Geçen yıl yaşanan ve Türk tarihine utanç günü olarak geçen meşum darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçti. Olayın siyasi, sosyal ve hukuki boyutu ülke gündeminden hiç düşmedi. Bu gidişle de, ülke üzerinde yarattığı travma ve tahribat ölçüsünde düşmeyeceği ve daha uzun yıllar gündemi işgal edeceğe benziyor.
Sayıları binlerce ifade edilebilecek sivil, asker, polis, kamu görevlisi tutuklandı, kurumu ile ilişkisi kesildi. Ordu içinde radikal değişikliklere gidildi. Eğitim kurumları tasfiye edildi. Bu durumu ortaya koyan olumsuzlukları, ‘’Başarısız Askeri Darbe Girişiminin Tehlikeli Sonuçları’’ başlığı altında geçen yıl yazmıştım. [1]
Yaşanan tüm olaylar en fazla TSK’yı etkiledi, en çok zararı o gördü, Cumhuriyetten itibaren 94 yıllık milli ordunun şanlı mazisine kara bir leke olarak geçti. Bununla da kalmadı. Hep övündüğümüz 1500 yıllık şanlı Türk tarihi sayfalarının da kirlenmesine de yol açtı.
Nihayet bu süreçte olayın hukuki boyutunu oluşturan yargılamalar başladı. Hatta içlerinde beraatla neticelenen bile oldu. [2]
Geçtiğimiz Mayıs ayı içerisinde Ankara’da başlayan Genelkurmay çatı davasında sanıklardan çok ilginç ifadeler çıktı. Basına yansıyan oldukça vahim ifadeler görüldü. Vahim ama şaşırtıcı değil.
Fıtratı değiştirilmiş, genleriyle oynanmış, mayası bozulmuş, bir kurumun içerisinde yuvalanmış ve cürüm işlemek için teşekkül oluşturmuş bir örgütün elemanlarından başka ne beklenebilirdi ki?
Ülke güvenliğinden yasal olarak sorumlu kurumun, yargı safhasında, daha önceki yıllarda görev yapmış ve FETÖ/PDY’nin kurum içerisinde yuvalanmasına, palazlanmasına, kendi uçağı ile Millet Meclisini bombalayacak ve kendi halkının üzerine ateş açacak seviyeye gelmesine göz yumarak görevlerini kötüye kullanan makam sahiplerinin esamesinin dahi okunmaması da işin bir başka vahametini gözler önüne seriyor. Oysa TSK’nın tabi olduğu İç Hizmet Kanun ve Yönetmeliği, makam sahiplerine hizmetle ilgili geniş yetkiler vermekle birlikte aynı zamanda yasal sorumluluk da yükler. Söz konusu bu kişilerin de yargı karşısına çıkarılması yerine, Türk Milletinin şeref ve namusunu emanet ettiği ordusunun üniforması eleştiriliyor ve ne yazık ki manevi varlığı yargılanıyor.
Eski bir General: ‘’Darbe Hulusi Akar ile Hakan Fidan’ın bilgisi, plânı ve kontrolü dâhilinde oldu’’ diyor. [3]
Cumhurbaşkanının Eski Başyaveri: ‘’Darbe söylentileri, danışmanlar tarafından 1-2 ay önceden dillendiriyordu’’ diyor. (4)
Genelkurmay Karargâhını basan timin komutanı ”Tuzağa Düşürüldük. Görevi bizzat Aksakallıdan aldım’’ diyor. [5]
Sözde Yurtta Sulh Konseyi üyesi olduğu belirtilen eski bir Albay savunmasında: “Yaşananların Genelkurmay Başkanı, 2. Başkan, MİT Müsteşarı’nın bilgisi, Özel Kuvvetler Komutanı ve 4. Kolordu komutanının katkısı olmadan gerçekleştirilemeyeceğini düşünüyorum. Balyoz’la TSK’ya sert bir darbe vurulmuş, 15 Temmuz’la da nakavt olmuş, maalesef komutanlarımız bunun önüne geçmede gerekli basireti gösterememiş, hatta parçası olmuştur.” diyor. [6]
Halen görevde olan Gnkur. Bşk., Darbe Araştırma Komisyonuna gönderdiği yazılı ifade de: ‘’Alınan tedbirlerle darbe öne çekildi ve akamete uğratıldı’’ diyor. [7]
Yukarda örneği sergilenen bu ve benzeri ifadeler, her şeyden önce Türk Ordusunu emsalleri arasında daima başarılı kılan ve diğer dünya ordularından ayıran en önemli özelliği olan güç kaynaklarından:
-En başta mutlak itaat ve sadakate dayalı, kaynağını örf ve adetlerinden alan ‘’Geleneksel Disiplin Anlayışı’’nın yok edildiğini,
-Silah arkadaşlığı temeline dayanan ‘’Birlik ve Beraberlik’’ duygusunun çökertildiğini,
-Büyük Türk Milletinin kendisine duyduğu , ‘’Engin Güven Duygusu’’ nun yerle bir edildiğini,
-Sarsılmaz bir inançla benimsenmiş ve özümsenmiş ‘’Atatürkçü Düşünce Sistemi’’den uzaklaştırıldığını gösteriyor.
Kuruluşundan itibaren Türkiye Cumhuriyeti ve onun milli ordusunun ayakta kalmasını sağlayan, yukarda sözü edilen bu kaynaklarıdır. 15 Temmuz yargılamaları, bu güç kaynaklarının yok olduğunu açıkça ortaya çıkarmıştır.
Bundan başka bir de, TSK’nın üzerine titrediği, gözü gibi baktığı yüksek ve temel değerleri vardır. Görünen o dur ki 15 Temmuz olayı, söz konusu bu temel esasların ve değerleri de parçalamış ve etkisiz hale getirmiştir.
Bu değerler bir piramide benzetilir. Piramidin en tepesinde, bir askerin askerlik mesleğine yürekten bağlanışını ifade eden ve ’‘Doğruluk ve Muhabbetle Hizmet’’ yer alır. Piramidin diğer alt katmanlarını ise, ‘’Vazife Bilinci, Liyakat, Sadakat, Dürüstlük Meslek Sevgisi ve Fedakârlık’’ oluşturur. Anılan piramidin tabanını, vazifeyi namus bilen hizmet anlayışının gereği olan ‘’Mutlak İtaat’’ kavramı yer alır.
İşte Türk Ordusunda evvela bozulan ve yıkılan bu piramidi yeniden inşa etmekle işe başlamak ve bilahare yok edilen güç kaynaklarını yeniden tesis etmek elzemdir. Bunun için bir takım hayali sistemler üretmeye ve eğitimde yeni arayışlar içine girmeye veya içinde bulunulan mevcut durumu dramatize ederek halkın ilgisini uyandırmak amacıyla eğitimde bir takım popülist uygulamalara hiç gerek yoktur, ihtiyaç ta yoktur. Askeri Okulların kapatılması meseleyi halletmez. Öncelikle kapatılan her seviyedeki askeri okullar açılarak, rotadan çıkmış ve dengesi bozulmuş askeri eğitim ve öğretim sistemini yeniden rotasına sokmak gerekir. Yakın tarihimiz incelenecek olursa, 18. ve 19. yüzyıllarda askeri reformların itici güç olduğu görülür. Eğitim ve sanayinin gelişmesi ordu sayesinde olmuştur. Örneğin, tıp, veterinerlik, eczacılık, kimyagerlik, mühendislik, haritacılık, ressamlık gibi bilim ve sanat dalları ilk önce orduda kendini göstermiş ve vücut bulmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti dünya tarihinde askeri medeniyetleri ile tanınır. Tüm toplumsal değişimlerde ve kültürel yapılanmalarda bu unsur ağır basar. Yakın tarihimizden beri askeri eğitim ve öğretim, daima memleketin genel eğitim ve öğretim sistemine öncülük etmiş ve lokomotifi olmuştur. Adâb-ı muaşeret, Türkçeyi iyi kullanma, konuşma ve telaffuz etme, bir konuyu takdim etme, uyumlu insan yetiştirme vb. özellik taşıyan eğitim hâsılaları askeri eğitim ve öğretim sayesinde geliştirilmiştir.
Diğer taraftan bizdeki subay sınıfı, Lâtincede ‘’aristokrat’’ diye tabir edilen, ayrıcalıklı seçkinler, soylular sınıfı değildir. Toplumdaki her kesimden ve her seviyeden subay çıkar. Yeter ki, bugünkü bilimsel verilerle donanmış, aklı vicdanı milli ve manevi şuurla yoğrulmuş, kendi öz kültürüyle beslenen, Atatürk’e ve Atatürk İlke ve İnkılâplarına bağlı, Cumhuriyeti ve Cumhuriyetin temel felsefesini benimseyen ve ona sahip çıkan personel yetiştirilsin. Napolyon, ‘’Bir askerin birinci özelliği, yokluklara ve meşakkatlere tahammül göstermesidir. Yiğitlik ikinci sıradadır. Yokluk, kıtlık, sefalet iyi askerin okuludur’’ der.[8]
TSK’nın yüksek değerlerinin örselenmesi ve güç kaynaklarının zaafa uğratılarak yok edilmesi sadece bu dönemde vuku bulmamıştır. Fakat hiç biri 15 Temmuz gibi tahribat yaratmamıştır.
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik en ağır zulümlerden birisi de, 1960 darbesinden sonra yapılanlardır. O dönemde TSK’dan 7000’e yakın subay çeşitli nedenlerle atılmış, generallerin yarıya yakını emekliye sevk edilmiştir. Yapılan kıyım o denli derin olmuştu ki, askerlerin emekliye sevki için gereken para bile bulunamamıştır. Darbe sırasında ABD Askeri Ataşesinden yardım istenmiştir. Ataşe bu fırsatı ganimet bilip ülkesine bu durumu rapor etmiş, hemen arkasından o zaman ki NATO Komutanı General Norstad Türkiye’ye gelerek Türk subaylarını emekliye sevk edilmeleri için gereken parayı vermiştir. [9]
Aradan 50 yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen gereken dersler ne yazık ki çıkarılmamıştır. ABD ve NATO’nun o dönemde bile bu işlerin içinde olduğu anlaşılmaktadır. Eğer ortada TSK’ya yönelik bir operasyon varsa mutlaka ABD ve NATO onayı vardır.
2’inci Genelkurmay Başkanımız merhum Mustafa Fevzi Çakmak, ‘’Bir Ordunun muharebe vasıta ve usulleri değişebilir, lâkin milli seciye ve ruh kıymeti nesilden nesile intikal eder’’ demiştir. [10]
Diğer yandan, Türk Ordusunu bugün ve gelecekte ayakta tutacak olan değerlerin başında, ‘’Karakter, Yüksek Ahlâk ve Kuvvetli Maneviyat’’ gelir.
Ordunun milli seciye ve ruhu ile oynanmamalı ve bozulmamalıdır. Sahip olduğu yüksek değerlerle oynandığı takdirde 15 Temmuz ve benzeri akıbetlerle karşılaşmak kaçınılmaz olur. Türk Ordusunu tarihsel süreç içerisinde elde ettiği tüm başarıları incelendiğinde ve irdelendiğinde, arkasında milli bir duruş ve bakış açısı olduğu görülecektir. Anılan duruş ve bakış açısı akamete uğratıldığında veya kaybedildiğinde ordunun birçok vasfının da ortadan kalktığı görülebilecektir. [11]
Uygar toplumlar ordusuna sahip çıkar. Zira ordu milletin doğal uzantısıdır. Milletin taşıdığı olumlu ve olumsuz bütün vasıfları içinde barındırır. Ordunun yenilgisi demek milletin yenilgisi demektir. [12]
Sonuç olarak, TSK başta din olmak üzere, toplumdaki diğer sosyolojik çalkantı ve sarsıntılardan, olumlu ve olumsuz olaylardan çok çabuk etkilenmektedir. Özellikle toplumda varit din eksenli çalkantılı boyut, FETÖ örneğinde görüldüğü gibi- bazı mezhep ve tarikatları, ya da dini grupları ortaya çıkararak ordu içinde yeni bir güç kaynağı haline getirebilir.
Bu noktada siyaset kurumuna çok önemli iş düşmektedir.
KAYNAKÇA:
[1] http://ankaenstitusu.com/basarisiz-askeri-darbe-girisiminin-tehlikeli-sonuclari/
[2]http://www.mynet.com/haber/guncel/feto-davasinda-ilk-beraat-3061910-1
[4]http://www.insanhaber.com/feto/erdogan-in-yaveri-ali-yazici-danismanlar-aylar-oncesinden-h95152.html
[5]http://gazeteport.com/2017/gorevi-bizzat-okk-komutani-zekai-aksakallidan-aldim-101992/
[6] http://odatv.com/sivil-konsey-nerede-3105171200.html
[8] MOTİVASYON Muharebe Desteği, Dırk W. Oettıng, Kastaş Yayınları-2015
[9]http://www.haberturk.com/yazarlar/fatih-altayli/809691-kan-tacirleri-sussun-kani-akan-konussun
[10]DORUK, Türk Ordusu Tarihi, İ.Kayabalı-C.Arslanoğlu
[11]ASKER VE SİYASET, İ.H.Pekin-A.Yavuz
[12]A.g.e. S.328
- DEVENİN KİNİ VE MÜLTECİ SORUNU ÜZERİNE - 25 Eylül 2024
- LİDER ATATÜRK - 18 Eylül 2024
- MUSTAFA KEMALİN ASKERLERİNE ÖĞÜTLER - 8 Eylül 2024
- TÜRK KARA KUVVETLERİNİN 2233. KURULUŞ YILI KUTLU OLSUN - 25 Haziran 2024
- KURTULUŞA GİDEN YOL - 19 Mayıs 2024
- TEHDİT DEĞERLENDİRMESİNDE ÖNCELİK GÖÇMEN/MÜLTECİ SORUNUNDA - 6 Nisan 2024
- TÜRKİYE – IRAK GÜVENLİK ZİRVESİ - 22 Mart 2024
- UKRAYNA’DAKİ DÜZENSİZ SAVAŞ ÜÇÜNCÜ YILINA GİRİYOR - 20 Şubat 2024
- ANAYASANIN YENİDEN YAZILMASININ YIKICILIK VE BÖLÜCÜLÜK AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ - 30 Ocak 2024
- ORDUNUN MİLLÎ SECİYE VE RUHU - 13 Ocak 2024