Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

BÖLGE MERKEZLİ DIŞ POLİTİKA

Uluç GÜRKAN

Karabağ, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz ve Ege… Türkiye askeri gücüyle sahada… Oldukça da etkin…

Ancak, iş masaya gelince Türkiye ağırlığını hissettiremiyor. Sahada elde ettiği, ya da etmiş göründüğü kazanımları masaya taşıyamıyor.

Bu konuda Karabağ son örnek… Azerbaycan’ın sahada Ermenistan’a üstünlük sağlamasında, Türkiye’den verilen lojistik desteğin katkısı biliniyor. Buna rağmen, Türkiye ateşkes masasında yer bulamıyor…

Rusya savaşa, Azerbaycan nihai zafere ulaşmak üzereyken müdahale etti. Uluslararası hukuka, Birleşmiş Milletler’in (BM) tanımlamasına göre Azerbaycan toprağı olan Karabağ’da Ermenistan işgalinin bütünüyle sonlandırılmasını engelledi.

Ötesinde, Ermenistan işgalinde kalan Dağlık Karabağ’ı, deyim yerindeyse korumasına aldı…

Rusya bu noktada ateşkes masasını kurarken ABD ve AB özelinde Fransa’ya “Minsk Grubu” eş başkanları olarak yer açtı. Azerbaycan’ın “Türkiye’de masada olsun” önerisini ise “Türkiye Minsk Grubu’nda var” diyerek geri çevirdi.

Rusya Türkiye’ye şu mesajı veriyordu: “Karabağ’da başrol oyuncusu değilsin… Rolün ikincil…”

***

Libya’da da durum farklı değil…

Türkiye BM tarafından tanınan Sarraç hükümeti ile imzaladığı iki anlaşma ile sahadaki yerini almıştı.

Birincisi, Askeri işbirliği anlaşması… Bu anlaşma uyarınca Türkiye Trablus hükümetine bağlı birliklerin eğitimini üstlenmekteydi.

İkincisi, Akdeniz’de deniz yetki alanlarının paylaşımına ilişkin Mutabakat Muhtırası…  Bu muhtıra ile Türkiye’ye Akdeniz’de kendisine avantaj sağlamaktaydı…

Libya’da bugün gelinen noktada, Türkiye maalesef sahadaki üstünlüğünü adım adım yitiriyor. Diplomasi sürecinde masa dışında kalıyor…

Bunun ilk adımı “Kalıcı Ateşkes Anlaşması” oldu…

Ateşkes Anlaşması’na göre, Libya’da çatışan tarafların imzaladıkları tüm askeri eğitim anlaşmalarının “askıya alınması”, yabancı eğitmenlerin de ülkeden “derhal” ayrılması öngörülüyor…

Türkiye’nin masada olmadığı önümüzdeki dönemde, özellikle Libya’da tarafları bir araya getirecek yeni hükümet kurulmasının sonrasında, Türkiye’den Libya’da bulunan personelini geri çekmesi istenebilecek. Dahası, bu yeni hükümet Sarraç Hükümeti’nin Türkiye ile imzaladığı Deniz Yetki Anlaşması’nı sahiplenecek mi?

Diplomatik kulislerdeki hava pek iyimser değil…

Libya’da yaşanacak böylesi bir olumsuzluk Türkiye’yi Doğu Akdeniz ve Ege’de daha da zora sokacaktır…

***

Türkiye’nin sahadaki zemini Suriye’de de aşınıyor.

Sınırımızdaki PYD-YPG (PKK) varlığı, ABD’nin açık, Rusya’nın “şemsiyeli” desteğiyle iyiden iyiye kurumsallaşıyor. Nihai adımın, örgütü Cenevre’de siyasi çözüm masasına oturtarak atılması isteniyor.

ABD’nin bu konudaki çalışmalarına, Suriye’ye rağmen Rusya’nın da itirazı yok. Hatta destek verdiği de söylenebilir.

İdlib’e gelince… Rejim, Rusya’nın da desteğiyle kontrolünü artırıyor. Türkiye ise daha önce Rusya ile anlaşmalı gözlem noktalarını geri çekiyor. Sınırına yaklaştırıyor…

***

Ne yapmalı? Olaylar akışına mı bırakılmalı, yoksa sahada askeri güçle elde edilen kazanımların masaya taşınmasına dönük politika önlemleri mi düşünülmeli’

Hiç kuşkusuz, Türkiye Karabağ’dan başlayarak Libya, Suriye, Doğu Akdeniz ve Ege’deki saha üstünlüğünü masaya da taşıyabilmeli. Bunu da gerekli politika düzenlemelerini sahadaki üstünlüğü daha fazla zedelenmeden gerçekleştirebilmeli…

Öngörülen politika düzenlemelerinin doğrultusu yakın geçmişimizdedir…

Türkiye, gönümüz dünyasının en değerli, arsası üzerinde kuruludur. Çok boyutlu bir Jeo-politik konumu vardır. Tarihsel, coğrafi ve kültürel açıdan, hem bir Avrupa ve Balkan ülkesi, hem bir Akdeniz ve Ortadoğu ülkesi, hem de bir Kafkasya ve Asya ülkesidir.

Türkiye bu konumunu, 1920’li ve 1930’lu yıllar ile 1970’li ve 1990’lı yıllarda değerlendirmiş ve bölgesinde önder ülke durumuna gelebilmiştir.

1920’li ve 1930’lu yıllarda Türkiye’nin “Bölge Merkezli” dış politikasının temel ilkesi, komşularıyla ve yakın bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler ve dayanışma içinde olmaktır.  1934’te kurulan Balkan Paktı ve 1937’de oluşturulan Sadabat Paktı hem Balkanlarda hem de Ortadoğu’da bir dostluk ve güvenlik kuşağı oluşturmuştur.

Bölgesinde barışın ve işbirliğinin öncüsü haline gelen Türkiye bütün dünyada ve Milletler Cemiyeti’nde büyük saygınlık kazanmıştır. Lozan’da istediği çözümü gerçekleştiremediği Boğazlardaki Türk egemenliğini 1936’da Montrö Antlaşması ile sağlarken, Hatay’ın anavatana katılmasını da 1939’da sonuçlandırmıştır.

1974’teki Barış Harekâtı ile Kıbrıs’ın bir Yunan adasına dönüşmesine izin verilmemesi… Sonrasında Amerikan ambargosunun kırılması… 1995-1996 Kardak krizi ile Ege’nin bir Yunan gölüne dönüşmesinin engellenmesi… 1999’da AB aday üyelik çağrısı için AB yetkililerinin Türkiye’nin ayağına gelmek zorunda bırakılmaları…

Türkiye sözü dinlenen bir ülkedir…

Ancak, son birkaç yıldır bu durum değişmiştir. Türkiye bölgesinde ve dünyada baskılarla karşılaşmakta, yalnızlaşmakta ve etkisizleşmektedir. Bunun nedeni, Türkiye’nin gücünün Türkiye’yi yönetenlerce gereğince değerlendirilememiş olması ve geleneksel bölge merkezli dış politikanın terkedilmiş olmasıdır.

Türkiye, bölge merkezli dış politikasına yenden işlerlik kazandırabilir ve bunu gerçekten demokratik bir açılımla besleyebilirse, Rusya’yı da Batılı müttefiklerini de karşısına almadan bölgesinde kendisi olarak yeniden önder konuma gelecektir.