ancak yenilenen ulus devlet projeleri ile kurulabilecektir. Bu doğrultuda, yarım kalan uluslaşma süreçlerinin bütün dünya ülkelerinde acilen tamamlanması gerekmektedir.