Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

ALMANYA SİYASETİNDE TÜRKİYE                       

Dünya haritasını önünüze sererek incelemeye başladığınız zaman Almanya ve Türkiye’nin ne kadar birbirine yakın devletler olduğu görülmekte ve bu doğrultuda akla birçok konu gelmektedir. Geçmişe doğru bir bakış çerçevesinde bu bölgeler son yüz yıllardaki siyasal gelişmeler içinde ele alınarak incelendiğinde, Çanakkale savaşları içinde Alman Osmanlı askerleri ile birlikte, generallerinin de yer aldığını gösteren resmi fotoğraflar dikkati çekmektedir. Birinci dünya savaşı sürecinde İngiltere ve Fransa gibi Atlantik kıyısındaki emperyal ülke askerlerinin, dünyanın merkezi coğrafyasını ele geçirme doğrultusunda Balkanlar üzerinden Anadolu yarımadasına doğru çıkışa ve işgale yönelirken, Osmanlı ordusunun yanında Almanya ordusu destekleyici ordu olarak yer almıştır. Daha sonraki aşamada ise Macaristan ve Bulgaristan gibi gene orta dünya haritasında yer alan Türk kökenli ülkeler de Balkanlarda başlatılan birinci dünya savaşının uzantısı olarak, Doğu Avrupa Bölgesi üzerinden kışkırtılan sıcak çatışmalara dahil olarak batı emperyalizminin orta dünya topraklarını işgal etmelerine karşı kuvvetli bir mücadeleye kalkışmışlardır. Balkan harbi sonrasında Almanya Doğu Avrupa’ya doğru savunma amaçlı bir mücadeleye girişirken; İngiliz, Fransız ve Rus ordularına karşı bir merkezi coğrafyayı savunma atılımına kalkışmıştır. Tarih kitaplarında yer alan Türk ve Alman generallerinin ortak resimleri, aslında iki orta alan ülkesinin var olan jeopolitik konumun gerekli kıldığı bir çizgide dayanışma içinde yer almaları, kaçınılmazdır. Osmanlı yıkılırken İngiltere, ABD ve Fransa gibi batılı ülkeler merkezi alan taksiminden yararlanabilmek üzere, Osmanlı topraklarına her yerden saldırmışlardır. Bu aşamada Osmanlının yıkılışını önlemek üzere Almanya yönetiminde Macaristan ve Bulgaristan gibi devletler devreye girerek, saldırgan batı Avrupa’ya karşı yeni bir doğu Avrupa barışı yaratabilmenin arayışı içinde olmuşlardır. Almanya’nın orta Avrupa bölgesindeki konumu cihan savaşında hem orta Avrupa hem de doğu Avrupa bölgelerinin birlikte korunmaları gerektiğini göstermiş ve bu nedenle de Almanya, Orta Avrupa üzerinden Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerinin savunulabilmesi için dünya savaşını kazanmaya çalışmıştır.

Birinci dünya savaşı sonrasında Orta ve Kuzey Asya ülkelerinin içinde yer aldığı bir ideolojik imparatorluk olarak Sovyetler Birliği kurulurken, birçok Avrupa kökenli Alman asıllı insan da Özbekistan ile Kazakistan arasında yer alan bölgelere yerleşerek en büyük kıta olarak dünya haritasında yer alan Asya’nın tam ortalarında yeni bir Germen hegemonyası oluşturabilmenin çabası içinde olmuşlardır. Yüz yıla yakın bir yeni devlet arayışını Almanlar Orta Asya’nın doğu bölgelerinde araştırırken, Rusların hoşgörülerinden yararlanmayı bilmişler ve bu doğrultuda Çin’in önünü kesmek doğrultusunda Orta Asya devletlerinin topraklarında örgütlenerek, Sovyet sonrası dönemler için bir Alman hegemonyasının öncülüğünü yapmak için yoğun çabalar göstermişlerdir. Sovyetler Birliğinin yirminci yüzyılın sonlarına doğru dağılmak zorunda kalması üzerine, Orta Asya bölgesindeki Türkler ile birlikte yaşayan Almanların ve diğer etnik topluluklarının bir kısmı geri dönerek, yeniden birleşen Almanya’nın doğu bölgelerine yerleşmişlerdir. Avrupa Almanları ana vatanlarının güçlendirilmesi ve Avrupa Birliği uğraşlarında önemli olan öncülük görevlerini yerine getirmek için çaba harcamışlardır. Orta Avrupa’dan başlayarak Orta Asya’ya kadar uzanan Avrasya bölgesinin geleceği için eski dönemlerde yapılan plan ve programlar yeni dönemlerdeki siyasal çekişmelerin temelini oluşturmuştur. Büyük Almanya bir yönü ile Avrupa Birliği diğer yönü ile de Avrasya Birliğine yönelik olarak yol almaya devam ettiği sürece Almanya da bir orta dünya bölge ülkesi olarak, tıpkı Türkiye gibi her iki yöne açılmak durumundadır. Amerikan kıtasındaki ABD hegemonya için doğuya doğru açılımlar yaparken, Almanya’da bir orta dünya ülkesi olarak tıpkı İngiltere gibi hareket etmekte ve hem batıya hem de doğuya doğru açılım yaparak küresel hegemonya planlarını gündeme getirmektedir. ABD’nin çok yönlü yayılma politikalarını İngiltere ile birlikte Almanya da kendi jeopolitik ortamında sürdürdükçe, dünya ülkeleri beş kıta üzerinde egemen olma hedefine doğru gitmektedir. Bir orta dünya ülkesi olarak Türkiye de Almanya gibi hareket ederek, kendi merkezli jeopolitik konumunun gereklerini yerine getirebilmenin arayışı içinde birinci dünya savaşında Almanya ile bir dayanışma birlikteliği oluşturmuştur. Daha sonraki gelişmelerde de doğu ve batı ülkeleriyle bölgesel güvenlik örgütlenmelerine gidilerek, yeniden savaş rüzgarlarının merkezi olan coğrafyada öne çıkmasına izin verilmemiştir.          

Birinci savaşın yarım kalması yüzünden ikinci bir savaş eğilimi Orta Doğu ülkelerini zorladığı aşamada, Hitler fenomeninin liderliği ve komutasında ikinci dünya savaşı başlatılmış ve bu doğrultuda Alman orduları Asya kıtasında Volga kıyılarından Çin sınırlarına doğru geniş bir alanı istila etmişlerdir. Birleşmiş Milletlerin kuruluşu ile ikinci dünya savaşına son verilince Nazi yönetimi teslim olmuştur. Naziler sonrasında bütün dünya ülkelerini demokrasi rüzgarları baskı altına alınca, Almanya da demokrasiye yönelerek yeni dünya düzeninin kurucusu olmuştur. Ne var ki, bütün devletlerde olduğu gibi Alman devleti de harita üzerindeki jeopolitik konumunu unutamamıştır. Bu doğrultuda geçmişten gelen politikalarını sürdürmeye devam edince, batıya dönük yüzü ile Almanya giderek batılılar tarafından engellenince Avrupa kıtası ile bütünleşerek, Atlantik emperyalizminin okyanus kıyılarından Avrasya içlerine girmesini önlemeye çalışmıştır. Ne var ki, Avrupa kıtasında aynı Almanya yüzünü doğuya doğru dönünce, kendi emperyalizmini uygulayacak geniş bir alan ile karşılaşmaktadır. Tarih boyunca Türk devletlerinin at koşturduğu ve kılıç salladığı Avrasya bölgesinin geniş topraklarında Asya ulusları, geleceğin dünyasının kurulması aşamasında bütün bu alanların tarihten gelen temsilcileri olarak öne çıkmaktadır. Orta çağdan bu yana Almanlar, her zaman için doğu bölgeleri ile yakından ilgilenmişler ve Avrasya kıtasının çeşitli bölgelerinde Alman asıllı bazı sosyal topluluklar bölge ülkelerinin ve Asya uluslarının siyasal sorunları ve yapılanmalarına yakınlık göstermişlerdir. Bu bölgelere Almanlar girdikçe, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden kalma Türk varlığı ile cumhuriyet döneminde de karşı karşıya kalınmıştır. Orta çağ sonrasında yaşanan modernleşme dönemlerinde Almanlar ve Türkler geç kalmış uluslaşma süreçlerini tamamlarken, hem ulusal bir varlık olarak kendi devletleri içinde hem de Alman ve Türk topluluklarının tarih içinde birlikte yaşadıkları ortak geçmişlerinin yaşandığı topraklarda yeni bir dönem başlarken, geçmişten gelen siyasal mirasın bugünün gerçekleri içinde ele alınarak yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. Orta dünyanın Avrupa ve Asya kıtalarının köşegeninde yer alan iki büyük ülkesi dünya dengelerinin yeniden belirleneceği aşamada, Alman ve Türk devletlerinin karşı karşıya gelmeden iş birliği içinde hareket etmeleri, daha barışçı ve adil bir siyasal düzenin kurulmasını sağlayacaktır.

Almanya ve Türkiye iki ayrı kıtanın tam ortasında yer almasına rağmen bugün her ikisi de birbirine komşu olan bir statüye sahiptirler. Özellikle yakın kıtadaki ülkeler ile ilişkiler, Türkiye ve Almanya gibi iki büyük ülkeyi dünya düzeni ve küresel barış ortamı içine çekerken, modern dünyanın birçok siyasal sorunu daha da kolay çözümlere sahne olmaktadır. Almanya Avrupa’nın en güçlü devleti olarak dünya ülkelerine yön gösterirken ve geçmişteki savaş dönemlerinden dersler çıkararak küresel sorunları çözerken, geleceğin dünyasının yeniden biçimlenmesine de katkı sunmaktadır. Almanya ulus devlet kimliğini kazandığından bu yana diğer ulus devletlere karşı ağabeylik yaklaşımlarını daha da artırarak, bölgesel sorunların çok büyümesini önleyebilmektedir. Bütün dünya ülkeleriyle kardeşlik yaklaşımları çizgisinde kurulan diplomatik ilişkiler, Almanların emperyal arayışlarına bir yönü ile tercüman olmakta diğer açıdan da beklenmedik durumların ortaya çıkardığı sürtüşme ve çekişme gibi olumsuz gelişmeler de bu arada sıraya girerek yeni koşulların getirdiği çözüm yoluna doğru yön alabilmektedirler. Şimdiye kadar Alman devletinin devreye girerek çözüm girişimleri yarattığı olumlu durumların artık yeni dönemde, Türk devletinin öne çıkması ve bölgesel bir inisiyatifi kullanmasıyla birlikte yeni çözüm yollarına bıraktığı görülebilmektedir. Yeni Türkiye farklı sorunlara karşı çözüm üretebilen bir orta boy devlet olarak, komşu küçük devletler ile bölgesel orta boy devletler için bir öncülük misyonu geliştirebilmektedir. Zamanında Osmanlı devletinin orta Avrupa’da Katolik ve Protestan çatışmalarına karşı Macaristan’a giderek doğu Avrupa’da siyasal dengelerin yeniden kurulmasını sağladığı gibi, bugün de dünyanın ortasındaki Türk devletinin bir yandan doğu bölgelerinde bir Türk birliği oluşturma çabaları devam ederken, diğer yandan Türklerin ve Almanların birlikte yeni bölgesel denge politikalarına doğru yol aldıkları görülmektedir.

Her iki devlet orta ve doğu Avrupa toprakları üzerinde yeni siyasal girişimler örgütlerken, önceliği bölge dışı büyük devletlerin emperyalist saldırılarını önleme konusuna vermişlerdir. Almanlar Çanakkale savaşında Osmanlı devletine yardımcı olmak için doğu seferlerine kalkışırken, Rusya ile savaşı göze alarak bir anlamda ikinci dünya savaşının provasını Rus ordularına karşı yapıyorlardı. Merkezi coğrafyanın üç büyük devletin birisinin kontrolu altına girmesiyle birlikte kavga ve savaş ortamı gündeme gelirken, üç büyük devlet arasında çekişme ve çatışmalar birbirini izlemiş ve dünya tarihi bu yüzden savaş dolu yıllar görmüştür. Alman desteğinin Osmanlı devleti için yeterli olamadığı aşamada, Rus askerleri gelerek batı emperyalizmine karşı destek sağlamaya çalışmışlardır. Almanya kendi güvenliği için Osmanlı devletine yardımcı olurken geleceğin dünyasında bir orta Avrupa ve Orta doğu iş birliğinin yeni adımlarını atabilmiştir. Almanlar birinci dünya savaşını kaybederek geri çekilirken, önce Ruslar ve sonra da İngilizler İstanbul adalarına yerleşerek Osmanlı yönetimini desteklemişlerdir.

Dün Almanya Osmanlı ülkesine gelerek buradaki emperyalistlerin oyunlarını önlemeye çalışırken, bugünün dünyasında da Türk devleti ortalarında bulunduğu merkezi alanının, batılı emperyalistlerin kontrolü altına geçmesin diye etkili bir çıkışı Almanya ve Macaristan üzerinden orta ve doğu Avrupa topraklarında gerçekleştirmeye çalışmaktadır. İki kutuplu dünya döneminde Amerikan orduları Atlantik üzerinden saldırıya geçerlerken, Almanya merkezi hedef konumuna yerleştirilerek bir Avrupa ve Asya hegemonyasının önü açılmaya çalışılmaktadır. Osmanlı döneminden gelen siyasal birikim ve tecrübeler Almanya’nın konumuyla birlikte ele alınarak değerlendirildiği zaman bugünün dünyasına ışık tutan bazı gerçekler gündeme gelmektedir. Türkiye’de bir Müslüman hükümet işbaşına gelince, bunun önünü kesmek isteyen batı kendi Hristiyan yapılanması doğrultusunda Türkiye’deki ılımlı İslam yapılanmasının önüne geçmeye uğraşmaktadır. Fener Rum patrikhanesinin öncülüğünde batının etkin Hristiyanları din savaşını sürdürerek, laik Türkiye Cumhuriyeti’ni basamak yapıp Asya kıtasını 21. yüzyılda Avrupa ve Amerika kıtaları üzerinden Hristiyan yapmaya uğraşmaktadırlar. Bu yüzünden Müslüman kimliği ile Avrupa’dan uzak tutulan Türk devleti, yeni iktidarı döneminde siyasal dengeleri yeniden tesis etmeye yönelmiştir. Böylesine yeni bir sürecin başlarında ortaya Avrupalı Osmanlılar adıyla yeni bir örgüt kurulmuştur. Bu örgüt Osmanlı dönemini çıkış noktası olarak ilan ederek ve adını da buna göre belirleyerek çalışmalarını sürdürmüştür. Avrupa’ya Osmanlı düzenini yeniden getirmek ise bir düş olmanın ötesine gidememiştir. Doğu Avrupa ve Balkan yarımadası üzerindeki devletlerde geçmişten kalan Türk asıllı nüfusların Türk ve Müslüman kimliklerinin korunması ve Osmanlı benzeri bir yeni siyasal düzen kurulabilmesi amacıyla yeni dünya düzeni ve geleceğe dönük çalışmalar, Avrupalı Osmanlılar örgütü üzerinden tamamlanmaya çalışılmış ama istenen olumlu sonuçlar böylesine bir örgütlenme ile başarılı olamamıştır.

Türkiye’de yeni Osmanlıcılık girişimleri ılımlı İslamcı iktidarlar tarafından sürdürülürken, Avrupalı Osmanlılar örgütü yetersiz kalmıştır. Bu doğrultuda yenilikler düşünülürken, siyaset sahnesinin ana örgütü olan siyasal partilere yönelik ilgilerin arttığı görülmüştür. Yurt dışından gelen göçmenlerin bütün Avrupa ülkelerindeki partilere üye olmaları ve bu partilerin yönetim kademelerine seçilerek önde gelen siyasal kadroları oluşturmalarıyla birlikte göçmen rüzgarlarının Avrupa siyasetini partiler aracılığı ile yönlendirmesi başarılı olunca, Almanya’daki Türk göçmenlerin önce Alman partilerine üye olmaları sağlanmış ve daha sonraları da Türk asıllı parti üyelerinin bir araya gelmeleriyle Alman siyasal sistemi içinde bir Türk lobisi oluşturulabilmiştir. Almanya’daki Türk nüfusun üç milyondan beş milyona doğu artması üzerine, ülkedeki Türk lobisinin etkileri artmış ve Türk lobisi içinden çıkan siyasetçi ya da iş adamlarının ülkenin her yerinde örgütlenmiş bulunan yapılanmalar aracılığı ile rekabet düzeninde içine girdikleri yarışları kazanmaları gerçekleştirilmiştir. Küresel emperyalizm alt kimlikleri hortlatarak bunlar üzerinden ulus toplumları ve devletlerini parçalamaya çalışmaları neticesinde bütün ulus devletler kendi ulusal toplumları ile birleşerek uluslaşma olgusunu tırmandırmaya çalışmışlardır. Önce dernek ile yola çıkan Almanyalı Osmanlılar ikinci adımda lobiciliğe ağırlık vermişler ve üçüncü aşamada da yeni bir siyasal parti oluşturmak fikrine gelmişlerdir. Diğer Avrupa ülkelerindeki gelişmelerde Türklerin örgütlenmelerine ciddi anlamda destekler sağlanmış ve Türkleri güçlü bir yapılanmaya getirmiştir.

Küresel emperyalizmin alt kimlikleri hortlatması sonrasında, ulus devletlerin hepsinde ciddi anlamada alt kimlikçilik sorunları ortaya çıkarak ülkeleri sarsmaya başlamıştır. Almanya Avrupa’nın en güçlü ülkesi olarak yeni bir politik döneme girerken Avrupa’nın ortalarında bağımsız devlet olarak yer alan Avusturya, Danimarka, Hollanda gibi küçük ülkeler giderek bir Alman birliği arayışı içine girmiştir. Almanya hem orta Avrupa Germen nüfusunun odak noktası konumuna gelmiş hem de kendi devleti içinde diğer alt kimlikli vatandaşlarının hareket tarzları ile karşı karşıya gelmiştir. Orta Avrupa’nın Germen topluluklarına Almanya sahip çıkmaya çabalayarak, Avrupa kıtasının tam ortalarında, bu güçlü ülkenin artan işçi ve çalışan orta yaş kuşağı nesiller ihtiyacı, geleceğin dünyasında bir Büyük Almanya devletini insanlığın karşısına çıkartabilecektir. Benzeri bir durum bugünün koşullarında Türkiye için de söz konusudur. Almanya Avrupa’nın ortalarında kendisinden kopmuş Germen toplulukları ile birlikte bir büyük devlet arayışı içine girerken, yeni Osmanlıcılık söylemleri ile de Osmanlı hinterlandında sahip birçok Türk asıllı topluluk ve ülke bugünkü dünya haritası üzerinde birlikte yaşamaktadırlar. Almanlar yıllarca Osmanlı uzantısı toplum ve devletlerin yönlendirmesini yaparak Çanakkale savaşı sonrasında yeni bir geniş alan hegemonyası ardında koşarken, Türkler böylesine bir emperyal oluşumun öncülüğünü yapmamışlardır. Türklerin sömürgecilik yapmamaları dünya barışı için olumlu bir örnek oluşturmuştur. Birinci dünya savaşı sırasında Osmanlı devletinin Almanya önderliğindeki orta alan askeri yapılanması, daha sonraki aşamada Macaristan, Bulgaristan ve Türkiye gibi Türk asıllı ülkelerin Anglo-Sakson devlet ve toplumların saldırılarına karşı, Alman ve Türk asıllı toplum ve devletlerin birlikteliğini öne çıkarmıştır. Almanlar ve Türkler orta dünya devletleri ve ulusları olarak birinci cihan savaşında dayanışma içinde savunma yapmışlardır.

Almanya için bir alternatif olarak kurulan sağ ulusalcı partinin son birkaç seçimde beklenenin üzerinde oy alması, kamuoyunda büyük sarsıntılar yaratmış ve tedirgin olan seçmen kitlelerini giderek yeni sol ve sağ partiler arayışına yönlendirmiştir. Alman ulusal kimliğinin ötesinde sol ya da sağ çizgiler hazırlayan yeni partiler ortaya çıkarak seçmen kitlelerini etkilemeye başladığında, siyasi partiler listesi değişmiştir. Önce aşırı uçları sarsan oy patlaması ile başlayan yeni süreç daha sonraki aşamada da aşırı uçlardan yavaş yavaş alt kimlikler temeline oturmaya başlayınca, Türkler de kendi siyasal partilerini kurarak Almanya siyasetinde nüfusu toplam ulusal nüfusun on beşte biri olan Almanya’daki Türk nüfusunun, siyasal bir parti ile örgütlenerek siyasal alandaki yarışa girmesine zemin hazırlamışlardır. Beş milyonluk bir oy potansiyeline sahip olan Türk lobisinin yeni kurulan DAVA isimli partiye sahip çıkarak, Alman yasaları ve siyasal düzeni çerçevesinde çağdaş bir siyasal örgütlenmeyi gündeme getirmişlerdir. Türkiye’nin doğu bölgesindeki gibi bir sorun ile bu kez Alman devleti karşı karşıya gelmiştir. Avrupa ülkelerindeki siyasal parti listelerine bakıldığı zaman ideoloji ve siyasetlerin yerini etnik köken ve dinsel kimlik örgütlenmelerinin aldığı yeni bir durum vardır. Almanya’nın bölünmez bir bütün olduğunu savunan ulusalcılar ise hem aşırı uçlara hem de etnik kökenli örgütlenmelere karşı çıkmaktadırlar.

Sınırları geniş belirlenen demokrasilerin Avrupa gibi gelişmiş ve modern ülkelerde bile bölücülüğü öne çıkardığı, son Alman seçimlerinde açıkça ortaya çıkmıştır. Türkiye’ye karşı bölücülüğü destekleyen Avrupa ülkeleri, yeni dönemde kendi ülkelerinde de etnik kökenli siyasal örgütlenmelerin bölücülük yapma tehlikesiyle karşı karşıya gelmektedir. Yeni dönemde Almanya, bütün dünya ülkelerine karşı etnik köken ve ırksal yapılanma konularının insan hakları diye savunulmalarını zorla kabul ettirmeye çalışırken, kendisinin ulusal çıkarları doğrultusunda diğer devletlerin çatısı altında kendi alt kökenleri üzerinden yepyeni bir siyasal model yapılanmasına doğru yöneldiği görülmektedir. Yıllardır batı dünyasının önde gelen devletleri böylesine çifte standartlı bir yapılanmaya dönük çalışarak dünya ülkelerini parçalanmaya doğru yönlendirirken, şimdi gelinen noktada Avrupalı ülkelerin düştüğü çelişkili durumlar diğer dünya ülkelerinde de görülmektedir. Etnik ve dinsel farklılıkların giderek siyasal örgütlenmelere dönüşmesi, ulus devletlerde tedirginlik yaratırken, her ulus devlet kendi durumunu yeniden inceleyerek değerlendirme yapmak durumundadır. Uluslar bir devletin çatısı altında yaşayan herkesi ulus devletin bir parçası olarak görmek ve bu doğrultuda ülkede birlik ve beraberlik statüsünü koruyarak devletlerin ülkeleri üzerinde kamu düzeni oluşturma yetkisiyle gücünü artırmak zorundadırlar. Ulus devletlerin birliklerini koruyamaz bir duruma geldikleri zor aşamalarda, aynı ulusun içindeki farklı kimliklerin kendilerine benzer bir biçimde örgütlenmeye çalıştıkları da bugünün artık gizlenemeyecek önde gelen siyasal gerçekliğidir.

Türkiye bütün dünya ülkelerinde temsilcileri bulunan modern bir orta doğu devletidir. Avrupa, Asya, Afrika ve de Amerika gibi büyük kıtaların kesişme noktalarındaki her devletin jeopolitik konumları, bölgesel sorunların kontrol edilmesinde ve çözüme kavuşturulmasında etkin rol oynamaktadır. Kıtadan kıtaya, bölgeden bölgeye her devletin konumu değiştiği için sorunlar farklılık göstermekte ve bunların çözüme kavuşturulmasında farklı yöntemler ve bakış açılarıyla hareket edilerek kesin sonuçlar alınabilmektedir. Almanya Avrupa’nın ortasında yer alan merkezi bir orta alan devletidir. Türkiye Cumhuriyeti yeni dönemde Avrupa Birliği ile birlikteliği sağlamak için Almanya gibi merkezi bir devlet ile yakınlaşmak ve bu ülkenin olanaklarından yararlanarak, tarihin zor aşamalarında gündeme geldiği gibi, Avrupa ve Orta Doğu gibi bölge ülkelerindeki devletlerle yakınlaşarak barış ve güvenliği gerçekleştirmek için üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmek zorundadır. Her ülkede çeşitli siyasal partiler vardır ve bunların siyasal aktiflikleri ile üretilecek siyasal tavır ve çözümler sorunların aşılabilmesi doğrultusunda işe yarar ve yeni bir düzenleme getirebilmelidir. O zaman her devlet için geçerli olan farklı yaklaşımların devreye girerek sonuç alması gerekmektedir. Nasıl ki Almanya bütün Avrasya bölgesine dağılan Alman asıllı vatandaşları ile Asya ve Avrupa ülkelerini gözetim altına alıyorsa, Türkiye Cumhuriyeti’nin de bazı partiler ile yakınlık sağlayarak Almanya, Fransa ve İngiltere gibi Avrupa’nın en büyük ülkelerini yakından izlemesinde dünya barışı açısından ulusal ve küresel yararlar vardır. Türkiye’nin Almanya’yı daha yakından izlemesi de Avrupa kıtasının güvenliğine katkı sağlayacaktır. Alman-Türk birlikteliği gelecekte Avrasya barışının öncüsü olabilir.