Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

SURİYE’DE YPG/PKK DENKLEMİ VE YENİ PARADİGMA

27 Aralık 2024’de İdlib’ten başlayan HTŞ harekâtının yıldırım hızı ile ilerlemesinin arkasında Batılı istihbarat operasyonlarının yolu açması ve İsrail’in son dönemde Esat’ı ve İranlı güçleri oldukça zayıflatması önemli rol oynadı. İdlib’te kurulan HTŞ’nin cihatçı üssü beklenmedik bir şekilde başarılı oldu ama Şam’a ilk girenler CIA’nın güneydeki tugaylarıydı. Ankara, ideolojik başarı olarak gördüğü Suriye’deki yeni durumda İran’ın bıraktığı rolün Sünni projeksiyonunda konumunu güçlendirmek istiyor. Ancak, Türkiye’nin başka bir ülkenin coğrafyası ve yönetimini tek başına yönlendirmesi ve bunu Suriye’deki iç ve dış düşmanlarına rağmen sürdürmesi mümkün değil. Ankara’nın en büyük hatası HTŞ’yi kontrol edebileceğini zannetmesi oldu. El Kaide uzantısı El Nusra’nın ana omurgasını oluşturan HTŞ’nin arkasındaki güçler sırası ile S. Arabistan, ABD ve İsrail. HTŞ, Ankara’dan aldığı desteğe konjonktürel bakıyordu ve şimdi kendi gündemi var, Ankara’nın yükünü taşıyamaz. Var olması için Batılılara muhtaç ve ideolojisi için S. Arabistan’ı tercih ediyor. Kısaca Ankara, Fırat’ın doğusundaki YPG/PKK’yı HTŞ’ye havale etmiş olsa da HTŞ’nin buna ne gücü ne de niyeti var. Ankara, ABD’ye rağmen, Suriye’de direksiyona geçemeyeceğinden Yeni Paradigma’ya sarıldı. Yani PKK’sı ayıklanmış Kürtlerin devlet kurmasına göz yummaya hazırlanıyorlar. İçine girilen çıkmaz yeni bir Suriye için detaylı bir saha analizi gerektiriyor.

Suriye’de YPG/PKK Denklemi

Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) ile AKP’ye bir Ortadoğu Konfederasyonu vaat edilmişti. BOP’a göre, Suriye ve Irak’taki bölünmelerden İsrail’e dost Kürt devletleri çıkacaktı. Şimdi eski plan ısıtılarak uygulanıyor ve Türkiye’ye gene bir havuç lazım. Zor durumdaki Ankara gene inanmaya hazır gibi. Yeni Suriye’de temel çelişki ABD ile Türkiye arasında yaşanıyor. İki ülke bugüne kadar silahlı isyanın yönetimi, Esat’ın gönderilmesi ve Suriye’nin çökertilmesi konusunda iş birliği yapsa da konu SDG-YPG/PKK konusuna gelince yollar ayrılıyor.

ABD son yıllarda üç önemli işaret verdi;

(1) Suriye’nin kuzeyindeki yapıyı, Irak’ın kuzeyi ile birleştirmek.

(2) Bu yapının Türkiye’deki Kürtlerle birlikte bir statü edinmesi.

(3) İran senaryosu içinde bu ülkedeki Kürtlerin de ABD askeri planın bir parçası olarak görev alması ve karşılığında onlara da bir özerk bölge kurulması.

20 Ocak 2025’de başkanlık görevini devralacak Trump, önce “Suriye’nin anahtarı Türkiye’dir” dedi. Daha sonra Trump, Suriye’deki mevcut durumu değerlendirirken; “Suriye’de olanlara bakarsanız, Rusya zayıflamıştı, İran zayıflamıştı. O (Erdoğan) çok akıllı bir kişi. Adamlarını farklı şekillerde ve farklı isimlerle oraya gönderdi. (Suriye’nin) İçine girdiler ve ele geçirdiler. Olan bu” ifadelerini kullandı. Trump’ın arkasındaki Amerikan derin devleti, Türkiye’yi tamamen Suriye pisliğine bulaştırıp BOP’un Türkiye ayağını başlatmak istiyor. Suriye’de işler bir şekilde ters giderse bunun sorumluluğunu Türkiye’ye yıkmış olacak. Trump’ın izleyeceği politikaların belirsiz ve radikal, davranışlarının da öngörülemez olduğu tecrübe edildi. Trump, ABD’nin Suriye’deki askeri varlığı konusunda “Bu konuda yorum yapamayacağım çünkü bu askeri stratejinin bir parçası. Ancak bu durum Türkiye’yi ilgilendiriyor” dedi.

Trump’ı Türkiye ve lideri hakkında söylediklerini arka planında iki konunun öne çıkması ihtimal dâhilindedir;

– Bunlardan birincisi, İsrail’in Suriye’de devam ettirdiği işgali perdelemek ve onun güvenliği aleyhinde Türkiye’nin herhangi bir girişimini önlemek,

– İkincisi ise Suriye’deki SDG-YPG/PKK organizasyonunun ve bu kapsamdaki Kürt yapısının, ülkenin yeni şekillenmesinde de yer almasını sağlamak ve bunun Türkiye tarafından bir şekilde kabullenilmesi için zemin oluşturmak olabilir.

Yeni Suriye’de SDG-YPG/PKK yapısının geleceği ile ilgili iki görüş ortaya çıktı;

– Birincisi SDG’nin, Suriye’nin yeni şekillenmesinde federasyon/özerk bir yapıda, IŞİD bahanesiyle ABD’nin desteğiyle Suriye’nin %33’ündeki varlığını devam ettirmesidir.

– İkincisi ise askeri gücünün, Suriye Merkezi Yönetimi silahlı kuvvetlerinin bir parçası olarak kabul edilmesi kaydıyla Federe/Özerk bir Kürt yönetimi olarak yeni şekillenmede yer almasıdır.

Suriye yeni yönetiminin, hükümet dışında hiçbir silahlı grubun varlığına müsaade edilmeyeceği açıklaması dikkate alındığında, ikinci görüşün daha çok ihtimal dahilinde olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, Taliban türevi bir yönetim kuracak HTŞ’nin daha önce savaştığı YPG/PKK ile entegre olması ve birlikte yaşaması kolay değildir.

Üçüncü bir olasılık ise SDG-PKK/YPG’nin kendisini feshetmesi, sadece Federe/Özerk bir Kürt yönetimi olarak yeni şekillenmede kendisine yer bulmasıdır.

ABD, iki ayaklı bir plan güdüyor;

Birinci plan; öncelikle doğrudan güç kullanmaksızın Fırat hattında çatışmaları durdurmak. Amerikalılar ayrıca SDG’deki Arap bileşenlerin çözülmesini önlemeye çalışıyor.

İkinci plan, Kürt birliğini sağlamak. PYD çizgisindeki Kürt Yüksek Konseyi ile Barzanilerin desteklediği Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) 2012’de sağlanan Hewler Mutabakatı’na rağmen yönetimde ortaklık kuramamıştı.

Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde istediği olmazda YPG/PKK’ya karşı HTŞ, SMO ve ile koordineli bir harekât yapabilir. Ancak, Arap aşiretlerin %90’ı HTŞ’yi desteklese de yani Türkiye’ye yakın gözükse de bunlar ABD ve İsrail tarafından para ve vaat ile satın alınabilir. HTŞ içindeki Araplar, Bedevi değildir ancak diğer bölgelerdekiler aşiret Araplarıdır.

Ankara, Amerikan güçleri sahadayken yapamadığı harekâtı Şam’dan bekliyor. Ayrıca Şam’da sadece Ankara söz sahibi değil. ABD başta olmak üzere başka aktörler de Amerikan yönetimi, Şam’da kontrol mekanizmalarına ihtiyaç duyuyor. Buradaki olası senaryoda, Türkiye’nin Kürtlerle olan gerilimlerini emecek bir formülün arandığını öngörebiliriz.

ABD Afrin’de olduğu gibi SDG’nin Fırat’ın batısında kesinlikle çatışmasını istemeyecektir. “Bu sizin savaşınız değil” diyecektir. Tel Rıfat, Şeyh Maksud, Eşrefiye, Tel Aran, Tel Hasel hatta Menbic Amerikalıların Kürtler lehine hesap yaptığı bir yer değil. Buralarda Türkiye’nin hamlelerini kendi oyun planında görüyor.

HTŞ ve HTŞ’nin başını çektiği Feth’ul Mubin koalisyonunun, Suriye Milli Ordusu bileşenleri ve güneydeki örgütler dâhil tüm silahlı gruplarla yeni Suriye ordusunu kurma hedefi var. Ankara, YPG’yle mücadeleyi şu aşamada HTŞ’ye havale etmiş görünse de Washington ile Fırat’ın doğusu-batısı için bir pazarlık yürüyor. Türkiye’nin ABD ile pazarlıkları, HTŞ’yi koşullandırma çabaları, farklı Kürt kanallar üzerinden SDG’yi sıkıştırma hamleleri ve İmralı’da Abdullah ÖCALAN’ı devreye sokma girişimleri tek bir hedefe kilitleniyor; PKK kadrolarının Suriye’den çıkarılması, SDG’nin dağıtılması ve özerklik statüsüne giden yolun kapatılması yani tam tasfiye. Bu süreçte YPG/PKK Komutanı Mazlum ABDİ, bazı tekliflerde bulundu. Kobani’nin silahlardan arındırılmasını önerdi. Ardından PKK kadroları dâhil yabancı savaşçıların Suriye’den çıkabileceğini söyledi. Sonra sınır kapılarını Şam’daki hükümete bırakabileceklerini belirtti.

Ankara’nın hesapları Batı ile hiç uyuşmadı ve şimdi bu ittifakı sürdürecek ortak çıkar olan Esat olmadığına göre, yeni durum bir ayrışma getirecek. Yaratılan IŞİD ve Sünni cihatçılar ile mücadele eden aslında ABD değil, İran’dı. Şimdi “yaratılan gerçeklik” yani IŞİD tehdidi yeni bir yüz ediniyor. Ülkenin istikrarı için HTŞ’nin toplumun tüm kesimleriyle etkileşime girmesi gerekli, bu başarılamazsa, tehdit altında hisseden “çoğu silahlanmış toplulukların” direnme olasılığının yüksek. HTŞ ve Suriye Milli Ordusu (SMO) uzun süre Suriye’nin en büyük silahlı muhalif grupları olarak konumlandı. HTŞ kuzeybatıdaki İdlib’i yönetirken Türkiye’nin desteklediği SMO birlikleri Halep çevresine yoğunlaştı. HTŞ ve SMO arasında geçmişte yer yer kanlı çatışmalara varan gerilimler de yaşandı. SMO’yu oluşturan bazı fraksiyonlar ve HTŞ arasında dönem dönem şiddetli çatışmalar yaşandı. Son olarak Ekim 2022’de çıkan çatışmalar, Türk ordusunun müdahalesiyle sonuçlanmıştı. HTŞ liderliğinde başlayan ve 8 Aralık’ta Beşar ESAT hükümetinin devrilmesiyle sonuçlanan saldırılara, SMO şemsiyesi altındaki grupların da katıldığı aktarıldı. Ancak, Esat’ı devirme ortak hedefi gerçekleştirildikten sonra, gruplar arasında başta güç mücadelesi olmak üzere farklı gerilimler yaşanması riski var.

HTŞ & YPG/PKK Dengeleri

Türkiye, Suriye’deki cihatçıları sadece kendi İslamcı vizyonu için değil, YPG/PKK ile savaşmak ve başka ülkelere ihraç etmek için de kullandı. Türkiye’nin para, eğitim ve askeri destek sağladığı Suriye Milli Ordusu (SMO) 2017 yılında kuruldu. SMO’nun kökeni 29 Temmuz 2011 tarihinde kurulan Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) dayanıyor. ÖSO’nun kendi içindeki çatışmalar ile zayıflaması üzerine Türkiye, Fırat Kalkanı harekâtı sonrası kazanımlarını korumak üzere Ağustos 2016’da militanları yeniden gruplayarak Suriye Geçici Hükümeti ve Milli Ordu kurdu. SMO’nun resmi amacı güvenli bölge kurmaktı ve diğer isyancı grupları da toplayarak varlığını İdlib’e kadar genişletti. SMO, çoğunlukla Arap ve Türkmen militanlardan oluşmaktadır. Haziran 2017’de SMO grupları üç askeri blok teşkil ediyordu; Zafer, Sultan Murat ve Akdeniz. Bazı gruplar ise bağımsız kaldı. Temmuz 2017’de SMO içinde üç Kolordu (1, 2 ve 3.) kuruldu. Hama’daki isyancılar ise 4. Kolorduyu teşkil ediyordu.  Türkiye’nin desteklediği SMO birlikleri Suriye’nin kuzeyinde Kürt gruplara karşı Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile birlikte savaştı. SMO ayrıca Türkiye’ye yeni bir mülteci akının önlenmesinde de rol aldı. Türkiye açısından HTŞ de dört milyona yakın nüfusu olan İdlib’i yönettiği dönemde yeni bir mülteci akınını önlenmesinde önemli bir görev üstlendi. Hatay sınırındaki Bab el Heva Sınır Kapısı yıllardır HTŞ için darphane gibi çalıştı. Sahada MİT ve TSK onlarla iletişim ve koordinasyon kuruldu.

2016 yılında Colani, El Kaide bağlantısını saklamak için örgütün ismini önce “Cebhe Fetih El-Şam”, 2017 yılında ise “Hayat Tahrir El-Şam (HTŞ)” (Şam Kurtuluş Heyeti) olarak değiştirdi. HTŞ, İdlib’teki hâkim güç oldu ve Kuzeydoğu Suriye’deki en büyük isyancı gruptu. Son bir yıldır özellikle ABD ve Türkiye’nin desteği ile Suriye’de büyük bir taarruza hazırlanıyordu. El Nusra, HTŞ’ye dönüşürken ulusal bir örgüte dönüşmeyi hedefledi. 2017 yılında yaşanan bu dönüşüm yeni Suriye planlarının geçmişi ile ilgili de bir ipucu veriyor. ABD’nin yakın müttefiki HTŞ, El Tenef üssünden destekleniyordu ama yetersiz kaldığı için gittikçe daha çok Türkiye’ye bağımlı hale geldi. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeybatısında bulunan kontrol bölgesi ve HTŞ’nin hemen dibindeki kontrol üsleri ile örgüte sağladığı katkı hayatiydi.

Halen, Suriye içindeki vekil güçlerin ana yapısı şu şekildedir;

– HTŞ; ana omurgası El Kaide uzantısı El-Nusra (60 bin kişi) ve bunlara biat etmiş bazı cihatçı grupların (Ahrar-ı Şam, Zingi, Sukur-u) Şam militanları. S. Arabistan’ın kontrolünde.

– Suriye Milli Ordusu; Türkiye’nin kontrolünde ve Ankara’nın kontrol ettiği bölgelerde üç Kolordu halinde bulunuyor. Toplam 30 bin civarında militanı var. SMO içinde en etkili güçler Doğu Türkistan (5-6 bin) ve Özbek (2-3 bin) savaşçılar.

– Özgür Suriye Ordusu; Kilis’in güneyinde Azez merkezli 30 bin militanı var. İhvancı olmakla birlikte Türkiye’nin kontrolünde değil, Ankara’ya karşı tutumları da oldu, serbest hareket ediyor. 27 Aralık’ta başlayan harekâtta yer aldılar, HTŞ’ye yakın duruyorlar ama şu an beklemedeler.

– Suriye Özgür Ordusu; Suriye’nin güneyinde ABD’nin kontrolünde ve 5-10 bin militanı var. Şam’a ilk giren bu güçtü ama Amerikalılar daha sonra geri çektiler.

HTŞ’nin arkasındaki güçleri matruşka şeklinde içeriden dışarıya şu şekilde sıralayabiliriz; El Nusra-El Kaide-S. Arabistan-ABD ve İsrail. Suriye’de her güç merkezi ile ilişki kursa da ABD/İsrail ve S. Arabistan’ın istikametinde gitmek zorunda. Türkiye ile ilişkisi konjonktürel idi, lojistik ve para desteği aldı ama şimdi işleri bitti ve Ankara’nın yükünü çekmek yerine kendi konumlarını sağlamlaştırmak peşindeler. Suriye’nin geleceği konusunda en aktif iki ülke Türkiye ve ABD olsa da HTŞ, S. Arabistan’a yanaşıyor. HTŞ, Türkiye tarafından desteklemiş olsa da gerek içyapısı gerekse liderliği daha çok Suudi Arabistan’a yakın ve şimdi de bu ülkenin çizgisini tercih ediyor.

Esat’ın devrilmesiyle sonuçlanan son saldırıların Türkiye’nin bilgisi ve onayı olmadan gerçekleşmiş olması mümkün değil. Ancak farklı ideolojilerden grupların oluşturduğu SMO homojen bir grup değil. SMO şemsiyesi altındaki gruplar arasında birleşmeler ve çatışmalar yakın zamana kadar devam etti. SMO, kendi içinde sorunlar yaşarken, Türkiye’nin HTŞ ve SMO arasında “uzlaşı ya da birlik” sağlamasının kolay değil.

Peki, dış güçler Suriye’de ne istiyor?

– İsrail; bölünmüş, parçalanmış bir Suriye, dışa bağımlı ve birbirine düşman küçük devletlerin kurulması.

– ABD, İsrail’in güvenliğine en uygun harita oluşturma.

– Türkiye; Sünni Arap devleti.

– Körfez-Arap ülkeleri; S. Arabistan kendi güdümünde bir Suriye isterken, BAE; rekabet halinde olduğu Suudi çizgisine karşı ve İsrail’e yakın.

Şüphesiz mevcut durum oldukça kaygan, taraflar kendi aralarında savaşa devam edebilir ve toprak değişimleri olabilir. Kesin olan tek şey eski Suriye topraklarında merkezi ve birleşik bir hükümetin çıkmayacağı. Bunun ana nedeni sayılan grupların birbirine üstünlük sağlayacak kadar güçlü olmaları. Bu zaten, İsrail’in 40 yıldır amacı idi; Esat’ı devirmek ve Suriye’de güçsüz ve parçalanmış bir yönetim oluşturmak.

Türkiye’nin devam eden yanılgılarını şu şekilde özetleyebiliriz;

– Türkiye’nin en büyük hatası HTŞ’ye güvenmek oldu. Esat’ın gücünün bittiği çoktan belli olmuştu son birkaç ay kala Erdoğan Esat’ı göndermek yerine anlaşmak istedi ama kabul edilmedi. Esat son ana kadar Rusya ve İran’ın kendisini yalnız bırakmayacağını düşünüyordu.

– Ankara, YPG/PKK ile mücadeleyi HTŞ yönetimine verdi ancak ikisinin de arkasında ABD olduğu için birbirleri ile savaşmazlar. HTŞ, Türkiye’yi memnun etmek için ABD’yi karşısına almak istemez. Öte yandan HTŞ’nin gücü yetersiz; eğer YPG/PKK ile bir savaşa tutuşursa Şam, Hama, Humus ve Lazkiye’de kontrolü kaybeder.

– Türkiye, sonuçta kendi işini kendi görmek zorunda. YPG/PKK bölgesine bir harekât yapmak için ABD ile anlaşmak zorunda ama Kürt özerk bölgesini korumak isteyen ABD ancak sınırlı bir operasyona yeşil ışık yakabilir. ABD ile anlaşmak için YPG, PKK’yı Irak’a gönderebilir ama asla silah bırakmaz.

– Türkiye’nin Suriye’de yeni İran olma yani Gazze ve Kudüs’e ulaşma hayali boş çünkü HTŞ, ABD ve İsrail’in gücü ve desteği olmadan var olamaz.

Colani halen Suriye’de alan kontrolü sağlamakla uğraşırken, iç savaş yeniden başlayabilir. Yeni iç savaş döneminin iki eksende yürümesi bekleniyor;

(1) ABD ve İsrail’in desteklediği HTŞ ile Suriye Halk Direnişi;

HTŞ, Esat’a bağlı halkın olduğu bölgede şehirlerde hâkim, Esat’tan kalan ordu Nusayri Dağlarına (Lazkiye-Tarsus arasında) çıktı. HTŞ’nin halka yönelik kötü muamelesi devam ettiğinde Nusayri Askerleri denilen grubun şehirlere dönerek yakın zamanda savaş başlatma olasılığı var. Nusayri askerlerine öncelikle İran, daha sonra Rusya ve Türkiye’deki bazı radikal sol örgütlerin destek olması bekleniyor.

(2) ABD destekli YPG/PKK ile Türkiye’nin arkasında olduğu SMO.

Bundan sonraki Suriye’deki gelişmeleri şu şekilde öngörebiliriz;

– Colani’nin tek başına ülkeyi yönetmek istemesi nedeni ile ülke karışacak.

– Nusayri Dağları hareketlenecek, şehirdeki HTŞ’ye saldıracak.

– YPG/PKK, Colani ile anlaşmayacak ve HTŞ’nin zayıflamasını bekleyecek.

– Türkiye, sahaya SMO’yu sürecek.

YPG/PKK halen moralsiz ve kendi alanını koruma derdinde. Artık Suriye’de ABD’den başka destekleyecek bir dış güç kalmadı ve onlara da güven sorunu var.

Türkiye, ABD ile anlaşma yolu arıyor. Burada yeni paradigma ortaya çıkıyor yani PKK’nın gönderilmesi ve Kürtlere verilecek statü konusunda anlaşmak. ABD için Kürtler askeri bir gereklilik ve yeni yönetim Kürtleri desteklemekten vazgeçmiş gözükebilir. ABD, bunun karşılığında Türkiye’den aşağıdaki konularda destek isteyebilir;

– İran senaryosu.

– Ukrayna ve Karadeniz’de Ruslara karşı destek.

– Gürcistan, Ermenistan-Azerbaycan üçgeninde iş birliği

– Libya’dan Rusları çıkarmak için ortak hareket.

Suriye’de güvenlik ortamı yeniden şekilleniyor. Lübnan’da Genelkurmay Başkanı’nı Cumhurbaşkanı seçtiren Fransa; Lübnan ve Suriye’de kalıcı olmaya, YPG/PKK bölgesine yerleşmeye çalışıyor.  PYD/YPGliler Türkiye destekli SMO ile DSG arasındaki çatışmayı durdurma çabaları kapsamında ABD ve Fransa birliklerinin Rojava’daki sınır bölgesini güvence altına alma konusunda görüşmeler yapıyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel MACRON geçtiğimiz hafta Paris’in, Suriye’deki Kürtleri yalnız bırakmayacağını söyledi.

Ne ABD ve İsrail ne de Körfez ülkeleri meydanı Türkiye’ye bırakmak niyetinde çünkü gelinen aşama büyük planın sadece bir parçası. İsrail Suriye ordusunu yok ederek, İran’a kadar uzanan bölgeyi kontrolüne almak, bölgeyi şekillendirmek istiyor. Bunlar olurken, kimse Türkiye’nin bölgede inisiyatif almasını, müdahalede bulunmasını istemiyor. Türkiye’den istenen olan-bitene (Kürt Projesi ile) ikna olmak. Bölgede rejim değişiklikleri önce istihbarat savaşları ile şekilleniyor ve piyonlar tek tek ama aynı torbaya konuyor. İran senaryosundan sonra sıranın Türkiye’ye geleceğini öngörmek zor değil.

Kürt Projesinde Yeni Paradigma; Kürtler & PKK

İsrail, kuruluşundan itibaren Kürtlerle iyi ilişkiler kurdu. Bunun ilk nedeni ortak düşmanlarının Arap milliyetçileri ve benzeri adresler olmasıydı. Irak’ta Saddam, Suriye’de Hafız Esat ve İran’da Ayetullahlar iki taraf için de dost değildi. 1950’lerden beri İsrail ile iyi ilişkileri olan Türkiye ise yakın zamana kadar düşman listesinde değildi. 1979’da İran’da yaşanan devrim sonrası İsrail sadece Irak’taki Kürtlerle bağlarını devam ettirdi, Suriye’nin içine bulaşmak istemedi. Hizbullah’ın İran’ın direniş ekseninin bel kemiğini oluşturması ve Suriye’nin buna sağaldığı imkânlar hesapları değiştirdi. Türkiye’nin Müslüman Kardeşleri ve İran’ın Devrim Muhafızları, İslamcı ideolojileri içinde İsrail’e cephe almışlardı. İsrail, Suriye’deki Kürtlerle konuşmaya başladı ve yeni yönetimde onlarla iş birliği yapmak istiyor. Trump’ın da İsrail ile uyumlu bir politika izlemesi bekleniyor. İsrail, Kürtlere ulaşacak şekilde Golan üzerinden işgali Kürtlere doğru genişletmeye çalışıyor ama bu kolay değil.

Ortadoğu ve özelde Kürt Projesi ile ilgili gelişmelerin içinde ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Koordinatörü Brett GURK, CIA, Pentagon ve ABD Merkez Komutanlığı var. Söz konusu olan ABD’nin on yıllardır ilmek ilmek ördüğü ilişkiler, ağlar ve devlet kurma projeleri. ABD’nin Ortadoğu’da kurmak istediği barış ve istikrar için onun sigortası ve köprübaşı olan İsrail’in bekası sağlanacak, Büyük İsrail hayata geçecek, Türkiye’nin güneyinde Arap olmayan yeni devletler kurulacak, İran ve Türkiye gibi gereğinden güçlü ülkeler ufalanacak, ulus-devlet kimliği olmayan Arap devletlerinde yeni parçalanmalar yaşanacak. Bu büyük planda İran’daki rejim askerî harekât ve sivil ayaklanmanın birlikte düşünüldüğü bir senaryo ile değişirken, Türkiye için ise her zaman olduğu gibi “ikna” stratejisi öngörülüyor. Yaptırımların kalkması ve iktidarda kalma şansı karşılığında büyük plana ikna olmak.

Yeni paradigma aslında eski ikna stratejisinin yeni bir versiyonu; Kürtler ve PKK terör örgütü arasında Türkiye’yi bir seçime zorlayarak, PKK’nın silah bırakması/elimine edilmesi karşılığında Kürt devletçiklerine ve onların birleşmesine siyasi olarak razı olmak hatta onların koruyuculuğunu yapmak. Özetle, konuyu Ortadoğu ölçeğine taşıyarak, Türkiye’deki Kürtleri de sorunun bir parçası gibi göstererek, diğer ülkelerde silah zoru ile yaptığı harita değişikliklerine Ankara’yı ikna ederek razı etmek. ABD’nin bu Kürt politikası yeni değil. Nitekim Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki YPG/PKK’ya yönelik operasyonlarına buradaki PKK değil diyerek karşı çıkarken, Irak’taki Türk askeri operasyonlarına ise karşı çıkmadı. 2000’li yılların başında Türkiye’nin PKK terör örgütü ile mücadelesinde sözde PKK’yı “terör örgütü olarak gördüklerini” ifade etseler de Kürtlerin siyasi hakları için “demokratik çözüm” dayatması yaptılar. Böylece, Türkiye için “Kürtçülük” kaynaklı konu, Batılılar tarafından “Kürt sorunu” olarak tanımlanarak hem siyasileşti hem de uluslararası hale getirildi. Şimdi demokratik çözüm için masanın devrildiği 2015’e yeniden dönüş için eski hataları tekrarlamayan (!) bir strateji izleniyor;

– Kürtler ve PKK konusunu ayırarak; Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi Suriye’nin kuzeyinin de PKK’dan arındırılması karşılığı buradaki yeni özerkliği tanımak.

– Irak’ın kuzeyindeki Barzani ve Talabani’nin özerk bölgesi ile olduğu gibi Suriye’nin kuzeyi ile de iyi ilişkiler kurarak buradaki Amerikan ve İsrail barışına zarar vermemek.

– Kürt sorununun kalıcı bir çözüm için Türkiye’deki Kürtleri de sürece dâhil ederek, Ortadoğu Türk-Kürt konfederasyonu bir yapıya hazırlanmak.

– Türk kamuoyunun tepkisini almamak için sürece tamamen Ankara’nın liderlik etmesi, İmralı’daki Öcalan ve PKK uzantısı DEM’in sürece katalizör olarak katılması.

Sürecin Türkiye’deki ayağı başlangıç olarak Kürt haklarının (!) yasal olarak hayata geçirilmesi için Anayasa değişikliklerini öngörüyor. Anayasa değişikliklerinin iktidar için önemli fırsatlar getirmesi bekleniyor. Öncelikle en az bir dönemde daha başkanlık sisteminin başında kalarak, kişisel beka tehlikesini savuşturmak, ardından Batı yaptırımlarının gevşetilmesi ile iktidarın sıkıştığı dar boğazda rahatlaması.

PKK’yı Kürt sorununun bir sonucu olarak değerlendiren Avrupalı devletler, Kürt sorunu çözümlenmedikçe, PKK’nın varlığını da kaçınılmaz görmekteler. Türkiye PKK’ya terör ve ulusal güvenlik açısında bakarken, Avrupa PKK’ya daha çok bir insan hakları ve farklı kimliklerin kendilerini ifade edememesi sorunu olarak bakmaktadır. Avrupa’nın PKK’ya bakış açısının oluşumu, sadece normatif nedenlere dayanmıyor. Avrupalı devletlerin Türkiye’ye karşı PKK’yı bir koz olarak kullanma ya da Almanya ve/ya Fransa’nın ABD’yle Türkiye üzerinden yürüttükleri rekabette avantaj sağlama gibi birtakım özel çıkarlarını gerçekleştirme ya da daha genel olarak Ortadoğu politikasında bir araç edinme gayesiyle, terör örgütüne arka çıktıkları söylenebilir.

ABD’nin Ortadoğu’daki gelişmeler kapsamında Türkiye’nin terörle mücadelesine bakışını şu şekilde özetleyebiliriz;

– 2011’den beri Türkiye’nin iç durumu ve dış politikası, özelde Erdoğan’ın üslup ve yöntemlerinden rahatsızlar. ABD’nin Türkiye ile ilgili esaslı bir yakınlaşma başlamasının arkasında sadece Suriye, Irak ve Türkiye’deki PKK sorununa bakış açıları değil, Türk-Rus yakınlaşması ve S-400 konusu da belirleyici rol oynadı. ABD, Türkiye’nin operasyonlarına izin vermeyi müteakip bir barış süreci ve bunun Türkiye içini de kapsamasını istedi. Amerikalılara göre; genel çerçevede Türkiye kendi içindeki Kürt sorununu halleder ve Suriye tarafında Kürtlerle ortaklığın yolunu bulabilirse bölgedeki Amerikan varlığı üzerindeki gerilim giderilir.

– ABD, Türkiye’yi İsrail güvenliğinin ve İran’ın dengelenmesinin tampon ülkesi olarak görmek istiyor. Geçmişte Irak’ta Türkiye ile Sünni bariyer oluşturma planı tutmadı. Türkiye’nin askeri operasyonlarına hep çekince koydular; Türkiye’nin KYP (Talabani-Süleymaniye) ile karşı karşıya gelmesinin İran’a daha çok yakınlaştıracağı için istemiyorlar.

– ABD’nin önceliği Suriye ve Türkiye’nin Suriye politikasını değiştirmek istiyor; “Eğer Suriye’de bizim çizgimize gelirseniz, biz de sizin Irak’ta PKK ile mücadelenize karışmayız” dediler. Amerikalılara göre, PKK ile mücadelede Suriye ile Irak birbirinden ayrı ele alınmalı. Amerikalılar Suriye’de SDG’ye dokunulmadığı sürece Kandil dâhil Kürdistan’daki PKK kamplarının askeri operasyonlarla dağıtılmasında sorun görmedi. Hatta Kandil’deki lider kadrosunun sürgünde sivil hayata taşınmasına aracılık etmek istediler.

Amerikalıların değerlendirmesine göre; Türkiye’nin geliştirdiği stratejiler Kürdistan’ı zayıflatmamalı, bölgenin istikrarını bozmamalı ve Kürtlerin Bağdat’taki konumuna zarar vermemeli. Kürtlerin Bağdat’ta olması ABD’nin kafasındaki iktidar denklemi için çok önemli.

Ankara’ya gelince; ABD’nin SDG’yle ortaklığı ve İsrail’in Kürtlere yaklaşması, Kürt meselesinin dış müdahale gerekçesi olmaktan çıkarılması ihtiyacını ortaya koyuyor. Ankara, Öcalan’ı bir katalizöre dönüştürmeye çalışsa da bu yaklaşım karşılıksız fesih ya da sıfırlanma sonucu vermeyebilir. Öcalan’ın beklenen çağrıyı yapması hem içerdeki yasal düzenlemelere hem de Suriye’yi etkileyecek koşulların biraz olgunlaşmasına bağlı. Bir kere her iki taraf da Donald Trump’la birlikte Amerikan tutumunun yeni halini bekliyor. Kürtler HTŞ ile müzakerelerden ne çıkacağını ve Mart’ta kurulacak yeni hükümette yerlerinin ne olacağını da görmek isteyecektir. Sıfırlanma pahasına silahlara veda edin çağrısı, kendi etki alanında Öcalan’ı da sıfırlayabilir. Çünkü PKK’yi aşan bir durum var. Her şeyden önce ABD, YPG/PKK’nın ana tedarikçisi ve destekçisi. Washington, HTŞ’den İsrail ve YPG için güvence isterken, Ankara ise HTŞ’den YPG’yi tasfiye etmesini talep ediyor. 

Yeni paradigma, 22 yıldır inişli çıkışlı uygulamaya çalıştıkları “ABD’nin küresel düzeninin altında bir alt bölgesel düzen kurma” hedefi ve “Türkiye’yi Kürtlerle bölme” projesidir.  Esat yönetiminin yıkılması, AKP-MHP iktidarının yeni paradigmasının yeni aşamasını başlattı. Suriye pazarlığı yeni paradigmanın oyun sahası, Öcalan ise yeni oyunda yardımcı aktör. Plana göre; Öcalan, PKK’nin kendini tasfiye ettiğini açıklayacak, PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG ise Federal Suriye içinde özerkliğin kabulü üzerinden silahlı güçlerini Suriye ordusuna entegre edecek. Asıl amaç Irak ve Suriye’deki Kürtleri Türkiye himayesine almak. Son 20 yıldır Araplaştırılan Türk halkı, Kürtleştirme ile de iç içe geçiyor. Türkiye’de Türkçülüğü ırkçılık olarak gören ve “Türk” yerine “Türkiye” kelimesini tercih eden zihniyet, Suriye ve Irak’ta Türkmen kimliğini de yok saymaya devam ediyor. Kürtçülük, Arap temelli çok etnik yapılı ümmet ve halifelik yapısının payandası yapılırken, kamuoyuna Kudüs istikameti gösteriliyor.

Makalenin devamı ve geniş versiyonu için;

https://www.academia.edu/126999200/Suriyede_YPG_PKK_Denklemi_ve_Yeni_Paradigma