Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Küresel güçlerin kontrolünde bir araç haline gelen terör olgusu, yapısal ve yöntemsel nitelikleri bağlamında mekanikleşen bir görünüm sergilemektedir. Mekanik bilimi ile terör olgusu arasında, süreçler ve ana alt yapısal nitelikler bağlamında ilginç benzerlikler görmek mümkündür. Fiziğin temel inceleme alanlarından biri olarak gelişim gösteren mekanik bilimi, kuvvetlerin etkisi altında kalan cisimlerdeki denge ve hareket durumlarını inceler. Dinamik ve statik ana başlıkları altında incelenen mekanik, cisimlerin hareket ve durmalarına ilişkin koşullar üzerine odaklanan süreçleri ve bu süreçlere etki eden temel faktörlerin kriterlerini ortaya koyar. Terimsel bir özdeşlik kurarak, mekanik biliminin tüm bu inceleme alanlarının öznesini teşkil eden cismin yerine, terör olgusunu yerleştirdiğimizde karşımıza çıkan tablo; terörün dinamik ve statik yapısına etki eden kuvvet, terörün izlediği yolu ifade eden yörünge, terörün istenen yer ve zamanda süratle gerçekleşmesini sağlayan hız ve buna bağlı olarak zamandaki değişimi ifade eden ivme kavramıyla ilginç bir şekilde mekanikleşen bir terör olgusuna bizi yönlendirir.

Terör, farklı şekillerde de olsa, toplumsal ve uluslararası ilişkilerin her döneminde başvurulan bir yöntem olma özelliğini daima muhafaza etmiştir. Son yüzyıl içerisinde küresel bir yapı arz eden dünyamızın çıkar alanlarının kesişim noktalarını teşkil eden coğrafyalarda, bitmek bilmeyen bir terör döngüsünü izlemek her nasılsa rutin bir hal almış durumdadır. Söz konusu çıkar alanlarını her ne şart ve şekilde olursa olsun ele geçirme, elde bulundurma veya kontrol etme hırslarını; zaman, mekân ve sınır tanımadan fütursuzca gazaba çevirebilen küresel güçler, maksatlarını gerçekleştirmek için tüm insani değerleri hiçe sayan terör unsurundan en etkin şekilde istifade etmekte bir an bile tereddüt göstermemektedirler. İlginç olan ise söz konusu bu terör olaylarının her nedense küresel güçlerin hüküm sürdüğü coğrafyalara hiç uğramaması ya da oldukça nadir uğramasıdır. Kendi coğrafyalarında meydana gelen terör olayları ise büyük bir ihtimalle kendi içlerindeki irade ve çıkar çatışmalarının bir sonucu olsa gerektir. Dahası terörün su yüzüne çıktığı bölgeler, her nasılsa kilometrelerce uzakta olsa da hemen yanı başındaki ülkelerden daha çok küresel güçlerin coğrafyalarına ve toplumlarına güvenlik tehdidi oluşturmaktadır.

Hâl böyle olunca; mekanikleşen terör, küresel güçlerin ihtiyaç duymaları halinde politik ve ekonomik kuvvetleriyle statik durumdan dinamik duruma geçirilmekte ve gösterilen hedefe belirli bir yörünge ve hızda ilerlemesi sağlanarak yönlendirilebilmektedir. Bu kapsamda dünyanın çok çeşitli ülkelerinde adeta uyur durumda toplum içerisine entegre olmuş bulunan terör unsurları, aldıkları bir talimatla kendilerine gösterilen hedef coğrafyalarda çok kısa sürelerde toplanarak bir bütünü oluşturmakta ve büyük bir şiddet gösterisiyle birlikte süratle eyleme geçebilmektedirler.

Bu anlamda mekanikleşen terörün; her ihtiyaç duyulan yer ve zamanda başvurulacak bir yöntem haline gelme niteliğini muhafaza edeceğinin bir göstergesi olarak, yakın gelecekte de dünyayı kendi istedikleri düzene evrilen bir programda şekillendirmek isteyen küresel güçlerin tercih listesinde, en öncelikli sırayı alacağı konusunda hiçbir şüphe bulunmamaktadır.

Statik duruma geçirilen terör, ihtiyaç halinde uygulanacak belirli bir kuvvet ile dinamik duruma kolayca geçirilebilecektir. Terörün dinamik duruma geçirilmesinde hegemonik küresel güçlerin jeostratejik çıkar savaşlarının etkisi göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür. Zira hegemonik bir gücün söylemde demokrasiyi savunup özendirirken tehdit etmesinin de ihtimal dâhilinde olduğunu unutmamak gerekir. [1]

Uluslararası hukuk, hiçbir şekilde mekanikleşen terörün bütünüyle kontrol altına alınarak yok edilme sürecine sokulmasını sağlayacak düzenlemelere ve güce sahip değildir. Böyle bir düzenleme ve güç eksikliğinin, kuvvetin arkasında yer alan küresel güçler tarafından talep edildiğinden de şüphe duymamak doğal olarak mümkün olmayacaktır. Küresel karar mekanizmalarını kontrol eden güç veya güçler, resmi olarak farklı bir duruş sergileseler de gerçekte çıkarları söz konusu olduğunda ne yazık ki terörün mekanik yapısına başvurabilmektedirler. Bu nedenle gelişen teknolojik imkânların terör eylem ve faaliyetlerinde kullanıma sunulması kaçınılmaz bir hal almaktadır. Zira teknoloji, mekanikleşen teröre bu defa dinamik bir yapı kazandırarak, efendilerinin emperyalist isteklerine dair gereklerin çok kısa sürede yerine getirilmesine ait ivmenin maksimizasyonunu en iyi şekilde sağlamaktadır.

İstenilen yer ve zamanda istenilen etkiyi sağlayacak şiddette bir güce sahip terör alternatifinin elde bulundurulması, bir zamanlar politikanın devamı sayılan savaş alternatifinin elde bulundurulmasından daha tercihi kabil bir duruma gelmiş gibi görünmektedir. Mekanikleşen terörün istenildiğinde uygulanacak bir kuvvetle istenilen seviyede ivme kazandırılacak cismani yapısını muhafaza etmesi, bu yönüyle küresel güçlerin en büyük taleplerinden birisidir. Kurulmaya çalışılan dünya düzeninin gerçekleştirilmesinde başvurulacak belki de en önemli yöntemlerden birisi terördür. Şekil verilmek istenen coğrafya ya da ulus-devletlerin bu isteklere gösterecekleri direncin kırılması noktasında; terör, kendisine verilecek görevi hakkıyla yerine getirmek üzere devreye sokulacaktır. Dolayısıyla terör, bir müddet daha arz-talep dengesinde tutularak mekanik yapısını korumaya devam edecektir. İstenilen neticenin istenilen yer ve zamanda elde edilmesi için her türlü siyasi, ekonomik, askeri, teknolojik, bilimsel ve ihtiyaç duyulacak her alan ve konuda, mevcut tüm imkânlar terörün emrinde hazır edilecektir.

Terörün gelecek görünümleri

Son on yıl içerisinde dünya genelinde meydana gelen terör olayları incelendiğinde, artık teröristlerin yoğun bir şekilde teknolojik imkânlardan faydalandıklarını; medya üzerinden her türlü eğitim, propaganda, görevlendirme ve talimat faaliyetlerini etkin bir şekilde gerçekleştirdiklerini, istedikleri bölgelerde büyük kitle oluşumlarını kısa sürede tamamlayabilmek için bilişim ve iletişim imkânlarını çok üst düzeyde kullanabildiklerini, teknoloji ürünü birçok yeniliği silaha çevirebildiklerini görmek mümkündür. Burada terör kitlelerinin içerisinde oldukça üst düzey teknolojiyi kullanabilme yeteneğine sahip çok farklı ülkelerin vatandaşı olan katılımcıların da bulunduğu bir gerçektir. Bu katılımcıların bir kısmının bu işi terörist bir eğilimden ziyade bu alanda kazanç elde eden bir sektörün temsilcisi kimliğiyle yaptıkları iddiası pek de hatalı görülmeyecektir.

Küresel bir dünya düzeni kurma hedeflerinden hiçbir zaman vazgeçmeyen küresel güçler; ellerindeki muazzam gücü, amaçlarına ulaşmakta öncelikli vasıtalardan biri haline getirdikleri terörün desteklenmesinde bir an bile duraksamadan kullanabilmişlerdir. Bu kirli ortaklık; çıkar pazarları kurulmaya devam ettikçe, gelecekte de varlığını sürdürmekten çekinmeyecektir. Çünkü küresel elitin üçüncü bin yıldaki en büyük hedefi dünyayı kendi isteklerine hizmet eden bir oyun alanı haline getirme düşüncesidir. Bu düşüncenin arkasında; dünyanın tükenmekte olan kaynaklarını ele geçirmek, ulus-devletlerin zayıflamasını ve mümkünse küçülmesini sağlamak, halkları robotlaşmış kitleler haline getirmek, tek dil konuşan, tek dini inancı taşıyan, tek Ordulu, tek medyalı bir dünya devleti yaratmak hayali yatmaktadır.[2] Bu hayalin gerçek olması için başvurulacak en kolay ve fakat en etkili yöntemlerden birisi ise terördür. Çünkü terör kısa sürede büyük etki yaratmakla beraber en önemli özelliği, yarattığı bu korkunun küresel güçlerin hedeflerini gerçekleştirmesine fazlasıyla yetecek zaman aralığını kazandırma kabiliyetine sahip olmasıdır. Böylesi bir tablonun en güzide karakterleri olan küresel güçler, maksatlarını gerçekleştirecek her türlü imkânı terör unsurlarının hizmetine vermekte, bu unsurları eğitmekte; masum insanları, çocukları, kadınları katletmeleri, şehirleri, ülkeleri yakıp yıkıp yok etmeleri için hedef coğrafyalara salıvermekte ve bunda en ufak bir beis dahi göstermemektedirler.

Terörün gelecekteki görünümü, terörün varlığının küresel çıkarlarla birebir örtüşmesi ile doğru orantılıdır. Gelişim sürecine baktığımızda; dünya üzerindeki çarpık politikaların ürünü olan etnik, dini ve siyasi parçalanmışlıktan faydalanılarak terör için devşirilen insan kaynağı; her dönemde yeni teknolojik silah ve mühimmat, geliştirilen gayri nizami harp taktik ve teknikleriyle teçhiz edilmiştir. Terör eylemleriyle hedeflenen neticenin niteliği, terör için devşirilen bu insan kaynağının kullanımına sunulacak silah ve teçhizatın, taktik, teknik ve yöntemlerin belirlemesinde ana ekseni teşkil etmiştir.

Tüm bu süreci her devirde büyük bir maharetle yönlendiren istihbarat örgütleri ile terörün finans kaynaklarına hizmet veren paralı askerler de terör unsurları arasında varlıklarını sürdürmeye devam etmişler, devam da edeceklerdir. Terörün yarattığı şiddet temelli etki süresinin uzun yıllar devam ettiği dikkate alındığında, terörün gelecekte de başvurulacak bir yöntem olma özelliğini muhafaza edeceği aşikârdır. Sadece takvimlerdeki tarihler, kullanılan taktik ve yöntemler, belki terör gruplarının devşirildikleri kaynaklar değişecektir. Mekanikleşen terör, gelecekte de mekanik yapısını muhafaza edecek; kendisine hareket verecek bir güç devreye girdiğinde, statik yapısından süratle sıyrılarak dinamik yapısına geçecek ve insanlık tarihinin yüz karası dönemlerine bir yenisini daha ekleyecektir.

Vekâlet savaşlarının yeni yüzü                                                                                                                                              Önceleri daha çok devletler veya bu devletlere ait ordular tarafından yaratıldığı düşünülen güvenlik ya da savaş tehdidi, günümüz jeopolitik düzleminde artık birbirinden oldukça farklı etkenlerden kaynaklanmaktadır.  Bu nedenle sivil, asker, gerilla, terörist veya suçlu gibi kavramlar arasındaki sınırlar, daha önce hiç olmadığı kadar bulanık bir hale gelmiştir.[3]

Terör yüzünü; bazen aynı topraklarda uzun yıllardır bir arada yaşayan ve hatta aynı ulusa ait insan topluluklarının birbirine karşı kışkırtılmasıyla yaratılan suni bir etnik veya dini ayrımla, bazen farklı siyasi yaklaşımların karşıt kutuplara yönlendirilmesi suretiyle gösterir ve çıkan ilk şiddet kıvılcımı büyük bir can kaybı ve zarara yol açar.  Bunda kısa zamanda etkili bir ivme hedefleniyorsa, bu defa farklı ülkelerden o coğrafyaya yönlendirilerek toplanan terörist unsurlarca gerçekleştirilen toplu ve yoğun şiddet içerikli terörist eylemler için umarsızca düğmeye basılır. Bazen küçük kıvılcımlar körüklenir, ancak birden büyüyen alevler ülkeleri yangın yerine döndürür. Dün Ruanda, sonra Afganistan, bilâhare Bosna ve bugün Suriye hep aynı kaderin ortak paydasındaki ülkelerdir. Zarar gören ise o coğrafyaların masum sakinleri, onların ve çocuklarının gelecekleridir. Bu bağlamda; ABD’nin ulusal güvenlik stratejisinde yer alan tehlikeli bölgelerde istikrar sağlayarak şekillendirme kapsamındaki müdahale planlarının, bu coğrafyaların çoğunda artık güvenlikten daha çok güvensizlik yarattığı düşünülmektedir.[4]

Terör son dönemlerde küresel güçlerin çıkar hesaplarının gerçekleştirilmesinde savaş öncesi, savaş arası ya da savaş sonrası bir yöntem olma yönüyle bir vekâlet savaşı olma niteliği de kazanmış durumdadır. Vekâlet verilen terör unsurlarının yarattığı şiddet içerikli tehdit, eylem yapılan bölgede büyük göçlere neden olmakta, bunun neticesinde demografik değişim istenildiği gibi gerçekleşmektedir. Bu ülkelerin komşularından başlayıp dünya geneline uzanan acılarla dolu göç trafiği, yerinden yurdundan edilen bu insanlara olduğu kadar göç ettikleri ya da mülteci durumuna düştükleri ülke halklarına da ciddi zararlar vermekte; terk etmek zorunda kaldıkları ülkelerindeki her türlü yeraltı, yerüstü ve enerji kaynaklarının kontrolü ise ülkelerini kana bulayan terörist gruplara vekâlet verenlerin eline geçmektedir.

Bölgeye demokrasi getirme vaadiyle gelen küresel güçler, olayların bitimini müteakip veya duruma göre henüz olaylar devam ederken hedef coğrafya üzerinde varlık göstermeye ve çıkarlarının gereği her neyse onu gerçekleştirmeye başlamaktadırlar. Müdahalenin temel gerekçesi ise ya bölgede küresel güçlerin güvenliğine tehdit oluşturan nükleer silah üretiminin yapılması ya nereden ve kim tarafından atıldığı belli olmayan kimyasal silahların kullanımı ya da çok farklı bir sebep olabilmektedir. Karşılıklı çıkar çatışmasının tarafı olan ülkeler kendi terör unsurlarını satranç tahtasındaki taşlar gibi ilgili coğrafyalara sürmekte, belirli seviyelere kadar şekillenen bu coğrafyalarda daha sonra önceden yapılan çıkar içerikli planlar hayata geçirilerek bölge emperyalist hesapların kurbanı haline getirilmektedir. Finalde kurtarıcı güçler hep sahnede yer almakta; sahneden / bölgeden ayrıldıklarında ise acı, kan, gözyaşı kaçınılmaz son olarak perdeyi kapatmaktadır. Bunun yanında ittifaklar halinde gruplaşan küresel güçler, çıkarlarının kesiştiği dönemlerde karşı tarafı ikna etmek için aynı terör yöntemlerini birbirlerinin ülkelerinde de tatbik etmekten geri kalmamaktadırlar.

Terör, vekâlet savaşlarının yeni yüzü olarak geçtiği bölgelerde büyük hasarlar bırakmaktadır. Kontrolü kaybedilecek terör unsurlarının, kendilerine vekâlet verenlerin coğrafyalarında da aynı terör etkisini yaratmayacaklarının garantisi yoktur. Terörizmin özünde her zaman bir bumerang etkisi potansiyeli bulunduğu bir gerçektir. Gelişen siyasi koşullara göre bu etkinin terörizme hayat verenler üzerinde de gerçekleşebileceği ihtimalini göz ardı etmemek gerekir.

Yeni bir soğuk savaşın varlığı iddiasında terörün payı

Son dönemde meydana gelen gelişmelerin küresel güçlerin Ortadoğu’yu yeni bir dünya savaşı alanına çevirme yönündeki girişimleri olarak gören tartışmalar ile gündeme gelen soğuk savaşın tekrar başlayacağına ilişkin görüşlerin zeminini hazırlayan olayların gerçekleşme sürecinde, mekanik yapısıyla statik konumdan dinamik konuma geçirilen ve büyük bir ivmeyle bölgenin şekillendirilmesinde görev alan terörist faaliyetlerin payı yadsınmaz bir gerçekliktir.

Bölge etnik ve dini yönden çok rahat bir şekilde kutuplaştırılmaya elverişli bir bölgedir. Bölge adeta bu ve benzeri terör faaliyetlerinde istihbarat örgütleri için doğal bir laboratuvar hizmeti sağlamıştır. Genelde etnik ve dini eğilimlerin kışkırtılma yöntemi yerine bu defa bölgeye süratle çoğalan bir virüs örgüt sokulmuş; bu virüs örgüt yarattığı yoğun şiddet içerikli eylemleriyle belki beklenenin de üstünde bir etki yaratarak bölgeyi parçalamış ve istenilen kıstaslara uygun olarak şekillenmeye zorlamıştır. Bununla birlikte hibrit terör unsurlarının da bölgede faaliyet göstermesi sağlanarak bölge, müdahaleye açık ve elverişli bir konuma sürüklenmiştir. Bir sonraki hedefin sınırların değiştirilmesi planı olduğu aşikâr olmakla birlikte bunun gerçekleştirilmesi henüz tam olarak mümkün olmamıştır.

Yeni bir soğuk savaş döneminin başlangıcına bölgede çıkar çatışmasına taraf olan Rusya ile ABD arasında geçen gergin tehdit içerikli diyaloglar yol açmıştır. Bu diyalogların yeni bir soğuk savaşın başlangıcına mı yöneleceği, yoksa bölgedeki enerji kaynaklarının paylaşılmasında farklı bir pazarlık senaryosu mu olduğunu zaman gösterecektir. Ama gerçek olan bir husus vardır ki o da sürecin bu noktaya gelmesinde ve bölgenin pazarlık konusu için hazır hale getirilerek şekillendirilmesinde yönlendirilen terör unsurlarının büyük payının olduğudur.

Sonuç

 Küresel güçler, önceden dünyayı şekillendirmek üzere hazırlamış oldukları planlarını zaman içerisinde en küçük bir aksamaya meydan vermeden hayata geçirmekte; bu planların gerçekleştirilmesinde oldukça bilinçli bir şekilde kullandıkları terör unsurlarını, ihtiyaç duydukları her yerde ve istedikleri her vakit kullanmaktan imtina etmemektedirler.

Bu bağlamda ilginçtir ki 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika’yı olduğu kadar dünyayı da sarsan terör olayları serisi, muazzam bir korkuyla birlikte Amerika’yı tek yanlı politikalar takip etmeye sürüklemiş; neticede Amerika teröre savaş ilan etmiştir. Amerika’nın küresel üstünlüğünün ilk on beş yılının (1990-2006) en önemli olayı arasında sayılan bu gelişme [5] küresel güçlerin kendi topraklarına ve vatandaşlarına güvenlik tehdidi olarak gördükleri coğrafyalara neredeyse doğrudan müdahalelerini gerçekleştirmelerinde temel teşkil edecek bir gerekçe örneği halini almıştır. Amerika Dışişleri Bakanlığı’nın Latin Amerika hakkındaki belgelerde geçen “Yeni Ulusçuluk Felsefesi”nin ülke kaynaklarından öncelikle ülke halkının yararlanması gerektiği yönündeki temel ilkesine karşı olan ve bunun ortadan kaldırılması için Amerika tarafından çıkarılan ekonomik iç tüzüğüyle Latin Amerika’nın ekonomik yönden kalkınmasının engellenmesi [6] düşüncesinin altında yatan zihniyet ile küresel güçler tarafından yönlendirilen ya da çoğunlukla karşılığı bir şekilde ödenerek kullanılan terör unsurlarına ihale edilen terör eylem ve faaliyetlerinin altında yatan zihniyet bir hayli benzerlik göstermektedir. Böylece müdahale edilen bölge ve bölge halkı -tam da istenildiği gibi- gelişemeyecek ve bölgede eşitsizlik artarak bölgenin istikrarsızlaştırılmasına ve müdahaleye açık hale gelmesine imkân yaratılmış olacaktır. Bu müdahale askeri müdahale ile başlayıp, ekonomik müdahalelerle belirgin bir sömürü düzenine doğru genişleyecektir. Çıkarlar en üst düzeyde elde edildiği ya da istikrarsızlığın kontrol edilemeyecek bir seviyeye eriştiği noktada; “bölgenin özgürleştirildiği” ilan edilecektir. Son olarak bölgeye özgürlük ve demokrasi getiren ülke veya ülkelerin askerleri; büyük kahramanlar olarak bölgeden ülkelerine uğurlanacak, neticede bölge ya kendi kaderine terkedilecek ya da farklı stratejik çıkarlara hizmet etmesi için yeni bir siyasi yapıya dönüştürülerek çizilecek farklı sınırlarıyla coğrafyası yeniden şekillendirilecektir.

Küresel güçlerce manipüle edilen terörist hareketlerin, her seferinde güvenlik nedeniyle yapılacak müdahalelerin gerekçesi olarak gösterilmesi ve meşruiyet kazandırılması senaryoları, tüm sözleşmiş medya ordusunun yayın organlarında destekleyici ve dünya kamuoyunu ikna edici yayınlarla hatırı sayılır bir güvenceye kavuşturulmaktadır. Aslında Neocleous’un da eleştiri getirdiği gibi “evrensel ya da transzendantal bir değer olarak değil, bireyleri, grupları, sınıfları ve nihayet modern sermayeyi yeniden biçimlendirmeye ve yeniden düzene sokmaya yarayan bir yönetim tarzı, siyasal bir teknoloji olarak[7] görülen güvenlik; aslında küresel güçlerin talimatıyla yönlendirilen terörist eylem, oluşum veya grupların şekillendirdikleri coğrafyalara yapılacak müdahaleler için uluslararası hukuka uyumlandırılmış gerekçeli bir kılıftan başka bir şey değildir.

Terörün belki de herkesçe bilinip de kesinlikle bir tabu gibi zikredilmekten kaçınılan, bir yerde yokmuş gibi ya da başka bir şeymiş gibi kabul edilen en acı tarafı, dünya üzerinde “devlet” niteliği taşıyan ülkeler tarafından gerçekleştiriliyor olmasıdır. Gerek çıkarının olduğu başka bir ülke coğrafyasında ve gerekse kendi toplumunu istediği belirli kalıplara sokma planları istikametinde bizzat kendi ülke coğrafyasında terör eylemlerinin gerçekleştirilmesine imkân yaratan bu devletler, “terörist devletlerdir”. Hedef coğrafyaların şekillendirilerek müdahaleye hazır ve açık hale getirilmesinde öncül bir aşama olarak artık terörist grupların kullanılması eğilimi daha çok öne çıkmaya başlamıştır. Konunun bir diğer acı tarafı Birleşmiş Milletler örgütünün tüm bu tablo karşısında göstermeye devam ettiği atalettir.

Terör örgütleri, küresel güçlerin elinde neredeyse artık dünyanın her yerine dağılmış, istenildiğinde istenilen yer ve zamanda toplanma kabiliyetini haiz hazır kıta vasfında mekanik unsurlar haline gelmişlerdir. Kullanılıncaya kadar statik bir konumda kalmakta, eylem emri aldıklarında duruma göre bütüncül, duruma göre bireysel eylemler yapacakları yerlere hareket etmek üzere ivmelenerek dinamik konuma geçmekte ve dinamik konumlarını durma ve dağılma emrine kadar artan şiddet odaklı bir nitelikte devam ettirmektedirler. Bu grupların içinde bu işi yalnızca para için yapanlar olduğu gibi, belirli bir dinî ya da etnik yapıya tabi olanlar veya çeşitli ülkelerin istihbarat örgütlerine ait unsurlar olduğu gözden kaçmamaktadır. Bu noktada ortak ve özdeş bir bilince ait hareket olmamakla birlikte, amaca ve bu amaç için verilen emre göre hareket eden bir yapı olarak vücut bulan mekanik bir terör örgütü / terörist grup söz konusu olmaktadır.

Dünya genelinde terörün sonlandırılmasının küresel tedbirlerle mümkün olmadığı açıkça ortadadır. Çünkü terör patronları maalesef yine bu küresel güçlerdir. Küresel güçlerin her çıkar çatışması neticesinde ihtiyaç duyduklarında başvurdukları bir yöntem haline gelen terör olgusunun evrensel anlamda alınacak birtakım tedbirlerle kontrol altına alınarak eylemsizleştirilmesi elzem ve hayati bir noktaya ulaşmıştır. Birleşmiş Milletler Örgütü, dünya üzerindeki bu terörist eylemlerin kontrol altına alınmasında yeterli söz sahibi olma yeteneğini ne yazık ki gösterememektedir. Çünkü küresel güç olarak ifade ettiğimiz dünyayı yeniden şekillendirmeye çalışan güçlerin onayı dışında bir politikanın gerçekleştirilebilmesi de bu anlamda pek mümkün görünmemektedir.

İnsanların terörist eylemler neticesinde zarara uğratılmasının ve hatta en büyük hakları olan yaşam haklarının ellerinden alınmasının, hiçbir gerekçesi olamaz. Bunun için öncelikle küresel güçlerin insana sadece insan olduğu için değer vermesini öğrenmeleri, yeryüzündeki kaynakların eldeki tüm teknolojik imkânların seferber edilerek insanların daha kaliteli bir yaşama kavuşmalarını sağlayacak yöntemleri geliştirmek için çaba göstermeleri gerekmektedir. Bunun için atılması gereken ilk adım, mekanikleşen terörün statik konuma getirilerek tamamen yok edilmesi maksadıyla gereken hukuki, siyasi ve yine gerekli olması halinde askeri tedbirlerin alınması olacaktır. Aksi takdirde terör de terörist de gücün kırbacı ya da baltası olmaya devam edecektir.

Kaynakça:

  1. AVAR, Banu, Hangi Dünya Düzeni, Remzi Kitabevi (2.Basım), İstanbul, 2009.
  2. BREZİNSKİ, Zbigniew, İkinci Şans, Çev: Yelda Türedi, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 2008.
  3. BREZİNSKİ, Zbigniew, TercihKüresel Hakimiyet mi Küresel Liderlik mi, Çev: Cem Küçük, İnkılâp Kitabevi (2. Baskı), İstanbul, 2005.

      4 CHOMSKY, Noam, Dünyayı Kim Yönetiyor, Çev: Ömer Çiftçi, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 2014.

  1. KHANNA, Parag, Yeni Dünya Düzeni-Yeni Yükselen Güçler 21. Yüzyılda Dünyayı Nasıl Belirliyor? Çev: Elif Nihan Akbaş, Pegasus Yayınları, İstanbul, 2011.
  2. NEOCLEOUS, Mark, Güvenliğin Eleştirsi, Çev: Tonguç Ok, Notabene Yayınları, Ankara, 2014.
  3. SINGER, Peter Warren, Kiralık Ordular-Özel Askeri Şirketler, Çev: Gözde Aral-İsmail Yaman, Timaş Yayınları, İstanbul, 2009.

[1] Zbigniew BREZİNSKİ, TercihKüresel Hakimiyet mi Küresel Liderlik mi, Çev: Cem Küçük, İnkılâp Kitabevi (2. Baskı), İstanbul, 2005, s.217.

[2] Banu AVAR, Hangi Dünya Düzeni, Remzi Kitabevi (2.Basım), İstanbul, 2009, s.144

[3] Peter Warren SINGER, Kiralık Ordular-Özel Askeri Şirketler, Çev: Gözde Aral-İsmail Yaman, Timaş Yayınları, İstanbul, 2009, s.93.

[4] Parag KHANNA, Yeni Dünya Düzeni-Yeni Yükselen Güçler 21. Yüzyılda Dünyayı Nasıl Belirliyor?, Çev: Elif Nihan Akbaş, Pegasus Yayınları, İstanbul, 2011, s.16.

[5] Zbigniew BREZİNSKİ, İkinci Şans, Çev: Yelda Türedi, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 2008, s.17-19.

[6] Noam CHOMSKY, Dünyayı Kim Yönetiyor, Çev: Ömer Çiftçi, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 2014, s.228-229.

[7] Mark NEOCLEOUS, Güvenliğin Eleştirsi, Çev: Tonguç Ok, Notabene Yayınları, Ankara, 2014, s.14-15.