Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

SAĞ POPÜLİST VE OTOKRAT REJİMLER DE YENİLMEZ DEĞİLMİŞ!

15 Ekim’de yapılan genel seçimin resmi sonuçlarına göre sağ muhafazakâr PiS, Polonya’daki parlamento seçimlerini birinci sırada tamamlasa da, iktidarını sürdürmek için gereken parlamento çoğunluğu sağlayamadı. Avrupa yanlısı üç muhalefet partisi ise bir koalisyon hükümeti kurabilecek durumda: Donald TUSK’un liberal Sivil Koalisyon’u KO, çevreci muhafazakâr Trzecia Droga ve solcu Lewica.[1]

Aşağıdaki çalışmamızın konusu, Avrupa’daki sağ popülist ve otokrat rejimlere örnek gösterilen ülkelerden biri olan Polonya’da gerçekleşen “son parlamento seçimlerinin sonuçlarını” irdelemek; oluşacak yeni ve farklı bir koalisyonun Doğu Avrupa ve özellikle Macaristan siyaseti ve AB ile ilişkilerine etkilerini tartışmak olacaktır.

POLONYA’DAKİ SON PARLAMENTO SEÇİMLERİ

Seçim Öncesi Durum

Seçim öncesi Polonya seçimleri için yapılan yorumlarda, parlamento seçimine gidecek Polonyalılar’ın, oluşturulan “geniş muhalefet ittifakı” ile uzun süredir iktidarda olan PiS arasında bir tercih yapacakları; eski AB Konseyi Başkanı da olan Donald TUSK etrafında toplanan ittifakın, mevcut hükümetin yerine geçme ihtimalinin yüksek olduğu tahmin edilmekteydi.

İlk anketlere bakılacak olursa mevcut hükümet cephesi ile muhalefetin şansları eşit gibi durmaktaydı. Çıkacak sonuç aynı zamanda Polonya’nın gelecekte hangi siyasi yolu takip edeceğinin de göstergesi olacaktı. İktidardaki PiS’in muhafazakârları, daha küçük milliyetçi partilerin de desteğiyle Polonya’yı ikinci bir “Avrupa şüphecisi” ve otoriter Macaristan’a mı dönüştürecekti? Yoksa muhalefet, Polonya’yı AB ve NATO içerisinde etkili bir oyuncu yapmak isteyen Avrupa yanlısı bir koalisyon mu kuracaktı?

Son çıkış anketine göre, sağcı iktidar partisin çoğunluğu kaybedeceği anlaşılmaktaydı. Sağcı popülist Hukuk ve Adalet Partisi (PİS)’nin Polonya genel seçimlerinde daha çok sandalyeyi kazanma yolunda ilerlediğini, ancak görevde üçüncü bir dönem kazanmasının pek mümkün olmadığını göstermekteydi.[2]  

Seçim Sonuçları

Polonya’daki parlamento seçimlerini, sağ muhafazakâr PiS birinci sırada tamamlasa da, “muhalifler” “güçlü” bir şekilde kazandılar. Şöyle ki, Parlamentonun 460 üyeden oluşan alt kanadını oluşturan mecliste (Sejm) 248, daha zayıf yetkili 100 üyeli üst meclisin 66 sandalyesini aldılar. The Economist’in başlık ifadesiyle Polonya’daki seçimler, “popülistlerin de yenilebilir olduğunu” gösterdi.[3]

Seçim sonucunda, 460 sandalyeli Sejm’in partiler arasındaki dağılımı, 2019 ile karşılaştırmalı olarak aşağıda gösterilmiştir. Tabloya göre, seçimde en çok sandalye kazanan partiye hükümet kurma şansı sunulması beklense de PİS lideri Kaczynski’nin parlamentoda çoğunluğu oluşturmak için ihtiyaç duyduğu 231 sandalyeye ulaşamayacağı anlaşılmaktadır. Bir başka anlatımla, rekor düzeydeki katılım sonucunda, liberaller, merkezciler ve solcular arasındaki “merkezci bir koalisyon” parlamentodaki sandalyelerin açık çoğunluğunu kazandı.

Avrupa Konseyi’nin eski başkanı olan KO lideri Tusk, merkez sağ Üçüncü Yol ve Yeni Sol partilerle hükümet kurması halinde 460 sandalyeli Sejm’de 248 sandalye toplayabilmektedir. Diğer yandan PiS son seçimden bu yana 41 sandalye kaybetmiştir. Bu durumda, aşırı sağcı Konfederasyon Partisi ile koalisyon kursa bile, gereken sayının 19 sandalye altında kalacaktır.[4]

PolonyaSeçim

Kaynak: National Election Commision

Seçim sonuçlarında açık olan şu ki, bu noktada önde gelen iki parti olan PiS ve KO’dan hiçbiri Sejm çoğunluğu için gereken 231 sandalyeyi alamadı. Bu beklenmedik bir durum değildi ve yeni bir hükümet kurulmadan önce koalisyonların sağlamlaşması gerektiği anlamına gelmekte. Ancak bu olgu, KO’nun en avantajlı olduğu nokta olarak durmaktadır. Bu durumda, Sivil Platform’un (KO) lideri Donald TUSK’ın, 2007 ile 2014 yılları arasında zaten yürüttüğü başbakanlık görevini üstlenmesi beklenmektedir.

Artık Polonya’nın yeni hükümetini kurabilecek ya da bozabilecek üç parti daha vardır. Bunlar: Yüzde 13 veya 65 sandalyeyle “muhafazakâr” Üçüncü Yol/PSL (Trzecia Droga), yaklaşık yüzde 8 veya 26 sandalye ile “sol görüşlü” Yeni Sol Parti (Lewica) ve yüzde 7 veya 18 koltukla “ileri görüşlü” Konfederasyon (Konfederacja) partileridir.

Ancak bir sonraki iktidar hükümetinin kurulması biraz zaman alabilir. Çünkü PiS, seçime katılan partiler arasında en fazla sandalyeyi aldı ve muhtemelen hükümet kurma konusunda ilk şansı yakalayacaktır. Başkan Andrzej DUDA, partinin bunu yapması çok zor olsa da muhtemelen partiye hükümet kurma konusunda ilk şansı verecektir. Ancak PİS’in hükümet kurma konusundaki seçenekleri sınırlı görünmektedir. Konfederasyon ile koalisyon kurmaya kalksa bile çoğunluğu sağlayamama olasılığı bulunmaktadır. Bu durumda “PiS liderliğindeki azınlık hükümeti”, Sejm’de çoğunluğun onayını alamayacak ve muhalefetin iktidarı ele geçirme şansı en güçlü seçenek olacaktır.

Ancak şurası da yadsınamayacak bir gerçek ki, önümüzdeki birkaç ay, her iki blok da çoğunluk elde etmek için yarışacağı için kritik ve zorlu bir süreç olacaktır. Yaklaşık on yıla yakın bir süre iktidarda kaldıktan sonra PiS, muhtemelen mücadele etmeden pozisyonundan vazgeçmeyecektir. Önümüzdeki günler, PİS yanlısı Başkan Duda’nın da dâhil olduğu “keskin bir siyasi bölünme” nedeniyle, neredeyse “acı/zor bir geçişi” işaret etmektedir.

Kısacası, Polonya’nın liberal Sivil Koalisyon (KO) liderliğindeki muhalefet bloğu, Doğu Perde rejiminin 1989’daki çöküşünden bu yana en yüksek katılımı kaydeden bir seçimle (yüzde 73),[5] sekiz yıllık Hukuk ve Adalet (PİS) egemenliğini (PiS) sona erdirmeye hazırlanmaktadır.

SEÇİM SONUÇLARININ POLONYA YÖNÜNDEN İRDELENMESİ

Polonya’daki son parlamento seçimlerinin analizi, ülkedeki “derin toplumsal değişimi” ortaya koymaktadır. Çünkü Parlamento seçimleri, muhafazakâr ulusal partinin (PiS) üçüncü dönem iktidarda kalıp kalmayacağına karar verecekti ve ülkede “hukukun üstünlüğü” ve “kuvvetler ayrılığının” geleceği tehlikedeydi.[6]

Kürtajın neredeyse tamamen yasaklanmasına karşı yapılan gösterilerin iktidardaki PİS Partisi aleyhindeki oylamayı etkilediği anlaşılmaktadır. Zaten seçim öncesi kamuoyundaki yaygın görüş, “Polonyalılar’in, Komünizmin çöküşünden bu yana en önemli Parlamento seçiminde oy kullanacakları” şeklindeydi. Keza, son seçimlerdeki yüksek katılımın yanında, gençler ve kadınların oylarının, muhalefetin Polonya’daki zaferine güçlü katkıda bulunduğu gözlenmektedir.[7]

PİS 2015 yılında iktidara geldi ve asgari ücreti artırarak, çocuk nafakasını ve emekli maaşlarını yükseltmiş, Katolik aile değerlerine vurgu yapmıştı.

Aynı zamanda 2021’de kürtajı neredeyse tamamen yasakladı ve üst mahkemelere iktidar partisine sempati duyan yargıçları görevlendirerek yargıyı siyasallaştırmakla suçlandı.

PİS hükümeti aynı zamanda ülkenin bağımsız medyasına da sürekli baskı uyguluyordu: Devlete ait enerji şirketi Orlen’in Polonya’daki yerel yazılı basını satın almasının ardından, bunların editoryal çizgilerinde hükümet yanlısı değişiklikler yapıldı.

Diğer yandan KO lideri Donald TUSK, AB ile ilişkileri iyileştirme ve PiS yargı reformları nedeniyle art arda dondurulan 36 milyar Euro’luk “AB Kovid salgını kurtarma fonunun” kilidini açma sözü verdi ve ayrıca kürtaj yasalarını serbestleştirme sözü verdi.

Polonya ayrıca Rusya’nın geçen yılki geniş çaplı işgalinden bu yana Ukrayna’nın sadık bir destekçisi olmuş ve bir milyon mülteciyi kabul etmişti. Bu politikanın sürdürülmesi de muhalefetin hedefleri arasındaydı. Ancak hükümetin, ucuz Ukrayna tahılının ithalâtı gibi konularda aşırı milliyetçi ve aşırı sağdan gelen zorluklara karşı hassasiyeti, Polonya’nın Ukrayna ile ilişkilerinin, Polonya iç siyaseti karşısında hala savunmasız olabileceğini ve bunun Putin dışında pek az kişinin yararına olabileceğini göstermiştir.[8]

Çeşitli analistlerce yapılan değerlendirmede, merkez ve sol koalisyon ortaklarıyla birlikte liberal KO partisinin liderliğindeki yeni bir Polonya hükümetinin, Polonya’yı daha iyi bir yola sokabileceği konusunda görüş birliğinde olduğu izlenmektedir.

Daha önce de belirttiğimiz gibi mevcut “hükümet kurma olasılıkları”, liberal-merkez-sol koalisyon hükümetinin lehine durmaktadır. Böyle bir hükümetin ülkenin bağımsız medyasına baskı yapma çabalarını durdurması muhtemel olup, devlet televizyonunu gerçekten bağımsız ve partizan olmayan hâle getirme konusunda da bir potansiyel mevcuttur. Keza, Polonya yargısının siyasallaştırılması konusunda AB ile yaşanan anlaşmazlığı çözmenin ve Ukrayna’ya yardım etme “stratejik zorunluluğuna” odaklanmayı sürdürmenin bir yolunun bulacağına kesin gözüyle bakılmaktadır.[9]

SEÇİM SONUÇLARININ AB ve MÜTTEFİKLERİ YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

Kamusal alan radikalizminin”, otoriter popülizmin farklı çeşitleri tarafından tekelleştirildiği bu zamanlarda, Polonya’daki seçim sonuçlarına ilişkin tartışmanın ülkemiz ve bu tür yönetimlerin egemen olduğu ülkelerdeki medyada yeterince yer almamıştır. Polonya’da yaşanan olguyu, sürekli “sürtüşme yoluyla algı bükülmesi” yaratan sekiz yıllık milliyetçi-otokrat-popülist yönetimin ardından, eski Avrupa Konseyi Başkanı Donald TUSK liderliğindeki yeni bir koalisyonun parlamenter mimarisinin, ülkenin gidişatını değiştirmeyi ve saldırıyı tersine çevirmeyi mümkün kılan bir sonuç elde etmesi olarak özetleyebiliriz.

Kısacası Polonya’da, kuvvetler ayrılığını, mahkemelerin bağımsızlığını ve basın özgürlüğünü yeniden demokrasinin başat unsuru yapmaya yönelik bir gelişme ile karşı karşıya kalınmıştır. Bir başka anlatımla, olayların bu beklenmedik dönüşü, Rus devrimine herkes kadar yakın olan seçmenlerin, son zamanlarda Batı’nın fikir birliğini (örneğin Ukrayna konusunda) yok etmek için ellerinden geleni yapan siyasi liderleri cezalandırmaya karar verdiği bir ülkede gerçekleşmektedir. Bu gelişmelerden ve olası beklentilerden, yaşlı ve yorgun Avrupa’nın, insanları genellikle beklenmedik şekillerde kendine çeken “demokratik bir barış ve refah ütopyası” olmaya devam ettiği ve “Avrupa inşası hayalinin popülizmin en büyük panzehiri” olduğu sonucu da çıkabilmektedir.[10]

Polonya’nın kendi içindeki sorunlarına ek olarak mevcut hükümetin, daha önce bir nebze değindiğimiz gibi kilit müttefikleriyle kavga çıkarma eğilimi de vardı. Polonya hükümeti yıllardır, Almanya’ya karşı, Polonya’nın II. Dünya Savaşı’ndaki kayıpları için Almanya’dan büyük tazminat talepleri de dahil olmak üzere, sert söylemlere büyük miktarda enerji harcadı. Polonya’nın ayrıca Almanya’yı Rus enerjisine aşırı bağımlılığı ve Rusya’nın bir tehdit olmaktan ziyade bir ortak olduğu yönündeki uzun süredir devam eden varsayımı nedeniyle eleştirme durumu da mevcuttur.

Bu kavgalar ve diğerleri, Polonya’nın Putin’in Rusya’sıyla mücadele etmek için gereken Batı dayanışmasını yaratma becerisini azalttı. Warşova’daki mevcut hükümetin bu politikasının bir sonucu olarak, ülke siyasi yelpazesinin her yerindeki Polonyalılar kendilerini, Polonya’nın bölücü politikasını maliyetli hale getiren bir zorunluluk olan Rusya’nın saldırganlığına karşı bir Avrupa siperi olarak görmelerine yol açtı. İşte Polonya parlamento seçimlerinin bir diğer neticesi de, bu rotayı değiştirme fırsatı sunması olacaktır.

Yeni kurulacak bir Tusk hükümetin aynı zamanda, Almanya ile olan düşmanca söylemi soğutması ve II. Dünya Savaşı’nın mirasını ele almanın daha yapıcı yollarını aramasının önünü açacağını söyleyebiliriz.

Buna ek olarak yeni koalisyon hükümeti, ABD yönetiminin Avrupa güvenliğine yönelik taahhütlerine odaklanmasına yardımcı olmak için, iki ülke ilişkilerini yeniden canlandırabilir.

Bilindiği gibi Polonya’nın Biden yönetimiyle ilişkilerindeki hareketlenme oldukça dönüştürücü oldu. Biden yönetimi, demokratik ittifakları yeniden canlandırma gündemiyle iktidara gelmiş ve başlangıçta Macaristan’la birlikte Polonya’yı demokrasinin gerileyen sorunlu çocuğu olarak etiketlemişti. Duda’nın TVN ile ilgili yasayı veto etmesi, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden hemen önce ABD-Polonya ilişkilerinde büyük bir hasarın oluşmasını önlemişti. Bu hamle ve Polonya’nın Ukrayna’ya açık desteği sayesinde Biden yönetimi, demokratik dünyanın Putin’in saldırganlığına karşı direnişinin bir parçası olarak Polonya’yı kucakladı.

Artık Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ve Birleşik Krallık için, Rusya’nın uzun vadeli Avrupa güvenliğine karşı bir düşman ve tehdit olarak kalacağının kabulüne dayalı olarak Rusya’ya yönelik uzun vadeli ve sürdürülebilir bir politika oluşturmanın tam zamanı olduğu belirtilmektedir. Aslında Fransa, Almanya ve ABD, Putin’in Rusya’sından gelen tehlikenin farkına varmakta yavaş davranmışlardır. Putin’in 2007 Münih Güvenlik Konferansı’ndaki düşmanca konuşmasını görmezden geldiler, 2008’de Bükreş’te düzenlenen NATO zirvesinde Kırım’la ilgili iddialarını küçümsediler ve hatta Rusya’nın Ağustos 2008’de Gürcistan’a saldırısını talihsiz ama münferit bir olay olarak değerlendirdiler.[11]

Putin’in Şubat 2022’de Ukrayna’ya saldırısı, nihayet Avrupa’nın stratejik düşüncesini Polonya, Baltık ve diğer Orta ve Doğu Avrupa’nın Rusya hakkındaki değerlendirmelerine yaklaştırdı. Polonya ve Avrupa’nın doğu kısmındaki komşuları, Rusya’nın emperyalist iddiaları ve artan saldırganlığı hakkındaki uyarılarında onları haklı çıkardı.

NATO’nun doğu kanadındaki en büyük ülke olan Polonya, hızla ekonomik ve askeri bir güç merkezi haline geliyor. 1989’da komünizmin devrilmesinden bu yana ülkenin büyümesi şaşırtıcıydı. 2004 yılında AB’ye katıldığından bu yana, Polonya’nın ekonomisi çoğu AB üye ülkesinden daha hızlı büyüyerek, ülkeyi en düşük işsizlik oranlarından birine sahip bloğun altıncı en büyük ekonomisi haline getirdi. Aynı zamanda önemli bir teknoloji merkezi haline geldi: Bu yıl Intel, Wroclaw yakınlarındaki bir çip fabrikasına 4.6 milyar Dolar yatırım yapacağını duyurdu. Ayrıca pek çok Batı Avrupa ülkesinden farklı olarak Polonya, refahını savunmaya yatırım yapmak için kullandı: Zaten savunmaya, NATO’nun gerektirdiği GSYİH’nın yüzde ikisinden daha fazlasını-bu yıl yüzde 4- harcamaktadır. Warşova, ABD yapımı füze savunma sistemleri, Abrams tankları ve F-35 savaş uçakları dâhil olmak üzere üst düzey modern askeri teçhizata yatırımlar yaptı.[12]

Donald TUSK’un büyük olasılıkla başbakan olması beklenirken, merkezci muhalefetin zaferi AB içinde çok konuşulan “Doğu’ya doğru güç kayması” için bir fırsat yaratmaktadır. Çünkü AB yanlısı bir Polonya hükümeti birliği güçlendirmeye çalışacaktır. Ancak daha da önemlisi, AB yanlısı yeni bir Polonya hükümeti, AB’nin daha uyumlu bir jeopolitik küresel aktör haline gelmek için yapması gereken kritik reformlar da dâhil olmak üzere, daha derin Avrupa entegrasyonunun kapısını da açması beklenebilir.

Ancak AB’nin Fransız-Almanya motoru durmuş durumdadır. Bilindiği gibi Fransa ve Almanya’nın fikir ayrılıklarını giderip, bir AB gündemi oluşturması beklenen Hamburg’daki son yıllık zirve, çok az ilerlemeyle sonuçlanmıştı. Buna karşın Avrupa Konseyi’nin eski başkanı olarak Brüksel’de yolunu bilen Tusk’ın liderliğindeki yeni bir AB yanlısı Polonya hükümeti, AB’nin yeniden canlandırılmasına yardımcı olabilir.

Kısacası, Polonya’daki son seçimlerin Avrupa’yı yeniden şekillendirme potansiyeli mevcuttur. Soru, yeni Polonya hükümetinin bu fırsatı değerlendirip değerlendirmeyeceği ve Avrupa Birliği için olumlu bir vizyon ve gündem oluşturup oluşturmayacağı olacaktır. Eğer öyleyse, muhtemelen Avrupa da onu izleyecektir.

MACARİSTAN’DAKİ SAĞ POPÜLİST ve OTORİTER REJİME OLASI ETKİLER

Macaristan Başbakanı Victor ORBAN, bağımsız medyaya ve ülke demokrasisi için hayati önem taşıyan diğer kurumlara zarar verme konusunda Polonya’dan çok daha ileri gitti ve sonuçta ortaya çıkan “ülkesinin izolasyonuna” şimdilik kayıtsız görünmektedir.

Dünya siyasetindeki iki beklenmedik değişim, Orbán hükümetini tatsız bir duruma soktu. Yaklaşan hükümet değişikliğiyle birlikte Polonya’nın, AB’de Macaristan’a destek veremeyebilir hale gelmesi ve İsrail’le savaş. Savaş Macar diplomasisinden öyle bir esneklik talep ediyor ki, omurga olmadan bile uygulanamaz.

Orbán’ın şaşkın sessizliğini anlamak mümkün. Çünkü Tusk’un, Macaristan başbakanının liberal olmayan yapısının ana müttefiki PİS’in genel Başkanı Jaroslaw KACZYNSKİ’yi kesinlikle emekliye ayıracağı anlaşılmaktadır. İktidara döndüğünde, Brüksel’in Macaristan’daki durumdan daha ciddi ve tehlikeli gördüğü “hukukun üstünlüğü sorunlarını” ortadan kaldırmak, belki de birinci işi olacaktır. Böylesi bir gelişme Orbán’ı,  AB’nin utanç kürsüsünde yalnız bırakacaktır.[13]

Bir sonraki AB zirvesinde sadece Ukrayna Devlet Başkanı’nın ziyareti gerginlik yaratmayabileceği gibi, Tusk ile tanışmak da hoş olmayacaktır. (Macar propaganda basını, büyükbabasının bir Nazi olarak SS işbirlikçisi olduğuna dair sahte haberlerle, Polonyalı siyasetçiyi Tusk’ı itibarsızlaştırmaya çalıştı.) İki liberal olmayan hükümetin savunma ve meydan okuma ittifakı nedeniyle Orbán’ın partisi Fidesz de KO ve müttefiklerine, neredeyse PİS ile aynı derecede siyasi bir rakip durumundadır.

Kısacası Orbán’ın Brüksel’deki manevra alanını daralacaktır. Hatta Orbán’ın mevcut sistemi, Rusya ve Çin için bile “daha az çekici bir ortak” sınıfına inebilir. Çünkü Viktor ORBAN, bölgede yalnızca Slovakya’daki müttefiki Robert FİCO’nun dayanması nedeniyle daha da yalnız kalacaktır.[14]

SONUÇ YERİNE

Polonya’non son parlamento seçimlerinde, birlikte iktidara gelmesi muhtemel üç muhalefet partisi, kullanılan oyların yüzde 53,5’inden fazlasını toplayarak, sekiz yıldır iktidarda olan milliyetçi sağcı Hukuk ve Adalet Partisi (PiS)’i mağlup etti. Oyların yüzde 35,6’sını aldı; bu, küçük bir aşırı sağ partinin yüzde 7’sinin olası eklenmesine karşın yetersiz bir puandı.

Yüzde 70’in üzerindeki bu rekor katılım düzeyi, yalnızca Polonya demokrasisinin canlı ve iyi durumda olduğunun değil, aynı zamanda seçmenlerin gözünde siyasetin artık her zamankinden daha önemli olduğunun da bir göstergesi. Söz konusu bu gelişme, sonuçların köklü bir iktidar partisi olan PiS’e karşı değişimin mümkün olduğuna, “demokratik gerileme” sürecinin, AB ve diğer ortaklarla yaşanan çatışmaların çözülebileceğine dair umut verdiğini söylemektedirler.

Brüksel’le ilişkilerin daha az endişe verici olması ve Almanya gibi komşularla ilişkilerin iyileşmesi muhtemel durmaktadır. Orta Avrupa’nın daha Orbánesk ve liberal olmayan bir hale geldiği – Eylül’deki Slovak seçim sonuçlarından sonra moda olan – fikri kesinlikle yanlış. Savunma ve güvenlik politikasının büyük ölçüde değişmemesi, Ukrayna’ya verilen güçlü destek ve savunma harcamalarının artması beklenmektedir.

Anılan koalisyon hükümeti iktidara gelirse, devlete ait medya kuruluşlarının kontrolü, savcıların atanması ve -belki de en önemlisi- askeri dâhil olmak üzere bazı önemli değişiklikler, kamu yapılanması ve işleyişindeki yıpranmışlığın giderilmesi, nispeten hızlı bir şekilde gerçekleşebilecektir.

 Bu arada AB’nin, Polonya ile birlikte gerileyen sorunlu çocuğu olarak nitelenen Macaristan, AB içinde ve ABD’ye karşı yalnız kaldığı gibi, Rusya ve Çin için bile “daha az çekici bir ortak” olabilecektir.

Bu arada, eski merkez sağ başbakanı Donald TUSK liderliğindeki muhalefetinin “Polonya’yı yeniden Avrupa yoluna sokmaya” kararlı olması nedeniyle, özelinde Berlin ve Warşova arasındaki gerginliğin azalması, genelinde AB’nin savunma ve bütçe başlıklarının kuvvetlenmesi, çok konuşulan “Doğu’ya doğru güç kayması” için potansiyel taşımaktadır.

Özün özü olarak, Türkiye, Slovakya ve hatta 1,5 yıl önce Macaristan’daki son seçim sonuçlarına bakarak umutsuz olunmamasını; çünkü Polonya’da 15 Ekim seçimlerinde yaşananların, sağ popülist ve otokrat rejimlerin de yenilmez olmadığını gösterdiğini söyleyebiliriz.

Ersin Dedekoca                                                                                                                           27 Ekim 2023

[1] Gergely Marton, “Orbánra szakadt a világpolitika: a keleti “béketáborban” ő az izraeli háborúpárti”, HVG 360, 19.10.2023, https://hvg.hu/360/20231019_hvg_lengyelorszag_izrael_hamasz_oroszorszag_kina_orban_eu_nincs_ido_uj_ellensegre

[2] Sarah Rainsford ve Adam Easton “Polish election: Right-wing ruling party to lose majority – exit poll”, BBC News, 16.10.2023, https://www.bbc.co.uk/news/world-europe-67118787 

[3] “Poland shows that populists can be beaten”, The Economist, 17.10.2023, https://www.economist.com/leaders/2023/10/17/poland-shows-that-populists-can-be-beaten

[4] Raphael Minder ve Erling, “Polish ex-PM Donald Tusk on track to return to power”, FT., 16.10.2023, https://www.ft.com/content/a4447b80-da74-408b-8cdd-7bbec90613e6

[5] “Polish election turnout likely highest since fall of communism, electoral commission says”, Reuters, 15.10.2023, https://www.reuters.com/world/europe/polish-election-turnout-likely-highest-since-fall-communism-electoral-commission-2023-10-15/

[6] Jakub Iwaniuk, “Poland voting in ‘most important’ elections since the fall of Communism”, Le Monde, 15.10.2023, https://www.lemonde.fr/en/international/article/2023/10/15/poland-s-most-important-elections-since-the-fall-of-communism_6175742_4.html

[7]  Sarah Rainsford, “Poland election: Women and youth force PiS from power”, BBC News, 20.04.2023, https://www.bbc.com/news/world-europe-67156864; Jakub Iwaniuk, “Young people and women contributed strongly to opposition’s victory in Poland”, Le Monde, 18.10.2023, https://www.lemonde.fr/en/international/article/2023/10/18/young-people-and-women-contributed-strongly-to-opposition-s-victory-in-poland_6185668_4.html    

[8] Daniel Fried ve Alina Polyakova, “Poland’s Transformative Election”, Foreign Affairs, 18.10.2023, https://www.foreignaffairs.com/poland/polands-transformative-election?check_logged_in=1

[9] Fried ve Polyakova, agm.

[10] Carlos Rodrigues, “Bilhete Postal, A construção europeia é o maior antídoto contra o populismo”, CM Jornal, 18.10.2023, https://www.cmjornal.pt/opiniao/bilhete-postal/detalhe/20231017-2320-bilhete-postal?ref=Opini%C3%A3o_DestaquesPrincipais

[11] Max Bergmann, “Poland’s Election Could Transform the European Union”, CSIS, 19.10.2023,https://www.csis.org/analysis/polands-election-could-transform-european-union   

[12] Bergman, agm.

[13] Marton, agm.

[14]“Poland gets back on track”, Le Monde, 17.10.2023, https://www.lemonde.fr/en/opinion/article/2023/10/17/poland-gets-back-on-track_6181479_23.html