Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Aylardır yazılarımızda ve katıldığımız televizyon programlarında Türkiye’nin PYD/YPG mevzilerini vurması gerekir diye yazdık, söyledik. Ve Cumartesi (13 Şubat) günü akşam Türkiye’nin YPG mevzilerini vurduğu haberleri gelmeye başladı. Haberlere göre, Türkiye özellikle 40 km menzilli Fırtına toplarıyla Suriye kuzeyinde Azez bölgesindeki PYD/YPG hedeflerini vurmuştu. Geceleyin de top atışlarının yapıldığı yine basına yansıdı. Haberlerin duyulmasıyla birlikte telefon görüşmeleri hızlandı. ABD Bşk. Yrd. Biden, BB Davutoğlu’nu arayarak YPG hedeflerinin vurulmamasını istedi. Dışişleri sözcüsü Kirby de Türkiye’nin (PYD adını kullanmadan) “Suriyeli Kürt güçlere” yönelik top atışlarını durdurmasını istedi.

Haberi ilk duyduğumda Türkiye’nin nihayet yapması gerektiğini yaptığını düşünmüştüm. Ancak gelişmelerin detayını öğrendikçe düşüncelerim değişti, maalesef Türkiye’nin hedefsiz ve ani bir hamleyle önümüzdeki günlerde kendini çaresiz bırakacak bir askeri girişimde bulunduğunu değerlendirmiştim. İşte düşüncelerimi değiştiren tespitler ve öngörülerim:

Türkiye sadece Azez bölgesindeki sınırlı sayıdaki YPG hedeflerini vurarak Suriye kuzeyindeki gelişmeleri etkilemeye yönelik tek atımlık şansını da heba etti ve olumsuz yönde kullandı. Çünkü böyle bir operasyon yaptığınızda PYD/YPG’yi arazideki müttefiki gören ve Obama’nın özel temsilcisi McGurk’ün Ayn el Arab ziyaretiyle siyaseten de resmen tanıyan ABD’nin devreye gireceği belliydi. Türkiye’ye yönelik dış baskılar bununla kalmayacaktı. Nitekim de öyle oldu. Fransa da Türkiye’den YPG’ye yönelik operasyonları durdurmasını istedi. Rusya ve Esad cephesi zaten karşı bir tutumdaydı ve o tutumlarını yinelediler.

Esad yönetimi Türkiye’nin top atışlarını ve hatta top atışlarıyla aynı süreçte yaklaşık 100 kişilik ağır silahlarla donatılmış bir grubun Suriye topraklarına girdiği iddialarını içeren bir şikayet mektubunu kendi içişlerine müdahale gerekçesiyle BM’ye gönderdi bile. Önümüzdeki süreçte Batı’dan benzer açıklamalar gelmeye devam edecektir. Yani Türkiye’nin YPG’ye yönelik operasyonunu sürdürmesi mümkün olmayacaktır.

Anlaşılan o ki Türkiye planlı olmayan bir şekilde PYD/YPG’ye karşı operasyon icra etti. Gerekçe olarak da Azez bölgesindeki YPG hedeflerinden Türkiye yönelik atışlar (eğer bu doğruysa kendini savunma kapsamında karşılık verilmesi normaldir) gösterilmeye çalışılsa da gerçek durum sanki Türkiye’nin Azez bölgesini kontrol eden ılımlı muhaliflerin bölgeyi kaybetmesini önlemek üzere askeri destek verme gayretleridir. Görünen o ki yapılan planlı bir operasyon değil YPG’nin Azez-Cerablus arasındaki malum güvenli bölgeye yönelik ilerleyişine karşılık yaptığı bir misilleme operasyonu, kırmızı çizgiyi koruyor gösterme girişimidir.

Bütün dünyanın gözünün üzerinde olduğu bir bölgede, bütün Batı’nın IŞİD’e karşı savaşacak tek müttefik olarak gördüğü PYD/YPG’yi hiçbir siyasi hedefi olmadan, kapsamlı bir planlama olmadan, sonucunu hesap etmeden, siyasi/diplomatik altyapısı hazırlanmadan bombalamanın faturası maalesef Türkiye’ye kesilecektir. Çünkü PYD ve Esad yönetimlerinden gelen açıklamaların (Türkiye PYD/YPG’yi vurarak IŞİD’le mücadeleyi engellediği gibi özellikle Azez bölgesinde El Kaide bağlantılı terör örgütlerine destek sağlamaktadır) Batı’dan destek bulacağı şüphesizdir.

Peki öyleyse Türkiye ne yapmalıydı?

Aslında Türkiye, Suriye kuzeyindeki PYD/YPG hedeflerini çok önceden vurmalıydı. Örneğin, 15 Haziran 2016’da Tel Abyad’ın PYD kontrolüne geçip Fırat’ın doğusundaki tüm coğrafi bölgenin birleştirilmesi bu zamanlamadan biridir. Diğer taraftan özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra PKK’nın Türkiye’de başlattığı terör sarmalının ana kaynağını PYD bölgesi oluşturuyordu. Çünkü buradan Türkiye’ye transfer edilen teröristler ve patlayıcılar vardı ve halen de devam ediyor. Bunların bilinmiyor olması mümkün değildir. Daha önceleri PYD bölgesinden Türkiye’ye geçmeye çalışan teröristler yakalanmış, hatta geçen hafta aynı sınır bölgesinde Yüzsüren hudut karakoluna saldırmışlar ve 2 askerimizi şehit etmişlerdi. Ayrıca devletin en üst makamlarından yapılan açıklamalarda binlerce PKK’lı teröristin Irak kuzeyinden PYD bölgesine geçtiği bildirilmişti. Yani PYD bölgesindeki PKK/PYD hedeflerini vurmak, hatta sıcak takip hakkı kullanılarak kara operasyonu yapmak için bile defalarca şartlar oluşmuştu.

İşte böyle bir ortamda Türkiye, gerçek çıkarlarına ve sorunlara hizmet etmeyecek ve bir şekilde devamı dış baskılar nedeniyle engellenecek, nihai hedefi olmayan cılız top atışlarıyla gerçekleşen operasyonlar yapmak yerine bu tek atımlık şansı etkin ve iyi kullanmak için PYD/YPG’ye karşı siyasi hedefi olan ve buna bağlı askeri hedefleri belirlenmiş daha kapsamlı bir sınır ötesi operasyon icra etmeliydi.

TSK’nın sahip olduğu imkan ve kabiliyetler nedeniyle sınırın hemen öbür tarafındaki hedeflere yönelik böyle bir operasyon için karadan ve havadan sınırı geçmeye de gerek olmayacaktır. Yani yapılması gereken bu tek atımlık şansı doğru kullanmaktı. Onun için de kapsamlı bir planlama, hedef taksimi ile hava ve karadan senkronize edilmiş şekilde başlayan bir operasyonla Fırat’ın doğusunda (Kobani ve Cizire kantonları) ve batısında (Azez ve Afrin) yani bütün PYD bölgesindeki hedefleri vurulmalıydı. Bunun gerekçesi de terörle mücadele olmalıydı, eğer iyi ve zamanında kullanılabiliyor olsaydı bütün uluslararası hukuk kuralları ve teamülleri de Türkiye’yi destekler olacaktı.

Çünkü bu PKK/PYD’li teröristler PYD bölgesinden Türk toprağına geçip şehirleri alt üst etmişler, bölgeyi terör sarmalına sokmuşlar, güvenlik güçlerini şehit etmişler, sivil vatandaşları öldürmüşlerdir. Ancak Türkiye PYD’nin teröre destek olan bu faaliyetlerini zamanında ortaya koymayıp Suriye’de barış görüşmelerinin başladığı bir süreçte PYD’yi terör örgütü olarak kabul ettirmeye yönelik siyasi manevralar yapmayı seçti ve bunda da maalesef başarısız oldu.

Gelinen aşamada şunu söyleyebiliriz;

Türkiye, topraklarındaki terörün ana kaynaklarından biri olan Suriye kuzeyinde PYD bölgesindeki terör hedeflerine karşı zamanında operasyon yapmayı değil destekledikleri fakat ne oldukları, neye hizmet ettikleri belli olmayan ve (ABD-Türkiye-S.Arabistan tarafından) ılımlı muhalif olarak adlandırılan ancak Batı’da El Kaide ile bağlantılı oldukları iddia edilen silahlı grupların Azez bölgesinde Suriye’nin Türkiye ile son irtibat hatlarının kesilmesini önlemeyi tercih ederek sadece Azez bölgesindeki PYD/YPG hedeflerini bombalamıştır.

Anlaşılan Türk hükümeti ılımlı muhalif olarak kabul ettiği grupların Azez bölgesini kaybetmesi halinde Türkiye’nin Suriye’ye müdahil olmasına yönelik hiç bir manivelası kalmayacağını değerlendirip ani bir kararla hedefsiz, koordinesiz, uluslararası alt yapısı hazırlanmamış son bir hamle yapmayı seçmiştir. Böyle kötü bir seçeneğin sonucunda başarı beklemekte hayal olacaktır.

Türkiye’nin PYD/YPG’nin Azez bölgesinde işgal ettiği yerlerden çekilmesini istemesine karşılık PYD yönetiminden gelen gerekirse direniriz, müdahale ederiz söylemleri ve Batı’dan gelen PYD/YPG lehinde gelen açıklamalar maalesef Türkiye’nin Suriye’de bir kez daha geri adım atmasını ve son direnç noktasını kaybedeceğini göstermektedir. Bu nedenledir ki Türk hükümeti Suriye’ye müdahil olabilmek, Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olabilmek için başka arayışlar içindeymiş izlenimi vermektedir.

Bu bağlamda Suriye’de IŞİD’i yenmek için Rakka’ya yönelik bir kara harekatı belki de son seçenek olarak görülmektedir. Ancak bu son seçenek tüm bölgeyi uzun yıllar sürecek bir savaşa sokacak, bölgeyi ve savaşa dahil olanları derin bir bataklığa sokacaktır. Diplomasi, strateji ve askeri alanlarda hiçbir bilgi birikimi, başarısı, geçmişi olmayan Suudi Arabistan gibi ülkelerin peşine takılmak bölgede bataklığa düşmeyi peşinen kabul etmektir. Tabi ki Türkiye sınırının hemen güneyinde bölge yeniden dizayn edilirken, sınırlar yeniden çizilirken mutlaka denklemin içinde olmalıdır. Ancak bunun için kendi ulusal çıkarlarını esas alan, kendi milli güç unsurlarına dayanan kendi planını uygulayabilecek politika ve stratejiler oluşturmalıdır.