Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

TARİH- HUKUK İLİŞKİSİ

Eski Tarihi vak’alar ve olayları, bugünkü hukuk anlayışı ile değerlendirmek, mukayese etmek ve yargılayarak sonuca gitmek yanlışlığından bir türlü kurtulamadık.

Bu yanlışı en cesur aydınımız, en kültürlü entelektüelimiz, en okumuş yazarımız çizerimiz ve hatta devleti idareye memur edilen sorumlu makamlardaki görevlilerimiz bile yapıyor.

Şaşırmamak doğrusu elde değil.

Aslında bütün mesele, “Tarih ilmi” hakkında yeterli ölçüde bilgi sahibi olamamaktan ve tarihe mâl olmuş olaylara ön yargılı yaklaşmaktan kaynaklanıyor.

Tarihi olayların bilançosunu çıkarıp ondan ders almak yerine, çoğu zaman işin kolayına kaçıp onu yargılamak yanlışlığına düşülüyor. Halbuki tarih yargılanmaz, ondan ancak ders çıkarılır.

Tarihi, bilhassa yakın tarihimizi, ideolojisi yanlış kaynak ve maksatlı kişilerden okuyarak öğrenmek ve tarihi olaylara duygusal olarak yaklaşmak buna sebep olarak gösteriliyor.

Özellikle din referanslı yaklaşım ve değerlendirmelerin, tarihimizin büsbütün çarpıtılmasına ve dolayısıyla gerçeklerden uzaklaşılmasına ve toplumda farklı algılara yol açıyor.

Bununla da kalmıyor, siyasal kutuplaşmanın yanı sıra, devlet otoritesiyle çatışma ve modern hukuk devleti ile gerilim riskini artırıyor.

Dinin siyasallaştırılmasının insanlar üzerindeki etkisi, ideolojik, toplumsal ve siyasi boyutlarıyla toplumsal kutuplaşmayı artıran bir faktör haline gelebiliyor.

Bundan yararlanan siyaset erbabının geniş kitleler üzerinde etkili oldukları ve menfaat temin ettikleri biliniyor.

Tarihi gerçekleri din üzerinden saptırarak ve çarpıtarak, siyasi rant peşinde koşmanın ve elde etmenin günümüzde moda haline geldiği de biliniyor.

Zira bu durum, kitleleri etkilemenin en ucuz ve en kolay yöntemi olarak görülüyor.

Dünyanın süper güçlerinin tarihsel süreç içerisinde bu yönteme (din) başvurarak kendi çıkarları doğrultusunda nasıl kullandıklarını biliyoruz.

Yakın tarihimizdeki olayları değerlendirmek

Yakın tarihimizde yaşanmış Kürt isyanları çarpıcı ve acı örneklerle doludur.

Şeyh Said’in nasıl İngilizler tarafından oynatılan “irtica kuklası” haline getirildiği, tarihi belgelerle arşivlerde duruyor.

Tarihte bunun gibi onlarca kişi ve olay var.

Tarihçiler bir olayın “tarihi bir olay” vasfını kazanabilmesi ve bu nitelikte olabilmesi için üzerinden en az 40-50 yıl geçmesi gerektiğini söylerler.

Yine tarih ilmiyle uğraşanlar, “tarihi olayları ve vak’aları, yaşandıkları zaman, mekân ve şartlar göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi gerektiğini” ısrarla vurgularlar.

Tarihi yargılarken yukardaki hususlar nedense hep göz ardı edilir. Bu da toplumun hem yanıltılmasına hem de yanlış yönlere sürüklenmesine neden olur.

Filanca tarihte meydana gelmiş herhangi bir olay/vak’a, o günkü konjonktür ve şartları içinde cereyan etmiş, neticesi, artısı-eksisi, sevabı ve günahıyla tarihe mâl olmuştur.

Oysa hukuk, demokrasi ve özgürlükler tüm dünyada olduğu gibi bizde de sürekli gelişim ve değişim gösteren canlı bir organizma gibidir.

Pozitif Hukuk

Pozitif hukuk, hukuk ve adaletin insanlar tarafından toplumun ihtiyaçlarına göre sürekli yenilenmesi gerektiğini savunur. Yani tarihi olaylar statiktir öylece yaşanmış ve bitmiştir, hukuk ise dinamiktir. Sürekli tekâmül halindedir.

Diğer bir ifadeyle, hukuk toplum içindir ve toplumla birlikte değişmelidir. Statik değil, dinamiktir.

Hukukun kaynağı insan aklı ve toplumsal ihtiyaçlardır. Tarihi olaylar ve vak’alar değişmez ama, kurallar ve yasalar tarihseldir; değişebilir ve değişmelidir.

Tarihin sayfalarına karışmış bir olaya, bugünkü hukuk ve demokrasi gözlüğüyle bakarsanız, üzerinden yıllar geçse de o olayı eleştirmek ve icracılarına hesap sormak hakkına sahip olabilirsiniz.

Örneğin, Cumhuriyete karşı yapılan ayaklanmaları bastırmak için devletin aldığı tedbirleri ve uygulamaları eleştirebilirsiniz. Ancak devletin askerine polisine silah çeken, şehit eden, ortalığı yakıp yıkan, savaş alanına çeviren asayişsizlikleri de görmemezlikten gelemesiniz. Bunun bir karşılığının ve yaptırımının olacağını yadsıyamazsınız.

Yine 21 yıl öncesine kadar, Türkiye’de idam cezası döneminde şu veya bu gerekçeyle insanları asan hukuk anlayışı ve sistemimiz, 1999 yılında yakalanarak ülkeye getirilen, yargılanan ve 40-50 bin kişinin ölümünden sorumlu terör örgütü başı olarak idama mahkûm edilen bir caniyi bırakın asmayı, bugün özgür kalmasını tartışıyor.

Hukuk tarihsel koşulların ürünüdür ve toplumsal dönüşümü sağlar

Tarihi sadece okumak, bilmek yetmez. Anlamak ve doğru yorumlamak gerekir.

Tarihi olayları doğru yorumlamak için zihinsel özgürlüğe sahip, belli kalıp ve ideolojik saplantılardan uzakta olmak elzemdir.

Sosyologlar zihinsel özgürlüğü, “bir meselenin, bir konunun veya sorunun birbirine zıt taraflarını ve çok yönlülüğünü anlamak ve idrak etmek” olarak tanımlarlar.

Tarihi olay ve vak’alara tek bir yönden bakmak ve tek taraflı yorumlamak zihinsel özgürlüğe engeldir. Tarihin olmazsa olmaz koşulu olan sebep-sonuç ilişkisine olumsuz yönde etki eder.

Bu özgürlüğe sahip olamayanlar, bir şeyi başarıya götüren sonuçları ortaya çıkaramaz.

Pozitif hukuk yaklaşımı, tarihi olaylardan ders çıkaran, dinamik, toplumla birlikte evrilen, modernleşmenin bir aracı olan bir mekanizma olarak görülür. Aklın ve bilimin öncülüğünde toplumun gelişimine hizmet eder. Bizde de böyle olmuştur.

Bu kapsamda Türkiye’de, tarihin hukuku yönlendirmesi sayesinde, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte hayata geçirilen reformlar sayesinde toplumsal dönüşüm başlatılmıştır. (Atatürk devrimleri bu modele örnektir.)

Cumhuriyetin kurucusu Aziz Atatürk, devletin yönetim şekline karar verirken, uzun yıllar Türk tarihini incelemiş ve “Türk Milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir.” düşüncesiyle karar vermiştir.

Böylece öncelikle “millî egemenlik” toplum hayatına olarak girmiş, bilahare “kayıtsız şartsız millete ait olduğu” ilkesi, millî iradenin tecellisi olarak devlet hayatında tanımlanmıştır.

Bu ilke, siyasi iktidarın kaynağının ilahi, hanedan veya sınıfsal bir güç veya bir zümre değil, hukuken tanımlanmış “millî irade” olduğunu ifade eder.

Egemenlik, bir topluluğun, bir devletin ülke üzerinde sahip olduğu tüm yetkilerdir. Hür olmak, yetki sahibi olmak, hâkimiyet anlamlarına gelir.

Bir milletin tam anlamıyla özgür ve bağımsız olabilmesi için hukuken millî egemenliğe sahip olması gerekir.

Tüm bunlar bize Türk tarihinden tevarüs eden kültürel değerlerdir.

Diğer yandan, tarih–hukuk ilişkisi devletin sürekliliği ve bekası bakımından, jeostratejik bağlamda da önemli yere sahiptir. Lozan ve Montrö bunun en belirgin örnekleridir.

Değerlendirme ve Sonuç

Evrensel hukuk yaklaşımı, hukukun akla, bilime, toplumsal ihtiyaçlara ve millî iradeye dayandırmayı zorunlu kılar.

Yaşanmış tarihi gerçekler ve olayları, evrensel hukuk sistemi çerçevesinde, o günün şartlarını gözetilerek birbirinden ayırt etmeyi öncelikli olarak başarmayı öğrenmeliyiz. Pozitif hukuk anlayışı bunu gerektirir.

Merhum Mehmet Akif bu konu da ne demiş: “Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!… Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar. Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”

Merhum Akif’in yukardaki seslenişine kulak vermeliyiz.