Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Her sene olduğu gibi Birinci Dünya savaşının başlangıç aşaması olan ÇANAKKALE SAVAŞI Türk devleti ve ulusu tarafından bu yılda anıldı. Ne var ki, aradan yıllar geçtikçe anma törenleri ile birlikte basın ve medya organlarında bu kutsal zaferin ele alınışı da değişiklik göstermeye başladı. İmparatorlukların çökmesine ve dağılmasına yol açan Çanakkale Savaşı, devletlerarası bir savaş olmasına rağmen özellikle din merkezli çevreler ve bazı önde gelen siyasal İslam temsilcileri bu savaşı bir din savaşı gibi göstererek ve konuyu sadece Müslümanlar ile Hıristiyanların çatışması biçiminde ele alarak, devletlerarası bir savaş olan Çanakkale savaşını değerlendirirken, çok ciddi bir tarihsel yanlışa neden olmaktadırlar. Devir değişikliğine giden yolu açan bu savaş, devletler arası bir çekişme ve çatışma sürecinin en kritik noktasında gündeme gelmiş olan tarihsel bir olgudur.

1915 yılında İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale boğazının girişine birden gelmeleriyle başlayan bu olaya karşı, ülkesine saldırılan Osmanlı İmparatorluğu  savunmaya geçmiş ve bu savaş sırasında Osmanlı devletinin çöküşünü önleyebilmek üzere  Alman ordusunun bir bölümü de Alman subaylarının komutasında Osmanlı topraklarına gelerek, İngiliz ve Fransızların ortak saldırısını geri püskürtmek üzere  Osmanlılara yardımcı olmaya çalışmıştır. Bir yanda İngiliz ve Fransız devletleri sahip oldukları emperyalist imparatorluklarını merkezi coğrafya üzerinde de genişletmek üzere  harekete geçerken, diğer yandan ülkesi işgale uğrayan Osmanlı devleti bu saldırıya karşı  kendini  koruyabilmek için  savaşa girmiştir. Bu aşamada ulusal birliğini geç sağlayan Alman devleti ordularını  Osmanlı topraklarına göndererek, bu iki Atlantikçi emperyal  devletin  Osmanlı sınırlarını aşarak  merkezi coğrafyaya  egemen olmasını önlemek istiyordu. Çanakkale’de savaş  böylesine bir ortamda  dört devlet ordularının karşı karşıya gelmesiyle  başlıyordu. Bu nedenle Çanakkale savaşı dinler arası bir savaş değil aksine devletlerarası bir silahlı çatışmadır.

Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemde İngiltere ve Fransa el ele vererek bütün dünya kıtalarını birbirine bağlayan büyük sömürge imparatorlukları kurmuşlardı. Avrupa gibi küçük bir kıtadan ortaya çıkan bu iki devlet Atlantik kıyılarında bulunmanın getirdiği jeopolitik kolaylıklardan fazlasıyla yararlanarak, denizler ve okyanuslar üzerinden bütün dünya kıtalarına girerek, her bölgeyi Avrupa merkezli sömürge imparatorluklarına bağlayarak bir dünya hegemonya düzeni oluşturmuşlardı. Tama anlamıyla bütün dünyaya egemen olabilmeleri için Akdeniz üzerinden merkezi coğrafyaya da egemen olmaları gerekiyordu. Bu amaçla Akdeniz’e girerek Çanakkale önlerine gelen bu iki Atlantik gücünü önlemek ve dengelemek üzere de on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde devlet birliğini sağlayan Alman devleti, Osmanlı devleti ile bir askeri anlaşma imzalayarak Balkanlar ve Anadolu bölgelerine girerek, bir Avrupa gücü olarak Atlantik güçlerinin bütün dünyaya egemen olmasının önüne geçebilmenin mücadelesini veriyordu. Özellikle son dönemde Almanya’nın sanayi alanında öne geçmesi ve dünyanın önde gelen askeri gücü olmasıyla birlikte Almanlar Atlantikçilere merkezi alanda yer vermek istemiyordu. İngiltere ve Fransa ‘da Almanların önünü kesmek üzere Rusya’ya yardık etmek istiyorlardı ama Almanya Osmanlı ülkesine gelerek bu iki Atlantikçi gücün Rusya’ya yardım göndermesini önlemeye çalışıyordu. Alman birliğinin sonraki aşamada bir Avrupa gücüne dönüşmesi ile İngiltere ve Fransa birlikteliğinin merkezi alan üzerinden dünya hegemonyasına yönelmelerinin önlenmesi için çaba gösteriliyordu. İşte bu aşamada Çanakkale savaşı tarihin bir kesişme noktası olarak yirminci yüzyılın başlarında gündeme geliyordu.

Önce Roma daha sonra da Bizans İmparatorluklarının çöküşü üzerine merkezi alanda otorite boşluğu gündeme gelince, Avrupa merkezli batılı ülkelerin topladıkları ordular ile tam on bir kez Haçlı seferlerine yöneldikleri ve bu doğrultuda Hıristiyan ordular ile yeniden merkezi alandaki eski Roma ve Bizans topraklarına egemen olmaya çalıştıkları tarihin ortaya koyduğu bir gerçektir. O aşamada Hazar’dan güneye inen Selçuklu orduları merkezi alana egemen olurken, sürekli olarak Haçlı seferleri ile karşı karşıya kalmışlar ve bu orduları yenerek geri püskürtmüşlerdir. Bu ordular o dönemde Amerika siyasal gündemde olmadığından hep Avrupa merkezli olarak ortaya çıkmışlar ve yeniden Roma ve Bizans hegemonyası peşinde koşan Hıristiyan toplumların askerlerinden oluştukları için Haçlı seferleri ismi ile adlandırılmışlardır. Ne var ki, Çanakkale savaşlarında boğazlar bölgesine gelen deniz birliklerinin milli devletlerin donanmaları  ile karaya çıkması,  gelen askerlerin bir din ordusu olmadığını açıkça göstermekte ve bu yüzden de Çanakkale savaşları yeni bir Haçlı seferi olarak  tarih bilimince kabul edilmemektedir. İngiliz ve Fransız askerleri Hıristiyan toplumların içinden çıkmalarına rağmen, mensup oldukları devletlerin ulus devlet niteliğini taşıması nedeniyle milli ordular olarak bir misyon üstlenmişlerdir. Bu açıdan ortada bir din savaşı vermek üzere gelmiş olan ümmet orduları yoktur. Haçlı seferlerinde Avrupa’nın her ülkesinden toplanan Hıristiyan ordular söz konusu olduğu için, bunlara karşı Müslüman olmuş Selçuklu askerleri çıkmış ve Hıristiyan ordularının yeniden merkezi bölgeye gelerek ikinci kez Roma ya da Bizans gibi Hıristiyan devletlerin merkezi alanda hegemonya oluşturmalarına izin verilmemiştir.

Çanakkale savaşları yirminci yüzyılın Haçlı seferleri olmadığı gibi, merkezi bölgede var olan Osmanlı devleti de sınırları içinde her din ve kökenden gelen insanların ortak yaşadıkları bir heterojen bölgesel imparatorluk olduğu için, İngiliz ve Fransızlara karşı Alman general ve subaylarının yönetimi altında savaşa giren Osmanlı ordusunda Osmanlı vatandaşı olan Ermeni, Rum ve Yahudilerin de savaşa girdikleri görüldüğü için Osmanlı ordusuna da bütünüyle bir İslam ordusu olarak bakmak gerçekliği bütünüyle yansıtmaktan uzaktır. Osmanlı ordusunda gelecekte Filistin’de İsrail’i yeniden kurmak isteyen Siyonistlerin katır birlikleri de yer almış ayrıca Macaristan’dan gelen bazı askerlerde geleceğin oluşturulması doğrultusunda bu savaşın içinde yer alarak etkili olmaya çalışmışlardır. Bu durum dikkate alınırsa Çanakkale savaşlarının Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında yapılan bir din savaşı olmadığı ama aksine dört büyük devlet arasındaki bölgesel hegemonya çekişmelerinin gündeme getirdiği sıcak çatışmalar olduğu görülmektedir. Almanların yönetimindeki Osmanlı ordusu bu savaşlarda yenilseydi İngiliz ve Fransız yardımları Rusya’ya ulaştırılacak ve Rus devleti 1905 yılında karşı karşıya kaldığı Japon savaşı sonrasındaki çöküntüden kurtularak ve yeniden güçlenerek tarih sahnesine çıkarak Alman İmparatorluğunun önünün kesilmesinde etkin bir rol oynayacaktı. Ne var ki, savaşı Almanya destekli Osmanlı orduları kazanınca, İngiltere ve Fransa Çanakkale’yi geçerek Rusya’ya yardım edememiş ve bu doğrultuda Rusya’daki kaos ve karışıklık, sosyalist devrimin yapıldığı tarihe kadar devam etmiştir.

İngilizler ile Fransızlar okyanus kıyısı ülkeler üzerinden bütün denizlere açılabildikleri için dünya hegemonyasını kıtalar üzerinde kurabilmişlerdir. Almanya ise bir kara ülkesi olarak Avrupa kıtasının tam ortasında yer almıştır. Böylesine bir jeopolitik’e sahip olan Almanya batıdaki iki dev ülke olan İngiltere ve Fransa’yı devre dışı bırakarak batıya ve denizlere açılamamış ama bulunduğu coğrafyanın uzantısı olan doğu bölgesine açılarak merkezdeki Osmanlı topraklarına girmiştir. Savaş öncesinde Osmanlı ülkesi, İran ve Orta Doğu bölgelerinden Afganistan’a kadar var olan İslam coğrafyasında bir Alman-İslam devleti olarak Töton İmparatorluğu oluşturmayı ulusal jeopolitik hedef olarak önüne koyan Almanya, İngiltere ve Fransa’dan önce davranarak merkezi alanda yapılanmaya yönelmiştir. Bu doğrultuda milyonlarca Alman vatandaşı Osmanlı ülkesi üzerinden Rusya ve Orta Asya bölgelerine gönderilerek geleceğin Alman-İslam imparatorluğu olarak Töton devletinin temelleri Avrasya bölgesinde yeni bir yapılanma olarak öne çıkartılmaya çalışılmıştır. İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale’yi geçerek Karadeniz üzerinden Rusya’ya askeri yardım götürmeyi hedeflemesinin arkasında yatan en önemli neden, Almanya’nın kendi kontrolü altında bir İslam imparatorluğunu dünyanın orta bölgelerinde kurmaya çalışmasıdır. Alman devleti Osmanlı toprakları üzerinden İran ve Orta Asya bölgelerine uzanarak Avrasya’yı başkalarına bırakmamaya çalışırken, dünya hegemonya kavgasında kendi projesi olarak Töton İmparatorluğu projesini de Atlantik güçlerine karşı yeni bir bölgesel alternatif olarak ortaya koymuştur.

İngiltere’nin Birleşik Krallık adı altında bütün sömürgelerini bir araya getirerek bir dünya devleti oluşturmaya yöneldiği aşamada, jeopolitik açıdan denizlere açılma şansı olmayan Almanya, doğu politikasını devreye sokarak Balkanlar, Anadolu ve İran üzerinden Türkistan’a kadar ulaşacak ve Çin ile sınır komşusu olacak bir Avrasya devleti olarak Töton İmparatorluğunu kendisinin yola devam edebilmesi için zorunlu bir adım olarak görüyordu. Bu nedenle Avrasya’nın giriş kapısı konumundaki Boğazlarda askeri varlık geliştirerek ve Osmanlı ordusu ile birlikte İngiltere ile Fransa’nın önüne geçerek bu kapıyı Atlantik güçlerine karşı kapatıyordu. Çanakkale’de Alman generallerinin komutasında Alman subayları olmasaydı, Osmanlı ordusunun bu savaşı kazanması mümkün olamayabilirdi. Çünkü Osmanlı devleti son döneminde saray yaptıran padişahlar yüzünden büyük borçlara sürüklendiği için, silah almaya ya da orduyu güçlendirmeye yönelik harcama yapamaz duruma gelmiş ve bu yüzden de Almanlara muhtaç kalarak bu ülke ile bir askeri antlaşma imzalama yoluna gitmiştir. Almanlar İngiliz ve Fransızları Çanakkale’de geri püskürtürken, birçok vatandaşını da Rusya ve Kazakistan gibi ülkelere göndererek gelecekteki Berlin merkezli yeni imparatorluğun temellerini atmaya çalışıyordu. Bu durum aynı zamanda Birinci Dünya Savaşına giden yolu da açarak, imparatorlukların parçalanmasına ve aynı zamanda ulus devlet sürecinin Avrupa kıtası üzerinden Asya kıtasına doğru gelmesine Türkiye üzerinden yardımcı oluyordu.

Çanakkale savaşında dört devletin çarpışmalara katılması, bu olayın bir emperyalizm ve kendini koruma noktasında antiemperyalizm olarak öne çıkmasına neden olmaktadır. İngiltere ve Fransa emperyalist devletler olarak Çanakkale önlerine gelerek Akdeniz’den Karadeniz’e geçmeye çaba göstermişler ama bu durumda toprakları tehdit altına giren Osmanlı devletinin, bu emperyalist saldırıya karşı antiemperyalist bir yol izleyerek bir savunma savaşına giriştiği ve bu yolda da Atlantik emperyalizmine karşı Avrupa emperyalizminin baş temsilcisi Almanya’nın askeri ve ekonomik yardımlarını aldığı görülmüştür. Almanya yıkılmakta olan Osmanlı devletini destekleyerek İngiliz ve Fransız ordularının Avrasya bölgesine girmelerini engellemiştir. Alman subayları bu savaştan önce İstanbul’a gelerek yerleşmişler, bu arada hem Türkçe öğrenerek Türk askeri ile diyalog kurmuşlar hem de geleceğe dönük Avrasya siyasetleri doğrultusunda Osmanlı ülkesinde yapılanmaya başlamışlardır. Üç büyük Avrupa devletinin ulus devlet kimliği taşımaları, savaş koşullarında Osmanlı ordusunu da yakından etkilemiş ve bu süreçte Osmanlı askerlerinin zamanla Türkleşerek Türk askeri konumuna geldikleri görülmüştür. Osmanlılar müttefikleri Almanya sayesinde yenilgiden kurtulmuşlar ve Alman yardımları ile Rusya, İngiltere ve Fransa gibi emperyal güçlerin saldırılarına karşı kendilerini koruyabilmişlerdir. Çanakkale savaşı ile başlayan kurtuluş savaşının zamanla uluslaşması, Çanakkale’deki Osmanlı askerlerinin savaşın getirdikleriyle bir ulusal orduya dönüşmesini ve sonra da Osmanlı ahalisinin Türkleşmeye yönelmesinin ilk adımları olmuştur. Özünde bir imparatorluk ordusu olan Osmanlı askeri birlikleri savaşırken, alt kimlikler geride kalmış ve düşmana karşı birleşerek savaşan Osmanlı askerleri milli bir direnişle Türkleşmişlerdir.

Çanakkale savaşları bir anlamda  Birinci Dünya savaşının ilk raundu olmuş ama daha sonraki gelişmeler doğrultusunda da aynı zamanda  ulusal kurtuluş savaşının  ilk adımları olarak bir görünüm kazanmıştır. Ülkedeki bazı milli şairler ve yazarlar, Çanakkale direnişini bir anlamda dünya emperyalizmine karşı çıkışın şanlı destanı olarak görmüşler Türkiye Cumhuriyetinin bir ulus devlet olarak kurulmasına giden yolda Çanakkale savaşı bir ulusal direnişin ilk adımı olarak genel kabul görmüştür. İmparatorluktan ulus devlete geçilirken, Hıristiyan dünyaya karşı direnen bir İslam ordusu yerine, batılı emperyal devletlere karşı bir ulusal direnişin başlangıç noktası olarak Çanakkale savunması açıklanmaya çalışılmıştır. Çanakkale’de bir Selahattin Eyyubi ruhu yerine, Limon Von Sanders isimli Alman generalinin ve subaylarının düzgün yönetimi etkili olmuştur. Emperyal saldırıya karşı antiemperyalist bir direniş gösterilirken, ülkede var olan yokluk ve yoksulluk gibi olumsuz etkenler de savaşın bir ulusal çıkışa yönelmesinde etkili olmuştur. Avrupalı üç ulus devletin askerlerinin çekişmelerinin, saldırıya karşı savaşan Osmanlı askerlerinde dinsel bir ruh yerine zamanla ulusal bir ruhu oluşturduğu ve daha sonraki aşamada da bunun kurtuluş savaşının ulusal çizgide örgütlenmesine yol açtığı görülmüştür. Fransız devrimi sonrasında bir türlü Osmanlı milleti yaratamayan Osmanlı devletinin, Avrupa’nın yanı başında bir ulus devlete dönüşmesi sürecinde, Çanakkale savaşının önemli bir dönüm noktası olduğu görülmüştür.

Çanakkale savaşını saldıranlar cephesi kazansaydı İngiliz ve Fransız orduları, Rusya’ya girerek çökmüş olan Rus devletini ayaklandırarak Almanların karşısına çıkarmak istiyorlardı. Savaşı bu cephe kaybedince Japonya’ya karşı yenilerek çökmüş olan Rus devleti tam olarak çökerek dağılacaktı. İşte bu aşamada Amerika üzerinden örgütlenen bir Bolşevik hareketinin Rusya’da bir sosyalist devrim yapması üzerine Avrupa emperyalizminin Avrasya bölgesine girmesi ve etkin olması önleniyordu. Eğer Osmanlı ordusu yenilseydi, İngiliz ve Fransız birlikleri Anadolu yarımadasına da girerek, bu yarımadanın doğu bölgesinde Rus ve Fransız kışkırtmalarıyla başlamış olan Ermeni isyanlarına da destek sağlayarak, Anadolu’nun doğu yarısında Akdeniz gibi sıcak denizlerde kıyısı olan bir Büyük Ermenistan devletinin kurulması sağlanacaktı. Rus ve Fransız emperyalizmleri her zaman için bir Büyük Ermenistan devletinin kurulmasından yana olmuşlardır. Almanlar ise Türklerden çekindikleri için Ermeni sorununa karşı uzak durmuşlardır. Ama daha sonraki dönemlerde Almanların da Türkiye’nin çıkarlarını dikkate almayarak bir bağımsız Ermenistan projesinden yana hareket ettikleri ortaya çıkmıştır. Çanakkale’de kaybedenler Rusya’ya giremedikleri gibi aynı zamanda Doğu Anadolu topraklarında bir Ermenistan’ın kurulmasına da katkı sağlayamamışlar ve bu yüzden bu bölgeden çok geniş bir Ermeni göçü Suriye topraklarına yönelik olarak gelişmiştir. Ermeni sorunu ulus devlet yapılanmaları doğrultusunda çözülmeye çalışılmış ama ulusal kurtuluş savaşının Misak-ı Milli protokolü üzerinden getirmek istediği bütünlük çerçevesini bozduğu için, Büyük Ermenistan projesinin gerçekleşme şansı hiçbir zaman olmamıştır.

1915 yılı Ermeni meselesinin gerçekleşmesi ile Çanakkale savaşının yapıldığı yıl olması her iki olayı aynı zaman diliminde ortak kılmaktadır. Bu çerçevede her iki olay arasında zamanlama açısından büyük bir bağlantı vardır. Osmanlı topraklarında Avrupa kıtasında olduğu gibi batı tipi ulus devlet kurmak isteyenler Balkanlar’da bunu başarınca, aynı Balkanizasyon sürecini Anadolu ve Orta Doğu bölgelerine de getirmek istemişler ama bu planı Türk ulusunun vermiş olduğu ulusal kurtuluş savaşı yüzünden tam olarak gerçekleştirememişlerdir. Ermenistan kurulamayınca Orta Doğu haritası değiştirilmiştir. Rusya’ya yardım gidemeyince yirminci yüzyıla yön veren hareket olarak sosyalist devrimin önü açılmış ve bu doğrultuda Sovyetler Birliği kurularak, iki kutuplu bir dünya düzeni Birinci Dünya savaşı sonrasında kurulmuştur. Bu iki büyük oluşum, daha sonraki aşamada batı tipi bir ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyetinin tarih sahnesine çıkmasında önemli ölçülerde etkili olmuştur.

Ermenilerin doğu Anadolu’da Osmanlı yönetimine karşı isyan etmelerinde İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale önlerine gelmesinin çok büyük etkisi bulunmaktadır. Osmanlı devletini yıkmak ve topraklarını ele geçirmek üzere gelen Atlantik emperyalistlerinin bu  amaçlarına yardımcı olarak gelecekte kendilerine Osmanlı topraklarında yeni yurt  ve devlet kuracak  bir arayış içine giren Doğu Anadolu Ermenilerinin isyanları, beraberinde Balkan savaşını yitirmiş olan Osmanlı devletinin tepkisel davranmasına neden olmuş ve Osmanlılar Balkanlar’da olduğu gibi Sevr haritasını Anadolu topraklarında gerçekleştirecek bir Balkanizasyon dağılımına, Anadolu toprakları üzerinde yer vermeme eğilimi içinde olmuşlardır. Ermeni sorunu Çanakkale savaşı ile birlikte patlak verince arada kalan Osmanlı devleti boğazlar savaşında Almanlardan destek almışlar ama Ermeni isyanlarına karşı tehcir uygulamaları getirerek yeni kurulmakta olan Türkiye Cumhuriyeti açısından sorunu kalıcı bir çözüme kavuşturma başarısını elde etmişlerdir. İngiliz ve Fransız yardımı alamayan Ermeniler kendi devletlerini kurma yolunda pek fazla etkinlik sağlayamamışlar sonra da Rusların desteği ile Kafkasya bölgesinde küçük bir dağ devleti ile yetinmek zorunda kalmışlardır. Ermenistan ile Akdeniz sularına inmek isteyen Rusya, Japon savaşı sonrasında çöküntüden bir türlü kurtulamayınca, Orta Doğunun yeniden yapılandırılmasında fazla etkili olamamış ve bu yüzden de Büyük Ermenistan kurulamamıştır.

Çanakkale savaşlarının Türk ulusuna kazandırmış olduğu en önemli gelişme, ulusal kurtuluş savaşının öncüsü ve Türk devletinin kurucusu olacak bir büyük ismi tarih sahnesine çıkartması olmuştur. Atatürk, Alman general Limon Von Sanders’in kurmay başkanı olarak Çanakkale savaşında çok etkili olmuş ve en kritik cephe savaşlarında komutan olarak gösterdiği büyük cesaret ve kahramanlık ile Çanakkale savaşında Osmanlı ordusunun, emperyalist saldırıları defetmesinde kilit bir rol oynamıştır. Cephe savaşlarını kazanan Mustafa Kemal, haklı bir şöhret kazanınca, Çanakkale savaşlarında gösterdiği kahramanlık sayesinde daha sonraki aşamada Osmanlı genelkurmayı tarafından ulusal kurtuluş savaşının önderi olarak seçilmiştir. Çanakkale savaşı bu açıdan da önemli bir kazanç sağlayarak, Türk ordusunun ve devletinin geleceğe dönük ulusal yapılandırılmasında başlangıç noktası olmuştur. Çok uluslu bir imparatorluktan çağdaş bir ulus devlete geçerken, Türk ulusunun tarih sahnesine çıkmasını sağlayan uluslaşma sürecinin Çanakkale savaşı sırasında ortaya çıktığı görülmektedir. Sadece bu gelişme bile Çanakkale savaşının bir antiemperyalist ulusal savaş olduğunu ortaya koymakta ve kesinlikle milli çizgide bir oluşumun ortaya çıkmasına katkı sağladığı anlaşılmaktadır. Türk ulusunun ve Türkiye Cumhuriyetinin tarih sahnesine çıkmasını sağlayan ulusal önderin çıktığı yer olarak da Çanakkale bugünkü Türk devletinin  başlangıç noktasıdır.

Çanakkale savaşının bu kadar milli unsurun bir araya geldiği oluşum olarak, bir din savaşı biçiminde ele alınmasının yanlış bir değerlendirme olduğunu tarih biliminin verileri ortaya koymaktadır. Gelibolu gibi küçük bir alanda cereyan eden kritik mücadele, yirminci yüzyılın dünya düzenin oluşmasında önemli bir aşama olmuştur. Çanakkale savaşını kazanamayan İngiltere ve Fransa Asya toprakları üzerindeki hegemonya planlarından vazgeçmek zorunda kaldılar. Hacı hoca kadrolaşması ile Çanakkale’yi dinler savaşına dönüştürmek isteyenlere Osmanlı yönetimi destek vermemiş, boğazdaki çatışmalarda her zaman emperyal projelerin etkili olduğu görülmüştür. Konuyu İslam İmparatorluğu dönemindeki gibi bir cihat savaşına dönüştürmek isteyenler etkin olamayınca, Birinci Dünya Savaşı sonrasında eski Osmanlı toprakları üzerinde bir din devleti değil ama tıpkı batılılar gibi çağdaş bir ulus devletin kurulması gerçekleştirilmiştir. Orta Doğu bölgesindeki Müslüman Arapların İngiliz ordusunda Çanakkale’ye gelerek savaşmaları da açıkça bu savaşın bir din savaşı olmadığının göstergesidir. Hıristiyan Almanlar Müslüman Osmanlılar ile bir araya gelirken, İngilizler de sömürgeleri olan Arap ülkelerinden getirdikleri askerleri Osmanlı’nın Müslüman askerlerine karşı cepheye sürmüşlerdir. Bu da ortada bir din savaşı olmadığını göstermektedir.

Son yıllarda, Türkiye’de ılımlı İslamcı bir yönetim uzun süre işbaşında kalmasıyla birlikte, Çanakkale savaşının bir başka türlü anıldığı görülmüştür. Resmi bayramların kutlanması ile ilgili yönetmelikler değiştirilirken, dini bayramların daha geniş bir yaklaşım içinde ele alınarak laik devlet yaklaşımının dışına çıkıldığı göze çarpmaktadır. Kurmay başkan olarak Çanakkale savaşının her aşamasında ve her cephe savaşında bulunan Mustafa Kemal’in dışlandığı ve Atatürksüz bir Çanakkale programının birbirini izleyen yıllar içinde öne çıkarılmaya çalışıldığı siyaset sahnesinde ortaya çıkan yeni bir gelişme olarak tartışma konusu olmaktadır. Atatürk, Çanakkale zaferinin bir kahramanı olarak Türk ulusunun gönlünü kazanınca, Türkler O’nun arkasından giderek hem devletlerini kurmuşlar hem de emperyalizmin baskılarına karşı çıkarak tam bağımsız bir siyasal düzen içerisinde özgür bir biçimde yaşama hakkını elde etmişlerdir. Bu durumda Türk ulusu ulusal devletini ve cumhuriyet rejimini Atatürk’e borçludur. Atatürk de gelmiş olduğu ulusal önderlik konumunu Çanakkale zaferinden elde edilen başarı ile sağlamıştır. Müslüman Araplar ile Türklerin çatışmaları, Hıristiyan Alman, İngiliz ve Fransız devletlerinin Çanakkale’de karşı karşıya gelmeleri bütünüyle, yirminci yüzyılın başlarında ulusal gelişmelere katkı sağlamıştır. Hal böyle olmasına ve Çanakkale’nin bir antiemperyalist ulusal kurtuluş savaşı olmasına rağmen, sanki ortada bir Haçlı seferi varmış gibi hareket etmek ya da, Hıristiyan uygarlığına karşı bir İslami Cihat savaşı varmış gibi değerlendirmeler yapmak, Türkiye Cumhuriyetinin hem ulusal yapısına ters düşmekte ve Çanakkale zaferinin bir ulusal tarih başarısı olarak her yıl anılmasını önlemektedir.

Çanakkale zaferinin Türk ulusunun önderi konumuna getirmiş olduğu büyük Atatürk olmadan Çanakkale törenleri ya da toplantıları yapmak hem tarih verilerine ters düşmekte hem de Düvel-_i Muazzama denilen büyük emperyalist düzene karşı direnme yolunda Türk’lerin atası konumuna gelmiş olan Atatürk’e karşı yapılan bir haksızlık olmaktadır. Her sene Çanakkale Şehitleri anılırken, bu cephede İngiliz ordusunun askerleri olarak Türklere karşı savaşan Anzak askerleri anılırken, Türklerin komutanı olan ulusal önder Atatürk’ün dikkate alınmaması, ulusalcı ve cumhuriyetçi çizgideki Türk toplumunu derinden yaralamaktadır. Atatürk şehitlikte yatan düşman askerlerine “burada yatanlar bizim evlatlarımız” diyerek insancıl bir tutumu dünya kamuoyu önünde sergilerken, biz hala ortaçağ döneminden kalma cihatçı bir tutum ile bu ulusal savaşı tarihsel gerçeklerden saptırarak anamayız. Çanakkale savaşı bir din savaşı değil ama bir antiemperyalist ulusal kurtuluş savaşıdır. Savaşın bizim açımızdan zaferle sonuçlanmasını sağlayan ulusal önder Atatürksüz bir Çanakkale anması söz konusu olamaz. Olursa tarihsel gerçeklere ters düşen bir durum ortaya çıkar ki, bunu da Türk ulusu kabul edemez. Türk devleti önümüzdeki dönem de şimdiye kadar yapılmış olan bu yanlışların yeniden ortaya çıkmasına izin vermemeli ve Çanakkale törenlerinde bu zaferi bize kazandıran kurucu önder Atatürk’e hak ettiği yer verilmelidir. I915 zaferi Türkleri 1919’a taşımıştır. Çanakkale’de başlayan ulusal direniş Samsun kıyılarına taşınmış ve oradan hareket ile Anadolu’nun bağrına girilerek, Türk halkı çağdaş bir ulus devlet çatısı altında örgütlenebilmiştir. Osmanlı genelkurmayı, ulusal kurtuluş savaşının önderini seçerken, Çanakkale zaferi bir çıkış noktası olmuş ve Çanakkale’de elde edilen zafer daha sonraki aşamada yurdun bütün köşelerine taşınarak ulusal kurtuluş savaşı da zaferle taçlandırılmıştır. İlk adımda elde edilen zafer son adıma giden yolda Türk ulusuna yön göstermiştir. Sonuçta ortaya çağdaş bir ulus devlet çıkarılmıştır ama ortaçağ döneminden kalma bir din devleti hiçbir zaman düşünülmemiş ve bu yüzden de laiklik ilkesi devletin temel prensibi olarak anayasanın içinde önemli bir yere sahip olmuştur. Balkan savaşları sonrasında gündeme gelen Çanakkale savaşı, Osmanlı devletini parçalayan Balkanizasyon sürecinin Anadolu yarımadasına taşınmasını engelleyerek Türkiye Cumhuriyeti ulus devletine giden yolun açılmasını sağlamıştır.