Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Ağırlığını PKK terör örgütünün Suriye kolu PYD/YPG’nin oluşturduğu Demokratik Suriye Güçleri Türkiye’nin “kırmızı çizgimiz” dediği Fırat’ın batısına geçti.

Öncesi

15 Haziran 2015’te Tel Abyad’ın PYD/YPG güçlerinin eline geçmesiyle PKK/PYD’nin Suriye kuzeyinde ilan ettiği Cizre ve Kobani kantonları coğrafi olarak da birleşmişti. Suriye’nin kuzeyinde Türkiye-Suriye sınırı boyunca bir Kürt koridoru oluşmakta olduğunu gören Türkiye PYD/YPG’nin Fırat’ın batısına geçişini kırmızı çizgi olduğunu gerekirse müdahale edeceğini Temmuz 2015 ayı başında duyurmuştu. Bu gelişme PYD/YPG’nin ilerleyişini durdurmuş ancak ABD devreye girerek İncirlik Mutabakatı altında Türkiye’nin Suriye’ye muhtemel müdahalesini önleme girişimini devreye sokmuştu.

Bu gelişmeyle Cerablus-Azez hattını kontrol eden IŞİD’e müdahale edilmesi duraksamaya girmişti. 30 Eylül 2015’ten itibaren de Rusya’nın askeri olarak Suriye’deki duruma müdahil olması, özellikle de 24 Kasım’da Rus savaş uçağının Türk savaş uçaklarınca düşürülmesiyle birlikte Suriye kuzeyinde özellikle Cerablus-Azez hattındaki dengelerin yeniden değişmeye başladığını gördük. Rusya’nın terör örgütü olarak gördüğü Esad rejimine karşı savaşan El Kaide bağlantılı gruplara (ABD, S.Arabistan ve Türkiye’ye göre ılımlı muhaliflerdir) yönelik operasyonlara ağırlık vermesi, bu kapsamda Azez bölgesindeki grupları da hedef alması, Afrin’deki PYD/YPG’ye silah yardımında bulunmasıyla PYD/YPG’nin Afrin’den çıkarak doğuya doğru (Cerablus’a) ilerleyebilmelerinin önünün açılacağının emareleri olmuştu. Azez bölgesinde halen Rus savaş uçaklarının operasyonları devam ettiği gibi PYD/YPG ile IŞİD ve diğer El Kadie bağlantılı gruplar arasındaki çatışmalar da devam ediyor.

Tışrin barajının önemi; PYD/YPG Fırat’ın batısını geçti, hedef Afrin…

İşte Cerablus-Azez hattının Azez bölgesinde bu gelişmeler yaşanırken Türkiye açısından bir diğer sürpriz gelişme Fırat üzerinde yaşandı. Türkiye’nin Fırat’ı geçmeye çalışan bazı PYD/YPD elemanlarına karşı Eylül/Ekim aylarında iki kez müdahalede bulunduğu basına yansımıştı. Ayrıca Kobani ile Cerablus arasında Fırat üzerindeki ki iki köprünün de IŞİD tarafından tahrip edildiği yine basına yansımıştı. Dolayısıyla PYD/YPG’nin, Türk sınırına çok yakın olan Cerablus’a buradan geçemeyeceği anlaşılmıştı.

Fırat’ın batısına geçmek için diğer bir mevki de Türkiye’nin 22 Şubat 2015’te icra ettiği Şah Fırat operasyonuyla taşıdığı Süleyman Şah türbesinin bulunduğu Türkiye sınırına yaklaşık 35 km.deki mevkiydi ancak IŞİD buradaki köprüyü de tahrip etmişti. Bundan sonra Fırat’ın batısına geçmek için en uygun mevki Tışrin Barajı’ydı. Barajın ele geçirilmesiyle Fırat’ın üzerinden karayoluyla geçmek de mümkün olacaktı. İşte bu nedenle Tışrin Barajının ele geçirilmesi IŞİD’e karşı mücadele önemli bir hamle olurken, Türkiye açısından da Suriye’deki son iki kırmızı çizgisinden birinin (diğeri Esad’la devam etmeme) daha solacağının başlangıcı olacak gibi gözüküyor. Bunun Türkiye açısından bir diğer anlamı ise Kürt Koridorunun tamamlanmasının önün açılmasıdır.

Bölgeden gelen haberlere göre PYD/YPG öncülüğündeki Demokratik Suriye Güçleri’nin Suriye’deki Ayn el Arab (Kobani) kentinin güneyinde yer alan ve Cerablus-Azez hattına geçiş yeri olan stratejik öneme sahip Tışrin Barajı’nı ele geçirdi. Tışrin Barajı Türkiye Fırat Nehri üzerinde Suriye yönetiminin yaptığı üç barajdan biri ve en kuzeyde olanı, Türkiye sınırına mesafesi yaklaşık 65 km.dir.

Tışrin barajının ele geçirilmesi Halep ile IŞİD’in başkenti olanı Rakka ile bağlantısının kesilmesi açısından önem taşıyor. 2012 yılından beri terör örgütü IŞİD’in kontrolünde olan baraj, Halep’in büyük kısmına elektrik sağlıyor. Barajın Demokratik Suriye Güçleri’nin eline geçmesiyle Cerablus-Azez hattında IŞİD’e karşı operasyon için de yol açıldığı gibi kuzeydeki Menbic ve Cerablus ile batıdaki Bab ilçelerinin alınmasının önü de açılmış oldu. Bölgeden gelen bazı haberlerde PYD/YPG güçlerinin Tışrin barajını kontrol altına aldıktan sonra Fırat’ın yaklaşık 5 km batısında yer alan Tışrin kasabasını da ele geçirdiği ve kuzey batıdaki Menbic’e yöneldikleri bildiriliyor.

Bu gelişmelerden şu sonucu çıkarmak mümkündür: PYD/YPG, Türkiye’nin kırmızı çizgi ilan ettiği Fırat’ın batısına sınırın hemen yanındaki Cerablus üzerinden değil de daha güneyden (Tışrin barajı üzerinden) geçerek daha güneydeki bir hat üzerinden Afrin’e ulaşmayı hedeflemiş gözüküyor. Tışrin barajının ele geçirilmesiyle IŞİD’in Rakka-Halep bağlantısı kesildiği gibi Cerablus-Azez hattındaki IŞİD gruplarının bağlantısı da kesilmiş oldu. Eğer PYD/YPG Menbic-Dabık hattı üzerinden Afrin’e uzanmaya yönelirse IŞİD bu hat ile Türkiye sınırındaki Cerablus-Azez arasındaki dar bir bölgede hapsedilmiş olacaktır. Bu durumda IŞİD ya Türkiye’ye doğru kaçmaya çalışacak ya da güneyindeki PYD/YPG hattını yararak Rakka’ya doğru kaçmaya çalışacaktır. Hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin sonuçta Cerablus-Azez hattı PYD/YPG’nin kontrolüne geçecektir.

Türkiye’nin tepkisi, ABD’nin oyunu

Türkiye PYD/YPG’nin Fırat’ın batısına geçmesini kırmızı çizgi ilan etmişti. Ancak şuana kadar Türkiye bu gelişmelere beklenen tepkisini göstermediği gibi Başbakan Davutoğlu’nun ağzından Tışrin barajını ele geçirip Fırat’ın batısına geçenlerin PYD değil Demokratik Suriye Güçleri içindeki diğer unsurların olduğu ifade edildi. Anlaşılan o ki Türkiye’yi yönetenler ilan ettikleri kırmızı çizginin solmakta olduğunu görmezden geliyorlar.

Bunun bu şekilde gerçekleşmesine rağmen Türk hükümetinin elini rahatlatan gelişme ise ABD güdümünde yapılan değişiklik oldu. ABD, Demokratik Suriye Güçleri (DSG) adıyla oluşturdu ve bu gücün içinde PYD/YPG dahil IŞİD’e karşı savaşan Kürt, Türkmen ve Arap güçlerin olduğunu açıkladı. Yabancı kaynaklardan ve Suriye kuzeyindeki yerel kaynaklardan yapılan açıklamalara göre DSG içinde silahlı Arap gruplar 4-5 bin civarındayken YPG’nin 20 bin kişilik bir gücü var ve gücün kontrolü tamamen YPG’de.

Hal böyle olunca ABD, Türkiye’nin itirazlarını dindirmek daha doğrusu Türk hükümetine manevra alanı yaratmak için PYD/YPG’yi DSG adı altında kamufle etti yani maskeledi. Yani Türk kamuoyuna yönelik bir algı operasyonu yapıldı. Böylece Fırat’ın batısına geçenlerin PYD/YPG değil DSG olduğu algısını yarattı. Türk hükümetinin gerçeği bilmesine rağmen kamuoyuna aksini söylemesi anlaşılır olmadığı gibi Türkiye’nin bekası açısından kabul edilebilir de değildir.

Türkiye ne yapabilir?

Türkiye’nin dış politikada geldiği açmazlar ve 24 Kasım’da Rus uçağının düşürülmesinden sonra Rusya ile artan gerilim ve Rusya’nın diplomatik ve ekonomik yaptırımlar yanında Türkiye’nin etrafını kriz noktalarıyla (Doğu Akdeniz, Suriye kuzeyi (PYD’ye destek), Musul’daki Türk askeri krizinde Bağdat’a destek, İran’a S-300 füze sistemi satışı, Ermenistan sınırına askeri kuvvet yığması ve birleşik hava savunma sistemi oluşturması, Karadeniz’de Blackseafor ve Karadeniz Uyum Harekatını boşa çıkarması vs) çevrelemesi Türkiye’nin Suriye’deki hareket serbestisini yok seviyesine getirdi.

Özellikle Suriye yerleştirdiği S-400 hava savunma sistemi nedeniyle Türkiye’nin koalisyon kapsamında da olsa IŞİD’e karşı operasyon için Suriye hava sahasına girmesini hava sahası ihlali sayacağını ifade etmesi Türkiye’nin Suriye’de hava ve kara operasyonu yapmasını imkansız hale getirmiştir. Bu durum PYD’ye önemli bir hareket serbestisi sağlamış, Türkiye’nin de elini kolunu bağlamıştır. Böylece Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde olup bitenleri sınırın bu tarafından seyretmek zorunda kalmış gözüküyor.

Sonuç olarak;

Türkiye Suriye özelinde bölgedeki gelişmeleri halen iyi ve doğru okuyamamaktadır. Bölgede 1916 yılında gizlice uygulamaya sokulan Sykes-Picot anlaşmasıyla çizilen sınırların ve kurulan dengenin değiştirilmesi söz konusudur ve Doğu (Rusya, Çin, İran, Hindistan) ile Batı (ABD, İngiltere, Fransa, Almanya) güçleri arasında bir hakimiyet mücadelesi var. İşte Türkiye de bu mücadelenin tam da ortasındadır. Türkiye’nin jeopolitik konumu bu güçler arasında taraf olmayı değil, bölgedeki ülkelerle (İran, Irak ve Suriye) birliktelik oluşturup ortak hareket etmeyi gerektirmektedir. Ancak Türkiye’yi yönetenler devletten devlete ilişkiyi esas alması gereken bu yaklaşım yerine yarın ne olup olmayacakları, kime hizmet edecekleri belli olmayan bölgedeki yerel güçleri (Barzani aşireti, ılımlı muhalif olarak tanımladıkları silahlı grupları) işbirliği yapılacak aktörler olarak seçmişlerdir. Bu da Türkiye’yi Ortadoğu’da çıkmaza soktuğu gibi Türkiye’yi sınırlarının içine hapsetmiştir.

Ancak gelişmeler o kadar çok birbiriyle ilgili ve içiçe geçmiştir ki Suriye’nin kuzeyinde olanlarla Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda yaşanan PKK terör saldırıları, özerklik/bölünme şantajlarıyla doğrudan bağlantılıdır. Zaten gerek PKK terör örgütü gerekse onun siyasetteki temsilcileri Suriye’nin kuzeyindeki kantonlaşma yoluyla bölgesel yönetime dönüşmekte olan gelişmeleri bir başarı olarak görmekte ve aynısının şimdi Türkiye’de gerçekleştirmek üzere PKK terörüne sığınarak bir ayaklanma başlattıklarını ifade etmektedirler. Bunun öncesinde de Türkiye’de uygulamaya sokulan çözüm süreci bağlamında Türkiye’de sözde ateşkes ilan eden PKK’lı teröristlerin Suriye’ye gönderilerek savaştırılması, orada hedeflerine ulaştıklarını görünce şimdi geriye dönerek çözüm sürecinde şehirlere yerleşmiş diğer teröristlerle birlikte büyük PKK ayaklanmasının ateşini yakmışlardır.

Ocak 2016 ayı içinde Suriye’de bir ateşkes ilan edilmesi arayışları vardır. İşte PYD/YPG bu ateşkes öncesinde avantajlı bir konumda olmak üzere hareket geçmiş Fırat’ın batısına da geçerek Türkiye’ye karşı da bir psikolojik ve sahada operasyonel üstünlük el geçirmiştir.

2016 yılında Suriye kuzeyinde Fırat’ın batısına geçmiş olan PYD/YPG’nin ABD’li özel kuvvetler personelinin yönlendirdiği sözde IŞİD’i bölgeden kovma operasyonuyla Kürt koridoru tamamlanırken bununla eş zamanlı olarak 2016 yılı içinde Türkiye’deki PKK sarmalanın daha da artması beklenmelidir. Çünkü PKK, Suriye’deki hedeflerine ulaştıkça aynısını Türkiye’de gerçekleştirme ümidini artırmakta, bunun sonucunda da terörü tırmandırmaktadır.

Türkiye’de artacak teröre karşı Türkiye’nin de terörle mücadele kapsamında daha sert tedbirleri alması kaçınılmaz olacaktır. Bununla birlikte PKK yandaşlarının özerklik, özyönetim ilanı ve bunu fiilen uygulamaya geçirme tehditleri de varken beyin fırtınası yapılması dileğiyle şu soruyla yazımızı sonlandıralım: ABD’ye göre IŞİD’le mücadele kapsamında, NATO’ya göre Rus tehdidine karşı Türkiye’ye konuşlandırılan NATO askeri varlığı gerçekte acaba ne maksatla ve kime karşı kullanılacaktır?