Türkiye Cumhuriyeti, Birinci dünya savaşı sonrasında siyaset sahnesine çıkmış olan ulus devletlerin önde gelen temsilcilerinden birisidir. Dünya tarihi imparatorluklardan ulus devletlere geçiş doğrultusunda sürüp giderken, büyük imparatorluk alanları dağınıklık göstermiş ve bu durum nedeniyle eski devlet sınırları zamanla değişmiştir. İlk çağlardan orta çağlara geçiş süreci içinde insanlık, derebeylikten krallıklara, daha sonrasında da imparatorluklardan ulus devletlere doğru gelişen bir değişim süreci yaşamıştır. Bugünkü dünya düzeni böylesine bir geçmişin ve gelişmelerin ortaya çıkarmış olduğu bir yapılanmadır. Günümüzün dünya haritası son iki bin yıllık gelişmeler doğrultusunda oluşurken, bugünün ulusal temele dayanan cumhuriyet devletleri tarihsel süreç içindeki siyasal gelişmelerin doğal bir sonucu olarak gerçeklik dünyasında yerlerini almışlardır.
Modern dünyanın çağdaş cumhuriyetleri, Fransız devrimi sonucunda cumhuriyet rejimine geçiş ile birlikte kurulurken, Avrupa ülkelerindeki krallıklar zaman içerisinde cumhuriyet devletlerine dönüşmüştür. Fransız aydınlarının örgütü olan Jakobenler Birliği, kralı tahtından indirirken sadece cumhuriyet rejimine geçişi ilan etmekle kalmamış, aynı zamanda Fransız ulusunun da temellerini atmıştır. Uzunca bir süre din kavgalarına sahne olan Fransa’da; özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkelerine dayanılarak yapılan büyük siyasal devrimde bütün Fransızlar din ve etnik kökenleri geride bırakarak ve cumhuriyet devletinin çatısı altında Fransız ulusunun evlatları olarak bir araya gelmişlerdir. Kral Frank’ın ortaya çıkardığı Frank Krallığı daha sonraki aşamada Fransız Cumhuriyetine dönüşürken, çağdaş cumhuriyetlerin tarih sahnesine çıkışına giden yol açılmıştır. Fransa’dan sonra sırasıyla bütün Avrupa ülkeleri ulusal gelişmeler doğrultusunda cumhuriyetlere dönüşürken, İngiltere sahip olduğu geniş sömürge alanlarından yararlanarak imparatorluğunu korumasını bilmiştir. Atlantik okyanusunun tam ortasında yer alan bu ada ülkesinde uzun süre cumhuriyetçiler ile kralcılar arasında siyasal çekişmeler yaşanmış ve sonunda imparatorluğa bağlı sömürgelere dayanan krallık taraftarları bu mücadeleyi kazanarak ve Britanya İmparatorluğunu Birleşik Krallık adı altında sürdürerek, Avrupa kıtasının cumhuriyet devletlerinin dışında kalmıştır. İngiltere’de kralcıların yendiği cumhuriyetçiler daha sonraları gemilerle Amerika’ya gitmişler ve çok istedikleri cumhuriyet düzenini ilk oluşturdukları on eyaleti bir araya getirerek kurmuşlardır.
İngiltere’deki çekişmeler Fransız devrimine giden yolu açarken, Fransa’da gerçekleşen devrim cumhuriyet devletlerinin yapılanmasını sağlayan devlet modelini de ortaya koymuştur. Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkeleri doğrultusunda yola çıkış ile başlayan devrim daha sonraki oluşumlar ile önce cumhuriyetin ilanını gündeme getirmiş, daha sonra da acil sorun olan din ve devlet işlerinin ayrılması doğrultusunda laiklik düzenini kurmuştur. Devlet işlerinde din farkının kaldırılması ile halkın temsilcileri arasından devletin yeni yöneticileri seçilmeye başlanmıştır. Fransız devrimi çok kanlı aşamalardan geçerek ulus devleti ve cumhuriyet rejimine doğru dönüşümler gösterirken, halkta biriken sosyal ve kültürel oluşumlar aynı zamanda kral Frank’ın çocuklarının Fransız milletine dönüşümünü de beraberinde getirmiştir. Kral yerine cumhur başkanın ülkeyi yönetmesi, genel seçimler uygulamasını ortaya çıkarmış ve belirli dönemlerde sandığa giden Fransız halkı kendi içinden yöneticilerini seçerek uluslaşma yolunda emin adımlar ile ilerlemiştir.
İngiltere’de yaşanan siyasal çekişmeler ile birlikte Avrupa kıtasında otuz yıl süren din ve mezhep savaşları Westfalya barışına giden yolu açmıştır. Bu antlaşma çerçevesinde kıtanın her bölgesinde görülen din ve mezhep savaşlarına son verilmiş ayrıca dağınık Germen nüfusunun toparlanarak bir Alman ulus devleti oluşturmasının yolu açılmıştır. Westfalia barışının din ve mezhep savaşlarına son vermesi sayesinde Fransız halkı ve diğer Avrupa halkları zaman içerisinde uluslaşma sürecini tamamlamışlardır. 1648 tarihli Westfalia antlaşmasından sonra 1789 yılına kadar geçen iki asırlık dönem, Avrupa kıtasındaki devletlerin çatısı altında yaşayan halk topluluklarını zamanla uluslaştırmıştır. Böylece Avrupa devletleri bir yandan cumhuriyet rejimine doğru dönüşürken, aynı zamanda halkların uluslaşması sürecini de birlikte yaşayarak üç asırlık bir dönem içinde çağdaş ulus devletler haline dönüşmüşlerdir. Ulus devletler oluşumu ile cumhuriyet rejimlerinin zaman içinde devletlerin yeni siyasal modeli biçimine dönüşmesi, aynı dönemin özellikleri olarak birbirlerini tamamlayan siyasal gelişmeler olarak, Avrupa kıtasının modern çağlar boyunca yeniden yapılanmasında önde gelen belirleyici etkenler olmuşlardır. Yirminci yüzyılın ileri ve gelişmiş ulus devletleri tarih sahnesinde boy gösterirken, cumhuriyet devletleri ile uluslaşan toplumlar birlikte öne çıkmışlar ve Avrupa tipi devlet ve yaşam modelinin uzun süreli temsilcileri olmuşlardır. Cumhuriyetçi ulus devletler Avrupa devlet modeli olarak yeni dönemi belirlemiştir.
Yirminci yüzyıla doğru dünya giderken, Avrupa ülkeleri hem sömürge imparatorluklarını yürütmüşler hem de zaman içinde gündeme gelen siyasal ve sosyal birikimlerin etkisiyle uluslaşma süreçlerini tamamlayarak, çağımızın modern ulus devletleri olarak dünya haritasındaki yerlerini almışlardır. Birinci dünya savaşına giden yolda ulus devletler birbirleriyle çok büyük çekişmelere yönelirken, var olan büyük imparatorlukların parçalanmasıyla yeni ulus devletler dünya sahnesine çıkarak devlet sayısının artmasına katkıda bulunmuşlardır. Yirminci yüzyıla girerken yirmi devlet haritada varken, çıkarken iki yüz civarında devlet, Birleşmiş Milletler üyesi olarak dünya sahnesindeki yerlerini almışlardır. Birinci dünya savaşı sonrasındaki oluşumların tarih sahnesine çıkardığı yeni devletler yollarına devam ederek geleceğe dönük bir biçimde kurumlaşma çabası içine girerlerken, İkinci dünya savaşı sonrasında estirilen özgürlük rüzgarları doğrultusunda sömürgelerin uluslaşması ve giderek bağımsız devletlere dönüşmesi birbiri ardı sıra gündeme gelince, devletlerin sayısı iki yüze yaklaşmıştır. Böylesine köklü dönüşümler birbiri ardı sıra yaşanırken devletlerin hem sayıları artmış hem de siyasal yapılanmaları, Fransız devrimi sonrasında Avrupa kıtasında yaşanan gelişmelere paralel yeni oluşumların ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur. Yirminci yüzyıl bir anlamda batı tipi devlet modelinin evrensellik kazanarak eski sömürgelerin devletleşmesi yolu ile bütün dünya kıtaları üzerinde yaygınlaşmasına sağlamıştır. İmparatorlukların parçalanması üzerine ortaya çıkan küçük devletlerin halkları uzun süre birlikte yaşamaktan gelen ortak tarih, kültür ve yaşam biçimleri doğrultusunda uluslaşarak eski sömürge devletlerinin çağdaş cumhuriyetlere ve ulus devletlere doğru yönelmesine yardımcı olmuşlardır. Bu nedenle günümüzün cumhuriyet devletleri ile ulusal toplumların birbirine bağlılığı siyasal anlamda önemli bir gösterge olmuşlardır.
Batı tipi devlet denilince akla hemen Avrupa devlet modeli gelmekte ve ulusal toplumlar ile cumhuriyet devletleri arasındaki kopmaz bağlılık ortak tarihsel sürecin yarattığı bir yaşam biçimi düzeni olarak öne çıkmaktadır. Laiklik düzeninin sağlamış olduğu yeni düzen çerçevesinde din ve mezhep farklılıkları geride bırakılırken, uluslaşma eğilimleri güç kazanarak öne geçmiş ve belirli devletlerin çatısı altında yaşayan halk topluluklarının zamanla uluslaşması, toplumsal bir gerçeklik olarak tamamlanmıştır. Halkların uluslaşması ile birlikte devletlerin de cumhuriyetleşmesi ortak bir gelişme zemininde yeni boyutlar kazanırken, cumhuriyetlerin demokratik yaşam biçimleri ile tamamlanması sorunu öne çıkmıştır. Sözlük anlamı ile halk yönetimi olarak tanımlanan cumhuriyet rejimlerinin demokratik yaşam düzenleri ile birliktelik kazanması, yönetimin tümüyle halk kitlelerine bırakılmasına yol açmıştır. Roma İmparatorluğu döneminden gelen cumhuriyet kavramı, İngiltere’deki çekişmeli siyasal sürecin içinden doğan demokrasi kavramı ile bütünleşirken, aslında her ikisi de halk yönetimi anlamına gelen iki kavramın birlikteliği olgusu ile karşı karşıya kalınmaktadır. Cumhuriyet kavramı Latincedeki halkın malı anlamındaki Res Publica sözcüğünden gelirken, demokrasi kavramı da eski Yunanca da var olan halkın gücü anlamındaki Demos Cratos kavramından ileri gelmektedir. İki kavramın ayrı köklerden gelmesine rağmen daha sonraki uygulama aşamalarında bir araya gelerek sürekli birliktelik kazanması, gerçek anlamda bir halk yönetimi arayışının sonucu olmuştur. Cumhur sözcüğü Türkçeye Arapça’dan gelirken, Demokrasi kavramı önce eski Yunan ve daha sonra da İngiltere kökenli siyasal düşünceler sayesinde öne çıkmıştır. Avrupa’nın son üç yüz yılında birlikte kullanılan bu kavramlar, ortaya demokratik cumhuriyet yapılanması biçiminde bir yeni sentez çıkarmışlardır. Batıdaki devletlerde, cumhuriyet rejimleri ile demokratik yaşam biçim bütünleşerek modern siyasal düzenleri ortaya çıkarmışlardır.
Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde halk tabanının okumuşluğu ve bilimin aydınlığına sahip olması ortaçağdan kalan dini yönetimleri ve krallıkları devre dışı bırakırken, giderek demokrasi ile bütünleşmiş olan bir cumhuriyet devleti modelinin güçlenerek ana siyasal rejim haline gelmesini sağlamıştır. Avrupa’nın kuzey bölgesinde yer alan küçük devletlerdeki küçük krallıkların ötesinde, bütün Avrupa kıtası demokratik cumhuriyet rejimleri çatısı altında bütünleşirken, Avrupa kıtasının yanı başında yer alan üç büyük imparatorluğun dağılması üzerine Avrupa tipi ulus devletler kıtanın doğu bölgesinde de kurulmaya başlanmıştır. Avusturya ve Macaristan İmparatorluğunun çöküşü sonrasında imparatorluklardan ulus devletlere geçiş süreci öne çıkmıştır. Bu aşamadan sonra, içine girilen Balkanizasyon süreci Osmanlı İmparatorluğunu ortadan kaldırırken yerine çağdaş bir Avrupa devleti modeli olarak Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Atatürk Balkanlar’da yetişen bir Türk önder olarak Avrupa kıtasının siyasal birikimini iyi biliyordu. Fransız devriminin yenileştirdiği bu kıtanın devlet modelini, kıtanın yanı başında kurduğu yeni Türk devletine de taşımak istiyordu. Bu doğrultuda, bir ulusal kurtuluş savaşı aracılığı ile Türk ulusuna yeni bir devlet kazandırılırken aynı zamanda Fransız devriminden gelen cumhuriyet rejimi, laik düzen ve ulus devlet üçlüsü birlikte benimsenerek dünya siyaset sahnesine modern bir cumhuriyet devleti çıkartılmıştır. İnsanlık tarihinin beşiği olan Avrupa kıtasındaki yenileşme, Türk devrimi ile dünyanın merkezi coğrafyasına taşınmış ve Avrupa kıtasının yanı başında bir Avrupa tipi cumhuriyet ulus devleti Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti adı altında kurulmuştur. Avrupa kıtasının dışında oluşturulan ulusal cumhuriyet devleti, bütün dünya kıtalarındaki ulus devletlere örnek ve öncü olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında özgürlüğüne kavuşan Türkler kurdukları cumhuriyet devleti ile çağdaş dünyanın içinde yerlerini almışlardır. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında bütün ulusal güç cumhuriyet rejiminin güçlendirilmesine dönük olarak kullanıldığı için, hemen demokrasiye geçilememiş ve tek parti yönetimi olarak adlandırılan o dönemde cumhuriyet devriminin atılımları birer birer gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Kurucu önder Atatürk çok istemesine ve ikinci partinin kurularak rejimin demokratikleşmesi için çaba göstermesine rağmen, iç ve dış cumhuriyet rejimi düşmanlarının girişimleri ile iki kez kurulan ikinci parti denemeleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ayrıca, Birinci Dünya savaşı sonrasında ikinci bir dünya savaşının gerçekleşmesi üzerine savaş hali devam ettiği için olağanüstü hal yönetimi savaş yılları boyunca yürütülmeye çalışılmış ve bu aşamada çok partili rejime geçilememiştir. Rejimin demokratikleştirilmesi doğrultusunda yapılan iki girişim sonuç vermeyince, İkinci Dünya savaşının sona ermesi beklenmiş ve savaşı demokrasi cephesinin kazanması üzerine, Türkiye’de de ikinci bir siyasal partinin kurulmasıyla demokratik rejime geçilmiştir. Türkiye Demokrat Partinin kurulmasıyla ve iktidara gelmesiyle demokrasiye geçmiştir. Böylece cumhuriyet devletinin demokrasi ile geliştirilmesi ve halkın tam anlamıyla yönetime katılabilmesi doğrultusunda Kemalist Cumhuriyet kendini yenilemesini bilmiştir. Devleti kuran Atatürk’ün partisi cumhuriyeti inşa ederek saltanata karşı cumhuriyetçi bir devrimi gerçekleştirmesinden çeyrek asır sonra, halk kitlelerinin desteği ile iktidara gelen Demokrat Parti halkın temsilcilerini yönetime getirerek ülkede demokratik bir devrim yapmıştır. Böylece, Tek partiden çok partili rejime geçen Türkiye Cumhuriyeti kendi modeli içinde cumhuriyet ile birlikte demokrasi yapılanmasını birlikte gerçekleştirebilmiştir. Dünyanın en büyük ülkesi olan Amerika Birleşik devletlerinde olduğu gibi cumhuriyetçi ve demokrat iki büyük parti yapılanması sayesinde, Türkiye batı tipi çağdaş bir demokratik rejime sahip olabilmiştir.
İki dünya savaşı sonrası dönemde doğu bölgesinde bir sosyalist blokun oluşturulması üzerine Türk devleti batı dünyasına doğru bir kayma göstererek, ve batı tipi devlet modelini yeni dönemde de koruyarak sürdürmeye çaba göstermiştir. Bu nedenle, Türkiye’nin yanı başındaki sosyalist blokun etkisi altına girmemek üzere Türkiye, güvenliğine önem vermiş ve bu doğrultuda batı blokunun güvenlik örgütlenmesi içinde yer alarak tarafsız konumunu geride bırakmıştır. Batı güvenlik sisteminin savaşa yönelik yapılanması bütün batı devletleri içinde derin devlet yapılanmalarını gündeme getirdiği için Türkiye Cumhuriyeti yirminci yüzyılın ikinci yarısında her on yılda bir askeri darbe ve müdahaleler ile karşı karşıya kalmıştır. İkinci dünya savaşı sonrasında içine girilmiş olan demokratik ortam bu yüzden her on yılda bir kesilme göstermiş ve bu durumda cumhuriyetçiler ile demokratlar Türkiye ortamında bir karşıtlık çizgisi çıkmazına düşmüşlerdir. Her on yılda bir batı blokunun çıkarları doğrultusunda askeri müdahalelerin gündeme getirilmesi, Türkiye’de yeni oluşmaya başlayan demokrat tabanı sarsmış ve cumhuriyete sahip çıkma doğrultusundaki askeri müdahalelere karşı doğal bir tepki zaman içerisinde toplumda yaygınlaşmaya başlamıştır. Anti sovyetik bir tutum ile batı emperyalizminin taşeronu konumuna sürüklenmek istenen Türkiye’de zamanla bu çıkmaza karşı önemli gelişmeler gündeme gelmiştir. Askeri dönemler sonrasında yeniden demokrasiye dönüldüğünde cumhuriyetçiler ile birlikte demokratların ayrı ayrı partiler halinde örgütlendiği görülmüştür. Bu doğrultuda cumhuriyetçiler Kemalist devlete sahip çıkarlarken, demokratlar ise askeri dönemlerin yaratmış olduğu baskı dönemlerine karşı hak ve özgürlüklerden yana bir arayış içinde olmuşlardır. Bu aşamada, cumhuriyetçiler devletçi noktaya sürüklenirken, demokratlar toplumun içinden gelen hak ve özgürlük arayışının temsilcileri olarak ayrı ayrı hareket ederek normal demokratik rejiminin kuralları içinde siyaset yapıyorlardı.
Yeni bir yüzyılın başlarında soğuk savaş ve küreselleşme dönemleri geride kalırken siyasal alana yeni bir dönem gelmektedir. Eski dönemde dünya siyasetinin ana çelişkisi kapitalizm ve sosyalizm karşıtlığı olarak ilan edilmişti. Sosyalist sistemin dağılmasından sonra eski dönemin galibi kapitalist sistem olmuştu. Şimdi gelinen aşamada ise ana çelişkinin kapitalist sistemin temsilcisi küresel şirketler ile ulus devletler olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Küreselleşme görünümü altında küresel tekelci şirketler, ekonomiyi devletlerin elinden alarak ve piyasa üzerinden yöneterek ulus devletleri tasfiye etme aşamasına gelmişlerdir. Alt kimlikleri hortlatarak, insanların etnik kimliklerini kışkırtarak, yeni ve uydurma tarikatlar kurarak ve cemaatler ile milletleri paramparça ederek, hem ulus devletlerin hem de cumhuriyet rejimlerinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Bu aşamada bütün ulus devletlerin bölünerek ya da parçalanarak ortadan kaldırılması ile birlikte, yeni oluşturulacak eyaletler üzerinden bölgesel federasyonlara doğru ulus devletler zorlanmaktadır. Küresel sermayenin dünya egemenliği hedefi doğrultusunda ulus devletler üzerinden ulusal toplumlar parçalanırken, halkın genel seçimler aracılığı ile katılım sağladığı cumhuriyet rejimlerinin ise alt kimlikli eyaletler yaratılarak ve bunlara dayalı olarak oluşturulacak yeni yerel yönetimler üzerinden merkezi devlet modellerinin de ortadan kaldırılmak istendiği artık kesinlik kazanmıştır. Çok uluslu küresel tekeller üzerinden uluslara, ulus devletlere, merkezi yönetimlere ve cumhuriyet rejimlerine yönelik yıkıcı ve parçalayıcı saldırı bütün dünyada devlet sayısını iki yüzden iki bine doğru çıkartmayı hedeflemekte, daha sonraki aşamada ise, iki bin eyaletin on büyük kıtasal federasyonun denetimi altına alınmasıyla küresel finans kapitalin bütün dünyada evrensel denetimi istenmekte ve on büyük federasyonun daha sonra büyük sermayenin kontrolü altında bir dünya konfederasyonunu oluşturması ana amaç olarak ortaya konulmaktadır. Gelinen yeni aşamada var olan devlet ve ulus yapılarını ortadan kaldırmak isteyen finans kapitalin süper emperyalizmine karşı, bütün dünya halkları ve devletleri varlıklarını koruyabilmek için bir araya gelerek karşı çıkmak ve ortak bir siyasal mücadeleye girişmek zorundadırlar. Böylesine büyük bir mücadeleye giden yolda emperyalizmin tehdit ettiği değerlerin ve kazanılmış hakların korunabilmesi için öncelikle demokratik cumhuriyet rejimlerinin iki yakasını temsil eden demokratlar ile cumhuriyetçilerin ortak bir çatı altında bir araya gelmeleri gerekmektedir. Gelinen yeni aşamada ortaya çıkan dev küresel yapılanmaya karşı cumhuriyetçiler ile demokratların birlikteliğinde dünya halkları ve devletlerini yeni bir var olma mücadelesi beklemektedir. Zamanın ruhu artık cumhuriyetçiler ile demokratları karşıt çizgide siyaset yapmaktan uzaklaştırarak birlikte var olma doğrultusunda ulusal cumhuriyet devletlerinin korunması çizgisinde bir antiemperyalist mücadeleye doğru getirmiştir.
Küresel gizli devlet yapılanmalarının öncülüğünde var olan devletler ve rejimler yıkılırken, halklar parçalanırken, uluslar ortadan kaldırılırken, dışa bağlı ve sermayenin güdümünde diktatörlükleri destekleyen emperyalizme karşı siyasal alanda yer alan bütün kesimlerin bir araya gelerek ortak hareket etmesi bugünün koşullarında zorunluluk arz etmektedir. Bütün ülkelerin cumhuriyetçileri ile demokratlarının bir araya gelerek emperyalizmin güdümündeki askeri rejimlere ve merkezi diktatörlüklere izin vermemesi bu doğrultuda zorunlu olmaktadır. Bütün cumhuriyet devletleri böylesine olumsuz bir gelişmeye karşı gereken önlemleri almalı ve kendi güçlerinin yetmediği durumlarda komşu devletler ile bir araya gelerek, bölgesel güvenlik örgütlenmeleri çatısı altında, hem kendisini hem de bölgesini güvence altına almaya öncelik vermelidir. Cumhuriyet devletlerinin yanı sıra uluslar ve ulusal toplumlar da evrensel alanda dayanışma içine girerek, tekelci şirketlerin küresel saldırılarına karşı topluca harekete geçerek ve bu doğrultuda bir ulusal enternasyonel oluşumunu bir an önce gerçekleştirerek küresel emperyalizme karşı bir alternatif insiyatifi dünya sahnesine çıkarmalıdırlar. Küreselcilerin plan ve programlarına karşı çıkanlar, ortak dayanışma cephelerinin kendi planlarını hem devletler hem de halklar ya da uluslar dayanışmasıyla gündeme getirmeleri, insanlığın geleceği açısından son derece önem taşımaktadır. Bugünün kuşakları yaşanmakta olan böylesine büyük bir değişimin ortaya çıkardığı çıkmazlara karşı, tarihsel misyonlarını yerine getirerek, insanlığın şimdiye kadar kazanmış olduğu bütün değerleri bir uygarlık savunması doğrultusunda korumasını bilmelidirler.
İçinde bulunulan tarihsel dönüşüm aşamasında herkesin var olan değerleri korumak ve ekonomi üzerinden yürütülen saldırılara karşı önlem almak doğrultusunda toplumsal sorumlulukları vardır. Bu sorumluluklar doğrultusunda herkes kendi payına düşen görevleri yerine getirirse, ekonomiyi silah olarak kullanan finanskapital emperyalizmine karşı insanlık daha insancıl bir çizgide alternatif küreselleşme programını gündeme getirebilir. Her ülkenin siyasal alanında merkezi oluşumlar bu açıdan önem taşımaktadır. Yıkıcı saldırılara karşı merkezin etrafında soldaki ve sağdaki bütün akımların bir araya gelerek dış güçlere karşı ulusal bir direniş hareketine yönelmesi kazanılmış hakların korunması açısından acil bir durumdur. Devleti savunan cumhuriyetçiler ile toplumu temsil eden demokratların böylesine bir merkezi yapılanmayı gerçekleştirmek üzere bir araya gelmeleri anti emperyalist bir çizgide yeni bir oluşumun başlangıcı olacaktır. Bu nedenle şimdiye kadar solda politika yapan cumhuriyetçiler ile sağda politika yapan demokratların milli merkezde bir araya gelerek, her türlü dağılma ve çözülmeye karşı çıkacak cumhuriyetçi demokrat bir hareketin başlatılması bugün için zorunlu görünmektedir. Devletçi cumhuriyetçiler ile halkçı ya da ulusçu demokratların bir araya gelmesinden oluşacak olan yeni bir sinerjik atılım, bütün toplumların ve de devletlerin yeni dönem işbirliği ve dayanışma girişimlerinin başlangıcı olacaktır. Cumhuriyetin devamı için devletlerin ayakta kalması, demokrasilerin sürekliliği için de ulusal toplumların varlığının korunması gerekmektedir. Bu nedenle, cumhuriyetçiler ve demokratların temsilcilerinin bir araya gelerek ortak bir durum tespiti raporu üzerinde anlaşmaları ilk adım olacaktır. Sonraki aşamada ise, iki kesimin temsilcilerinin birlikte hazırlayacakları bir cumhuriyetçi demokrat program ile yola devam edilirken, toplumun her kesiminde hareketin temsilcilerinin bulunmasına ve dış temsilcilikler aracılığı ile mazlum ulusların bu aşamada evrensel bir dayanışmaya sahip olmaları sağlanmalıdır. Toplumların her kesiminden olduğu kadar kamusal alanda görev yapan kuruluşların içinden gelen temsilcilerin de, bütün toplumun cumhuriyetçi demokrat bir program çerçevesinde bir araya gelmesi oluşumuna katkıda bulunmaları haksızlıkların önlenmesi açısından yararlı olacaktır. Cumhuriyetçi demokrat hareket emperyal saldırılara karşı ulus devletlerin, halkların ve ulusların karşı çıkışı olarak daha adil bir dünyanın yaratılmasına katkı sağlayacaktır.
İnsanlık bugün zamanın ruhu kavramının yeniden geçerlilik kazandığı bir döneme doğru yol almaktadır. Daha çok büyük değişim dönemleri sırasında ortaya çıkan bu kavram süper emperyalizmin dünyayı alt üst etmeye çalıştığı bugünkü yeni aşamada tekrar önem kazanarak, gelecek için üzerinde düşünülmesi gereken bir durum olduğunu herkese göstermektedir. Bu aşamada her şeyin değiştiği, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı dünyayı bilinmez bir geleceğin beklediği gibi kafa karıştırıcı söylemler, emperyal merkezler tarafından ortaya atılarak ve dünya devletleri ve halkları hem karamsarlığa hem de umutsuzluğa doğru kışkırtılarak, insanlığın küresel emperyalizmin çıkarcı isteklerine boyun eğmesi istenmektedir. Böylesine aşırı ve haksız bir isteme doğal olarak dünya ulusları kendilerini koruyabilmek üzere karşı çıkacak ve direneceklerdir. Böylesine bir antiemperyalist dalganın gelmekte olduğunu gören küresel şirketlerin merkezleri, bankacılık alanında çeşitli manevralar çevirerek, para sistemi ile oynayarak, teknolojik alandaki yenilikleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak, enerji ve maden yataklarına el koyarak her yerde terör ve sıcak çatışmaları kışkırtarak, bütün insanlığı bir büyük yok oluşa doğru kıyamet senaryoları çizgisinde sürüklemektedirler. Sonunda dünyanın yok oluşuna kadar gidebilecek bu gibi olumsuz gelişmelerin bugünün dünyasında insanlığı, dünya devletlerini ve halklarını teslim almasının bir kader olmadığı, aksine tamamen emperyalizmin yeni bir aşaması olarak dünya uluslarına dayatıldığı açıklığa kavuşmuştur. Para gücü ile ekonomiyi satın alanlar, medyayı kullananlar ve siyaseti finanse edenler kendi seçtikleri adamları devletlerin başına getirerek kıyamet senaryolarını devreye sokmaya çalışmaktadırlar. Zamanın ruhunu kendi çıkarları doğrultusunda görmek isteyen emperyalistlerin eskisi gibi bütün dünyayı bir avuç işbirlikçi ile yönetemeyecekleri artık kesinlik kazanırken, insanlık ve dünya halkları adına bir büyük koalisyonun emperyalizme karşı halkçı bir dayanışma aracılığı ile öne çıkması gerekmektedir. İşte cumhuriyetçiler ile demokratların bir araya gelmesi bunun ilk adımı olmalıdır. Cumhuriyetçi demokrat hareket merkezde bu işbirliğinin çıkış noktası olacaktır.
- YENİDEN ASYA VE ASYA MİNÖR - 28 Kasım 2024
- NEDEN TÜRK İSTİKLAL HAREKETİ? - 11 Kasım 2024
- CUMHURİYET’İN KAZANIMLARINI KORUMAK - 24 Ekim 2024
- TÜRKİYE VE AFGANİSTAN - 17 Ekim 2024
- TÜRK DÜNYASI’NIN MERKEZİ: TÜRKİYE Mİ? AZERBAYCAN MI? - 25 Eylül 2024
- TÜRKİYE’NİN B PLANI: Merkezi Devletler Birliği (MEDEB) - 24 Ağustos 2024
- BÜYÜK MAKEDONYA KURULUYOR - 6 Ağustos 2024
- NORMAL MİLLİYETÇİLİK AŞIRI SAĞ OLAMAZ - 14 Temmuz 2024
- ALMANYA SİYASETİNDE TÜRKİYE - 1 Temmuz 2024
- KEMALİZM VE SİYONİZM - 13 Haziran 2024