Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

10 Anadolu Öyküsü

1. Ahmet Hamdi Tanpınar (1901 – 1962) – Erzurumlu Tahsin (Abdullah Efendi’nin Rüyaları, 1943)

İlgili resim

 

Tanpınar’ın 1923-1924 yıllarında Erzurum’da bulunduğu sıralarda yaşanan büyük depremin izlenimlerine dayanarak yazdığı Erzurumlu Tahsin gerçekçi çizgilerine rağmen, büyük felaketler karşısında dünya nimetlerinden vazgeçip bir meczup haline gelen Tahsin Efendi’yi anlatır.

“Ertesi gece şehrin her meydanı acayip bir panayıra dönmüştü. Çadırlar, tahtadan ve gaz sandıklarından yapılmış kulübeler, dört direk arasına ve üstüne gerilmiş kilim ve seccadeden yapılma acayip meskenler, hatta sadece önleri örtülü arabalar… Ve bunların arasında alçak sesle konuşan ihtiyarlar, kadınlar, ağlayan küçük çocuklar, gidip gelen siyahlı beyazlı hayaletler. Bu hakiki bir göç manzarası idi.”

2. Sabahattin Ali (1907 – 1948) – Arap Hayri (Kağnı, 1936)

Arap Hayri (Kağnı, 1936) ile ilgili görsel sonucu

Sabahattin Ali hikayesinde Beyşehir’de yaşayan Arap Hayri adındaki bir boyacının hayatını anlatır.

“Gerçi, bozkırları altmış kilometre ile geçen trenin ara sıra durduğu tenha istasyonlardan veya tenezzüh otomobillerinin yarım saat için mola verdiği ağaçlı hükümet meydanlarından bu dünyayı görebilmek kolay, hatta mümkün değildir, fakat yirmi beş kişi yolcu taşıyan bir Şevrole kamyonla buralara gelip üç dört gece kıraathanenin üstündeki otel kılıklı yerde yahut avlusu çamur ve benzin kokan handa kalanlar, eğer gözleri kör değilse, hayatın akışına sessizce uyup giden, başlı başına bir dünya görürler. Fakat bu da görmek değildir. Oralarda uzun zaman oturmak, akışa kapılarak yaşamak lazımdır. Birkaç büyük şehrimizi dolduran ve dünyayı oradan ibaret sananlar bu kasabalara geldikleri zaman, ne kadar ayrı bir alemin insanları olduklarını anlarlar. Kendileri için ehemmiyetli olan bir takım şeylerin buralarda adının bile anılmadığının, senelerin burada ancak birkaç resmi binada ve kahvenin mermer masasının üzerinde çay lekeleriyle yatan bir iki gazetede yürüdüğünü, yaylı arabanın yerini tutan otomobilin, küçük bir daire üzerinde dönen hayatta bir değişiklik yapmadığını fark edince şaşırır ve kaçmak isterler.”

3. Kenan Hulusi Koray (1906 – 1943) – Tarlaya Çevrilen Su (Bahar Hikayeleri, 1939)

 

Kenan Hulusi,  Bu öyküsünde Ahlamış Köyü’nün çektiği su sıkıntısı ve bu sıkıntıdan kurtulmak için köylülerin ve muhtarın yaptığı girişimlerin sonuçsuz kalması üzerine yeni açılan bakır madenine giden suyu nasıl kendi tarlalarına çevirdikleri anlatılır. Hikayedeki bu köy Anadolu’daki iç kesimlerde görülen köylerle ortak niteliklere sahip bir köydür.

“Ahlamışlar Köyü kasabadan Delideğirmen yoluna sapınca, yaya giderseniz bütün bir gün, eşek sırtında şöyle böyle üç saat tutar. Değirmeni kıvrılıp Delisuyu yan tarafınıza alır almaz kendinizi birdenbire kel tepeler, dımdızlak tarlalar arasında bulursunuz. Ne bir yonca, ne katır tırnaklarına tesadüfen vazgeçiniz, öğle vakitlerine rast gelirseniz vay halinize! Yollarda insan değil it bile geçmez, bulut gölgesi düşmez, kuş uçmaz.”

4. Nahit Sırrı Örik (1895 – 1960) – Eve Düşen Yıldırım (Eve Düşen Yıldırım, 1934)

Eve Düşen Yıldırım, 1934 ile ilgili görsel sonucu

Öyküde Ahmet Şükrü Efendi uzun zamandan beri kırgın olduğu kardeşinden bir mektup alır, İstanbul’a gelir ancak kardeşinin o gelmeden önce ölmesi, onun onsekiz yaşındaki kızı Muazzez’i Ankara’ya getirmesi, bunun evde yarattığı değişim ve sonuçlar anlatılır.

“Ankara-Kayseri hattının ilk istasyonu olan Cebeci’ye tren yahut otobüsle varılınca insan kendisini biraz İstanbul’un Bakırköy taraflarında sanıyordu. Sonra, hemen hiçbir nizama riayet etmeden yapılmış evlerle dolu bir sırtta eğri büğrü yamru yumru yollar takip edilerek çıkılıyor, ancak bir iki köşkün bulunduğu bir düzlüğe varılıyordu. Uzaklarda bütün dağlar vardı ve sağ tarafta Çankaya’nın yeşillikler ortasındaki köşkleri, onun aşağısında Yenişehir’in kârgir binaları ve üzerinde kalesiyle karşıda eski şehir, eski şehrin eski harap ve üst üste evleri görünüyordu. Geceleri Çankaya yollarının elektrikleri muazzam bir camiin mahyaları gibi parlıyor, Yenişehir’le Ankara’da bin ışık yanıyordu.”

5. Memduh Şevket Esendal (1883 – 1952) – Köye Dönüş (Hikayeler I, 1946)

Memduh Şevket Esendal ile ilgili görsel sonucu

Öyküde ana mekan yeri İstanbul, Ankara ile Eskişehir arasında bir istasyon yakınlarındaki ismi verilmeyen bir köydür. İkincil mekanlar ise Ankara, Afyon, Konya’dır.

“Görüyorsunuz ya Beyefendi, burası adeta dağbaşıdır. Bu adam bizi aldattı, köye götüreceğini söyledi. Bizim bildiğimiz, köy dediğin ağaçlık, çayır çimenlik olur. Bir yanda koyunlar meler, bir yanda kuşlar öter, köyün kenarındaki ağaçlık altında ihtiyarlar delikanlılara gazalarını anlatır, yaralarını gösterir, kızlar testileri omuzlarında su almaya gelirler. Köyün hocası cihadın faziletinden bahseder, ahkamı hiretten nasihat eyler. Burada böyle şeyler ne gezer; efendim. Eğer efendimizin vakitleri olsa idi, köy dedikleri yeri zatı âlilerine gösterirdim. Şu sırtın arkasındadır. Numune için tek bir ağacı bile yoktur.”

6. Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889 – 1974) – Issız Koy ve Dilsiz Kız (Milli Savaş Hikayeleri)

Milli Savaş Hikayeleri ile ilgili görsel sonucu

Hikayede yazar-anlatıcının arkadaşlarıyla beraber Manisa’ya bağlı Alaşehir kasabasına giden yol üzerindeyken, üstünden geçtikleri terk edilmiş bir köyde, düşmanın vahşetinin tanığı olan dilsiz bir kızın nezdinde birçok kişinin halini görmesi anlatılır.

“İçimizden bazıları arabadan inip bu ıssız viraneyi dolaşma cesaretini gösterdi. Akşam karanlığı çöküyor; havada ta ruha nüfuz eden bir rutubet var. Bu saat bir sıtma nöbeti saatidir; çenelerim birbirine çarpıyor; oturduğum yerde bir idam mahkûmu gibi büzülüyorum; hiçbir şey, hiçbir şey görmek istemem. Niçin? Ücra dağ başlarında, ormanlarda ve in koğuklarında o derece müthiş olmayan sessizlik, burada, bu yanmış köyde bu kadar korkunç, vahşî ve ihtilâçlı? Burası âdeta, ıssızlığın kaynağı gibidir; bütün Anadolu’yu; mahzun, dalgalı Gediz çayından hummalı Kızılırmak’a hummalı Kızılırmak’tan ölmüş koyungözü renkli Van gölüne kadar, bütün o sarp dağları, o çetin taşları, o çıplak tepeleri, o sarı yaylaları, o karanlık vadileri âdemin gölgesi gibi kaplayan ıssızlık hep buradan çıkıyor!”

7. Sait Faik Abasıyanık (1906 – 1954) – Loğusa (Sarnıç, 1939)

Sarnıç, 1939 ile ilgili görsel sonucu

Bu öyküsünde Sakarya’nın yakınlarındaki Kumköy’de yaşayan Hasan Ağa’nın üç kere evlenip, boşandıktan sonra dördüncü kez evlendiği Boşnak güzeli yirmi beş yaşındaki bir kızın hamile kalması ve sancılarının tutmasıyla birlikte, önceden beri o kadına karşı soğuk olan büyük oğlu Rüstem’le aralarında çıkan kavga anlatılır.

“Kumköy, Sakarya kenarında, hemen hemen yan yana denilecek kadar kasabaya yakın, kırk beş hanelik bir köydü. Kasabanın kenar mahallelerinden sonra bir mezarlık başlardı. Yer yer duvarları yıkılmış, baldıranla ısırganlar mezarları ve mezar taşlarını kaplamış bu, artık ölü gömülmeyen mezarlık geçildikten sonra Sakarya’nın tahta köprüsü gözükürdü. Daha köprüye varmadan sağ tarafta bir öküz arabası yolu, küçük bir tepeye doğru tırmanır, tam tepedeki kocaman çınarın dibine varılınca birbirinden birer ikişer dönümlü tarlalarla ayrılmış köyün evleri, ottan damları ile meydana çıkıverirdi. Yol, buradan itibaren kasaba yolları gibi Arnavut kaldırımı idi.”

8. Halikarnas Balıkçısı (1890 – 1973) – Halikarnas (Ege Kıyılarından, 1939)

Ege Kıyılarından, 1939 ile ilgili görsel sonucu

Hikayede yazar anlatıcının vapuru kaçırması üzerine Bodrum’u gezmeye karar vermesi ve bu gezi sırasında gördüklerini, izlenimlerini yaşadığı bir olayı yansıtmasını içerir.

“Şehrin bütün dükkanları ve evleri, muhakkak eski binaların taşlarıyla temelleri üzerine ve eski binaların arasına kurulmuşlardır. Her yapıda kullanılan taş, bu asırdan evvel yaşamış ve yıkılmış elli altmış bina nesillerinde kullanıla gelmiştir. Binalar yıkıldıkça eski binaların taşlarından yenisi yapılır. Bembeyaz evlerin içi de, dışı da, duvarı da, damı da, ikide birde tertemiz beyaz badana ile badalanırlar. Bu beyaz evler, bıçakla kalıp kesilmişler gibi asil kat’i çizgili şeylerdir. Onlarda hiç iciye biciye yelteniş görmedim. Şehri yapan, mimar değil ışıktır; mavi gök ve mavi denizdir.”

9. Samim Kocagöz (1916 – 1993) – Yarıntı (Telli Kavak, 1941)

Telli Kavak, 1941 ile ilgili görsel sonucu

 

“Kırk gündür, mütemadiyen yağan yağmur, nihayet yapacağını yapmıştı. Sanki bulutlar, Beşparmak Dağı ile Samsun dağlarının arasına sıkışmış kalmış idi; başka bir tarafa gidemiyor, hep Balat Ovası’nı sele boğuyordu. Büyük Menderes’te bu işe memnun, kabarıyor, şişiyor, nazlı nazlı akıyordu… İşte şimdi de çoşmuş, koca ovayı kaplayıverecekti. Senelerden beri bu onun adeti idi. Bazı seneler ise yarıntıyı patlatamaz, yarıntıyı aşamazdı. Böyle senelerde, Söke halkının ve Söke’nin bütün köylerinin yüzü gülerdi.”

10. Naim Tirali (1925 – 2009) – İskele (Park, 1948)

Naim Tirali ile ilgili görsel sonucu

 

“Saatlerce önce yüzdürülmüş olan kayıklar, deniz üstünde hafiften sallanarak beklemekteydi. İskele, kentin bütün semtlerinden bambaşka sebeplerle gelen, çeşitli yaş ve görünümde insanla hıncahınç dolmuştu. Yeniyolu tırmanmaya başladı. Sürüp giden dünya savaşı yoklukları yüzünden, sokak lâmbaları da yanmadığı için cadde karanlıktı. Yalnız bazı evlerin pencerelerinden taşan ışıklar, çerçeveleri büyülterek caddeye seriyor; fareler kedi örneği alına salına mekik dokuyorlardı.”