Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

2016’da Türk Edebiyatı’nın En Çok Okunan Kitapları

 

 

1. Sabahattin Ali (1907 – 1948), Kürk Mantolu Madonna, 1943

Kürk Mantolu Madonna ile ilgili görsel sonucu

 

“On seneden beri ona karşı duyduğum hiddetin, etrafıma karşı kendimi aşılmaz bir duvar içine alışımın hakiki sebebini şimdi anlıyordum: On sene, hiç azalmayan bir aşkla, onu sevmekte devam etmiştim. İçime ondan başka hiçbir kimsenin girmesine müsaade etmemiştim. Fakat şimdi onu her zamandan ziyade seviyordum. Karşımdaki hayale kollarımı uzatıyor, ellerini tekrar avuçlarıma alıp ısıtmak istiyordum. Onunla beraber geçen hayatımız, o dört beş aylık zaman, bütün teferruatıyla gözlerimin önündeydi. Her noktayı, aramızda konuşulan her kelimeyi hatırlıyordum. Sergide resmini görmekten başlayarak, Atlantik’te şarkısını dinleyişimi, yanıma sokulmasını, nebatat bahçesi gezintilerini, odasında karşı karşıya oturuşlarımızı, hastalığını birer kere daha yaşıyordum. Bir hayatı baştan aşağı dolduracak kadar zengin olan hatıralar, böyle kısa bir zamana sıkıştırıldıkları için hakikattekinden daha canlı, daha tesirliydiler.”

2. Yusuf Atılgan (1921 – 1989), Aylak Adam, 1959

Aylak Adam ile ilgili görsel sonucu

 

“Tutamak sorunu dedim. Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaydaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kim zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine; sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutmağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin, “Veli Ağa’nın öküzleri gibi öküz yoktur” demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimizi, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!”

3. Sabahattin Ali (1907 – 1948), İçimizdeki Şeytan, 1940

İçimizdeki Şeytan ile ilgili görsel sonucu

 

“Değil… Değil… Fakat şu muhakkak ki bugün olduğum gibi de olmak istemiyorum. Büsbütün başka bir hayat, daha az gülünç ve daha çok manalı bir hayat istiyorum. Belki bunu arayıp bulmak da mümkün… Fakat içimde öyle bir şeytan var ki… Bana her zaman istediğimden büsbütün başka şeyler yaptırıyor. Onun elinden kurtulmaya çalışmak boş… Yalnız ben değil, hepimiz onun elinde bir oyuncağız… Senin dünyaya hakimiyet planların bile eminim ki onun mahsulü…”

4. Oğuz Atay (1934 – 1977), Tutunamayanlar, 1973

Tutunamayanlar ile ilgili görsel sonucu

 

“Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan boyunda olanları bile vardır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı, kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer.) Genellikle başka hayvanların yuvalarında (onlar dayanabildikleri sürece) barınırlar. Toplu olarak yaşamayı da bilmezler ve dış tehlikelere karşı birleştikleri görülmemiştir. Kendilerini korumayı bilmezler. Fakat -gene taklitçilikleri nedeniyle- başka hayvanların dövüşmesine özenerek kavgaya girdikleri olur. Şimdiye kadar hiçbir tutunamayanın bir kavgada başka bir hayvanı yendiği görülmemiştir. Din kitapları, bu hayvanları yemeği yasaklamışsa da, gizli olarak avlanmakta ve etleri kaçak olarak satılmaktadır. Tutunamayanları avlamak çok kolaydır. Anlayışlı bakışlarla süzerseniz, hemen yaklaşırlar size. Filden sonra, din duygusu en kuvvetli olan hayvan olarak bilinir. Öldükten sonra cennete gideceği bazı yazarlarca ileri sürülmektedir. Fakat toplu ya da tek gittikleri her yerde hadise çıkardıkları için, bunun pek mümkün olmayacağı sanılmaktadır.”

5. Ahmet Hamdi Tanpınar (1901 – 1962), Saatleri Ayarlama Enstitüsü, 1961

Görsel sonucu

 

“Şurada burada tesadüf ettiği yaymacılardan… Bozuk saatleri satın alıp ötesini berisini değiştirerek tamir ettikten sonra fakir dostlarına hediye ederdi: ‘Al bakayım şunu! Hele bir zamanına sahip ol…Ondan sonrasına Allah kerimdir!’ Sözü kendisine dert yananların- fakir olmak şartıyla- çoğuna cevabı idi. Böylece Nuri Efendi’nin sayesinde zamanına tekrar sahip olan insan sanki darıldığı karısı ile daha kolay barışabilir, çocuğu daha çabuk iyileşirmiş, yahut hemen o gün borçlarından kurtulacakmış gibi sevinirdi. Bunu yaparken iki türlü sevabı işlediğine inandığı muhakkaktı. Bir yandan yarı ölü bir saati diriltmiş oluyor, öbür yandan da bir insana yaşadığının şuurunu, zamanını hediye ediyordu.”

6. Sabahattin Ali (1907 – 1948), Kuyucaklı Yusuf, 1937

Kuyucaklı Yusuf ile ilgili görsel sonucu

 

“Bu saatlerin bir daha geri gelmeyeceğini, karanlık bir his ikisine birden tekrar edip duruyor ve aynı zamanda, saadetlerinin gölgesiz olması için, dimağlarının bu andan başka hiçbir şeyle meşgul olmaması lazım geldiğini onlara fısıldıyordu. İkisi de ne bir saat önceyi, ne de bir saat sonrayı düşünüyorlardı. Bütün hislerden ve düşüncelerden daha kuvvetli olan ve insanı hayatında ancak birkaç defa idaresi altına alan tabii ve hakim bir duygu şimdi ikisini de avucunun içine almıştı. Bu anda etraflarındaki ağaçlar, karşılarındaki deniz kadar bu kuvvete tabiydiler. Bir tek üzüntüleri, bir tek istekleri yoktu. Hatta her istediğine nail olanların iç sıkıntısı da onlardan uzaktı. Saadetin bu kadar tamam ve mükemmel oluşu ikisini de şaşırtmış gibiydi. O kadar ki, birbirlerine söyleyecek tatlı sözler bile bulamıyorlar, sadece derin derin nefes alarak gülümsüyorlardı.”

7. İhsan Oktay Anar (1960 – ), Puslu Kıtalar Atlası, 1995

Puslu Kıtalar Atlası ile ilgili görsel sonucu

 

“Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazen o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir alem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı. Oysa Uzun İhsan Efendi, Dünya’nın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. Kuran’ın kendisi Peygamber’in dünyayı nasıl okuduğuna bir örnekti ve onun ardında giden herkes, dünyayı onun gibi okuyup şahadetlerini yazmalı ve bunları başkalarına aktarmalıydı. Dünyaya şahit olmanın yolu ise maceranın kendisinden başka bir şey değildi. Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu dünyanın şahidi olmaktı.”

8. Ayşe Kulin (1941 – ), Gizli Anların Yolcusu, 2011

Gizli Anların Yolcusu ile ilgili görsel sonucu

 

“Bir reklam ajansının her yıl aşağı yukarı aynı tarihlerde tekrarlanan geleneksel kutlama gecelerinden birindeydik. Reklamcılar tam takım gelmişlerdi yine. Bu tür akşamların olmazsa olmaz kamberleri sahneye yakın ön masalara serpiştirilmişlerdi. Medya dünyasının patronları, önemli köşe yazarları, televizyon yapımcıları, birkaç ortalıkta gözükmeyi seven ressam, edebiyatçı, tiyatrocu, sahne sanatçısı ve elbette İstanbul sosyetesinin dedikodu dergilerinden, kuaför magazinlerinden hiç eksilmeyen sosyete seçkinleri, son moda smokinlerini giymiş, yanlarında sırf bu gece giyilmek üzere satın alınmış marka giysili zarif eşleriyle oturuyorlardı, onar kişilik gruplar halinde ön masalarda. Tamamen bir düğün formatındaydı gece. Tek eksiği, bu tür eğlencelere alışık olmayan utangaç tavırlı eşleri, hoyrat korumalarıyla, ciddi gözükmeye gayret eden bıyıklı politikacılardı. Onlar Ankara’ya aittiler, İstanbul gecelerinde boy göstermeye başlamamışlardı henüz.”

9. Zülfü Livaneli (1946 – ), Konstantiniyye Oteli, 2015

Konstantiniyye Oteli ile ilgili görsel sonucu

 

“Bu andan sonra dünya git gide uzaklaşıyor, uzaklaşıyor, tam yok olmaya yüz tutmuşken, Zehra bir ses duymaya başlıyor. Sağ yanağını ısıtan mermerin altından gelen, yumuşak, tekdüze, inlemeyle yakınma arası ama ne dediği anlaşılmayan, boğuk bir ses bu. Elbette boğuk olacak, çünkü çok derinlerden geliyor gibi. Zehra bir süre sonra bu sesin sandığı gibi konuşmadığını, mırıldanmadığını, inlemediğini, ancak daha önce hiç duymadığı garip, gizemli, tuhaf bir ezgiyle şarkı söylediğini anlıyor. Uzun seslerle söylenen, mistik, yakınma dolu, neşeden uzak, içinde ilahi bir şeyler barındıran ama bir yandan da yerde, bilincinin büyük bölümü uykuya dalmış Zehra’nın tüylerini diken diken etmeye yetecek kadar tuhaf bir ezgi bu; sesin sahibi bir erkek. Şarkının hangi dilde söylendiğini anlayamıyor Zehra; Türkçe değil; İngilizce’ye ya da kulak aşinalığı olan başka bir dile de benzemiyor.”

10. Ahmet Ümit (1960 – ), Elveda Güzel Vatanım, 2015

Elveda Güzel Vatanım ile ilgili görsel sonucu

 

“Ölüm, şehirlerimizi kaybetmekle başlar. Kim söylemişti bu cümleyi hatırlamıyorum, ne yazık ki doğru… Doğru lakin eksik. Ölüm, şehirlerimizi kaybetmekle başlar, vatanımızı kaybetmekle neticelenir. Şu anda, kabusu andıran duygu kemiriyor içimi. şehrimi çoktan yitirdi, sıra vatanıma geldi. Belki onu da çoktan yitirdim ama farkında değilim.”

“O kadar genç, o kadar tecrübesiz, o kadar iyimserdim ki, tarihin, gönlümüze göre akacağına inanıyordum. Elbette olmadı, elbette duvara tosladım. Çünkü tarihin vicdanı yoktu. Çünkü tarih insanları düşünmezdi. Ne insanları, ne aşklarını ne de hayatlarını. Biz, ona yön vermeye çabalasak da, o kendi kafasına göre akmayı sürdürürdü. Ülkeler parçalanmış, milletler yok olmuş, şehirler yağmalanmış, insanlar katledilmiş hiç umrunda olmazdı!”

11. İlber Ortaylı (1947 – ), Türklerin Tarihi, 2015

Türklerin Tarihi ile ilgili görsel sonucu

 

“Türkiye Müslüman’dır, semitik dilleri bilmez. İslamiyet’in vahiy dili olan Arapçayı ve onun kökü olan Sami dilleri de bilmez. Türk dilinin %30’u Farsça’dır. İran denilen dünyadan haberimiz yok. Aynı şekilde Türkiye, Bizans İmparatorluğu’nun varisidir ama Helen dili öğretimi ve Bizans tetkikleri zayıf; filologyadan da, tarihten de haberdar değiliz. Şüphesiz ki bu zaaflarla bizim bir şey yapabilmemiz, ne Avrupa’ya ne Asya’ya tam anlamıyla oturabilmemiz ve etrafımızdaki hasım dünya ortasında kendimizi müdafaa edebilmemiz, dahası gelecek nesillere sağlıklı bir kültür aktarabilmemiz mümkün değildir. Gençlerimiz zengin bir kültür mirası alıp bunun bilincinde olmadıkları için ön planda kimlik bunalımından dolayı bundan kaçmaktadırlar. Çünkü Bariz vasıf budur; kimliğin oturmadığı, iyi tarif edilmediği, benimsenmediği yerde ulus ve vatan coğrafyası da benimsenemez. Tarihi benimsemezse coğrafyayı da benimsemez, dolayısıyla kimlik eksik teşekkül eder ve ortada sadece karnını doyurmaya kalkan ve mütamadiyen bunu tekrarlayan garip bir toplum oluşur.”

12. Emrah Serbes (1981 – ), Deliduman, 2014

Deliduman ile ilgili görsel sonucu

 

“Diyeceksiniz ki niçin! Ne bileyim niçin! Önce bir özgür olalım da, ondan sonra o özgürlükle ne yapacağımızı düşünürüz demiştik. Belki de hiçbir şey yapmazdık. O hissin kendisi yeterdi bize. Özgürlüğü hep insanın canının istediğini yapması zannediyoruz, oysa özgürlük her şeyden evvel bir histir. Eylemden önce o his gelir. İnsana bir şey yaptıran yahut yaptırmayan o histir.”

“İnsan sadece öğrenmek zorunda olduğu şeyleri öğrenir oğlum. Sadece acıyla öğrenilenler unutulmaz. Ve ne vakit çekilirse çekilsin, insanın yüreğinin en derinlerinde hissettiği acı, o saf acı, bir imbikten süzülürcesine gelip insanın içine akan o katıksız acı, tüm zamanların acısıdır.”