Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

UĞURLADIĞIMIZ VE YENİ YIL; KÜRESEL YAŞANANLAR VE BEKLENTİLER

2023’ün dünya için bir çatışmalar ve şiddet yılı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ve bir kısım topraklarını işgal etmesiyle başlayan ve halen süren savaş, Gazze’de başlayan soykırım, ABD ile Çin arasında Güney Çin Denizi’nde, özellikle Tayvan üzerinde yoğunlaşan gerginlik yıla damgasını vurdu. Yeni bir soğuk savaş tehlikesi telaffuz edilmeye başlandı.

Geçtiğimiz yıla ekonomi penceresinden baktığımızda da “düşük bir küresel büyüme” performansını; son on yılda, özellikle Çin’deki doludizgin büyüme kaynaklı olarak “gelir dağılımında yaşanan düzelişin” durmasını; 2022’den kalan “didişken” enflâsyonun kontrol altına alınmasını; özellikle ABD’nin resesyona girmemesini, “düşen işsizlik” oranını ve ikinci yarıda “yükselen büyümesini” başat gelişmeler olarak görmekteyiz.

Bu kısa girişten sonra aşağıdaki çalışmada, 2023 yılının küresel ekonomi politik gerçekleşmelerini irdeleme ve 2024 için beklentileri bir araya getirme amaçlanmaktadır.

2023’ÜN HAFIZALARDA UZUN SÜRE KALACAK ÇOK GENEL ALGILARI

2023 yılını özetleyecek olan belki de, demokrasinin artık tedavülden kaldırılmakta olmasıdır. Bu bağlamda “demokratik hakların varlığı” bile, bugünkü dünyada zorlaşmaya başlamış durumdadır. Aslında demokrasi başlığının anlamı, “otoriter popülizm” ile eşdeğerlik kazanmıştır. İktidardaki popülist liderler, iktidarlarını sınırlandıran/dengeleyen kurumları da kendileri için tehdit olarak görmektedirler. Sonuçta tüm bu kurumlar, tekrar büyük bir ülke olmanın, güçlenmenin vb. önündeki engeller olarak kitlelere sunulmaya başlanmış olup, bu yolla hukuk devleti ve demokrasi, kitlelerin de desteğiyle iyiden iyiye işlevsizleştirilme yolundadır.

Doğa ve insan arasındaki antlaşmanın bozulduğu bir çağda, küresel ısınma, suların azalmasıyla at başı giden şehirleri sellerin basması ve de kuraklık; hepsinin yan yana birlikte var olması yaşanmaktadır.

Bir diğer konu, bu yılın da, önceki yıllar gibi dünya nüfusunun güneyden kuzeye akan mülteci akımının; AB Komisyonu’nun, Avrupa Parlamentosu’nun üye ülkelerle birlikte aldığı kararlarla sığınma ve göçe kısıtlamasıyla birlikte, özellikle göç alan ülkelerde oluşan sıkışma. Bunun yanında ortaya çıkan bir diğer gelişme de, sığınmacı akımının bu sefer güneyden güneye doğru giden bir insan kütlesine dönüşmesi olmuştur. Myanmar’dan Arkanlı Müslümanlar’ın Endonezya’ya, Bangladeş’e, Tayland’a; bilhassa Afgan, İranlı, Ukraynalı, Rus ve Suriyelilerin Türkiye’ye göçü ve nüfusun bu topraklarda kalmak üzere yerleşmeye başlaması yaşandı ve sürmektedir.

Yaşananların belki de en fenası, geçtiğimiz yıllardaki savaşların yeniden görülmeye başlamasıdır. Savaşların geri geldiğini gördüğümüz zaman, Carl von CLAUSEWİTZ’in “siyasetin, savaşın başka koşullardaki sürekliliği” sözünü hatırlamadan geçemiyoruz.[1] Bu bağlamda, yeni bir soğuk savaş tehlikesinin telaffuz edilmeye başlandığını da yeri gelmişken belirtmek gerekiyor.

Dost ve düşman ikiliği, hem sporda hem de siyasi ve toplumsal alanda taraftarları, fanatikleri ortaya koymakta ve “holigan yaşama” doğru gidilmektedir. Kısaca 21. Yüzyılın ilk çeyreğindeki yıllar için, modernliğin sekteye uğradığı, insan hakları çok konuşulsa da aslında işlemediği bir dünya içinde olduğumuzu gösteren zaman dilimi olduğunu söyleyebiliriz.

KÜRESEL EKONOMİ 2023, 2024

Çalışmamızın bu bölümünün hazırlanmasında, BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCTAD) yayımladığı İstatistikler El Kitabı,[2] Dünya Ekonomik Forumu (WEF)’nun Ocak ayındaki son toplantısında açıklanan Küresel Risk,[3] Eurasia Grup’un 2024 Yılı Tepe Riskleri,[4] Dünya Bankası’nın Ocak Ayında yayımladığı Küresel Ekonomik Görünüm,[5] IMF’in 2 Şubat’ta yayımladığı Dünya Ekonomik Görünüm[6] ve The Economist (EIU) tarafından Eylül 2023’te açıklanan Global Ekonomik Görünüm[7] Raporlarından yararlanılmıştır.  

2023 yılı küresel finansal piyasalar açısından riskin, bunun sonucu olarak da kazanç ve zararın birlikte yüksek olduğu bir sene oldu. Reel ekonomide ise, küresel ticaret ve ekonomik aktivitenin zayıf gerçekleştiği bir yıldı.

Bilindiği gibi, 2008 Finansal Krizi ve sonrasındaki Covid-19 salgınının yol açtığı “durgunluğun” önünü alabilmek adına uygulanan, “gevşek para politikası” gereği küresel çapta “düşürülen faiz oranları” sonucu, 2022 yılından itibaren dünyada enflâsyon oranları tarihi yüksek oranlara çıkmıştı. Rekorlar kıran enflâsyonun önünü alabilmek kapsamında 2023 yılında küresel boyutta uygulamaya sokulan “sıkı para politikalarının” neticesi olarak senkronize “artırılan faiz oranları”, birçok ülkede tarihi zirvelerini gördü.

Gerek sıkılaşan finansal koşullar gerekse artan jeopolitik gerilimler nedeniyle kur ve emtia fiyatlarında yüksek zıplamalar ve sert geri çekilmeler görüldü. Birçok gelişmiş ülkedeki finansal piyasa getirileri, gelişmekte olan ülkelerde rastladığımız oranlarla benzeşti. Aynı zamanda bu fiyatlarda sert dibe çakılmalar da gözlendi. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, yaşanan bu koşullar, küresel ölçekte ticaret ve ekonomik aktivitenin düşmesine yol açtı.

  • Düşük Küresel Büyüme

2022’de dünyadaki yüzde 3,1 olan ekonomik büyüme oranın 2023’te yüzde 2,7 ile 3 arasında gerçekleşeceği anlaşılmaktadır. Nüfus artış oranını dikkate aldığımızda bu oran yüzde 2,1’de kalmaktadır. Bu öngörüdeki başat etkenler, sıkı para politikasının belirginleşen etkilerinin yanı sıra, Çin’de beklentilerin altında kalan toparlanmanın küresel büyüme üzerinde yarattığı baskıdır.

Dünya nüfusunun sadece yüzde 17’sini oluşturan zengin ekonomiler dünya ekonomik pastasının yüzde 63’ünü aldıkları da ayrı bir gözlem olarak durmaktadır.

  • Gelir Dağılımındaki İyileşmenin Durması

Son 10 yılda küresel gelir dağılımı, özellikle Çin’deki doludizgin büyüme kaynaklı  “iyileşme” göstermişti. Örneğin 2012’de dünyanın en yoksul yüzde 85’i küresel GSYH’nin yüzde 37’sini alırken, bu oran 2022’de %40’a yükseldi. Ancak son 5 yılda eşitsizliklerin azaltılması yolunda ek bir ilerleme kaydedilemedi.

2022’de dünya ölçeğinde kişi başına gelir 12.564 Amerikan Doları ($). Bu rakam gelişmiş ülkelerde 44.445 $’a kadar çıkarken, gelişmekte olan ülkelerde (GOÜ) 6.105 $, yoksul ülkelerde ise sadece 1.176 $’da kaldı.

  • Eşitlenmeyen Cari Açık ve Fazla

Cari denge istatistiklerine baktığımızda, GOÜ’lerin 675 milyar $ “cari fazlalarına” karşın, gelişmiş ülkelerin 336 milyar $ açık vermeleri dikkat çekmektedir. Bazı istatistiki aksaklıklar nedeniyle, net bakiye bekleneceği gibi sıfır değil, artı 339 milyar $’dır.

Cari dengeyi GSYH’ye oranlayınca, petrol zengini Norveç, Kuveyt, Azerbaycan’ın yüzde 30’un üzerinde fazla sağladığını görmekteyiz. Dolar bazında ABD 944 milyar, Birleşik Krallık 121 milyar, Hindistan 80 milyar ile “en yüksek cari açık veren”; Çin 402 milyar, Rusya 233 milyar, Norveç 175 milyar $’la en “büyük cari fazla” elde eden ülkelerdir.

  • Doğrudan Yabancı Yatırımlar (DYS) Geriliyor

2022’de DYS yatırımları, dünya çapında yüzde 12,4 gerileme sergileyerek, 1.295 milyar $’a düşmüştür. Bu gelişmede, gelişmiş ülkelere girişin yüzde 36,7’lik, bu ülkelerden çıkışın yüzde 17,1 oranındaki “keskin azalması” etkili olmuştur. Jeopolitik gerginliklerin şu ana kadar dış ticarete yansımasının sınırlı kaldığını, uzun vadeli bir ufka sahip olması beklenen DYS yatırımlarına etkisinin ise belirgin biçimde ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Dolar bazında en fazla yatırım çeken üç ülke, 285 milyar ile ABD, 189 milyarla Çin ve 141 milyar ile Singapur’dur. Stok anlamında da, özel statülü Singapur ve Hong Kong’u bir yana bırakırsak, GSYH’nin oranı olarak yüzde 85,1 ile Şili ve yüzde 67,7 ile Kanada “en fazla yatırım çeken” ülkeler olmuşlardır.

2022’de ABD 373 milyar, Japonya 161 milyar ve Çin 147 milyar $’la “en fazla yurtdışı doğrudan yatırım yapan” ülkelerdir. GSYH’ya oranı ile bakınca da, yüzde 116,3 ile Belçika, yüzde 95.6 ile Kanada, yüzde 71,8 ile Birleşik Krallık “en yüksek yabancı sermaye yatırımı stokuna” sahip ülkeler olarak durmaktadır.

  • 21 nci Yüzyılın En Yüksek Enflâsyonu

Yüzde 9,3 oranıyla 2022’de, küresel anlamda “21’inci yüzyılın en yüksek enflasyonu” yaşanmıştı. Venezuela, Zimbabwe, Lübnan ve Sudan’da enflasyon %100’ü aşmıştı. Türkiye’nin yüzde 72,3 tüketici enflasyonu ile üst sıralarda yer aldığı 44 ülkede de enflasyon yüzde 12’yi geçmişti.

2023 yılında yaşanan küresel enflâsyon ise yüzde 8,5 olmuştur. Dünyanın en yüksek enflasyonunu deneyimleyen ilk 5 ülke: yüzde 283, 212, 161 79,1 ve 64,77 oranlarıyla sırasıyla Venezuella, Lübnan, Arjantin, Suriye ve Türkiye ülkelerinin olduğunu görmekteyiz.

  • Emtia Fiyatlarında Gerileme

Dünya Bankası, “Emtia Piyasaları Görünümü – Ekim 2023” Raporu’nu yayımladı. Rapor, Orta Doğu’da devam eden çatışmaların ortasında yayımlanırken, emtia fiyatları açısından jeopolitik belirsizliklerin etkisine dikkat çekmektedir.[8]

Hatırlanacağı gibi, Jeopolitik risklerin emtia piyasalarında ne denli negatif etkileri olduğu en son Rusya-Ukrayna örneğinde görülürken, 2022 yılı başında başlayan bu süreç, emtia ve de özellikle enerji fiyatlarında sert yükselişlere yol açmıştı. Emtia fiyatlarındaki bu artışlar, dünyanın son yıllarda karşı karşıya olduğu “küresel enflasyonist baskının” temel nedenlerinden biri olmuştu.

Raporda, son haftalarda yaşanan jeopolitik gerilimlerin emtia piyasaları üzerindeki sınırlı etkisinden de yola çıkarak hazırlanan baz senaryoda, ortalama emtia fiyatlarında 2023 yılında bir önceki yıla göre hızlı düşüşler görülürken, bu gerileme eğiliminin 2024 yılında yavaşlayarak da olsa sürmesi beklenmektedir. Raporda, aşağıdaki grafikte (2001=100) de görüleceği gibi, “ortalama emtia fiyatlarında” 2023 için tahmin edilen yüzde 24 lük gerilemenin ardından, 2024 ve 2025 yıllarında sırasıyla yüzde 4 ve 0,5 düşüş gerçekleşeceği öngörülmektedir.

ED_1

Kaynak: Dünya Bankası, Commodity Markets Outlook, Ekim 2023

  • Küresel Ekonomide 2024

Bir kısmını yazımızın önceki bölümlerinde bahsettiğimiz beklentilerimizi tekrarlamadan, 2024 yılı için öngörülerimizi aşağıda özetlemeye çalışacağız.

Hepimizin bildiği gibi, Batı öncülüğündeki küresel ekonomik düzen için 2023 yılı iyi geçmedi. Ancak bunun temel nedeni, bazılarının beklediği gibi Çin liderliğinde alternatif bir düzenin doğuşu olmadı. Nedenini daha çok,  dünyada mevcut “düzenin verimliliğine ve meşruiyetine” dair şüphelerde aramak daha doğru olacaktır.

Elbette mevcut ve sıkıntılar yaşayan ekonomik düzene dair şüpheler 2023’ten çok önce başladı. Düzenin inandırıcılığı ve sorunsuz olmasa da işleyişi, son 15 yılın politikalardaki yanlış adımlarla sekteye uğradı ve bir dizi aksaklığa yol açtı. Etkenleri, 2008 küresel mali krizi, ticaret ve yatırım yaptırımlarının silah olarak kullanılması, Covid-19 aşılarının eşit dağıtılmaması, merkez bankalarının enflâsyonu “geçici” diye niteleyip yanılması ve bankaların “iddialı faiz artırımlarının” sonuçları diyerek daha da somutlaştırabiliriz.[9]

Keza, iklim değişikliği ve Küresel Güneyin borç yükü gibi acil küresel sorunlarla başa çıkma konusunda sergilenen beceriksizlik de, mevcut “çok taraflı sistemin” altını oydu. Artan baskıya karşın Batı güdümündeki kurumların giderek etkisiz ve yeterli kapsayıcılıktan yoksun durumları daha çok göze batmaktadır.

  • Düşük Büyümeye Devam

Daha öce de belirttiğimiz gibi merkez bankalarının 2010’larda uyguladıkları “aşırı ılımlı politikalar”, dünya ekonomisini ayakta tutmaya yardımcı oldu. Fakat küresel büyüme hayal kırıklığı yaratacak derecede düşük, dengesiz ve iklim gerçeklerinden kopuk kaldı. 2022’de sıkı politikalarına dönüşle, işsizliğin artıp büyümenin yavaşlaması bekleniyordu. Aksine ABD’de işsizlik 2023’ü yüzde 3,7 gibi düşük seviyede tamamladı ve 3. çeyrekteki yıllık büyüme de yıllık yüzde 4,9’a ulaştı.

Bu gelişmelere bakınca, küresel ekonominin mevcut sert rüzgârlara dayanması için gereken büyüme momentumunu yaratma anlamında, merkez bankalarının yeterli olmayabilecekleri düşünülmektedir.  Şimdilerde yatırımcıların FED’den beklediği 1,5 puanlık faiz indirimi de bunu değiştirmeyecek gibi durmaktadır.

Aslında 2024’te “büyümede atılım” getirecek bir ekonomik manzaradan bahsetmek zor. Çin’in “düşük getirili ekonomi” modelini sürdürmesi nedeniyle büyüme oranının, yurtiçi yetersizlikler, aşırı borç ve Batı’nın ticaret ve yatırım konularını “savaş unsuru” haline getirmesi sebebiyle belli sınırları aşamayacağı düşünülmektedir. Keza küresel üretimdeki duraklama ve Alman ekonomisindeki durgunluk düşünüldüğünde, Avrupa’nın da geçen yılki performansını yinelemesi olası durmamaktadır.

Uzmanlar bir kez daha ABD’nin “ekonomik benzersizliğine!” bel bağlamış görünüyor ama, son bir yılda çok şey değişti. Salgın döneminde tasarrufların azalması ve borcun artması ABD’nin çevik ve dayanıklı ekonomisine zorluk çıkarmaktadır. Dahası, son faiz artırımları yüzünden yeni konut kredilerinin, 2025’te vadesi dolması beklenen borç dağıyla başa çıkmaya çalışan şirketlerin ve zararlarla boğuşan banka dışı kaldıraçlı kurumların manevra kabiliyetinin kısıtlanması muhtemel durmaktadır.[10]

  • Yeni Yılla Gelen Ek Riskler

Yeni yıla girerken açıklanan hem ekonomik veriler hem de jeopolitik gelişmeler, beklentileri ve risk iştahını kırdı. Söz konusu gelişmeleri aşağıdaki başlıklarda toplayabiliriz:

– Gelişmelerin başında Kızıldeniz’de yaşananlar gelmektedir. Dünya ticaretinin yaklaşık beşte birinin geçtiği Kızıldeniz’deki deniz ticareti, Yemen’de Husilerin gemilere saldırıları ile aksadı. Sonunda geçen hafta ABD öncülüğünde Husilere uluslararası askeri operasyon yapıldı. İran destekli Husilere karşı yapılan son operasyon, Ortadoğu’daki çatışmaların yayılabileceği olasılığını artırdı.

– Bu olaylar karşısında küresel sermayenin sığınağı bir kez daha altından yana oldu. ABD’de faizler yükseldiği, 2024 için beklenen faiz indirim sayısının düştüğü bir haftada, altının onsu yüzde 2 yükselerek, 2.013 +2a kadar inmiş olan altın fiyatı yeniden 2.056 $’a çıkması oldukça dikkat çekiciydi.

– Kızıldeniz’de yükselen tansiyonun, deniz ticaretinde navlun fiyatlarını artırdı. Yaklaşık 1.000 $’a kadar inen ana hat konteyner navlunları 3 bin $’a kadar çıktı. Süveyş Kanalı yerine deniz taşıması yeniden Afrika Burnuna yöneldi. Bu gelişmeye, Panama Kanalı’nın küresel ısınma nedeniyle yüzde 40 kapasiteyle çalışması da eklenince, tedarik zincirlerinde 3-4 haftalık gecikmelere ve maliyet artışlarına yol açtı. Avrupa’da otomobilden başlayarak sanayide bazı üretimler aksamaya başladı.

– Bir diğer jeopolitik risk de, ikinci bir Ukrayna olup olmayacağı gözüyle bakılan Tayvan’da, 13 Ocak’ta yapılan başkanlık seçimini Çin ile iyi ilişkilerden yana olanlar değil, ABD yanlısı ve Çin karşıtı adayın kazanmasından geldi.[11] Bu kazanım ABD’ye, Çin’i Rusya’nın durumuna düşürmek için, Tayvan sorununu kaşımaya devam etme ve büyütme olanağı verdiği çok açıktır.

Tüm bu yeni yılbaşı gelişmeleri piyasanın, FED’in sanıldığı gibi faiz indirimlerini öyle Mart gibi çok erken bir tarihte başlayamayacağı ve 2024 yılına öyle 5-6 kez faiz indirimi sığdıramayacağı gerçeğini kabullenmesine yol açtı. Keza bu arada açıklanan ekonomik veriler, öyle resesyon işareti vermediği gibi, istihdam ve kazanç verileri de olumlu gelmiştir. 2024’te üç kez faiz indirimi Fed tutanaklarına da girdi ve bu konudaki beklentileri kırdı.

Bu arada oldukça şahin gelen FED tutanaklarındaki “Finansal koşullar enflasyonun inişini güçleştiriyor” ifadesi de çok dikkat çekici ve piyasayı uyarıcı oldu.

Tüm bu gelişmelerin sonunda piyasalar ve yatırımcılar da aşırı iyimser gidişlerini anlamaya ve fiyatlamaya başladılar. Böylece, piyasalar “çok fazla iyimserliğin bedelini” ödemeye başladığından, 2024’e iyi girilmedi. Riskleri, özellikle seçimleri bol; oynaklığı yüksek ve asla sıkıcı geçmeyecek! yeni bir yıla girilmiş oldu.

KÜRESEL SİYASET ve JEOPOLİTİK 2023, 2024

Soğuk Savaş’tan galip çıkan Batı’nın dünya için iki başat hedefi vardı: Kapitalizmin gerçekten küreselleşmesi ve Çin’in de bu kervana katılması. Bu hedeflerin gerisinde, dünyada ekonomik kalkınmanın yaygınlaşması ve yaşam kalitesinin yükselmesini sağlamak bulunmaktaydı. Bu dönüşümün de, “liberal demokrasinin küreselleşmesini” getireceği umuluyordu.

Ama şimdilerde dünyada egemen sisteme baktığımızda, nihai gerçekleşmenin umulduğu gibi olmadığını görmekteyiz. Kapitalizmin küreselleşmesi gerçekten de dünya ekonomisinin yapısını değiştirdi; Çin, ABD ile boy ölçüşebilecek bir ekonomik güç haline geldi. Ancak ekonomisi küreselleşen söz konusu ülkelerde “liberal demokrasinin” yaygınlaşması sağlanamadı ve/veya bu bağlamda çok az yol alındı. Pek çok ülkede seçimli sisteme geçildi ama, seçimler birçok ülkede çoğulcu demokrasinin gelişmesini değil, totaliter “tek adam” rejimlerinin kökleşmesini sağlayan bir araç haline geldi.

  • 70 Ülkede Seçim ve Liberal Demokrasinin Sınırlı Ömrü

2024’te başta ABD’de olmak üzere birçok ülkede gündemi seçimler belirleyecek. Toplam 70’de fazla ülkede genel seçimler, başkanlık seçimleri ve yerel seçimler olacak. Tarihte ilk kez 4.2 milyar insanın, dünya nüfusunun yarısından fazlasının yaşadığı ülkelerde seçim var. Başta ABD ve Rusya olmak üzere Hindistan, Endonezya, Meksika, Güney Afrika’da ve 27 Avrupa Birliği ülkesinde (AB Parlamentosu için) sandığa gidilecek. Bu ülkelerden Nüfusu en fazla olan 8 ülke Hindistan, ABD, Endonezya, Pakistan, Brezilya, Bangladeş, Rusya, Meksika’nın toplam nüfusu 3.6 milyardır.

Rusya’daki seçimin Putin’ın bir gövde gösterisi olmanın ötesine geçmeyeceği belli ama, ABD dâhil diğer ülkelerde de seçimlerin demokrasinin geleceğini nasıl etkileyeceği tartışılmaktadır. Rusya, Birleşik Krallık ve ABD’ndekiler gibi bazıları tümüyle küresel ilgi odağı olacaktır. Diğerleri ise kendi vatandaşları ve komşuları için büyük önem taşımalarına karşın, nispeten daha az uluslararası ilgi çekecektir.[12]

70 ülkeden biri olan Bangladeş‘te 13 Ocak’ta yapılan ve ana muhalefetin boykot ettiği genel seçimi, iktidardaki Şeyh Hasina liderliğindeki Avami Birliğinin öncülüğündeki Büyük İttifak, dördüncü kez ezici bir çoğunlukla kazandı. Halkın yoğun şekilde protesto ettiği seçim sonuçları ülkede yine bir şey değiştirmedi.

Hindistan’da faşist Modi rejimi yönetimde olup, seçimlerde bir sürpriz olmaz ise Narendra MODİ’nin Hindistan Halk Partisi’nin kazanması beklenmektedir. Yine de Kongre Partisi’nin Modi’nin Müslüman azınlığa (170 milyonu aşkın bir nüfusu kapsamaktadır) karşı girişilen kutuplaştırıcı ve dışlayıcı siyasete karşı nasıl bir pozisyon oluşturacağına bağlı durmaktadır. “Kongre Partisi İslam partisi mi oluyor” tartışmaları arasında bu seçim, sadece Modi’nin popülist milliyetçi rejiminin iyice oturması açısından değil, Hindistan Müslümanlarının kaderi açısından da çok hayati durmaktadır. Modi’nin sandıkları silip süpürmesi Hindistan’da yeni bir Hindu-Müslüman çatışmasını tetikleyebilir.

Pakistan’da rejim, iki büyük feodal aile ve ordu arasında debelenmektedir. Şubat seçimlerinin olası sonuçlarının bu durumu iyileştirmesi beklenmemektedir. Muhalefet tarafından boykot edilen Bangladeş seçimlerinin etkileri ne olacak?  Pakistan’da hapishaneden seçime katılacak olan İmran KHAN seçimi kazanırsa, Pakistan ordusu ve yargısı bu başkaldırıya nasıl cevap vereceği merak konusu olmaktadır.

Rusya’nın ise zaten liberal demokrasiyle bir ilgisi yok. Rusya seçimleri her ne kadar formalite ise de, süregiden savaşın ve derinleşen ekonomik sıkıntıların seçim sonuçlarına rakamsal olarak yansımasa bile, seçim sürecinin Rusya toplumunda bir dip hareketlenme yaratacağı söylenmektedir. Diğer yandan Ukrayna’da ise seçimlerin iptal edilme ihtimali vardır. Bilindiği gibi Zelensky’nin Batı’daki sempatik algısı, İsrail-Hamas savaşının dramatikliği arasında buharlaştı. Eğer Zelensky seçimin ertelenmesi için uğraşırsa bunun, Rusya-Ukrayna savaşının gidişatını da Rusya lehine değiştirmesi beklenmelidir.

Endonezya’da yönetimde hâlâ, Suharto’nun otoriter yönetimindeki 32 yılı boyunca servetlerini inşa eden bir avuç “asker sivil seçkin” egemen durumdadır. Son yapılan ankete göre, halen iktidardaki devlet başkanın bir yakını ve otoriter eğilimli bir kişinin seçilmesi beklenmektedir.[13]

Nüfusun yüzde 10’u toplam servetin yüzde 80’ini elinde tutan, en alttaki yüzde 50’lik kısmın payı ise yüzde (-0.2) ile negatif (varlıklardan daha fazla borcu var) olan Meksika için Chatham House’un yayımladığı bir araştırmada ülkenin, “otokrasi ile demokrasi arasında” seçim yapacağı belirtilmesine karşın, seçmenin yüzde 61’inin demokrasiyle ilgilenmediğini!, yüzde 33’ü otoriter bir lideri tercih ettiği, yüzde 28’nin de “kim olursa olsun fark etmez” dediğini aktarması, 14 Şubat’ta yapılacak seçimden önemli bir değişim beklenmemesi gerektiğini göstermektedir.[14]

ABD’de ise, belli ki 2020’deki Biden-Trump mücadelesinin rövanşı izlenecektir. Gerçi Cumhuriyetçi Parti’nin adayı resmen belli değil. Nikki HALEY hala direniyor ama çok büyük bir sürpriz olmaz ise Trump’ın adaylığı garanti gibi. Demokrat Parti’nin adayı ise, yaşına ve son yıllardaki fiziksel düşüşüne rağmen Joe Biden olacak. Başkan yardımcılarında sürprizler olabilir. Elbette Amerika’nın gücü ve nüfuzu göz önüne alındığında ABD seçimleri her zaman sonuç niteliğindedir. Ancak bu seçimi temelde farklı kılan şey, büyük parti adayları arasındaki farklılıkların benzerliklerden çok daha fazla olduğu bir seçim olma ihtimalidir.[15]

 Trump’ın artık Hitler ve Mussolini’nin konuşmalarından alınmış “Haşerat” (vermin), “Ulusun kanını kirletiyorlar” gibi rakiplerini insan kategorisinin dışına itmeyi amaçlayan propaganda kalıplarını kullanmaya başladığını, hiç çekinmeden “evet diktatör olmak istiyorum” dediğini, rakiplerini ezmekten, basını susturmaktan söz ettiğini, devleti ele geçirmek için daha şimdiden kadrolaşmaya başladığını görmekteyiz. Geçen sürede Trump Cumhuriyetçi Parti’de bir tür devrim gerçekleştirdi. Cumhuriyetçi Parti radikalleşti. Parti dindar muhafazakâr Amerikalıların yanı sıra memnuniyetsiz orta ve alt-orta sınıfların hareketine dönüştü. Demokrat Parti ise şehirli üst gelir gruplarının, üniversite mezunlarının, siyahların, diğer azınlıkların, göçmenlerin ve örgütlü işçi sınıfının bir kısmının koalisyonu olarak durmaktadır.[16]

Bu yazının hazırlandığı zaman itibarıyla Trump’ın kazanma ihtimali daha ilerde görülmektedir.[17] Onun siyaseti ve kişiliği bu popülist çağa daha uygun durmaktadır. Tabii ki böylesine bir sonuç, sağ popülizmin güç kazanması ve mevcut dünya dengelerinin bozulması anlamında önemli bir risktir.

Haziran’da yapılacak AB Parlamentosu seçimlerinde, faşist özellikler sergileyen partilerin etkilerinin daha da artması konusundaki yaygın beklenti de Trump faktörü etkisinin ağırlaşması şimdilerde süren savaşların derinleşmesi ve yayılması anlamında önemli bir risk olarak durmaktadır.

Gerek lider kadrolarının kalitesindeki düşüş gerekse demokrasilerde, 2 binli yıllarda giderek hız kazanan (özellikle sağ) popülizmin “demokrasi kültüründe” yol açtığı yozlaşmalar yoluyla, “liberal demokrasi” hızla tükendiğine tanık olmaktayız. Diğer yandan geleneksel sosyal demokrasinin kendi sosyal tabanını çoktan kaybettiğini yaşayarak görmekteyiz. Bu gelişmeler sonucunda, günümüzde dünya siyaseti ile ilgilenenler 2024 seçimlerini, yeni tarz popülist otoriter liderler ile onlara karşı demokratik, sol veya muhafazakâr grupların kurduğu ittifaklar arasında küresel bir mücadele olarak görüyorlar.

Geçen yıl artan sayıda Batılı analistin, Batı merkezli “liberal düzeninin” artık geri döndürülemez biçimde dağılmaya başladığı konusundaki yaygın görüşlerini izledik. Bu dağılmanın, daha önce incelediğimiz ekonomik zemini dışında, birikmiş sorunlarına bir bütün olarak bakarsak, karşımıza hemen her noktada, artan bir sıklıkta Çin gerçeği çıkmaktadır.

ABD’nin, düzen kurucu hegemon olarak sorun çözme, mekân düzenleme gücü gerilerken açılan “boşluğu”, bir ekonomik diplomatik, teknolojik hatta askeri süper güç olarak yükselen yeni “vazgeçilmez ülke” olarak doldurmak isteyen Çin, ABD ve Batı’nın geleneksel etki alanlarına girmeye başladı. 2024 yılında da bu sürecin, ABD açısından yeni sorunlar getirerek hızlanacağını; bu hızlanma etkilerinin de en çok “liberal demokrasiden uzaklaşma” başlığında hissedileceğini söyleyebiliriz.

  • Küresel Isınma Çıkmazı

Geçtiğimiz yılda olduğu gibi yeni senede de en önemli küresel gündem maddesini, “küresel ısınmayı önleme çabaları” oluşturacaktır. Küresel ısınma, tüm dünya halklarını, gezegende yaşayan tüm canlıları tehdit eden ve tüm diğer sorunları da kapsamına alan bir insanlık problemidir

Global nitelikteki söz konusu “küresel ısınmayı önlemek” için alınması önlemler de öncelikle, küresel ısınmaya neden olan fosil yakıtları en çok üreten, tüketen ve yoğun tarım yapan ülkelerin işbirliğini zorunlu kılmaktadır.

Bu sorunla ilgili önlemlerin hayata geçirilmesi noktada karşımıza iki “temel jeopolitik sorun” çıkmaktadır. Sorunların birincisi, önce sanayileşerek atmosferi 18-19. yüzyıllardan bu yana kirletmiş olan “gelişmiş ülkeler” ile sanayileşme aşamasına sonradan ve birincilerine bağımlı bir süreç içinde girmiş olan “Küresel Güney”in beklentileri arasında aşılması zor farklılıklar bulunmaktadır. İkincisi ise, ekonomik, kültürel hatta askeri olarak gerilemekte olan ABD merkezli “Batı hegemonyası” ile “yükselen yeni büyük güçler” arasındaki “çıkar farklılıklarının”, çok karmaşık ve uzlaştırılamaz bir yönde derinleşmeyi sürdürüyor olmasıdır.

Bu gelişmeyi ve krizin derinleşmesini durduracak önlemleri tartışmak için Dubai’de 30 Kasım – 12 Aralık arasında 198 ülkenin, binlerce delegenin katılımıyla gerçekleşen COP28 zirvesi de “geçiştirme” ile tamamlandı.[18] Aslında, 1997’de benimsenen Kyoto Protokolü hedefleri konusunda COP28 zirvesine kadar da elle tutulabilir bir gelişme kaydedilememişti.

Dipnotta belirtildiği gibi, ısınma sonucu oluşması muhtemel küresel felâket senaryolarının gerçekleşmemesi için, küresel sıcaklık artışının 1.5°C derecenin altında kalması gerekmektedir. Halbuki bugünkü küresel ısınma eğilimi, sıcaklık artışının 2030 yılına kadar 2.5-3°C düzeyine ulaşma olasılığını gittikçe güçlendirmektedir.

COP28’deki görünüm ise ne yazık ki bu acil durumla uyumlu değildi. Öyle ki, COP28’in sonuç bildirgesinden “fosil yakıtlara dayalı enerji kullanımını sonlandırmak” ifadesini çıkartmak için büyük mücadele verilmesi, uzayan tartışmaların sonlandırılması yerine, çok daha yumuşa bir ifade olarak “kademeli olarak uzaklaşmak” ifadesi kondu. Sonuçta zirve, fosil yakıt üreten şirketlerin, egemen sermayenin, büyük toprak sahiplerinin, küresel ısınmaya karşı alınacak önlemleri engellemeyi amaçlayan bir kampanyasına dönüşmüş ve kaytarılmış oldu.

  • Önemi Giderek Artan “Küresel Güney”

Emperyalist dünya sistemi içindeki “geleneksel paylaşım alanlarını” betimleyen bir tanım olan “Küresel Güney’in” içerdiği ülkelerin, Çin’in yeni konumunu olumlu karşılamaları, Çin’i Batı karşısında bir “dengeleyici güç merkezi” olarak görmeleri, başlığın gerçekliğini güçlendirmektedir. Bu eğilim,  Fransız Devlet Başkanı Macron’a “Küresel Güney’i kaybediyoruz” dedirtecek kadar belirginleşti.[19] Bu bağlamdaki gözlenen yaklaşımları aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

“Küresel Güney” ülkelerinin büyük çoğunluğu, Ukrayna savaşında Rusya karşıtı bir tutum almadılar, Batı Afrika’daki Batı karşıtı darbeleri hemen desteklediler, İsrail Gazze’yi bombalamaya başladığında, ABD ve AB ülkelerinden farklı olarak “ateşkes” çağrısı yaptılar, BM oylamalarında gittikçe artan sıklıkta Çin ve Rusya ile davranmayı tercih ediyorlar. Bu eğilimlerin 2024 yılı boyunca güçlenip süreceği beklenmektedir.

Buna karşılık “Küresel Kuzey” ülkelerine baktığımızda onlar, “dünya düzenindeki bozulmayı” ve yeni bir “düzenin” kurulma olasılığını düşünürken, “sabık hegemon” olarak ABD, 2023 yılında sık sık karşımıza bir belirsizlik kaynağı olarak çıkmıştır. Belirsizlik öncelikle Trump’ın yeniden başkan seçilme olasılığıyla ilgili. ABD toplumunda kendisini adeta açıklanmamış bir “soğuk iç savaşın” tarafı olarak gören, hesap sormaktan, medyayı susturmaktan, “derin devleti” (güvenlik bürokrasisini) etkisizleştirmekten söz eden bir kesimin, Trump’la birlikte iktidara gelme olasılığı yüksektir. Bu durum, ABD’nin, aşağıda değineceğimiz “küresel birikmiş sorunların” hemen her birine yönelik politikalarında, genel olarak büyük güçler arası rekabet alanında, AB, Rusya, Çin ile ilişkilerinde bir “öngörülemezlik” yaratmaktadır.

  • Yeni Yıla Devredilen Birikmiş Sorunlar

ABD liderliğinde şekillenmiş Batı merkezli “liberal dünya düzeninde” sorunlar birikmeye devam etmektedir. Bunların başında gelen “küresel ısınma” sorunu, son COP28 toplantısında bir çözüm üretilemeden yeni yıla devredildi.

Diğer yandan, Ukrayna-Rusya savaşının, Gazze’de başlayan soykırımın, dünyayı ateşe vermeye hazır İsrail’deki faşist yönetimin, birçok noktada vekâlet savaşı sürdüren İran’ın, Kızıldeniz’de ve Basra Körfezi gibi iki stratejik geçiş noktasında operasyon düzenleme kapasitelerinin Yemen’deki Husilerin[20], Ermenistan-Azerbaycan anlaşmazlığının, Sudan’daki iç savaşın, Batı Afrika’da birbirini izleyen Batı karşıtı askeri darbelerin yarattığı karmaşıklığın, Çin’in Tayvan üzerinde gittikçe artan baskısının ne yönde gelişeceği konusundaki belirsizlik sürmektedir. Keza bu ortamda, bu sorunların AB’nin Haziran’daki parlamento seçimlerinden sonra, ABD dış politikasının Kasım başkanlık seçimlerinin ertesinde alacakları biçimler ve evrileceği yönlerin tahmini çok güçtür. Ama şurası kesindir ki, yukarıda saydığımız belirsizlikleri hepsi önemli birer küresel risktir.

  • Çok Kutuplu Bozukluk; İkinci Bir Soğuk Savaş; Yeni Enerji Coğrafyası[21]

ABD’nin Asya’ya dönme ve yükselen Çin ile rekabetine daha fazla odaklanma plânı, Ukrayna’daki ve daha sonra da Gazze’deki savaş nedeniyle raydan çıktı. Rusya’nın da dikkati dağılmış durumda ve nüfuzunu kaybetmektedir. “Dondurulmuş çatışmalar” çözülmekte[22] ve dünya çapında “yerel soğuk savaşlar” kızışmaktadır. Amerika’nın “ tek kutuplu dönemi ” sona erdiği için dünya artık daha fazla çatışmaya hazırlanıyor.[23]

Çin’in büyümesi yavaşladıkça, Tayvan konusunda gerilimler yükselirken ve Amerika, Çin’in ileri teknolojilere erişimini sınırlamaya devam ettikçe “yeni soğuk savaş ” söylemi sertleşti.[24] Bu durumda tedarik zincirlerinin Çin’e olan bağımlılığını azaltmaya çalışan Batılı şirketler, bunu söylemenin yapmaktan çok daha kolay olduğunu göreceklerdir. Bu arada her iki taraf da küresel güneyin “orta güçlerine”, özellikle de yeşil kaynaklarına yönelik ilgi gösterecekleri ortaya çıktı.[25]

Temiz enerjiye geçiş, yeni yeşil süper güçlerin ortaya çıkması ve enerji kaynakları haritasının yeniden çizilmesiyle sonuçlandı.[26] Lityum, bakır ve nikel çok daha fazla önem taşırken, petrol ve gaz ile bunların arzına hâkim olan bölgeler daha az önem taşımaya başladı. Bu durumda yeşil kaynaklara yönelik rekabet, jeopolitiği ve ticareti yeniden şekillendirmekte ve bazı beklenmedik kazananlar ve kaybedenler yaratmaktadır. Bu arada, iklim dostu politikaları elitlerin sıradan insanlara karşı bir komplosu olarak gören seçmenler arasında başlayan bir “yeşil saldırı” da sürmektedir.[27]

SONUÇ

Dünya Bankası, IMF tarafından hazırlanan raporlar, “küreselleşmenin yavaşlaması” saptamasının yanında, 2023’te küresel ticaretteki büyümenin, küresel durgunluklar dışında, son 50 yıldaki en yavaş düzeyine gerilediğine işaret etmektedir.

“Batı öncülüğündeki küresel ekonomik düzen için 2023 yılı iyi geçmedi. Amerika’nın liderlik rolü aşınıyor ve sistem genelinde kargaşaya doğru kayma hızlanıyor. Mevcut uluslararası çerçevenin yıkılmasına göz yumulursa yerine, merkezinde Çin’in bulunduğu yeni bir sistem değil daha küresel bir kargaşa gelecek gibi durmaktadır. Batı yaptırımlarının etrafından dolaşmaya çalışan Rusya’nın destek aldığı ülkelerin sayısı hala düşük olsa da artıyor.” Yaptırım rejiminin beklenen başarıyı getirmemesi sonrası birçok ülke, Batı’nın ekonomik düzenine dâhil olmaktan başka çaresi olmadığına eskisi kadar inanmamaktadır.

Çalışmamızın ilk bölümünde aktarılan koşullar altında, 2024’te sağlam küresel büyüme ihtimali zayıf görünmektedir. Giderek kırılganlaşan ekonomik ve jeopolitik ortamın getirdiği tehditleri yatıştırmak için iki yol bulunmaktadır. Bunların ilki,  politika yapıcılarının ekonomi politikasında büyük çaplı düzenleme/düzeltmeye giderek, hem büyümeyi hem de geleceğin verimlilik dinamolarını besleyecek güçlü yapısal reformlara odaklanmalarıdır. İkincisi ise, uluslararası topluluk daha fazla çaba göstererek, Orta Doğu’daki çatışmanın bölgeyi aşan bir kargaşaya dönüşmesini önlemeleridir. Bu müdahaleler gelmezse bugünün iyimserlerinin yılsonunda büyük bir hayal kırıklığı yaşayacaklardır.

ABD’nin, düzen kurucu hegemon olarak gücü gerilerken açılan boşluğu Çin’in doldurmak istediği, bunun için de ABD ve Batı’nın geleneksel etki alanlarına girmeye başladığı açıktır.

Diğer yandan bakış açımızı daha da genişletirsek, ABD, Almanya ve Çin’i merkez alıp, bu ülkelerin etrafındaki ticaret alanlarını da eklediğimizde ortaya çıkan üç kutup arasındaki ilişkiler, önümüzdeki dönemi şekillendirecek temel dinamiklerden biri olacağı da düşünülebilir.

Bu “büyük belirsizlik” içinde 2024 yılına girerken öncelikle, üç grup sorunun yıl boyunca küresel bir meşguliyet getireceği anlaşılmaktadır. Bunlar: (1) Ukrayna savaşı biterken Avrupa ile Rusya arasındaki ilişikler/dengeler nasıl şekillenecek? Trump kazanırsa bu şekillenme/dengeler ne yönde etkilenecek? (2) Gazze savaşı nasıl bitecek? Sonrasında, ABD-İsrail ittifakında, İsrail ile Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerde yeni şekillenmeler yaşanacak mı? (3) Çin süper güç olarak yükselirken, ABD merkezli düzen dağılırken, bir ABD-Çin savaşı olasılığı güçlenecek mi? Küresel çapta daha belirgin ve “Küresel Güney’i” de içeren, biri ABD merkezli diğeri Çin merkezli bir bloklaşma şekillenecek mi?

ABD seçimleri dünyadaki gelişmeleri derinden etkileyeceği şüphesizdir. İçinden geçtiğimiz zamanın dünya siyaseti ile ilgilenenler bu dönemi, özellikle 2024 seçimlerini, birçok ülkede yeni tarz popülist otoriter liderler ile onlara karşı farklı demokratik, sol veya muhafazakâr grupların kurduğu ittifaklar arasında küresel bir mücadele olarak görüyorlar. Trump-Biden seçimi tam da bu cephenin en önemli, en başat sahnesi olarak durmaktadır. Bir yanda, toplumların kızgınlıklarını, hayal kırıklıklarını, geçmişe özlemlerini ve gerçekçi olamayan büyük düşlerini, demagoji ve farklı performanslar ile siyaset sahnesine taşıyan, kurulu düzene başkaldıran ya da başkaldırıyormuş gibi yapan liderlikler. Diğer yanda ise, kurulu düzenin radikalce yıkılmasını istemeyen, reformcu olsa da bir yönüyle statükocu, ama belli şekillerde demokratik değerlere de sahip çıkmaya çalışan liderler, partiler, ittifaklar, koalisyonlar.

Bu aşamada Batılı güçlerin yapması gereken, bu tehdide peşinen müdahale etmek olmalıdır. Şüphesiz ki şu ana kadarki hasarı gidermek bile zaman alacaktır. Öte yandan siyasi liderler yeni parçalanma risklerini hafifletmeye odaklanmalı ve mevcut çok taraflı mimariyi güçlendirerek olası uluslararası kargaşanın önünü almalıdır. Bu çabaya, IMF ve Dünya Bankası başta olmak üzere, kilit kurumlardaki geçmiş “reform inisiyatiflerini” canlandırmakla başlanabilir. Bu bağlamda yapılacakların odak noktasına da, “söz hakkı ve temsil”, sadece Batı’nın çıkarına yönelik olan demode görevlendirme süreçlerinin kaldırılması ve faaliyet süreçlerinin modernizasyonu alınmalıdır.

Aksi halde, yeni sistem oluşturmadan mevcut uluslararası çerçevenin yıkılmasına göz yumulursa,  yerine merkezinde Çin’in bulunduğu yeni bir sistem değil, daha küresel bir kargaşa geleceği açıktır.

Ersin Dedekoca                                                                                                                                                              1 Şubat 2024

[1] Burak Çakırca “SAVAŞI SİYASET İLE OKUMAK: CLAUSEWITZ PARADİGMASI NE SÖYLER?”, Dergi Park, sayı:56  Ocak-Haziran 2019, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/766432

[2] Statistics, UNCTAD, https://unctad.org/statistics

[3]  The_Global Risks Report 2024, WEF, 10 Ocak 2024, https://www.weforum.org/publications/global-risks-report-2024/   

[4] EURASIA GROUP’S TOP RISKS FOR 2024, Eurasia Group, 8.01.2024, https://www.eurasiagroup.net/issues/Top-Risks-2024

[5] Global Economic Prospects, World Bank, Ocak 2024, https://thedocs.worldbank.org/en/doc/661f109500bf58fa36a4a46eeace6786-0050012024/original/GEP-Jan-2024.pdf                            

[6] World Economic Outlook Update, Ocak 2024, https://www.imf.org/en/Publications/WEO/Issues/2024/01/30/world-economic-outlook-update-january-2024

[8] Commodity Market Outlook, October 2023, World Bank, Ekim 2024, https://openknowledge.worldbank.org/server/api/core/bitstreams/44f54d51-6b06-4ac3-b886-38a46754229f/content

[9] Mohamed A. El-Erian, “The Growing Risk of Global Disorder”, Project Syndicate, 14.12.2023, https://www.project-syndicate.org/commentary/protecting-rules-based-western-international-order-by-mohamed-a-el-erian-2023-12?barrier=accesspay 

[10] Mohamed A. El-Erian, “Don’t Extrapolate Last Year’s Trends for the Global Economy”, Project Syndicate, 11.01.2024, https://www.project-syndicate.org/commentary/too-soon-for-global-optimism-by-mohamed-a-el-erian-2024-01?barrier=accesspaylog

[11] Tayvanlı seçmenler Çin’e ve onun son haftalardaki tüm savaş konuşmalarına karşı çıktı. Tayvanlılar, Komünist Çin hükümdarı Xi Jinping’in tehditlerini duydular, daha da meydan okumaya başladılar ve şimdi Lai Ching-te’yi bir sonraki başkanları olarak seçerek onu küçülttüler., Gordon G. Chang, ”Taiwan Voters Just Cut China’s Xi Jinping Down to Size”, Gatestone, 14.01.2024, https://www.gatestoneinstitute.org/20302/taiwan-voters

[12] Thomas Carothers, “Democracy and Geopolitics Are on the Ballot in 2024”, Carnegie Endowment for International Peace, 10.01.2024, https://carnegieendowment.org/2024/01/10/democracy-and-geopolitics-are-on-ballot-in-2024-pub-91357

[13] “Who will be the next president of Indonesia?”, The Economist, 30.01.2024, https://www.economist.com/interactive/2024-indonesia-election-tracker

[14] Vanessa Rubio-Márquez, “The stark choice of Mexico’s elections: democracy or autocracy?”, Chatham House, 1.12.2023, https://www.chathamhouse.org/publications/the-world-today/2023-12/stark-choice-mexicos-elections-democracy-or-autocracy

[15] Richard Haass, “The World in 2024”, Project Syndicate, 2.01.2014, https://www.project-syndicate.org/commentary/elections-around-the-world-will-define-2024-by-richard-haass-2024-01?barrier=accesspaylog

[16] Stephen Collinson, “What’s at stake in 2024”, CNN Politics, 1.01.2024, https://edition.cnn.com/2024/01/01/politics/2024-whats-at-stake/index.html

[17] “24 things we think will happen in 2024”Donald Trump Beyaz Saray’a dönecek (yüzde 55), Cumhuriyetçiler Senato’yu geri alacak (yüzde 85), Demokratlar Meclisi yeniden ele geçirecek (yüzde 55), Future Perfect, Vox, 1.01.2024, https://www.vox.com/pages/about-us      

[18] Küresel ısınma sonucunda oluşacak felaket senaryolarının gerçekleşmemesi için küresel sıcaklık artışının 1.5°C derecenin altında kalması gerekiyor. Bugünkü durumu koruyabilmek için, küresel sıcaklık artışının yıllık 1.5 derecenin altında kalması gerekiyor. Bunun için 2030 ya da en hiç olmazsa 2050 yılına kadar, yıllık karbon emisyon artışı “0” düzeyine inmelidir. Üretimi ve tüketimi atmosfere CO2 ve çeşitli zehirli gazlar salan fosil yakıtlara aşamalı olarak son vermek, yoğun tarım ve hayvancılıktan kaynaklanan CO2 ve metan gazı emisyonlarını hızla azaltmaya başlamak gerekiyor.

[19] Anthony  Dworkin, “Multilateral development in flux: Strengthening European cooperation with the global south”, ecfr.eu, 22.11.2023, https://ecfr.eu/publication/multilateral-development-in-flux-strengthening-european-cooperation-with-the-global-south/

[20] Daha fazla bilgi için: “What is the Red Sea crisis, and what does it mean for global trade?”, The Guardian,3.01.2024, https://www.theguardian.com/world/2024/jan/03/what-is-the-red-sea-crisis-and-what-does-it-mean-for-global-trade

[21] The World Ahead 2024, The Economist, “From the editör-Tom Standage”, s.9

[22] Matt Steinglass, “Ukraine has brought Nordic and Baltic countries together”, The Economist, 13.11.2023, https://www.economist.com/the-world-ahead/2023/11/13/ukraine-has-brought-nordic-and-baltic-countries-together  

[23] Anton La Guardia, “With crises in Ukraine and Israel, can America still defend Taiwan?”, The Economist, 13i11i2023, https://www.economist.com/the-world-ahead/2023/11/13/with-crises-in-ukraine-and-israel-can-america-still-defend-taiwan

[24] Niall Ferguson ve Condoleezza Rice, “Niall Ferguson and Condoleezza Rice on the new cold war”, The Economist, 13.11.2023, https://www.economist.com/the-world-ahead/2023/11/13/niall-ferguson-and-condoleezza-rice-on-the-new-cold-war

[25] Mike Bird, “Can hi-tech supply chains binding China and America be untangled?”, The Economist, 13.11.2023, https://www.economist.com/the-world-ahead/2023/11/13/can-hi-tech-supply-chains-binding-china-and-america-be-untangled

[26] Matthieu Favas, “The green transition will transform the global economic order”, The Economist, 13.11.2023, https://www.economist.com/the-world-ahead/2023/11/13/the-green-transition-will-transform-the-global-economic-order

[27] Ana Lankes, “Latin America could lead the way on green power”, The Economist, 13.11.2023, https://www.economist.com/the-world-ahead/2023/11/13/latin-america-could-lead-the-way-on-green-power