Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

ANKA Enstitüsü Başkanı Rafet Aslantaş Türkiye-İran ilişkilerini Sputnik’e değerlendirdi.

Suriye ve IKBY’deki son gelişmelerin aynı görüşte buluşturduğu Türkiye ve İran’ın ikili ilişkileri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tahran’a yapacağı ziyaretle yeniden gündeme geldi. Uzmanlar, Türkiye-İran ilişkilerinin yakın geleceğini Sputnik’e değerlendirdi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin daveti üzerine Çarşamba günü Türkiye-İran Yüksek Düzeyli İş birliği Konseyi’nin dördüncü toplantısına katılmak üzere İran’a gidiyor. Erdoğan, yarınki resmi ziyareti kapsamında İran’ın dini lideri Ali Hamaney ve Cumhurbaşkanı Ruhani ile görüşecek. Ziyaret, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde (IKBY) gerçekleşen referandumda bağımsızlık çıkmasının ardından bölgede yükselen gerginliği takip etmesi itibarıyla önemli. Zira Tahran, referandumdan bir hafta önce “Irak’ın toprak bütünlüğünü destekledikleri” gerekçesiyle hava sahalarını ve kara sınırlarını IKBY’ye kapattıklarını açıklamıştı. Tahran’ın “Irak güçleri, IKBY’nin Türkiye ve İran’a açılan sınır kapılarına doğru hareket etmeyi planlıyor” şeklindeki bir diğer açıklamasıysa, Türkiye ve İran arasındaki olası tam mutabakatı destekler nitelikteydi. Başka bir deyişle süreç, Rusya’nın da önemli rolünün etkisiyle, Suriye’de Devlet Başkanı Beşar Esad’ın müdahil olduğu denklem konusunda mutabakat sağlayan iki ülkeyi, Irak konusunda da aynı fikir çerçevesinde bir araya getirdi. Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da toprak bütünlüğünün önemine vurgu yapan iki ülke, uzun yıllar sonra ilk defa bölgenin geleceğine ilişkin çok benzer beklentiler ve istekler içerisinde. Erdoğan’ın Çarşamba günü Tahran’a gerçekleştireceği ziyareti bütün bu değişkenleri göz önüne alarak değerlendiren uzmanlara göre, iki taraf ellerindeki şansı iyi değerlendirdiği takdirde süreç iki ülkeyi stratejik bir ortaklığa götürebilir.

“Türkiye ve İran ortak tehdit algısı içerisinde”

Erdoğan’ın gerçekleştireceği Tahran ziyaretini Sputnik’e değerlendiren ANKA Enstitüsü Başkanı Rafet Aslantaş’a göre ziyaret, Ruhani’nin 16 Nisan 2016’da Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyarete iade niteliği taşıdığı ifade edilse de dönemsel gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda çok farklı bir anlam içerdiğine işaret ediyor. Ziyaretin hem IKBY’de 25 Eylül 2017 günü gerçekleştirilen referandum hem de Astana süreci kapsamında yürütülen eş güdümlü çözüm çalışmaları açısından önemli olduğuna işaret eden Aslantaş, iki ülkenin ortak tehdit algısı içerisine girmiş olduğunu dile getirdi:

“(IKBY Başkanı Mesud) Barzani önderliğinde yürütülen referandum süreci öncesi ve sonrasıyla gerek Türkiye gerekse İran için yakın ve önemli bir güvenlik sorunu. Her ne kadar Barzani cephesinden yapılan açıklamalar, referandumun ne Türkiye ne de İran için bir tehdit teşkil etmemesi gerektiğinin altını çizse de bu iki ülke için de inandırıcı değil.”

“Olası Kürt devletine direnç gösterilmesi kaçınılmaz”

Türkiye ve İran’ın Irak’tan gelmesi olası benzer tehdit beklentisi içerisinde olduğuna işaret eden Aslantaş “İran açısından bakıldığında Irak kısmi bir etki ve yoğun bir ilgi alanı olarak görülebilir. Uzun yıllardır Irak merkezi devlet yapısı üzerinde İran’ın doğal bir nüfuzu bulunmaktadır. İran bu tür nüfuz alanlarıyla öncelikle ülkesinin yakın emniyetini garanti altına almak ve mümkünse “Şii Hilali” tanımlamalı yayılmacılık stratejisini sürdürmek istiyor. Tahran, bu avantajı kaybetmek isteyecek gibi görünmüyor. Kaldı ki kendi kontrolünde olmayacak ve hatta bir adım sonra ülkesindeki ayrılıkçılığı hareketlendirebilecek “Kürt devleti” oldu direnmesi çok olası. Türkiye için ise bir taraftan 30 yılı aşkın bir süredir devam eden PKK terörü, diğer yandan Suriye kuzeyinde yaratılan sözde kantonlarda yapılan sözde yerel seçimler ve son olarak Barzani kaynaklı referandum üst üste konduğunda, olayların kontrolsüz bir sürece evrildiği görülmektedir. Her ne kadar karşı cephede güçlü bir devlet yapısı olmasa da tüm bu projelerin arkasında güçlü devlet yapılarının olduğu ortada.” dedi.

Aslantaş “Bu açılardan ele alındığında Türkiye ve İran beliren ortak risk ve tehdide göre tedbirler geliştirmek durumunda kaldı. Tedbirlerin müştereken alınması ve Irak Merkezi Devleti ile birlikte yürütülmesi kaçınılmaz hale geldi. Bu noktada samimiyet ve süreklilik önemli.” diye ekledi.

“Bölge ülkeleri kaybeden olmamak için çabalamalı”

Astana görüşmelerinde de somut bir sonuca ulaşılmak üzere olunduğunu söyleyen Aslantaş “Bu noktadan bakıldığında Rusya’nın kararlı tutumuyla Türkiye ve İran’ın jeopolitik çıkarlarına göre asgari müştereklerde birleşmeye başladığını söyleyebiliriz. Ortak çalışma ve çözüm iradesinin Irak kuzeyine kadar genişletilmesi sürpriz olmayabilir.” diye konuştu.

Bölge ülkelerinin yakın geleceğin kaybedenleri olmaması için çabalarını sürdürmesi gerektiklerine işaret eden Aslantaş “Sonuç olarak Türkiye ve İran’ın ortak risk ve tehdit algısı hissettiğini söyleyebiliriz. Ancak iki ülke açısından işler zorlaşmaktadır. Küresel aktörler Suriye ve Irak’ta nüfuz alanı paylaşımı yapıyorlar. Bölgedeki tüm devletler bu durumdan fazlasıyla etkileniyor. Önümüzdeki dönemde içine Kafkasya’yı da alan büyük pazarlıklar görebiliriz. İşte bu noktada bölge ülkeleri olası kaybeden olmamak için çaba harcamak zorunda kalacaklar. Tabii sürecin ana kriteri, ilişkilerdeki samimiyet ve süreklilik.” ifadelerini kullandı.

“İlişkilerdeki iniş çıkışa rağmen tarafların kararlılığı kayda değer”

Sputnik’e konuşan bir diğer isim Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) İran Uzmanı Bayram Sinkaya’ya göreyse, görüşme her ne kadar başta ekonomi alanı olmak üzere ikili ilişkileri daha iyiye götürecek nitelikte olsa da; stratejik düzeyde bir siyasi iş birliğinin habercisi olmak için çok erken.

Türkiye ve İran’ın ilişkilerinin inişli çıkışlı olduğuna işaret eden Sinkaya “Özellikle Arap Baharı’ndan sonra ikili ilişkilerde yaşanan iniş çıkışa ve gerilimlere rağmen taraflar ilişkilerini düzeltmekte kararlı. Erdoğan’ın gidiş sebebi iki ülkenin arasındaki ekonomik ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesi.” dedi.

İki ülkenin Astana sürecinde birbirine yaklaşıklarını hatırlatan Sinkaya “İki ülke halihazırda Suriye konusunda şimdi de IKBY konusunda yaklaştı. Ancak bunun stratejik bir iş birliğine dönüşmesi, iki ülke arasındaki iş birliğinin kurumsallaşmasına bağlı. Eğer Irak da Astana sürecinde aktif bir rol alsaydı, o zaman bu bölgesel iş birliği daha kolaylıkla garanti altına alınabilirdi.” diye konuştu.

“Kalıcı iş birliği için bu çabaların kurumsallaştırılması şart”

Kriz dönemlerinde iki ülkenin ortak söylemlerinin sıklaştığını söyleyen Sinkaya “Buna rağmen iki ülkenin daha önce stratejik çıkarlarındaki farklılıklar nedeniyle ortak adımlar atmakta zorlandıklarını, özellikle Irak’a komşu ülkeler zirvelerinde, gördük. Türkiye inisiyatifiyle başladı, İran da katıldı. Ama bu kurumsallaşmadı. Çünkü iki ülkenin çıkarları farklılaştı. IKBY konusundaki mutabakatın da ne kadar kurumsallaştırılabileceği konusunda şüphelerim var. Sadece ortak bir tehdidin kontrol edilebilmesi için atılan reaktif bir adım. Bunun ötesine nasıl geçileceği henüz net değil.” dedi.

İran ve Türkiye’nin askeri alanda ortak adımlar atabilme ihtimaline değinen Sinkaya “Bu askeri iş birliğinin ötesinde iki ülke, karşılıklı güvensizliği aşabilmiş değil. Başta PKK konusu olmak üzere sahada yansımaları olan çeşitli suçlamalar yöneltti iki taraf da birbirine. Bu yüzden bu güvensizliğin aşılması gerekiyor. Bu yüzden iş birliğinin ne kadar uzun vadeli olacağını öngörmek zor.” diye ekledi.

“Akar’ın Tahran ziyareti önemliydi”

İranlı Ortadoğu uzmanı Hormoz Jafari ise Türkiye-İran ilişkilerinin gidişatını Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın geçtiğimiz günlerde Tarhan’a gerçekleştirdiği ziyaret ışığında değerlendirdi.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın Tahran ziyaretinin özellikle IKBY referandumu ve Katar krizi ışığında çok önemli olduğunu belirten Jafari, Suriye’yle ilgili görüş ayrılıklarına rağmen iki ülkenin iyi ilişkilere sahip olduğunu vurguladı.

Akar’ın Tahran ziyareti kapsamında çeşitli anlaşmaların imzalanmasının beklendiğini belirten Jafari, “Temel konulardan biri Kuzey Irak. İran ve Türkiye, Kuzey Irak’taki gelişmeler ve taşıdığı riskler konusunda farklı bakış açılarına sahip. Ama tarihin de gösterdiği gibi İran ve Türkiye, Irak ve Suriye ile birlikte Kürt milliyetçiliği tezahürüne her zaman doğru yanıt bulmuşlardı. Hâlihazırda bu konu İran’dan çok Türkiye için tehlikeli.” dedi.

Türkiye’nin Kuzey Irak ve YPG’den kaynaklanan tehditlere karşı kendi güvenliğini sağlamak için (Suriye Devlet Başkanı Beşar) Esad hükümetini yıkma önceliğinden vazgeçtiğini söyleyen İranlı uzman, “Bu bağlamda Türkiye yüzünü Rusya-İran iş birliğine çevirdi. Bu İdlib ve Kuzey Suriye’nin IŞİD’den kurtarılması konusunda eylemlerin koordinasyonunda görülüyor. Ayrıca Astana görüşmeleri ve Suriye’nin içindeki gerilimin düşmesi de bunu gösteriyor.” dedi.

İki ülke liderinin değerlendirebileceği bir diğer konunun Katar olduğunu söyleyen Jafari, “Katar, kendi bölgesinde Suudi Arabistan’a rakip oluyor. Ancak Suudi Arabistan, bir ağabey gibi davranıp komşu ülkelerinin itaatini talep ediyor. Bunun sonucunda Katar ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler gerildi ve Körfez’de kriz meydana geldi. Katar’a karşı yaptırım getirildi. İran, Katar için tek nefes deliği oldu. Türkiye’nin de Katar ile iyi ilişkileri var. Türkiye’nin bu ülkede askeri üssü var. Bu durumda Türkiye Katar’a kapsamlı yardımda bulunuyor. İran ve Türkiye bu alanda iş birliği yapabilir. Erdoğan’ın İran ziyareti sırasında tüm bu konular ele alınacak.” yorumunda bulundu.

Fotoğraf: Reuters/Ümit Bektaş

Kaynak: https://tr.sputniknews.com/columnists/201710041030422236-turkiye-iran-iliskileri-muttefiklik-suriye-irak-ikby-barzani-referandum-recep-tayyip-erdogan-hasan-ruhani/