Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

TAM BAĞIMSIZLIK İLKESİ GENÇLİĞE TAMAMEN MAL OLMUŞTUR

Muammer Aksoy

Bu konu üzerinde özellikle durmamızın nedenlerinden biri de, -yukarıda da değindiğimiz gibi – onun bugün gençliğimizin çoğunluğu tarafından büyük bir heyecanla benimsenmiş ve mücadele sloganı haline getirilmiş olmasıdır. Bu ilkeyi durmadan tekrarlayarak “Türkiye’nin her alanda tam bağımsızlığa kavuşması için şart ise, ikinci bir kurtuluş savaşı bile vermek gerekir” diye haykıran geçler, çok ağır ithamlarla karşılaşmaktadırlar. Memleket veya rejim için zararlı ve tehlikeli başka herhangi bir görüş veya ilkeyi ayrıca savunmuş olup olmadıkları aranmaksızın, sadece “tam( gerçek) bağımsızlık!” ve “emperyalizmin her türüne karşıyız!” sloganlarını benimseyen onbinlerce genç. “Moskova uşaklığı” ile suçlanmak istenilmektedir. Eğer bu ihtimal gerçeğe uyuyorsa, yalnız rejimin değil, memleketin geleceği bakımından da büyük bir tehlike ile karşı karşıyayız demektir.Gerçekten öyle ise, yarın en sorumlu sandalyelere oturacak olan bugünün Yüksek Öğrenim Gençliğinin, bu kadar zararlı ve tehlikeli görüşleri neden benimsemiş olduğu üzerinde ciddi surette durmak ve bunun tedavi çarelerini aramak zorunluluğundayız.

“Doğru bir teşhis koymadan tedavinin imkansızlığı” tartışma götürmez bir gerçek olduğuna göre, önce teşhisimizin doğru olması lazımdır!…

“Tam bağımsız Türkiye! “ , “emperyalizmin her türlüsüne karşı çıkmak!” ve “iç ve dış sömürü ile mücadele!” diyen gençlerin, Moskova tarafından satın alınmış kuklalar olduğu sonucuna varılıyorsa, önce akıl ölçülerine kolay kolay sığmayan bu sonucun gerekçesini bulmak gerekir. Bugünkü iç ve dış düzene uydukları takdirde oldukça parlak bir geleceğe aday bulundukları şüphesiz olan bu genç kafaların, “kendilerini her bakımdan tehlikeye atarak böyle bir mücadeleye niçin giriştikleri” , “kendilerini Moskova’ya niçin sattıkları sorusu mantıki bir surette cevaplandırılabilmelidir. Evet, Türkiye’ye istediği gibi para getirmekte serbest olan ve sağladığı yeni birçok fondaki parayı, Türk Devletine hesap vermeksizin istediği gibi sarfetme yetkisine sahip bulunan, dünyanın para babası Amerika’nın bu gençleri satın almayıp da, Rusya’nın (hem de Türkiye’ye getirdiği her kuruşu kontrole tabi olan bir Rusya’nın ) bu gençleri nasıl olup da satın aldığı (daha doğrusu satın almış olabileceği ) yolundaki muammayı çözmek şarttır!… Bu soruya, akla ve dürüstlüğe uygun objektif bir cevap ararken , unutmayalım ki, bu gençler, şimdi veya en kısa zamanda Türkiye’deki ( ve hatta dışardaki ) düzinelerle Amerikan kuruluşunda çalışma, ya da kendilerine hazırlatılan herhangi bir rapor, uydurma bir yazı, ya da herhangi bir sözde iş karşılığında dahi “meşru” yoldan binlerce, onbinlerce lirayı Amerika’dan doğrudan doğruya veya dolaylı biçimde kolayca alma imkanına sahiptirler. Amerika’nın akla sığmaz bir rahatlıkla Türkiye’de adam satın alma imkanlarına sahip bulunduğunu, gözden uzak tutmaya imkan var mıdır ?!.

Buna karşılık Sovyetlerin, Amerika gibi Türkiye’de sayısız şirketleri veya çeşitli adlar altında ulusal ve uluslararası karma kuruluşları değil, bir tane şirket veya kuruluşu bile yoktur. O halde, dolambaçlı yoldan ( yani müşavirli, rapor, etüt veya diğer malum adlar ve bahaneler altında ), Rusya’nın bir kişiye para vermesi ve hele “namusunu dahi yerinde bırakarak kişiyi satın alması” söz konusu olamayacaktır. Sovyetlerden alınacak her kuruş, ancak düpedüz ( yani hiçbir vaftize imkan bırakmayan ) bir casusluk karşılığı olabilecektir. Rusya’nın Amerika gibi bütün Türkiye’ye yayılmış yüzlerce kültürel, ticari, sınai , siyasi nitelikte “milli” , “yarı milli” veya “milletler arası” kuruluşları ve ordu örgütleri bulunmadığına göre, gençlerin, bu yerlere rahat rahat girip çıkmaları sayesinde, yabancı devletin temsilcileri ve ajanları ile ilişki sağlamaları ve böylece gizli emeller konusunda rahatça anlaşmaya varmaları ( yani kendilerini satmaları ) da elbette söz konusu olamaz. Geriye “gizli gizli buluşmalar” , şifrelerle ve dolaylı yollardan ilişki sağlamalar” , başka deyimle “düpedüz casusluk” kalıyor demektir. Böyle dikenli yoldan dahi gitmediği , ayrıca sık sık cop yemeği, hayati önemdeki haklarını hatta hürriyetlerini ve bazen hayatlarını kaybetmeyi göze alacak satılık maceracıların, devrimci ve idealist onbinlerce genç içindeki oranlarının , objektif esaslar gözönünde bulundurulmak şartıyla en karamsar bir tahmin ile dahi, binde bir veya ikiden daha fala olabileceğini tasavvur etmeğe imkan yoktur. Buna karşılık, Türkiye’nin kültür müesseselerini bile, çeşitli yollardan (hatta doğrudan doğruya Amerikalı personel sayesinde dahi ) etkileme imkanına sahip olan ve Türk vatandaşı diplomalılara , en küçük hizmetler karşılığında ( mesela yağ politikası konusunda rapor hazırlamak falan gibi) yüzbinlerce lira sunan Amerika’nın Türkiye’de kendi görüşlerini ve çıkarlarını para karşılığında savunan kitle halinde hizmetkarlar sağlamış olduğu, inkar olunamaz bir gerçektir. Ayrıca bunlar sayesinde , saf beyinleri yıkayarak ( şartlayarak ) kitle halinde bir takım kukla ruhlarda yarattığı şüphesizdir.

Bugün Türkiye’de Japonya’nın , Çin’in hatta Belçika ve İsveç’in bile casusu bulunabilir; ve Rusya’nın da elbette vardır. Ama bunların sayıları, herhalde birkaç kişi , nihayet birkaç on kişi olabilir. Amerika’nın Türkiye’deki “çeşitli biçim ve ölçüdeki ajan” larının ise, onbinlerce, yüzbinlere ulaştığı hakikati, artık tartışılmayacak biçimde ortadadır. Sayın senatör Haydar Tunçkant’ın, belirtilerin çok ötesine giden bir ciddiliğe sahip “CIA’ya ilişkin raporu” nun , ( başka deyimle: Türkiye’deki Amerikan casusluk hareketine ilişkin araştırma talebinin ) Cumhuriyet senatosundaki akıbeti bile, bu alandaki bir çok gerçeği yeteri kadar gün ışığına çıkarıcı ( ve üzerinde uzun uzun düşünmeğe değer ) niteliktedir.

Kavramların Tersine Çevrilişi:

Kısacası, bugün Türkiye’de çeşitli siyasi kavramların tersine çevrilmiş olduğuna, hayretler içinde tanık oluyoruz. Ama bunlardan hiçbirisi, “bağımsızlık” ,”tam bağımsız Türkiye” kavramlarındaki kadar dehşet verici bir yoğunluğa ulaşmamıştır. Bugün açıkça “tam bağımsız Türkiye” , “emperyalizmin her türüyle mücadele “ ilkelerini savunan kişiler. Akıl durduracak bir terslik içinde , “satılık” , “vatan haini”, “milli duygulardan yoksun” insanlar olarak nitelendiriliyor. Hem de , yalnız gerçek satılıklar tarafından değil; aynı zamanda satın alınmış basın ve diğer propaganda araçları sayesinde beyinleri sistemli surette yıkanmış masum ( yani robotlaştırılmış, otomatlaştırılmış) kişiler tarafından bile….

Buna karşılık “Amerika’nın tam anlamı ile himayesi ( mandası ) altına girmedikçe yaşayamayacağımızı” açıkça savunan kimselere, Türkiye’de bir hayli geniş çevreler ( hele resmi çevreler ), “satılık” , “milli duygulardan yoksun” veya hiç değilse “korkaklık yüzünden uşaklığı kabul etmiş zavallı yaratıklar” demiyor, diyemiyor. Dahası var ; bağımsızlıkla ve bağımsızlık bilinci ile bağdaşmaz böyle bir zihniyetin savunucuları adeta sağduyu ile, her türlü akıl kurallarıyla ve bütün kavramlarla alay edercesine “memleketçi”, “milliyetçi”, “vatansever” kişiler ( ve gruplar ) olarak nitelendiriliyor. Ölçülerin ve kavramların bu derece tersine çevrildiğine, belki sadece sömürgelerde rastlanabilir!

İşte bu nedenledir ki, “tam bağımsız Türkiye” kavramı üzerinde, Atatürk’ün ışığında uzun uzun durmak isteriz. Türk ulusuna tertiplenen son suikastta onun kurtarıcısı ve yeni Türk Devletinin kurucusu olan büyük Türkün bugün aramıza gelerek, sözleri ve yazıları ile on kere , yüz kere, bin kere aynı kavramları ve görüşleri tekrarlamak suretiyle, bize bu son derece hayati olan bu konuda ışık tutması gerekmektedir.

İncelememiz gösterecek ki, “tam bağımsız Türkiye” ve “emperyalizmin her türlüsüne karşı olmak” gibi ilkeler , Atatürk’ün ilkeleridir. Bu ilkeleri savunmak , herhangi bir yabancı devlete örneğin Rusya’ya uşaklık etmek değil, sadece ve sadece Türkiye’yi savunmaktır ve Türkiye’yi savunmanın tek doğru yoludur. Bu ilkeyi ve sloganları benimsemiş olan Türk Gençliğine gelince, bazen içtenliğin ( samimiyetin), heyecanın, “ haksızlıklar, anlayışsızlıklar, hatta ihanetler karşısında düştüğü ümitsizliğin ve karamsarlığın” etkisi ile yanlış adımlar atabilir, zararlı eylemlerde bulunabilir. Ama, Türkiye’nin tarihinde bugünkü kuşak kadar memleketçi, bugünkü kuşak kadar Türk Halkını düşünen, bugünkü kuşak kadar Türk Yurdu ve Türk Halkı içinkendi çıkarını , özgürlüğünü ve hatta hayatını bile bile ve ısrarla tehlikelere atabilen (kısacası bu kadar idealist, bu kadar vatansever, bu kadar onur ve kişil sahibi ) bir kuşak gelmemiştir. Zaman zaman beliren yanlış eylemlerine rağmen , biz şahsen, bugünün Üniversite gençliği ile sınırsız iftihar duymaktayız ve onlara “öğrencilerimiz” diyebilmenin, gerçekten bir mutluluk kaynağı olduğuna inanmaktayız.

Bu nedenle de, onların benimsediği, hatta irfan ocaklarının duvarına karaltmak istedikleri “ ya istiklal ya ölüm” parolasını çeşitli incelemelerle aydınlatmayı ( ve bu noktada ayrıca geniş halk kitlelerinin de bilinçlenmesine hizmet etmeyi ), kendimiz için kaçınılmaz bir görev sayıyoruz.

Muammer Aksoy