Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın yerli otomobil üretimi konusunda mesajından hemen sonra TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Bilim Ve Sanayi Bakanı Faruk Özlü ile görüşmüştür. Görüşme sonrasında kendisine sorulan Peki yerli otomobili tümüyle yapma potansiyelimiz var mı?” sorusuna, Yerli otomobili tümüyle yapabilecek gücümüz var. Ama burada önemli olan tasarım ve pazarlamadır…Önemli olan pazarlama. Dünya rekabetinde pazarlamanın önemi çok büyük. Bu konuyu düşünüyoruz.”demiştir. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık da “1884’te Abdülhamid Han yerli otomobil için talimat verdi” diyerek yerli otomobil üretimine vurgu yapmış, bu konuda hedef belirlemiştir: “2020 yılında yerli otomobilimiz yollarda olacak.”

Otomotiv sektörü Ocak 2017 raporuna göre; hesaplanan endeks değerlerine göre otomotiv ana sanayi diğer otomotiv üreticisi ülkelere göre otomobil segmentinde karşılaştırmalı üstünlüğe sahiptir. Türkiye’de 2000 yılına kadar ülkeye gelen otomotiv yatırımları daha çok montaja yönelik olmuştur.

Avrupa Birliği ile 1996 yılında Gümrük Birliği’nin gerçekleşmesiyle Birliğe yönelik ihracat odaklı yatırımlar ve bunun doğal sonucu olarak da otomotiv sektörü ihracatı artmıştır.

Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin geçen hafta açıklanan araştırmasına göre, en fazla ihracat yapan şirketler sıralamasında 3.96 milyar dolar ile Ford Otomotiv Sanayi birinci, 3.19 milyar dolar ile Tofaş Türk Otomobil ikinci, 2.8 milyar dolar ile Oyak-Renault Otomobil üçüncü olmuştur. İhracatta otomotiv sektörü yüzde 27.2 pay ile ilk sıradır.

Türkiye’de 5 fabrikada 15 farklı model ve tipte otomobil üretimi gerçekleştirilmektedir. Tofaş; Egea Sedan, Egea Hatchback, Egea Station Wagon ile Linea, Oyak; Renault Megane Sedan,  Clio Hatchback, Clio Sport, Clio Tourer, Honda; Civic Sedan,  Hyundai Assan;  i10, i20 ve i20 Active, Toyota;  Corolla Sedan, Verso ve CH-R, Ford Otosan ise Transit Connect modellerini üretmektedir.

Ülkemizde ilk yerli otomobil olan Devrim, Eskişehir’de TÜLOMSAŞ fabrikasında üretilmiştir. 1960 darbesi sonucu iş başına gelen askeri hükümetin başında bulunan Orgeneral Cemal Gürsel, 1961 yılında yüzde yüz yerli otomobil yapılması için emir verir. 130 günde Türk mühendisleri 4 adet otomobil üretir. Otomobillerden ikisi 29 Ekim törenlerine katılmak için Ankara’ya gönderilir. Cemal Gürsel otomobillerden birine binerek TBMM’ye gelirken aracın benzini bittiği için yolda kalır. Cemal Paşa’nın “Ne oluyor ?” sorusuna direksiyondaki yüksek mühendis Rıfat Serdaroğlu “Paşam, benzin bitti” cevabını verir. Cemal Paşa Anıtkabir’e ikinci otomobil ile gider ve otomobilden inerken şunları söyler: “Batı kafasıyla otomobil yaptınız ama, doğu kafasıyla benzin ikmalini unuttunuz.”

Devrim otomobilinde seri üretimine geçilememiştir ama o dönem için bir başarı sağlanmıştır. Üretimin hikayesini anlatan Devrim Arabaları filmi 2008 yılında çevrilmiştir.

devrim

Devrim otomobilin emektarı, motor yüksek mühendisi Şükrü Er’dir. Şükrü Er bir röportajında şunları söylemiştir: “Projede yer alan mühendislerden biriyim. Devlet Demiryolları’nın Eskişehir fabrikasında bir alan bize tahsis edilmişti. Ankara ve Sivas fabrikaları da bize destek veriyordu. İnsanüstü bir performansla dört ayda dört otomobil ürettik. Bu dört otomobil için üç tipte, on adet de motor ürettik. Dünyada görülmemiş şey…İki tanesi 29 Ekim için Ankara’ya gönderildi…Araçlardan birine yakıt konmamış. Gürsel bu araca bindi araç durunca tüm basın, buraya hücum etti…Türkler otomobil üretemez diye kampanya başlattılar adeta. O dönem Sanayi Bakanı olan Şahap Kocatopçu projeyi şiddetli kınayanların başında geliyor… Devrim’in üretilmeme sebebi başarısızlık değil, tamamıyla siyasidir. Bu araçlar biri halen Eskişehir’de. Olayların üzerinden 30 yıl geçtikten sonra, gidip gördüm ve içine girip çalıştırdım. Hiçbir sorun yoktu.”

 

İlk yerli otomobil Devrim’in aksine ikinci yerli marka olan Anadol, Koç Grubu tarafından seri olarak 1966 yılında üretilmiştir. Anadol’un ilk satış fiyatı 26.800 TL idi. 1966 yılından 1984’e kadar 87 bin adet Anadol üretilmiştir. Bu Anadol’lardan birine 1973 yılında sahip oldum ve 1985 yılına kadar da kullandım.

Türkiye’de yerli otomobil üretilmektedir ama markası (ticari ismi) yerli değildir. Eğer yerli (Türk Malı)  değil de montaj olsaydı, Avrupa Birliği’ne sıfır gümrük tarifesi ile ihraç edilemezdi.

Burada sorun, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun da belirttiği gibi pazara Devrim, Anadol gibi yerli isimle girmek, diğer bir deyişle yerli isim ile pazarlamaktır. Yerli isim taşıyan ve hiç bilinmeyen otomobilin devler liginde bilinme, tanınma, pazarlama, dağıtım, servis, yedek parça ve güvenirlilik sorunu olacağını düşünmek gerekir.

Türk halkında geçmişte bir Alman malı hayranlığı vardı. Marka’dan çok Alman malı olması önemliydi. Çünkü tüketici Alman malını almış, uzun yıllar kullanmış ve bir sorunla karşılaşmadığı için o mala güven duymuştu. Bu konuda bir örnek vermek istiyorum. 1985 yılında Paris’te OECD Büyükelçiliğimizde görevli idim. Maliye Bakanlığı’ndan bir mali müşavir (F.U.) tayinle gelmiş ve yeni bir Ford otomobil almıştı. Bir gün beni de aldı, kısa bir Paris turu yaptık. Bir ara otomobili kirleten kuşların pisliğini temizlemek üzere durduk. Çünkü kendisi çok titizdi, boyaya zarar verir düşüncesindeydi. Bu arada otomobilin performansını sordum. Çünkü ben de almayı düşünüyordum. Bana aynen şunları söyledi: “Bu otomobil İspanya’da yapılmış. Ben Alman malı sanarak aldım. Bilseydim İspanya’da üretildiğini almazdım” dedi. O yıllarda İspanya daha AB üyesi olmamıştı. F.U.’yi tereddüde düşüren, İspanya’da üretilen Ford’a güvenmemesiydi.

Siz Egea, Linea, Renault Megane,  Clio, Civic, Corolla ya da  Ford  Transit Connect’i yerli olarak üretebilirsiniz ama bu markaların arkasında uzun bir geçmiş, tüketicide  de bu geçmişe dayanan bir güven vardır. Aslında bu marka otomobiller de yerlidir, Türkiye’de üretilmektedir, ABD ve Avrupa’ya ihraç edilmektedir. Yerli bir isim ile piyasaya girmek cesaret işidir. Bakan Işık “2020 yılında yerli otomobilimiz yollarda olacak” demiştir ama zaten yabancı markalı yerli otomobiller yıllardır Türkiye yollarındadır. Bakalım TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu bu riski üstlenecek bir TOBB üyesi bulabilecek mi?

 

Mesut Barzani Kırım’daki Hukuk Dışı Referandumu Örnek mi Aldı?

Torun tarafından Tatar olduğunu açıklayan dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu “Ukrayna’nın bütününün, Kırım da dâhil olmak üzere istikrara kavuşması en büyük temennimizdir” demiştir ama bu açıklama havada kalmış ve Kırım, Rusya tarafından işgal edilmiştir. Yeni yönetim, Rusya’ya katılım kararını 6 Mart 2014 tarihinde almış ve kararı 16 Mart‘ta referanduma götüreceğini ilan etmiştir. Uluslararası toplumun tanımadığı ve Kırım Tatarlarının boykot ettiği referandumdan Rusya’ya katılım kararına onay çıkmış, Moskova Kırım’ı 18 Mart 2014 tarihinde ilhak etmiştir. Böylece Rusya, 1994 yılında Budapeşte mutabakatı ile kabul ettiği Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü Kırım’ı işgal ederek ortadan kaldırmıştır.

Kırım örneği Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’yi heyecanlandırmış olsa gerek ki, Kırım’da olduğu gibi 25 Eylül 2017 tarihinde bağımsızlık için referandum yapılacağını açıklamıştır.

Barzani’nin niyetini sezen Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın, Barzani’nin kesin tarih açıklaması öncesi şu açıklamayı yapmıştır: “Biz bu konuyu daha önce Kürt Bölgesel Yönetimiyle konuştuk. Biz bunun yanlış adım olacağını düşünüyoruz. Güvenlik risklerinin hat safhada olduğu bir döneme bunun gündeme getirilmesini doğru bulmuyoruz. Ayrıca Irak’ın parçalanması adımı başka bölgelere de yayılır, bunun bedelini de herkes öder.”

Başbakan Binali Yıldırım, “Bölgemizde yeterince sorun var. Yeni bir sorun alanı oluşturulmasının doğru olmadığını düşünüyoruz ve bu kararın da sorumsuzca verilmiş bir karar olduğunu düşünüyoruz” derken, Dışişleri Bakanlığı’nın resmi açıklamasında, vahim bir hata yapıldığı belirtilerek Türkiye’nin birinci önceliğinin Irak’ın toprak bütünlüğü olduğu vurgulanmıştır.

Barzani’nin referandum kararını, Türkiye’nin terör örgütü olarak tanımladığı YPG’ye ABD’nin ağır silahlar vermesiyle birlikte düşündüğümüzde, acaba yeni bir Sykes Picot mu gündeme geliyor sorusunu akla gelmektedir.

Sykes-Picot, 29 Nisan 1916 tarihinde Kut’ül Ammare Kuşatması sonrasında İngiliz kuvvetlerinin Osmanlı Devleti’nin 6’ncı Ordusu karşısında yenilmesinden sonra 16 Mayıs 1916 tarihinde İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve aynı yılın Ekim ayında Rusya tarafından onaylanan, Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu’daki topraklarının paylaşılmasını öngören gizli anlaşmadır.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti ile 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sevr (Sevres) Anlaşması, büyük ölçüde Skyes-Picot’da belirlenen sınırlara dayanır. Çünkü Sevr’de büyük Kürdistan vardır. Cumhurbaşkanı Erdoğan daha önce  “Yaşadığımız bu dönem en az İstiklal harbi kadar zordur. Bugün adı konulmamış bir Sevr tehdidi ile karşı karşıyayız diyerek Sevr Anlaşması’na atıfta bulunmuştu.

Sevr Anlaşması’nda Kürt bölgesi 62-64’ncü maddelerde yer almıştır. İngiliz, Fransız ve İtalyanlardan oluşan bir komisyon Fırat’ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak, bir yıl sonra Kürtler dilerlerse Milletler Cemiyeti’ne bağımsızlık için başvurabilecekti. 1917 Devriminden sonra Rusya paylaşımdan vazgeçmiş, Lev Trocki gizli olan bu anlaşmanın bir kopyasını 24 Kasım 1917‘de İzvestiya gazetesinde yayınlamıştı.

Diyarbakır Silvan’da 15 Temmuz 2011 tarihinde 13 şehidin verildiği günde Demokratik Toplum Kongresi demokratik özerklik ilan etmiştir. Kongre’de BDP’yi temsil eden Batman milletvekili Bengi Yıldız, Taraf Gazetesi’nden Neşe Düzel’e demokratik özerkliğin ne anlama geldiğini kendine göre açıklamıştır. Yıldız, Demokratik Özerklik (Sevr Anlaşması’ndaki ifadesiyle muhtariyet-i mahalliye) ilan edilen bölgenin Kürdistan olduğunu belirterek bu bölgenin Sivas Koçgiri, Maraş’ın bir kısmı, Erzincan, Malatya, Elazığ tarihsel olarak Erzurum, Van, Ağrı, Batman, Diyarbakır ve Doğu ve Güneydoğu’nun tamamı olduğunu söylemiştir.

Sevr Anlaşması’nda da bu iller Türkiye’nin sınırları dışında tutulmuştur. 

İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir Komisyon Fırat’ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak, bir yıl sonra Kürtler dilerse Milletler Cemiyeti’ne bağımsızlık için başvurabilecektir. Madde 64  şöyledir: “İşbu muahedenin mevki-i meriyete vaazından bir sene sonra 62 inci maddede zikredilen havalideki Kürtler, bu havali Kürtlerinin ekseriyeti Türkiye’den ayrılarak müstakil olmak arzu ettiğini ispat ederek Cemiyet-i Akvam Meclisine müracaat ederler ve Meclis de ahali-i mezkûreyi bu istiklâle lâyık görür ve onlara istiklâl bahşetmesini Türkiye’ye tavsiye eyler ise Türkiye işbu tavsiyeye muvafakat ve bu havali üzerindeki bilcümle hukukundan feragat etmeği şimdiden taahhüt eder.”

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin 25 Eylül 2017 tarihinde bağımsızlık için referandum yapılacağını açıklamasını, yukarıdaki tespitler ışığında değerlendirilmekte fayda vardır.