Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Türkiye Cumhuriyeti son günlerde son derece ilginç tartışmalara sahne olmaktadır. Atatürk’ün devlet modeli her yönden saldırıya uğratılırken, sanki böyle bir durum yokmuş gibi bir durum yaratılarak, Türk devletinin tasfiyesi sürecine devam edilmek istenmektedir. Dünyanın ve merkezi bölgenin son yıllarda içine sürüklendiği gelişmeler sonucunda, yeni devlet modellerinin aranması ve bu doğrultuda var olan eski siyasal yapıların zorlanması çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti çok ciddi bir sınavdan geçmektedir. Küreselleşme adına empoze edilen girişimler, Avrupa Birliği’nin bitmek tükenmek bilmeyen talepleri, küçücük İsrail’in Amerika Birleşik Devletleri’ni arkasına alarak, Türkiye’yi bir yerlere sürükleme çabaları,  ABD’nin dünyanın en büyük gücü olarak ayakta kalabilmek için geliştirdiği yeni politikaların hepsi gelip dünyanın merkezindeki Türkiye üzerinde odaklanmakta ve Büyük Atatürk’ten Türk ulusuna yadigâr kalmış olan devlet modelini zorlamaktadır. Küresel sermayenin bütün dünyayı babalarının çitftliğine dönüştürmek amaçlı yeni sömürge planları da bu duruma ek olarak katlanılmaz külfetleri bütün dünya halklarına ve devletlerine dayatmaktadır.

Tam bu aşamada, Amerikan emperyalizminin Avrasya hegemonya merkezi olarak Ankara’da kurulmuş olan bir özel Amerikan üniversitesinde, dünyanın hiç bir ülkesinde görülmemiş bir sivil anayasa sempozyumu düzenlenmiş ve buraya gelen Anayasa Mahkemesi başkanı,  bazı neoliberal mandacı ve cemaatçı kadrolarla beraber varolan Türkiye Cumhuriyeti anayasasına karşı çıkmıştır. Bu karşı çıkış normalin ötesine giderek, sivil anayasa görünümünde bir federasyon devleti arayışlarını tırmandırırken, yüksek mahkeme başkanı Türk Anayasası’nın değişmez maddelerinin değişmesini açıkca talep etmiştir. Ertesi gün basına geniş olarak yansıyan bu istek beraberinde yeni anayasa tartışmalarını gündeme getirmiştir. Eskiden beri federasyoncuların üniter devlete karşı çıkan girişimleriyle, cemaatçıların laik devlete karşı çıkan tutumları devam edip giderken, Türk devletinin aynı zamanda milli ve merkezi siyasal yapılanmasını güvence altına alan, değişmez maddelerin değiştirilmek istenmesi kamuoyunda haklı olarak ciddi bir kuşku ve tepki yaratmıştır. Neredeyse bir yüzyıla yakın bir süredir, ulusal, üniter, merkezi ve laik bir devletin çatısı altında yaşamakta olan Türk ulusunun, emperyalizmin istekleri ya da planları doğrultusunda eskisinden çok farklı bir yöne çekilmek istenmesi artık en üst noktada anayasal düzeni hedef alması, ülkemiz açısından ciddi tehditler oluşturmaktadır. Bütün hukukçular gibi, yüksek mahkeme üyeleri ve başkanlarının da bu durumu yerinde bilmeleri gerekmekte ve anayasa ile ilgili konuşurlarken, Türkiye Cumhuriyeti devlet sistemini bilerek hareket etmeleri gerekmektedir. Bu durumu dikkate almayan sorumsuz demeçler ya da ayaküstü konuşmalar eskiden buyana Atatürk’ün devlet modeline karşı mücadele eden işbirlikçi çevrelerin ekmeğine yağ sürmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın ilk üç maddesi değiştirilemez. Dördüncü maddeye göre,  bu değişmez maddelerin değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Bu maddelerin değiştirilmesini teklif etmek, var olan anayasal düzene göre suçtur. Böylesine bir anayasal suçun kovuşturulması ve değiştirme isteyenlerin anayasal suç çerçevesinde anayasal yargıya çıkarılmaları gerekmektedir. Ne var ki kadı konumundaki kişilerin böylesine bir konuma sürüklenmeleri noktasında, kimin kimi yargılayacağı konusu çok ciddi bir anayasal sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Ne var ki, var olan anayasayı sözü ve ruhu ile uygulamak konumunda bulunan bir yüksek yargıcın, değiştirilmesi teklif dahi edilemiyecek maddeler ile ilgili değişiklik önermesi, Türkiye’de var olan siyasal bunalımın en üst düzeydeki bir göstergesi olarak ortaya çıkmaktadır. Mızrağın çuvala sığmadığı bir aşamada, kralın çıplak olduğunu bir yüksek yargıç dile getirmektedir. Böylesine bir aşamaya gelinmesi dikkate alınarak ilgili ve yetkili kesimlerin ve makamların sorunun aşılabilmesi doğrultusunda üzerlerine düşeni yapmaları gerekmektedir. Cemaatçı kimliği ile tanınan bir yüksek yargıç karşı oylarını kaleme alırken, marksist bir düşünürün sözleri arkasına saklanmak gereğini duyuyorsa, artık bazı konuları daha açık olarak tartışmanın zamanı gelmiştir. Aslında hiç kimsenin uyumadığı ve herkesin herkesi izlediği bir aşamada, sözlerin ve yazıların anlamı daha da ağırlaşmakta ve maksadı aşan durumlar ortaya çıkmaktadır. İyi niyetli gibi dile getirilen sorunların arkasında başka plan ve programların olduğunun anlaşılması, her kesimi olduğu kadar hukukçuları da rahatsız etmekte ve tartışmaların başka yönlere kaymasına neden olmaktadır.

Son yıllarda birbiri ardı sıra yaşanan olaylar artık genel bir durum muhasebesi yapabilmek için yeterli bilgi kaynağı yaratmıştır. Aslında hiçkimsenin uyumadığı ve herkesin herkesi izlediği bir dönemden geçilirken, herkes gizli art niyetlerini başka söylemlerle gündeme getirmeğe çalışmakta ve Atatürk’ten Türk ulusuna bir yadigâr olarak kalmış olan Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet yapısını zorlayıcı ya da değiştirici yeni adımları değişim görünümü altında kamuoyuna zorlamaktadır. Atatürk’ün devlet modelini bir türlü kabul etmek istemeyen empereryalistler yerli işbirlikçileri aracılığı ile çeşitli metot ve yöntemlerle kendi kafalarının içinde gizledikleri planlarının gerçekleşebilmesi hedefi doğrultusundaki ciddi dayatmaları demokrasi, insan hakları, küreselleşme, değişim, Avrupa Birliği gibi karşı çıkılamayacak kavramların arkasına saklanarak sürdürmektedirler. Küreselleşme döneminin ilk yıllarında ilgi ile izlenen bu tutum, aradan yirmi yıl geçtikten sonra artık kabak tadı vermiştir. Küresel emperyalizm giderek evrensel faşizme dönüşürken hala ulus devletleri zayıflatma kampanyalarının demokrasi görünümüyle sürdürülmek istenmesi çok ciddi boyutlarda tepki ile karşılaşmaktadır. Avrupa Birliği’ni oluşturan ülkelerin yollarının ayrıldığı bir aşamada sanki böyle birlik varmış gibi hareket etmek ve Türkiye de gelecekte bu birlik içinde yer alacakmış gibi davranmak açıkça Türk ulusunu enayi yerine koymak ya da açıkça alay etmektir. Avrupa Birliği’ni bir manivela gibi kullanmak isteyen emperyalizm ve siyonizm Türkiye’yi kendi istedikleri planlara doğru sürüklerken, bu kıtasal birliğin bitme noktasına gelmesi yeni bir durumdur ve artık eskisi gibi Avrupa üzerinden sürdürülen aldatmacalarla Türk devleti Orta Doğu’da İsrail ve Amerikan oyunlarına alet edilemeyecektir. İnsan hakları gibi kutsal bir kavramın Yugoslavya’da emperyalist amaçlı kullanılması da, artık bu kavramın siyasal manipülasyonlarda kullanılmasını zorlaştırmıştır. Türk ulusuna karşı yıllardır sürdürülen oyunlar ve sahtekârlıkların arkasında yatan gerçek niyetler ortaya çıkmış ve Atatürk’ün devlet modelini ortadan kaldırmak isteyen büyük bir oyun ile Türkiye’nin karşı karşıya olduğu anlaşılmıştır. Değişim görünümlü her türlü emperyal plan devre dışı kalırken, bu kez de sivil anayasa görünümlü bir başka oyun sahnelenmek istenmekte ve yeni bir anayasa dayatmasıyla gene Atatürk’ün merkezi, ulusal, üniter ve laik devlet modeli kaldırılmak istenmektedir. Siyasal girişimlerle gerçekleştirilemeyen tasfiye operasyonu sivil görünümlü hukuk adımları ile tamamlanmaya çalışılmaktadır. Son sivil anayasa girişimi ve bu doğrultuda anayasanın değişmez maddelerinin değiştirilmek istenmesi, böylesine yeni bir oyun ile Türk ulusunun karşı karşıya olduğunu açıkça göstermektedir.

Anayasaya göre, Türk devletinin ulusal kurtuluş günlerinden gelen bir siyasal yapılanması vardır. Bu Atatürk’ün devlet modelidir. Bu modelin arkasında kurucu irade olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun kurucu başkanı olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün iradesi bulunmaktadır. Dünyanın merkezindeki çok uluslu imparatorluk olarak Osmanlı Devleti çökünce, geride kalan topraklarda bir milli devletin kurulmasına giden yol son Osmanlı meclisinde alınan ulusal ant kararı ile başlatılmıştır. Misakı milli özgün adı ile alınan karar doğrultusunda Türk ve Müslümanların çoğunlukta bulunduğu merkezi bölgeler bir milli devletin çatısı altında yeniden bir araya getirilmek üzere bir ulusal kurtuluş savaşı verilecektir. Bu doğrultuda başlatılan milli mücadele, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlar doğrultusunda yürütülmüş, Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan sonra, meclis hükümeti sistemi içinde yeni milli devletin kuruluşu tamamlanmıştır. Ulusal kurtuluş savaşı zafere ulaştırıldıktan sonra, Lozan Antlaşması ile bütün dünya yeni milli devleti tam bağımsız bir siyasal yapı olarak tanımıştır. Sivas Kongresi kararları doğrultusunda merkezi, ulusal ve üniter bir devlet kurulmuştur. Daha sonraki aşamada meclise sunulan Halkçılık Bildirisi ile de ilk anayasanın temelleri atılmıştır. Halkçılık temeline dayanan bir ulus devletin kuruluşuna giden yol tarihsel süreç içerisinde aşama aşama gerçekleştirilmiştir. Atatürk halktan aldığı yetki ile hareket ederek, Osmanlı devletinin bitme aşamasında kabul edilen ulusal anda yaraşır bir biçimde yeni ulus devleti merkezi ve üniter bir yapıda oluşturmuştur. Atatürk’ün kendi el yazısı ile kaleme aldığı Halkçılık Bildirisi incelenirse, her türlü bölücülüğe, eyalet ve federasyon sistemlerine alternatif olarak halk egemenliğine dayanan bir temsili rejimin temellerinin atıldığı ve daha sonra da cumhuriyet ilan edilerek bunun anayasal bir sisteme dönüştürüldüğü görülmektedir. Atatürk’ün devlet modelinin arkasında, Misakı milli, Erzurum ve Sivas Kongreleri kararları ile Lozan Antlaşması’nın maddelerinin bulunduğunu iyi bilmek gerekmektedir. Mustafa Kemal daha sonra kendi hazırladığı Halkçılık Bildirisi ile ilk anayasanın temel çerçevesini çizerek, ortaya ulusal egemenliğe dayanan bir merkezi ve üniter bir devlet yapısı koymuştur.  Cumhuriyetin ilanı ile halk egemenliği bir rejime dönüştürülmüş,  yeni partilerin kurulmasıyla demokrasiye geçiş denemeleri yapılmış ama İkinci Dünya Savaşı koşullarının baskısıyla demokrasiye geçiş savaş sonrası yıllara ertelenmiştir.

Atatürk’ün son döneminde Anayasaya giren altı ilke, Türk devlet yapısının temel taşları olmuş ve Atatürk’ün devlet modeli bu altı ilke doğrultusunda geleceğe dönük olarak kurumlaştırılmıştır. Fransız devriminden gelen cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve laiklik ilkeleriyle beraber, Rus devriminden gelen devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkelerinin Türkiye gerçeklerinde yeni bir sentez oluşturabilmesi için Atatürk önemli çalışmalar yapmış ve en sonunda belirlenen altı ilke Türkiye Cumhuriyeti’nin Atatürk’ten gelen devlet modelinin temel taşları olarak anayasadaki yerlerini almışlardır. İki kutuplu dünya sisteminin tam arasında kalan merkezi coğrafyada bağımsız bir devlete yönelen Atatürk, batı ve doğu bloklarının temelinde yatan iki büyük devrimden gelen ilkeleri Türkiye gerçeğinde kaynaştırmak istemiş ve böylece eklektik bir sistem ile kutuplardan hiç birisine dâhil olmadan dünyanın ortasında bağımsız bir devletin temellerini atmıştır. Böylece batı blokunun sömürgesi ya da sosyalist sistemin bir eyaleti olmaktan Türkiye’yi kurtaran Atatürk kurmuş olduğu devlet yapısını geleceğe dönük olarak bağımsız bir yolda ilerlemeyebilmesi için kendine özgü ilkelerle diğer ülkelerden farklı bir sisteme kavuşturmuştur. Atatürk’ün bu kendine özgü devlet sistemine batılı ülkeler Kemalist Devlet olarak isim takmışlar ve günümüze kadar Atatürk’ün devlet modeli Kemalist Devlet olarak devam edip gelmiştir. Tam bağımsızlığı kendi kaderi olarak tanımlayan Atatürk, kurmuş olduğu devleti de geleceğe dönük olarak tam bağımsız bir biçimde ayakta kalacak tarzda kurumlaştırmıştır. Bu nedenle, geçen yüzyılın sonlarına doğru sosyalist sistem yıkılmasına rağmen, Atatürk’ün Kemalist devlet modeli ayakta kalarak zamanımıza kadar varlığını sürdürmüştür. Altı ok, hem Türk ulusuna hedef göstermiş, hem de Atatürk’ün devlet modelinin temel taşları olarak günümüze kadar Kemalist devletin ayakta kalmasını sağlamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti anayasası, sert ve katı bir anayasal sisteme sahiptir. Dünyanın ortasına emperyalist güçler saldırırken, bu bölgedeki devletleri tehdit ettikleri için, Atatürk gelecekte de bu tür saldırılara karşı direnebilecek bir devlet yapısını bağımsız ve güçlü bir biçimde kendi modeli ile ortaya koymuştur. Bu nedenle, Türk anayasasının bazı maddeleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Özgürlükler ve otorite dengelenirken, güçlü yürütme ile devletin gücü artırılmış ve böylece her türlü saldırıya karşı devletin bağımsızlığı güvence altına alınmak istenmiştir.  Atatürk, cumhuriyeti emanet ettiği Türk gençliğine onuncu yıl söylevinde bir siyasal miras bırakırken, her türlü gaflet, delalet ve hıyanete karşı gelecek kuşakları uyarmıştır. Bugün yaşanan olaylar dikkate alınırsa, ülkenin kuşatıldığı devlet ve kamu kurumlarının içeriden ele geçirildiği bir aşamada Türk devletinin kurucusunun ne derece uzak görüşlü olduğu bir kez daha kanıtlanmaktadır. Anayasayı uygulamakla görevli yüksek yargıçların, değişmez maddelerin değiştirilmesini önerme noktasına gelmeleri ve bu yoldan Atatürk’ün devlet modelinin ortadan kaldırılmasına aracı olmaları konusu da gene Atatürk’ün ne derece haklı olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Emperyalist saldırı, ekonomik sömürgecilik ya da psikolojik savaş yolları ile Türk devletinin Atatürk’ten gelen modelini değiştiremeyenlerin, bu kez hukuk yolunu deneyerek, Anayasanın değişmez maddelerini hedef aldıkları görülmektedir. Bir devletin ana çatısını oluşturan anayasanın bu tür girişimlerle değiştirilmek istenmesi, Atatürk’ün devlet modelinin ortadan kaldırılmasına giden yolu açacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti anayasasının başlangıç hükümleri de ilk üç madde ile beraber bir bütün oluşturdukları için değiştirilemeyecek maddeler arasında yer almaktadır. Atatürk’ün sözlerine ve eylemine yapılan atıflar, başlangıç hükümlerini de Atatürk’ün devlet modelinin bir bölünmez parçası haline getirmiştir. Türk devletinin bir cumhuriyet olması, cumhuriyetin temel nitelikleri olarak toplumun huzuru, milli dayanışma, adalet anlayışı, insan haklarına saygı, Atatürk milliyetçiliğine bağlılık, demokratiklik, laiklik ve sosyal hukuk devleti, Atatürk’ün devlet modelinin temel taşlarıdır.  Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesi doğrultusunda üniter devlet ile başkentin Ankara olması çerçevesinde merkezi devlet ilkeleri de gene Atatürk’ün devlet modelinin bölünmez parçalarıdır. Anayasal çerçevede korunmakta olan devrim yasaları da gene Atatürk’ün devlet modelinin olmazsa olmaz ilkeleridir.   Türk anayasasının değiştirilemez maddeleri ve özü işte bu Atatürk’ün devlet modelinin temel esaslarıdır. Türkiye Cumhuriyeti devleti bir esas devlet olarak ele alındığı zaman, bütün bu ilkelerin bir araya gelmesinden oluşan Atatürk’ün devlet modeli ile beraber ortak bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. Bu nedenle, Türk devletini başka devletlerle karşılaştırırken özünde var olan Atatürk’ün kendine özgü modelini görmezden gelmek mümkün değildir. Atatürk düşmanları ve emperyalizmin işbirlikçisi ulus düşmanları Atatürk’e saldırırken, aynı zamanda onun devlet modeline de karşı çıkmaktalar ve tarihsel sürecin bir ulusal kazanımı olan bu devlet modelini devre dışı bırakarak, Türkleri başka tür devlet modellerine zorlamaktadırlar. Anayasanın değişmez maddeleri içinde yer alan bu modelin dayandığı bütün ilkeler Türk anayasa hukukunun temel prensipleri olarak, anayasa hukukuna ve devlet yaşamına yön göstermektedirler. Kanun koyucular ve anayasa yapıcılar bu gerçekleri dikkate alarak hareket etmek durumlundadırlar, aksi takdirde Türkiye’de bir hukuk devletinin varlığından söz edebilmek son derece zorlaşabilir.  Bütün yasalar hazırlanırken olduğu gibi anayasa değişiklikleri sırasında da, Atatürk’ün devlet modelini oluşturan değişmez maddelerdeki ilkelerin esas alınması zorunluluğu vardır.

Atatürk’ün devlet modelini savunmak, esas devletin siyasal ve hukuki yapısını ortaya koymaktadır. Bu tutumun derin devlet tartışmaları ile uzaktan yakından hiç bir ilgisi yoktur çünkü bir hukuk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti devleti, anayasadaki değişmez maddelerde belirtilen Atatürk’ün devlet modelini taşımaktadır ve bu modelin ilkelerine dayanmaktadır. Derinlik aynı zamanda bir yeraltı çağrışımı yaptığı için, Atatürk ilkelerine ve devlet modeline dayanan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel yapısını korumak ve savunmak bir esas devletçilik olarak, derin devlet yaklaşımlarından uzak düşmektedir. Esas devlet Teşkilatı Esasiye kanunundan gelen bir kavram olarak bütünüyle anayasal ve yasal yapılanmayı ifade etmekte ve kesin olarak bir gizlilik ortaya koyan derin devletçilikle tamamen zıt bir anlam taşımaktadır. Türk anayasa sistemi bir pozitif hukuk yapılanmasıdır ve bu doğrultuda yürürlükte olan uygulamayı temsil etmektedir. Bütün hukuk işlemlerinin yürürlükteki anayasa ve ilkeleri doğrultusunda yapılması ve yasalar ile diğer hukuk düzenlemelerinin buna göre yapılması gerekmektedir. Derin devletçiliğin suç kokan yaklaşımlarına karşılık esas devletçiliğin hukuksal yapılanması, anayasal sistem doğrultusunda Atatürk’ün devlet modelinin korunması için elverişli bir ortam yaratmaktadır. Ciddi hukukçular, pozitif sistemin korunması için öncülük yaparlarsa ve üzerlerine düşen görevleri yerine getirirlerse, Türk devleti dış baskı ve yönlendirmelerle içine sürüklenmiş olduğu devlet krizinden kısa zamanda kurtulma şansını yakalayabilecektir. Burada her türlü maddi çıkara teslim olmamış ve sadece hak ile hukukun sesini dile getirecek hukukçuların öncülüğüne gereksinme vardır. Ancak bu yoldan, siyasal senaryolara karşı Atatürk’ün devletini ayakta tutabilmek mümkün olacaktır.

Son zamanlarda geliştirilen bir psikolojik savaş senaryosu ile Atatürk’ün devletini korumak ya da savunmak bir ideolojik devletçilik olarak adlandırılmaktadır. Bazı siyonist ikinci cumhuriyetçilerle beraber emperyalizm işbirlikçisi neoliberaller tarafından geliştirilen bu söylem tarzı, Türk anayasasında var olan ve halen yürürlükte olan Atatürk’ün devlet modelinin savunulmasını ya da korunmasını daha işin başında mahkûm etmekte, bu tutumu ideolojik devletçilik biçiminde suçlayarak, neredeyse pozitif hukuk düzeninin savunulmasını olanaksız bir duruma düşürmektedir. Emperyal merkezler tarafından geliştirilmiş olan bir psikolojik savaş yaklaşımı ile Atatürk’ün devletini tasfiye süreci hızlandırılmak istenmekte ve her türlü koruma ya da savunma girişimi en baştan suçlanarak devre dışı bırakılmağa çalışılmaktadır. Kendileri, neoliberalizmi, postmodernizmi, siyonizmi ciddi ideolojiler olarak savunurlarken ve bu ideolojilere dayanarak Atatürk’ün devlet modeline açıktan saldırırlarken, ulusal, üniter ve laik bir yapıya sahip olan Atatürk’ün devletini ortadan kaldırmağa çalışmaktadırlar. Burada ciddi bir ideolojik saldırı vardır ve bu Türk ulusunun, kurtuluş savaşından gelen kazanımlarını ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Türk ulusunun alnında enayi yazıyorsa, bu ideolojik saldırılar hedefini bulabilir ama Türk ulusu uyumuyorsa o zaman bu ideolojik saldırılar bir emperyalist safsata olmaktan ileri gidemez. Kendi ideolojileri doğrultusunda devlet kuramayanların, Türk ulusunun üniter ve merkezi devletine çamur atmağa hiç hakları olmaması gerekir. Tarihsel süreç içerisinde Türk ulusu kurtuluşunu kazandığına göre, ulusal iradesinin kurucu bir irade olarak kabul edildiği bugünkü anayasal düzen devam edecektir. Türk devletinin kurucu iradesi Türk ulusunun kurtuluş savaşında ortaya koymuş olduğu bağımsızlık iradesidir.  Sonradan iktidara gelmiş olan siyasal partilerin ya da askeri rejimlerin anayasa yapmaları kurucu irade olarak kabul edilemez. Onlar ulusal kurtuluş savaşı sonrasında Türk ulusu adına kurucu iradeyi temsil ederek devleti kuran Atatürk’ün izleyicileridir.  Sonraki iktidarlar devleti kuran iradenin doğrultusunda hareket ederek kurulmuş olan devleti yönetmişlerdir. Onların yaptığı anayasa ya da yasalarda bir kurucu irade aramak yanlıştır çünkü kurucu irade tektir ve o da devleti kuran Türk ulusu ile onun temsilcisi olan Atatürk’ün iradesidir. Devlet modelini ideolojik devlet olarak suçlamak da yanlıştır ve kurucu iradeyi ortadan kaldırmaya yönelik bir siyasal manevradır.

Devletin kurucu iradesine ve devletin temelinde kurucu iradeden gelen modele, emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileri resmi ideoloji olarak karşı çıkmaktadırlar. Var olan anayasal düzeni resmi ideoloji olarak suçlamak ya da çamur atmak, bir anlamda pozitif anayasal düzeni kabul etmemek ve açıktan karşı çıkmak anlamına gelmektedir. Şeriat yönetimi getirmek isteyen cemaatçiliği sivil toplumculuk olarak görmek, alt kimlikleri örgütleyerek etnik topluluklar yaratmayı gene aynı doğrultuda başka bir tür sivil toplumculuk olarak düşünmek, gene resmen geçerli olan anayasal düzeni resmi ideoloji diye suçlayanların bir psikolojik savaş taktiğidir. Bu tür oyunlar dünyanın her yerinde devlet modeline ya da anayasal düzene karşı çıkanların kendi muhalefetlerini gizledikleri girişimlerdir. Son zamanlarda Türkiye’de de özellikle federasyoncuların bu tür tavırlar içine girdikleri görülmekte, Anayasanın temelini oluşturan Atatürk’ün devlet modeli resmi ideoloji adına dışlanırken,  sivil toplumculuk görünümü altında cemaatçilik ve etnikçilik meşrulaştırılmağa çalışılmaktadır. Bu bölgede hegemonya projeleri peşinde koşan emperyal dış güçler de bu tür siyasal senaryoları hem örgütlemekle, hem de dışarıdan finanse ederek Türkiye’deki siyasal gelişmeleri belirli yönlere doğru çekmeğe çalışmaktadırlar. Esas devleti korumak, anayasal düzeni savunmak resmi ideoloji suçlamaları ya da derin devletçilik çamurculuğu ile önlenmeğe çalışılmaktadır. Bu tür emperyalist ağızlar, ülkede ciddi bir kafa karışıklığı yaratmakta ve Türk insanının devleti ile rejimine olan güvenini sarsmaktadır. Emperyalizmin saldırısına karşı bir var olma savaşı vererek tarih sahnesine çıkmış olan Türk ulusunun bu tür siyasal oyunlara karşı daha güçlü bir biçimde karşı koyması gerekmektedir, aksi takdirde devlet düzenini korumak her geçen gün daha da zorlaşacaktır.

Atatürk’ün devlet modelinin temelinde bir temel norm olarak ulusal, üniter ve merkezi devlet yapısı bulunmaktadır. Anayasanın başlangıç hükümleri ile beraber değişmez maddeleri; Türk devletinin dayandığı temel normdur. Her devletin temelinde bir temel norm yatmaktadır. Büyük hukuk bilgini Hans Kelsen’in ortaya koyduğu gibi, her devlet bir anayasaya dayanır ve her anayasada da devletin dayanağı olan bir temel norm bulunur. Amerikan devleti bir federasyondur. İngiliz devleti bir krallıktır. İsrail devleti bir din devletidir. İran devleti bir İslam devletidir. Türk devleti de ulusal ve üniter bir merkezi devlettir. Devletin kurucu iradesini temsil eden Atatürk, Türk ulusu adına bu devlet modelini anayasal sistemin temel normu haline getirmiştir. Atatürk’ün kurmuş olduğu cumhuriyet devleti ilelebet payidar kaldıkça, işbaşına gelen iktidarlar bu temel norma uygun olarak hareket etmek durumundadırlar. Türk devleti yıkılmadıkça ve yerine yeni bir devlet kurulmadıkça, Atatürk’ün devlet modeli Türkiye Cumhuriyeti anayasalarında bir temel norm olarak varlığını sürdürecek ve geleceğe dönük olarak devletin bu ilkeler doğrultusunda kurumlaşmasını sağlayacaktır. Demokrasi kavramını alt kimlikleri yasallaştırma doğrultusunda kullananlar ulusal bir demokrasi olamayacağını gösterme çabası içerisinde, yeni bir Sevr haritası yaratarak alt kimlikli eyaletlere dayanan bölgesel federasyonu oluşturabilmenin çabası içindedirler. Tam bu aşamada, Türk devletinin dayandığı temel norm görmezden gelinerek Atatürk’ün devlet modeli tasfiye edilmek istenmektedir. Türk devletinin temelinde var olan temel normu iktidara getiren Türk ulusunun iradesi görmezden gelinirken, küresel imparatorluk ardında koşan tekelci sermayenin iktidarına dönük bir yapılanma doğrultusunda Türkiye yeni bir temel norma ve devlet yapılanmasına sürüklenmek istenmektedir.  Türk devletini kurmuş olan Türk ulusunun artık iradesine sahip çıkarak, Atatürk’ün kurmuş olduğu devlet modelinin geleceğe dönük varlığını koruyabilmesi için yeni bir milli mücadeleye yönelmesi gerekliliği her geçen gün daha da artmaktadır. Önümüzdeki dönemde, devletin temelindeki ulusal ve üniter devlet temel normuna sahip çıkanlarla, emperyalizmin gerçekleştirmek istediği çok uluslu eyalet ve federasyon yapılanması ardında koşanlar arasında bir siyasal çekişmenin yaşanacağı görülmektedir. Türk ulusu kısa zamanda toparlanarak Atatürk’ün devlet modeline sahip çıkarsa böylesine bir çekişme yaşanmadan toplumsal barış içerisinde Türkiye Cumhuriyeti geleceğe dönük olarak gelişmesini sürdürebilecektir. Toparlanma olmaz ve çekişme yaşanırsa, böylesine bir sürecin nerede duracağını şimdiden kestirebilmek olanaksızdır. Yeni bir dünya düzeni arayışı aşamasında Türk ulusunu belirsizliklere sürüklemeye hiç kimsenin hakkının olmaması gerekir. Atatürk’ün devlet modeli Türk ulusunu gelecekte güvence altına alabilmek açısından son derece yeterli bir sistemdir. Türk ulusu bu gerçeği bilerek hareket ederse birçok emperyalist oyun bozulabilecektir.