Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Çağdaş Türk Resminin Gelişimi

Geleneksel çizgide ilerleyen Türk sanatı; 18. yüzyıldan itibaren belirginleşmeye başlayan batılılaşma hareketlerinin sonucunda, batı sanatının seyrine girmiştir. Böylece günümüze değin uzanan ve “Çağdaş Türk Sanatı” olarak isimlendirilen süreç ortaya çıkmıştır.

18. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu’nda yeni bir sanat ortamının oluştuğu ve yeni bir resim anlayışının yerleştiği önemli bir dönemdir. Türk toplumunun yalnızca sanatının değil politik ve sosyal değişiminin, bir başka deyişle Batılılaşma dediğimiz her alanda ki kabuk değiştirme sürecinin başlangıcıdır. Türk resim sanatının tarihi ve gelişiminden bahsetmeden önce daha önce Sanat Nedir? Sanat ve reklam ilişkisini anlatan blog  yazımızı okuyabilirsiniz.

Lale Devrinde Türk Resim Sanatı

Lale Devri’nde (1718-1730) kendini gösteren batı etkisi, sanat alanında yeniliklerin yaşanmasına neden olmuştur. III. Selim’in hükümranlık yıllarında açılan Mühendishane-i Berri-i Hümayun’da ve II. Mahmut döneminde kurulan Mekteb-i Harbiye’ de resim derslerinin müfredat programına alınması bu yeniliklerin başında yer almaktadır4. Mühendishane-i Berri-i Hümayun’da; San’at-ı Mimariye, Resm-i Mimariye, San’at-ı Ressamiye gibi derslerin yer alması ve ayrıca; Avrupa’da resim öğrenimi yapanların bu kurumlarda öğretmenlik yapması; Mekteb-i Harbiye’de, resim eğitimi veren sınıflarda modelden resim yapma derslerinin verilmesi, hem batılı tarzda sanat anlayışının gelişimi hem de sanat tarihi anlayışının oluşumu için önemli adımlardır.

Batının bilim ve tekniğinden yararlanmak için kurulan askeri okulda verilen resim eğitimi; topçuluk, istihkamcılık ve gemicilik alanında, mimarlık ve mühendislik bilgilerine yardımcı olması amacıyla konmuş, ancak zamanla Türk subay ve askerleri tarafından uygulanan bir alana dönüşmüştür. Mühendishanenin ilk öğretmenleri Avrupa’dan getirilen eğitimciler olmuştur.

Osmanlı’da 18 ve 19. yüzyıllarda yabancı etkilerin artması, sanat alanında yeni oluşumları beraberinde getirmiştir. Askeri okullarda öğretmenlik yapmaları amacıyla seçilen yetenekli gençler Enderun‘dan alınıp Mühendishane’ ye sonra da yurt dışına gönderilmişlerdir. Bu gençlerden biri olan Bekir Paşa, 1847’de Mühendishane nazırı olunca köklü değişiklikler yapmıştır, 1851-52 yıllarında eğitimi 6 yıl süren mühendis sınıfı, topçu sınıfı ve ressam sınıfını oluşturmuştur.

19. Yüzyılın İlk Yarısında Çağdaş Türk Resim Sanatı

19. yüzyılda Türk resim sanatında asker ressamlardan başka faaliyet gösteren bir diğer ekol primitiflerdir. Primitifler, fotoğraftan yaralanarak resim yaptıkları için “Foto-yorumcu” ya da yetiştikleri okul olan Darüşşafaka Lisesi nedeniyle “Darüşşafakalılar” olarak adlandırılmıştır. 1839 yılında Paris’te tanıtılan fotoğraf makinesinin üç yıl sonra Osmanlı başkenti olan İstanbul’a gelmesiyle bu ekolde sayılan ressamlar, resimlerini fotoğraftan yararlanarak yapmaya başlamışlardır. Bu yöntem o dönem oryantalist ressamları tarafından da uygulanan bir yöntemdir. İlk olarak Hüseyin Zekai Paşa, Kasımpaşalı Hilmi (1867- ?) ve Ahmet Şekürgibi sanatçılarda (1856- ?) başlayan fotoğraftan resim yapma geleneği, onlar gibi asker olmayan ancak fotoğraftan resim yapan diğer ressamları da aynı isim altında toplar. Fotoğraftan resim yapma geleneği Ahmet Bedri (1871- ?), Kasımpaşalı Hilmi (1867-? ), Giritli Hüseyin (1873- ?), Mehmet Kangır, Karagümrüklü Hüseyin, Vidinli Osman Nuri (1871- ?), Ahmet Ragıp (1871- ?), Salih Molla Aşki (1869- ?), Şevki (1869- ?), Lofçalı Ahmet (1870- ?) ve Tevfik Beşiktaş(1871- ?) tarafından da uygulanmıştır.

“Darüşşafakalılar” olarak anılan sanatçıların yaptıkları resimlerin konusunu, II. Abdülhamid döneminin Yıldız Sarayı, Kâğıthane, Yıldız Camii, Ihlamur köşkleri ve yapılarındaki fıskiyeler, havuzlu bahçeler, yapılara giden fenerli yollar, yapı gruplarının uzaktan ya da yakından görünümleri, çok az görülse de ziyafet sofralı bir iç mekânın yanı sıra İstanbul ya da Anadolu yörelerinden görünümler oluşturur. Resimlerini ‘kulları’ deyimi ile imzalayan sanatçıların bu geleneği, Osmanlı minyatür resim geleneğinde de uygulanmış olan bir yöntemdir. Fotoğrafik yorum ustaları olan Darüşşafakalı sanatçılar, fotoğraf kompozisyonunda yer alan insan figürleri ve diğer detayları arındırarak duru, sakin, adeta düşsel resimler gerçekleştirmiştir. Işık-gölge değerlerini özenle uygulayan sanatçıların resimlerinde, ön ve arka düzlemde netlik farkı görülmez. Fotoğrafı arındırma ve müdahale yöntemiyle resim yapan bu sanatçılar, 19. yüzyıl Türk resim sanatının özgün yorumcularıdır.

Asker kökenli olmayan ve Çağdaş Türk resminin önde gelen isimlerinden olan Osman Hamdi Bey, figüratif resmin de öncüsü olmuştur. Çalışmalarında fotoğraflardan faydalanmıştır. Osman Hamdi “doğada her şey güzeldir”11 ilkesini benimsemiştir. Kompozisyonlarında kopyaladığı sanılan dış dünya, aslında kendisinin kurguladığı mizansenlerin fotoğrafından yararlanarak oluşturduğu sahnelerdir. O gerçekliği bir ideoloji olarak benimsemiştir. Osman Hamdi Bey’in, estetik değerlerden çok kavramsal değerler peşinde koşan bir sanatçı olduğu düşünülmektedir.

Resim eğitiminin Osmanlı sarayında ve toplumunda gördüğü ilginin artması, İstanbul’da ilk özel resim akademisinin açılması, resim, mimarlık gibi alanlarda güzel sanatlar eğitimi verecek bir kurumun varlığını gerekli kılmıştır. Bunun sonucunda Osman Hamdi Bey önderliğinde, Sadrazam Sait Paşa ve Mithat Paşa’nın da yardımlarıyla 1883 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi’nin açılışı gerçekleşmiştir. Osman Hamdi Bey Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kuruluş gerekçesi ile ilgili olarak şunları dile getirmiştir:

“Güzel sanatlara mahsus kurumlar meydana getirilmesi, az zaman içinde bu işte adım adım yükselmeyi sağlayacak ve bu kurumlar yabancı ülkelere öğrenci göndermekle değil, asıl kendi ülkelerimizin sahibi kişiler yetiştirecek, hem de gerçekten bir Türk Sanatı vücuda getirecektir”.

Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurulması, plastik sanatlar öğretiminin kurumsallaştırılması adına atılmış en büyük adımdır. 3 Mart 1883 günü eğitime başlayan Sanayi-i Nefise Mektebi’nin o günkü yönetim kadrosu şöyle şekillenmiştir. Okul müdürü Osman Hamdi Bey, heykel bölümü için Oskan Yervant Efendi, mimarlık bölümü için Alexander Vallaury, resim bölümü için Salvatore Vallery ve Warnia Zarzecki gibi yabancı eğitmenler getirtilmiştir.

Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurulduğu yıl olan 1883’ten 1914’e kadar sanat eğitimi yukarıda adı geçen birçoğu batı kültüründen gelen kişilerin elinde kalmıştır. Özel ve resmi bütün Türk okullarında kabul edilen resim dersleri, Sanayi-i Nefise Mektebi açılıp Osman Hamdi Bey’in çabaları ile bu dersleri verecek eğiticiler yetişinceye kadar dersler, asker öğretmenler tarafından verilmiştir16. Sanayi-i Nefise Mektebi’nde sadece erkek öğrenciler eğitim görmüştür. 1914’te açılan İnas Sanayi-i Mektebi de yalnızca kızlara eğitim vermiştir. O günün tutucu sanat ortamı göz önünde bulundurularak, kızlar için açılan bu güzel sanatlar okuluna, bir kadın öğretmenin atanması uygun görülmüştür ve Mihri Hanım göreve başlamıştır. Türk kızlarına güven veren Mihri Hanım’ın kişiliği bu okula katılımı arttırmıştır.

Sanayi-i Nefise ve İnas(kız) Sanayi-i Nefise okullarının hoca kadrolarını oluşturan 1914 kuşağı sanatçıları resimsel değerler içerisindeki figüre ve çıplağa Türk resminde ilk kez yer verirken Mihri Müşfik, Müfide Kadri gibi kadın ressamlar da sanatçı ve eğitimci kimlikleri ile dönemin önemli isimleri olmuşlardır. İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’ne hoca olarak atanan Mihri Hanım ve Ömer Adil’in yanı sıra Ali Sami Boyar ve Feyhaman Duran da okulun öğretim kadrosunu oluşturanlar arasındadır. Müzdan Sait, Müfide Esat, Belkıs Mustafa (okulda ilk diplomayı alan öğrencidir), Nazire Hanım, Nazlı Emin (Ecevit), Güzin Hanım (Duran) okulun ilk talebeleridirler18. Bu kuşaktaki diğer sanatçılardan Semiha Berksoy (Resim 1) bilinçaltı dünyasının yoğun olarak hissettirildiği psikolojik içerikli resimler yaparken, 10’lar grubu üyesi Leyla Gamsız Sarptürk pentür dokusuna ağırlık veren figürler, Leman Tantuğ naif bir yaklaşımla okul çocuklarını konu alan resimler, Naile Akıncı Haliç peyzajları, Mürşide İçmeli ise özgün baskı çalışmaları üzerine yoğunlaşmıştır.

Yaz tatillerinde bazen Hoca Ali Rıza denetiminde öğrencilerine Gülhane Parkı ve Üsküdar’da bazen de Mihri Müşfik denetiminde Topkapı Sarayı’nda ve köprü altında açık hava çalışmaları yaptırmışlardır. Anlatıldığına göre yine öğrenciler, hamamlardan, sokaklarda para karşılığında kadın modeller bulmuşlardır. Bu okul, pek çok kadın sanatçının yetiştiği bir kurum olmuştur. Bunlar arasında 1922 yılında Anadolu’ya geçen Nazlı Ecevit olmak üzere Güzin Duran, Sabiha Rüştü Bozcalı, Melek Celal Sofu, Nermin Faruki gibi yetenekli sanatçılar bulunmaktadır.

Kadınlarımızın davranış, düşünüş ve yaşayış biçimlerinin hızla değişimini sağlayan kurumlardan biri, belki de en önemlisi İnas Sanayi-i Nefise Mektebi olmuştur. Kadın sanatçılar, kadınlık durumuyla ilgili sorunlarından bir bölümünü çözümleme aşamasına gelmişlerdir ve bu sanat savaşımının ilk kez kadınlara eğitim veren bir kurumun çatısı altında Mihri Müşfik’in kişiliğinde başlatıldığı bir gerçektir.

Türk resim sanatı tarihinde profesyonel anlamda ilk kadın ressam olarak bilinen Mihri Müşfik, özellikle yağlı boya ve pastelde güçlü bir tekniğe sahiptir. Otoportrelerinde genellikle milli kıyafetle ve kahve içerken görülmektedir. Resimlerinde milli giysili kadınlar yer alırken aynı zamanda çarşaf ve peçeli kadınlarda yer alır. Henüz kadın giyimi konusunda çelişkilerin yaşandığı bir toplumda bu şekilde birbirinden farklı kadın resimlerinin yapılması dönemin anlayışını yansıtan örneklerdir.

Sanayi-i Nefise Mektebi, Osmanlı toplumunda değişimin simgesi olan kurumlardan biridir. Çağdaşlaşmanın devlet tarafından örgütlenmesiyle ulaşılan başarısı, geleneklerde, inançlarda, toplumda ilgi görmeyen resim ve heykel sanatını öğrenime açmış olmaları önemli bir gelişmedir. Bu okulda yetişen sanatçılar, Türk sanatına yeni anlayışlar ve ürünler katar ve hızla Batılılaşmak zorunda olan Türk toplumunun yeni atılımlara, değişimlere yatkınlığını geliştirmede önemli rol oynarlar. Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âli’si, uzun yıllar Türk resim ve heykel sanatını besleyen, yönlendiren tek kaynak olur. Batıda olduğu gibi ünlü sanatçıların yönettiği özel atölye ve akademilerin kurulması için koşullar ve zaman yetersizdir. Batı’nın altı yüz yıllık resim, heykel kültürünün her yönüyle yüzyıla sığdırılmasının olanaksızlıkları Sanayi-i Nefise Mektebi’nin bu alanda tek söz sahibi kurum olmasını sağlar.

Temelde bütün bu yenilik ve değişim hareketleriyle Türk Resmi 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Sanayi-i Nefise‘nin kurulmasından sonra da askeri okullar Türk resmine katkıda bulunmaya devam etmiştir. Saray çevresi, özellikle askeri okul çıkışlılar benzer bir eğitim almalarına rağmen resim yapma yöntemlerinde farklılık göstermiştir. Doğaya ilgi bu dönemde de sürmüştür. Ancak bütün bu doğa resimlerinin yanında figüre olan ilgi, İslam dininin etkisi ve belli bir akademik eğitimi gerektirdiği için daha az olmuştur. Şeker Ahmet Paşa, Osman Hamdi Bey ve Süleyman Seyit gibi batı eğitimi almış ressamları bunun dışında tutmak gerekir. Hatta bu dönemde fotoğraflardan yararlanarak resimler çalışılmış ve fotoğrafta var olan figürler yapılmamıştır.

19. Yüzyılın İkinci Yarısında Türk Resim Sanatının Gelişimi

19. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’a gelen ressamlar arasında yer alan Amadeo Preziosi, Fausto Zonaro, Leonardo de Mango ve Rudolf Ernst gibi sanatçılar, resimlerinde halkı gündelik yaşamlarında oryantalist üsluba uygun şekilde yansıtmışlardır. İstanbul’un sokaklarını, camilerini ve insanların toplandıkları kahveleri, çarşıları resimlerinde ele alan sanatçılar, halkı içinde bulundukları çevreyle birlikte değerlendirmişlerdir. Bu dönem resimlerinde mahallelerde çok sık görülen, simitçi, üzümcü, muhallebici, helvacı gibi sokak satıcıları, gerek yazar gerek yabancı ressamların eserlerinde ele aldıkları figürler olmuştur. Halktan kişilerin ele alındığı bu örnekler, Osmanlı toplumunda var olan gelenekleri öne çıkardığı gibi ilk kez sıradan insanların resimlerde yansıtılması açısından da önemli olmuştur. Osmanlı sanat ortamının gittikçe hareketlenmesinde Türk ve Avrupalı sanatçıların etkinliklerinin yanı sıra üst düzey Osmanlı yöneticilerinin sanata verdikleri desteğin de önemi büyük olmuştur.

Türk resim sanatçılarının bir meslek birliği çevresinde birleşme isteği ve süreci, II. Meşrutiyet’in ilanını izleyen günlerde oluşan sosyal ve kültürel zeminde gerçekleşme imkânı bulmuştur. 1909 yılında “Osmanlı Ressamlar Cemiyeti” ni kuran sanatçıları bu çaba içine iten nedenler o günlerin şartlarında, Türk sanatçılarının yalnızca profesyonelleşme amacıyla usta-çırak ilişkilerine dayanan ve sanatçı geleneğine sahip bir sanat ortamı oluşturmaktı26. 1914 yılı, Türk resim sanatında hem güçlü sanatçı kişilikleri olan bir ressam grubuna isim vermesi, hem de İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurulduğu yıl olması nedeniyle önemli bir tarihtir. 1910 yılında Avrupa’ya gönderilmiş olan sanatçılar, Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine yurda dönmüşlerdir. Aralarından Ruhi Arel, Hikmet Onat, Ali Sami Boyar Deniz Harp Okulu’nu bitirip teğmen iken ordudan ayrılmış ve Sanayî-i Nefise’de eğitim görmüşlerdir. Namık İsmail, Nazmi Ziya, Feyhaman Duran, Hüseyin Avni Lifij sağlanan özel imkân ve ayrıcalıklarla yurtdışında eğitim gören öğrencilerdir. Sami Yetik Kara Harp Okulu’ndan mezundur, dönemin sanat hareketine ismini verecek kadar etkin bir kişilik olan İbrahim Çallı, Anadolu’da okuduğu idadinin ardından Sanayi-i Nefise’ye devam etmiştir27. Batılı ülkelerde resim öğrenimi amacıyla bulunan genç Türk sanatçılarının topluca Türkiye’ye geri dönmek zorunda kalmalarıyla “Türk Resim Sanatı” nda yeni bir dönem başlamıştır28. 1914 Kuşağı sanatçıları, batılı anlamdaki resmi bugünkü anlayışımıza en yakın biçimde yorumlayan kuşaktır. Türk izlenimciliğinin en güzel örneklerini bu dönemin sanatçılarının eserlerinde görebiliriz. İbrahim Çallı, o zamana kadar kadın konusuna yaklaşmaktan korkan Türk resmine, çıplak kadın konusunu sokmuştur.

Cumhuriyet Döneminde Türk Resim Sanatı

Türk resminin gelişim çizgisi Cumhuriyet dönemiyle birlikte sosyal, kültürel ve düşünsel alanlardan etkilenerek ilerlemiştir. Cumhuriyet’le beraber sanat, çağdaşlaşma programına dayalı bir anlayış içinde Cumhuriyet’in ana ilkelerinden biri olan devletçilik kapsamında desteklenmiştir. Sanatı ve sanatçıyı kalkındırma, sanatı hakla buluşturma, halk arasında sanat zevkinin yayılmasında öncü olma gibi görevleri üstlenen devlet, yeni bir toplum yapısında halkla aydın arasında bir köprü olma misyonunu yüklenmiştir. Bireysel girişimlerle gerçekleştirilemeyecek olan kültür politikalarının yapıcı işlevini destekleyen devletin eğitim kurumlarının açılmasını, yetenekli sanatçıların yetiştirilmesini ve eğitim için yurtdışına gönderilmesini sağlaması ve sanat yapıtlarının alınmasında teşvik edici rolü üstlenmesi 1923–1950 yılları arasında uygulanan sanat politikasının temel taşları olmuştur. Sanatı ve sanatçıyı koruyan bir zümrenin olmaması diğer sanat dallarında olduğu gibi resim sanatında da devlet desteğini zorunlu kılmış; Atatürk ve İsmet İnönü ile çevrelerinde bulunan sınırlı bürokrat kesimi, sanatı destekleyici tutumları ile topluma örnek olmak istemişlerdir. Yeni devleti yapılandırma girişimlerinin en yoğun olduğu dönemde, Atatürk’ün sanatçıları yakın çevresinde bulundurması, sanatı destekleyici tavrının göstergesi olarak değerlendirilebilir. Örneğin; 1922 yılında Bursa’da bulunan Avni Lifij, verilen bir davette, yakılan köyleri yakından görmek istediğini belirtince, ertesi gün Atatürk sanatçıyı beraberinde Ankara’ya götürür ve ona her şeyi göstermeye çalışır. 1924 yılında İzmir’e giden resmi heyetin içinde ise İbrahim Çallı yer alır. Bir toplantı sırasında Atatürk, İbrahim Çallı’ya hitaben, “Ben devlet reisiyim. Yanımda devlet ricali ve milletvekilleri vardır. Sizlerle müsavi olarak beraber bulunuyoruz. Bu güzel tecelliyi zapt etmek sanata ait bir iştir” diyerek sanatçıları toplumsal statü açısından devlet erkânı ile eş tuttuğunu açıkça ifade eder.

Cumhuriyet döneminde devletin, sanatı toplumla bütünleştirme, halka yakınlaştırma düşüncesiyle üstlendiği misyon, Türkiye’de sanat ortamının gelişimini etkilemiştir. Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren 1914 Kuşağı’nın düzenlediği ve sınırlı bir kesime hitap eden Galatasaray Sergileri, (1916–1952) Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte Güzel Sanatlar Birliği Sergileri adını alarak ilkbahar aylarında Ankara’da düzenlenmeye başlamıştır. Modernleşme bağlamında siyasal, sosyal ve kültürel açıdan bütünleşme düşüncesi Cumhuriyet döneminde uluslaşma anlayışında öne çıkmıştır. Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte gerçekleşen Atatürk devrimleri kültürel ve toplumsal bir kalkınma projesini gerçekleştirdiği gibi uluslaşma sürecinin başlangıcını oluşturmuştur. Buna bağlı olarak Cumhuriyet döneminde sanatçıların eserlerinde görülen devrim ideolojisi, yeni toplumsal değerleri halka tanıtırken ulus olma kavramının güçlenmesini de sağlamıştır. Devlet desteğinin sanatçının kişiliğinin gelişmesinde engel olacak nitelikte olmadığını belirten Hasan Âli Yücel, devlet desteğinden yoksunluğun sanat için çok zararlı olacağı görüşündedir. Hasan Âli Yücel: “devletçiliğin ferdi ve ferdin teşebbüslerini meflûc (felç) bir hale getirmeksizin devlet himayesi tarzında görülmesi yerinde olacağından, sanatın devletleştirilmesi demek, bizdeki sanat mensuplarının eser verme hususunda şahsiyetlerinin inkişafına hizmet edecek tedbirleri devletin alması demektir…. Sanat işlerinde devletçilik prensibi ile sanatkârın kendi kendisini yetiştirmek düşüncesi belki size zıt gibi görünmüştür. Hâlbuki hiç öyle değil…. Cemiyet otoritesini kendinde bulunduran devlet, bu sahada da ferdin hamisi, onun şahsiyetinin doğup büyümesinin en büyük amilidir” sözleriyle devletin sanatı destekleyici tavrını olumlu olarak karşılar.

Cumhuriyet döneminde, Güzel Sanatlar Akademisi’nde sanat öğrenimlerini yeni bitiren genç ressamların, bir araya gelerek belirli sanat anlayışları etrafında gruplaşmaları Türk resmine yeni bir yön vermiştir. Sanayi-i Nefise Mektebi’ndeki eğitimlerinin son yıllarında, Refik Epikman, Cevat Dereli, Şeref Akdik, Mahmut Cuda, Nurullah Berk, Hale Asaf, Ali Avni Çelebi, Zeki Kocamemi ve Muhittin Sebati 1928 yılında Avrupa’dan döndüklerinde Cumhuriyet döneminin ilk sanatçı kuşağını temsil eden ve yeni devletin kuruluşuna temel olan düşüncelerden hayat bulan bir birlik kurmaya karar verdiler. 15 Temmuz 1929’da “Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği” ni kurdular. Birliğin amacı, ülkemizde yeni gelişmekte olan sanatın sağlam temeller üstünde yükselmesini sağlamak ve sanat için özgür bir ortam yaratmaktı. Ayrıca halkı aydınlatmak amacıyla müzeler açmak, yayın yapmak, konferans vermek ve yabancı sanatçıları sergi açmak için ülkeye çağırmak gibi amaçları sıralayan ‘Müstakiller’, 1929–1948 yılları arasında başta İstanbul ve Ankara olmak üzere çeşitli kentlerde yirmiden fazla sergi düzenlemişlerdir

Türk resminde kendinden önceki sanatçı topluluklarına nispetle daha çok etkin olan sanatçı grubu 1933 yılında kurulan aralarında bir takım ‘Müstakil’ inde bulunduğu “D Grubu” dur. Kübizm ve soyut sanatın genel kabul görmesine eğilimli sanatçılardan oluşmuştur.

Türkiye’de D Grubu’nun etkinliklerinin sürdüğü dönemde, mevcut yükseköğretim kurumlarında esaslı reformlar gündeme gelmiştir. 1936 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’nde eğitim alanında, uygulanmakta olan eğitimin günün koşullarına uydurulmasını amaçlayan bir takım yenilikler yapılmıştır. Bu reformlar çerçevesinde Güzel Sanatlar Akademisi kadrolarının yabancı öğretmenlerle desteklenmesi kararıyla resim, heykel ve mimarlık bölümlerinin başına yabancı eğitmenler getirilmiştir. Böylece Cumhuriyet ideolojisi doğrultusunda Batı’nın çağdaşlaşma anlayışıyla Güzel Sanatlar Akademisi’nde yabancı hocaların etkinlikleri arttırılmıştır. 1936–1937 reformuyla Resim bölümüne getirilen Léopold Lévy 1954 yılına kadar Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki görevine devam etmiştir. Türkiye’de bulunduğu dönem içerisinde 53 eser gerçekleştirerek resim sergileri düzenleyen Léopold Lévy, Avrupa’da eğitim görmüş olan Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cemal Tollu, Sabri Berkel, Cevat Dereli, Ali Avni Çelebi gibi genç sanatçıların Güzel Sanatlar Akademisi’nde yer almalarını sağlamıştır.